HABER MERKEZİ –
Soru soruyorum; yaşamak mümkün değil mi?
Bazı doğru sözler temelinde, bağlı kalabileceğiniz bir kaç sözünüz olmaz mı? Evrene savurduğum sözleri toplarsak, belki dünya kadar eder. Halen de anlamıyorlar. Bravo düşmana diyorum! Bayağı etkiliymiş, bayağı başarmış! Bunun için zaten beni tek sayıyor. Kendi malları iyi tanıyor. Çok çarpıcıdır! Kimin düşmanı diyeceğim, acaba düşmanı tanıyor musunuz?
Düşman ben miyim, adına şimdi TC diyoruz veya onun tarihi uzantıları mıdır; bunun da adını doğru kavramamız gerekir. Bu kadar düşmanını unutup düşmanca savaş haline getirmek, sanıyorum karşıdaki düşman adına olmak demektir. Artık ben de kendimi yanıltmamak zorundayım. Bu kadar örgütü işlemez duruma getiren, bu kadar düşmanla savaşacak orduyu işlemez duruma getiren, düşmana çalışıyor demektir. Benim bu kadar söz gücümü kıran demek; çok etkili bir biçimde bana karşı düşmanlık yapıyor demektir. Artık bazı gerçeklerin adını doğru koymamız gerekiyor; sınıf savaşı, bireysel iktidar savaşı, yalan savaşı, adını ne koyarsanız koyun; gerçekten benim bir düşmanım var, ben de düşmanımın düşmanıyım ve orta yerde durma olmaz.
Savaşta çok kızgın iki saf vardır, kim ki üçüncü taraftan, orta yolcu saflardan bahsediyorsa, bu kesinlikle sahtekârdır, yalancıdır! Çünkü savaş çok kızgın, bunu benim ispatlamama gerek yok. Karşımızda bazı örgütler vardı eskiden, onlar bile devreden çıktı, ne adı kaldı, ne sanı. Kim bu orta yolculuktan artık bahsedebilir? Hangi orta yolcu kişilik, hangi orta yolcu cephe? Bunu konuşan, orta yolculuk adına anlaşmış, uzlaşmıştır. Kime karşı? Tek bir düşman sözcüğüne yer yok; bizim partimizin anladığı anlamda merkezileşmeye, birlik oluşumuna, savaş taktiklerimize, yoldaşlık anlayışımıza, yaşam tarzımıza karşı bu konuşturuluyor. Bunun adı en tehlikeli iç düşmanlıktır!
“Zemini varmış, bütün yapı zemin olmuş” diyorlar. Yapının bilinen toplumsal özellikleri, düzenin tamamen fethettiği bu kişiler, elbette ki bu blokla uzlaşacaklar. Zaten gücünü bu anlamda daha ötede düşmandan, daha yakında dolaylı olarak sizin teşkil ettiğiniz zeminden alıyorlar. Halk adına etkili bir ses olsaydı, her yönde tek bir kişi bile olsaydı, mümkün müydü bu uzlaşma, mümkün müydü bu bloğun oluşması? Ama yok maalesef!
Yaptırılmak istenen; “terk et bu meydanı, parti ortada yok, ey baş belası!” diyorsunuz bana. “Ne uydurmuşsun, gençliğimizi, yaşam umutlarımızı yerle bir ediyorsun, defol git!” diyorsunuz bana, bunu söylüyorsunuz. Yüzlerinize baktığımda çıkan sonuç bu. Bu kadar sözüne anlam vermeyenin, değer vermeyenin, kanıtlamak istediği, “sen kim oluyorsun, sen kaç para edersin” demesidir. Orduya gelmeyişinizin, partileşmeye bu kadar karşı duruşunuzun biricik anlamı budur. Ben kişiliklerle fazla savaşmak istemem. Benim savaşımım uzun süre kendimleydi. İdeolojik savaşıyorum, orada çözüme giderim. Bazı çok temel kavramlar üzerinde savaşırım. Hele Kürt tarzı söz konusu olduğunda, o asla içinden çıkılamaz savaşına bir saniyemi vermem.
Çok çarpıcı anlatmıştım: Aile bana tek hedef olarak, “büyü de bizim düşman var, karşı koyacaksın, baş edeceksin” dediğinde, buna karşı koymaktı. Daha sonra bizi “namussuzluk”la da suçladılar. Size söylüyorum; dünyaya gözümü açtığımdan beri hiç yapamayacağımı anladım, bana dayatılan bu savaşıma çocuk halimle “yapamam” dedim. Başka şeylerle uğraştım ondan sonra, halen bunu sürdürüyorum.
Sizin dayattığınız savaşı ben kabul edemem, metelik kadar değer veremem. Nenem, anam, babam yıllarca kuşkulu gözlerle bana baktılar, “bunun namus anlayışından, kişiliğinden kuşku duymak gerekir” dediler. Siz de aynı durumdasınız, sizin savaşımınıza ortak olmayacağım. Sizi o zavallılığınızla, o köhne kötürümlüğünüzle baş başa bırakacağım. Beni bu pis kavganıza bulaştıramazsınız. Büyük tecrübem var bu konuda. Kardeş katili, halkın mutlaka birbirini büyütmesi, birleşerek büyütmesi gerekenlerin katilisiniz. Çok yanlış! Bir savaş tarzının ve ondan kaynaklanan her tür entrikacılığın, komploculuğun ustasısınız. Ben buna gelmem.
Ben en erken yaşlarda, en tehlikeli düşman diye bana dayatılan ailenin çocuğunu kendime en yakın yoldaş seçtim. O yaşlarda çocuk sezgim veya çocuk halim bunun daha doğru olduğunu söyletti. Kalkmışlar, aradan kırk yıl geçmiş, bana bu köhne savaşı dayatacaklar, alet edecekler! Kimin karşısındasınız? Tanrılarınız yok, imanınız çoktan kurumuş, ne söylesem yine bildiğinizi okuyacaksınız ama ben de gerçekleri böyle haykırmak zorundayım.
“Ailecilik” diyorsunuz; biz aileciliği de en erken yaşlarda bu temelde çözmedik mi, en büyük savaşı vermedik mi? Öyle bildiğiniz gibi de savaşmadım, onların tarzına tenezzül etmedim. Kendi büyüklüğümü daha o yaşlarda ortaya koydum ve kim tanıyorsa, daha o dönemden beri benim oldukça değerli bir sempatizanımdır, yetmiş yaşındakiler bile öyledir. Bu nettir, gidin görün!
Hiç tahmin etmezdim! Yirmi beş yıl geçtikten sonra bu çizgide, -işte 18. yılını da resmen dolduruyoruz- bu kadar etkili bir biçimde dayatılacağını düşünmezdim. Açık söyleyeyim; ben bu oyuna gelmem! “Sen çok şeyimizi aldın” diyeceksiniz. Şehitler son nefeslerini bizim için verdiklerini söylediler. Siz yaşıyorsunuz, gün gün hesaplayın, bazılarınıza vereyim. Yaşıyorsunuz, daha çaptan düşmemişsiniz. Varsa bazı özlemleriniz, kesinlikle tatmin edebilirsiniz. Borç listesini hazırlayın benim için. Kalkacaksınız, “yok öyle şeyler” diyeceksiniz. Hayır! Siz kesinlikle bir şeyler istiyorsunuz. Yanlış anlamayın, kuruş kuruş borç isteyecek halimiz yok. O anlamda ciddi bir çalışmanız da yok. Başka anlamlarda, size göre anlayışlarınız varsa, size göre bazı özlemleriniz varsa, onlara fırsat verilmediği için bizi kendinize borçlu sayıyorsunuz ve yöneliyorsunuz.
Kimi ağa gibi yaşamak istemiş, ama meteliği yok, “senin bana ağalık borcun var, ben tam ağa olmak istiyordum aslında, sen bunu önledin, bir ağa için çok imkân, çok değer gerekir, hepsini sen engelledin ve bana bunu vereceksin” diyor. Kimisi “sen küçük-burjuvanın hakkını yedin, hayalleri vardı, rüyaları vardı, onu yaşamak istiyordu, bunlar da çok değerliydi. Sen bunları da engelledin, şimdi sen onların borcunu vereceksin” diyor. Kimisi de köle, hem avare, hem de hamal gibi çalışmış, “şimdi onun karşılığını vereceksin” diyor. Gözleriniz o kadar açılmış ki, hayretler içerisindeyim!
Sözde ben hepinize oyun oynamışım! Siz benim oyunumu bozmak istiyorsunuz. Bunu raporlarda açık dile getiriyorlar; “yönetimdekiler özellikle gözlerimizi açtı, ama başvurduğumuz tek mücadele, Önderlikten hesap sorma oldu, birbirimizden ve daha sonra da halktan” diyorlar. Böyle devam ediyor. Güzel öğrenmişsiniz, fakat doğru değil, bunları yanlış öğrenmişsiniz! İddia ve ispat ediyorum ki; bu hayalleriniz koca bir yalandan ibarettir! Ağalığınızla, küçük-burjuvalığınızla, hamallığınızla metelik kadar üretici bir değere sahip değilsiniz. Sadece iddiası var, o kadar!
Çok daha genel bir iddianız, dolayısıyla bizi borçlu görmeniz şu noktada; “sen ne karışıyordun, bizim kendimize göre bir yaşamımız var, sigara dumanı kadar hafif de olsa, bu yaşamımızdı, sen bunu engelledin” diyorlar. Bu çok genel bir talep! Bir yerde ABD’nin, dünya çapında sosyalizme karşı yürüttüğü insan hakları teorisini, en dar, Amerika’dan bile çok daha geri bir biçimde parti içinde yürütüyorsunuz. Başka yerlerde insan hakları gerçekten çiğneniyor, bunun anlaşılır yanları var. Fakat bizim içimizde insan hakları dediğiniz; hiçbir değeri, niteliği olmayan, avare, tamamen iflas etmiş, hiçbir üretici değeri olmayan, boş saatlerin her birisi sanki yüz dolar değerliymiş gibi üst üste koyuyorsunuz. Bazıları “yirmi yıl geçmiş”, bazıları “on yıl geçmiş” diyor. “Say günleri, say saatleri ve hepsini çarp yüz dolarla, bu kadar bilançoyu öde” diyorsunuz. Yaklaşımlarınızın özünde bu var. Yoksa bu kadar öfkeyi, bu kadar inatlaşmayı niye gösteriyorsunuz? Demek ki alacağınız var, onu ödemediğim için!
Malımız nedir? Partimizdir! Varlığımız-canımız nedir? Partide gizlidir! Buna saldırıyorsunuz, bu çok net! “Ya bize borcunu verirsin, ya da parçalarız, parçalara böler yaşarız” diyorsunuz. Bu da doğru değil! Ben de iddia ve ispat ediyorum ki; sizin bütün bu günlerinizi, saatleri üst üste koyalım, bir on kere daha çarpalım, karşımıza çıkacak olan kocaman eksili bir rakamdır. Yani sıfırdan da öteye, bir iflastır! Dene kendini, git düşman kapısında çalıştır! Bazılarınız yaşıyor! Hem de düşman için en gerekli hizmeti yapsın, karşılığında bulacağı yaşamı ölçsün! Artık bunu görün ve ne iseniz öyle olun. Cimri hesabı mı bu, yüz yıllardan beri kalmış tenekeden ibaret bazı sermayeler mi var, onları artık altın diye bize yutturmayın. Böyle bir hazineniz yok!
Emek hareketi başlangıçtaki iddiası şuydu; ideolojik, siyasi, manevi, moral, estetik bakımından yoksunuz, fakat birleşirsek, doğru esaslar temelinde çalışırsak kazanabiliriz. İddia buydu, programın da ilk maddesi budur. Onun felsefesinin de ilk maddesi budur ve herkes böyle başladı işe. Bu PKK’yi başka nasıl tanımlayabilirsiniz? İlk öncülerini düşünün; Hakiler nasıl çalıştı, Kemaller, Agitler çeşitli aşamalarda nasıl emek kattılar. En son bu kahramanlık şehitleri nasıl çalıştılar? Karşılık istediler mi? Tam tersine, hepsi partiye borçlu hissetmediler mi kendilerini?
Siz Hayri’den daha mı yücesiniz?
Onun bütün ahı, mezara borçlu gittiği için değil midir? Sizin gibi hiç birisi özlemini, ihtirasını dayattı mı? Hiç birisi örgüte başkaldırdı mı? Kolektivizmi işlemezsizliğe tabi tuttu mu? Hiç birisi yoldaşlarını zorladı mı? Hiç birisi en ufak hak talebinde bulundu mu? Tam tersine, veremedikleri için üzülmediler mi? Kendilerini yakmadılar mı, kendilerini bir kuru kemik parçasına döndürmediler mi? Hücrelerine kadar kendilerini havaya savurmadılar mı? Eğer “doğru” diyorsanız, o zaman üzerinize düşen görev nedir?
Onların yaşamından öğreneceğiniz bir kaç kelime varsa, o da örgüt, yoldaşlık, amaca bağlılıktır. Bu kadar vahşice öldürüldüler. Onların anısına bir intikam gerekmez mi? Hem de nefes nefese, başka sonuç çıkarılabilir mi? Haydi bunlar sizin için fazla anlamlı değil diyelim. Yaşam çok çekici, kendinizi yaşamak istiyorsunuz, buna da hakkınız var. Bir kuş bile yuva yaparken, yılanın kolay ulaşamayacağı yerde yapar diyoruz veya herhangi bir yaratık kendi cinsini yok edecek bir ortamdan uzaklaşıp biraz varlığını sürecek ortamı arar. Bunlar doğada ilk göze çarpan, hiç de araştırma, incelemeye gerek duyulmadan fark edeceğiniz hususlar değil mi? Yaşamak için yılanlardan uzak durmak gerekmez mi? Yılan yanı başındayken, alacağın ilk tedbir ona bir taş fırlatmak değil midir? Yaşamın ABC’si bunu söyletmiyor mu?
Eğer biz kendimiz için değil, bir halk için, yalnız kendimizle, kendimize dayanarak savaşmak istemiyorsak, en az beş on kişiyle, bir bölükle savaşmak zorunda değil miyiz? Nerede görülmüş tek kişinin savaştığı? Halk savaşında nerede görülmüş? Halkı yadsıyan savaş başarısı nerede görülmüş? En fedai yoldaşlarını bile bir tarafta bırakanın savaşçılığına inanılır mı? En birleşmesi gerekenleri bir tarafa itip “ben bölük komutanıyım” diyene kim inanabilir? Yaşamak için düşmanı görmek gerekir ve onunla savaşacak araca sahip olmak gerekir. Bunun dışında hiçbir yerde yaşam yöntemi tespit edilememiştir. Beni kandıramazsınız! Söylediğiniz her şey sadece yalanı geliştirmektir. Düşmanın da yaptığı, toplumumuzu propaganda ile muazzam bir yalana boğmaktır.
Yaşamınıza değer veriyoruz, onun imkânlarını iğne ucuyla kazıyarak önünüze sunduk. Siz ise gözü dönmüşlükle -bu konuda bazı özlemleri ağır basanlar için söylüyorum- yüklendiniz. Ben şunu da iddia ettim ki; yaşam umudu görkemlidir, mutlaka yaşayacağız, hem de özgür ve soyluca. Ama kesinlikle onun etle tırnak gibi, hele günümüzde şiddetli bir savaş bağı ile bağlantısı vardır. Onun örgüt bağıyla bağlantısı vardır. Onun inanılmaz bir duygusallıkla, dikkatle, saati değerlendirmekle bağlantısı vardır. Burada ne sizi yerle bir etmek için hitap geliştiriyorum, ne de size yalvarmak için. Burada sizi bir kez daha ciddiyete, tutarlılığa, anlayışa, söze saygılı olmaya çağırıyorum. Beğenmiyorsanız, çekip gideceksiniz. Komploysa birbirinize karşı değil, bana açıkça göstermeye; partiye değil, halka değil, kıza değil, zavallı veya size çok umut bağlamış savaşçıya değil, bana yapacaksınız. Bir ilginiz, bir saygınız veya bir öfkeniz, bir nefesiniz varsa, önce benimle geleceksiniz. Çünkü bu esastır, bunsuz yaşam yürümez. Bunsuz toplumsallıkla, onun siyasal, ulusal ifadesinde bir milim dahi öteye gidilemez.
Kırk yıldır çalışıyorum ve bu halk için inanılmaz bağışları, inanılmaz fedakârlıkları yapıyorum. Hiçbir zaman benim kör nefsim için bu kadarını ayırayım demiyorum. Hepsi sırtımda büyük bir yük, bu halk değerleri bu halkın kendisine tam bırakılsa da, ben kurtulayım diyorum. Gidip tarlada çalışsam da, bu bireysel emeğimle biraz daha kendimi rahat yaşamayı dört gözle bekliyorum. İçtiğim bir tas su, bir pilavı, tarlada çalıştığım dönemleri hatırlıyorum; iş dediğinin hiçbir tadı yok ve kaldı ki ağır bir yük. Çarçur olduğunda koruyamadığım için canım çıkıyor, gerçek budur. Çıkmışlar, “nasıl ele geçirebiliriz?” diyorlar. Ne ele geçirmesi? Size söylüyorum, ağır bir yük! Bu halkın oğul ve kızları sadece başarılı bir savaşçılık istiyorlar. Onu verebilirsen, başında yer alabilirsin. Onu veremezsen, elini bile uzatamazsın, bakamazsın bile. Ancak bu temelde herkes herkese yaklaşım gösterebilir. Aksi halde affedilmez bir suç olur!
Bu suç kişiliğini artık aşacaksınız!
Bütün suçlarınızı benim adıma yapamazsınız. Ben bu kadar suç sorumlusu olamam. Dayanılmaz bir yük haline geliyor, çıldıracağım. Bu kadar suçu nasıl taşıyabilirim. Hepiniz suçlarınızı biriktirin Önderlik adına; Allah bile olsa dayanamaz ve affedici olamaz. En basit bir emekçi insan, sadece insanların birlikte temiz çalışmasından güç alan yaratıcı bir insanım veya böyle emek sahibi olarak yaşamayı oldum olası ilke edinmiş birisiyim. İlk günden günümüze kadar değil suç, en ufak bir çirkinliği kabul etmeyen birisiyim. Nasıl bu kadar çirkinliği bana yığabilirsiniz? Kabul etmiyorum! Bu kadar sağır mısınız veya neden bu kadar saldırgan oluyorsunuz? Kimse sizi zorla yanıma getiriyor mu, ben sizi kandırdım mı? Benim en çok peşinden koştuğum anlayış birliği değil midir, ortak çalışma değil midir, güzel çalışma değil midir? Bunun dışında benim bir ilkem var mı?
Evet, söz tutarlı değil midir? Niye beni tanınmaz hale getiriyorsunuz? Ya çok överek, ya çok dolaylı yerle bir ederek yapıyorsunuz bunu. En basit anlaşılması gereken, doğrulara en yakın insan değil miyim? Öyle değilsem, niye karşıma çıkıp beni sert ithamlarla açığa çıkarmıyorsunuz? Niye bu kadar dolaylı yollarla ben başka türlüymüşüm gibi yaklaşımlar peşindesiniz? İçiniz niye bu kadar rahat değil? Ortada varsa bir rahatsızlığınız, haykırın. Bir fiske bile dokundurduysam, açık duruşma yapalım, açık mahkeme, halk huzurunda yapalım. Korkmayın! Göreceksiniz, hiç böyle durum yok!
Biraz güç birikmiş, onun üzerine tehlikeli hesaplar ve bu hesapları için inanılmaz sözler, davranış türleri geliştirin, bunu bir dolambaçlı yollarla dayatın; kırk yılda uğraşsanız hesabınız başınıza dökülür, altından bile kalkamazsınız. Onun için bir an önce vazgeçin! Her şey sizi yoldaş olmaya zorluyor. Başka hiçbir kaçacak yer yok! İhtiraslarınız ne kadar büyük, iddialarınız, ben merkeziyetçiliğiniz, firavunluğunuz bile olsa, artık o noktadan sonra her şey sizi yoldaşlığa zorluyor. Kararınızı açık, dürüst ve uygulanabilir esaslar dahilinde vereceksiniz. Hiç endişelenmeyin, bizim sorgulamamızda, mahkememizde insanı aşağılayacak tek bir kelime yoktur, ama kandırmaya da yer yoktur!
Neye varsanız, o kadar olun!
Neye olmazsanız onu da açık söyleyin!
Unutmayın ki; burada çözümlenen, yargılanan, sonuca giden bireyin şahsında yeni toplum, ulus esaslarımız kadar, siyasetin, hukukun, hatta ekonominin temelleridir. En önemlisi de anı anına yaşadığınız savaşımın gereklerine bir an önce ulaşmadır, gereklerini yerine getirmedir. Hiç kimse kendiyle sınırlamasın bazı iddiaları ve cevapları. Genel konuşulduğu artık anlaşılmalıdır. Hesaplar halk adına alınmalı, halk adına verilmeli ve onun somut iradeli birliği olarak parti adına olmalıdır.
…
Bu sorgulama süreci, PKK tarihinde 18. yıl gerçeği göz önüne getirildiğinde, büyük çözümsel bir güç haline geliyor. Eğer sonuçlarına bütün partililer dikkat ederse, başta sorgulamayı şu veya bu yönden ister karşınızda, ister başka alanlarda olsun, dürüstçe ve derince yaşarlarsa, bir arkadaşımız şahsında çok iyi dile getirildiği gibi, çoktan ölümcül olan noktaların müthiş bir yaşamsal güce kavuşma anlamına geliyor. Kördüğümlerin İskender kılıcıyla çözülmesi anlamına geliyor. Küçümsemeyelim bu değerlendirmeleri, sonuçlarına titiz bağlı kalınırsa, düşman bu silahla bize ne kadar kaybettirdiyse, biz bunu tersine doğrulttuğumuz için büyük kazanacağız. Onun için yüksek değer biçiyorum ve sonuçları da kesin büyük gelişmelerle, başarılarla dolu geçecektir.
Halklar Önderi Abdullah Öcalan/24 Kasım 1996