HABER MERKEZİ- Senar Vİiyan’ın kaleminden
“Réber Apo, demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü paradigmayı hazırlarken “en rafine olduğum zamanı yaşıyorum” demişti. Bizim de paradigmayı doğru anlayıp doğru kavrayabilmemiz için öncelikle Öndeliğimizin ulaştığı rafine düzeyine ulaşmamız gerekmektedir. Onun için de Réber Apo neye göre rafineydi veya neyden kendisini arıtarak rafine haline gelmişti onu da doğru bilmemiz gerekiyor. Bilmeden anlamak mümkün olmadığına göre Önderliğimize bağlılığımızın gereği olarak doğru anlamak ve doğru yapmak gibi temel bir sorumluluğumuz olarak en başta doğru anlamanın yöntemini bilmek gerekiyor.
Réber Apo, savunmalarla 21. Yüz yılın paradigmasını oluştururken “Avrupa merkezli sosyal bilime bağlı kalmadan düşünmeye çalışıyorum.” der. Çünkü Avrupa merkezli sosyal bilim gerçeği, daha oluşum aşamasında sermayenin doğrudan emrine girmiş bulunduğundan temel amaç olarak insanlığa hizmet değil de kazandıracağı kâr’a göre anlamlaşmaya, daha doğrusu anlamsızlaşmaya başladığından hakikati birbirinden parçalayarak kendisini insanlığın başına bela haline getirmiştir. Onun için Avrupa merkezli sosyal bilim, toplumdan ve toplumsal hakikatten kopuk oluştuğundan tamamen toplumsal ahlak ve bilim etik değerlerinden de kendisini yoksun kılmıştır. Toplumsal ahlaktan ve bilim etiğinden yoksun kaldığı için de sürekli bir kriz halini yaşar olmuştur. Onun bu krizli halinden kaynaklı olarak Réber Apo, öncelikle “sosyal bilimde devrim yapmak gerekir” dedikten sonra, Avrupa merkezli sosyal bilimi şöyle tanımlamıştır; “Gerçeği parça parça edip ‘şuradan ye, buradan ye’ diyen kasabın bir hayvan üzerinde yürüttüğü doğramayı, onlar tüm doğa ve toplum üzerinde yürütüyorlar. Önce ‘deneme ve gözlem yöntemi’ dediler, tanıdılar. Sonra ‘uygulama ve pragmatizm dönemi’ dediler, yiyip bitirdiler. Bu anlatımın dışında hiçbir şey atomu insanlık üzerinde patlatmayı, çevrenin topyekûn yıkımını izah edemez.”
Onun için Réber Apo, savunmalarla gerçekleştirdiği demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü paradigmayı hazırlarken tamamen pozitif bilim yönteminin dışına çıkarak kendi diyalektik bütünlüğünü yakalayıp ve “Her zaman olduğundan daha rafineyim” derken, esas olarak Avrupa merkezli pozitivist bilimin etkilerinden, kendisini nasıl arındırdığını ifade etmiştir. Hatta onları, devletli uygarlık sisteminin ilk kurucusu olan Sümer rahipleriyle de kıyaslayarak şöyle tanımlamıştır: “Sümer rahibi orijinal mitolojiyi yaratırken, belki de şimdiki hâkim bilimin Avrupalı sosyologlarından daha fazla insani gerçeklere yakındı. Avrupa bireyciliği toplumun ve ekolojisinin katliamcısı konumuna düşmüştür. Bilginler (eleştirisiz, düzenin emrindeki bilginler) gerçeğin kasaplarıdır.”
Çünkü sosyal bilim daha baştan Avrupa merkezli olarak oluşurken aslında hakikati anlatım biçimi olan dinsel yöntemden bilim yöntemine geçişin de ağır sancılı ortamında doğuşunu gerçekleştirmiştir. Dolayısıyla toplumsal hakikatin açıklanmasındaki dinsel yöntemi de aşarak “maskeli tanrılar ve örtük krallar çağından, maskesiz tanrılar ve çıplak krallar” çağına da geçişin bütün izlerini taşıdıklarından daha bilim olarak ilk doğuş aşamasında hakikati ve gerçeği parçalı ele alma özellikleri zaten vardır. Avrupa merkezli sosyal bilimin ilk kurucusu olarak bilinen Francis Bacon ( 1556–1626); kendi bilim etiğini genel olarak şiddet üzerine kurmuş ve hakikati parçalayıp fethetme üzerine temel kurallarını inşa etmiştir. Onun için Bacon, doğayı egemenlik altına alabilmek için önceden fethedilmiş kadından yola çıkarak doğayı, çoğunlukla bir kadın olarak görmüştür. Bu nedenle çoğu kez doğayı fethetmekten ya da sırlarını ele geçirmekten bahsederken bir kadını fethetme ve sırlarını ele geçirme yöntemini işlemiştir.
“Fethetmek”, tam da kapitalist modernitenin diliyle sahibine uşaklığın maharetlerini ifade etmektedir. Ardı sıra gelen Avrupa merkezli bilimcilerde genel olarak Bacon’un “temel parçalar denilen tek tek olgulardan bütüne varma yöntemi denilen indirgemeci, parçacı yöntemi”ni esas almışlardır. Hiç biri mitolojik ve dinsel anlatımların doğadan kopardığı zihniyeti Rönesans’la birlikte “Tanrı-evren bir ve aynı şeydir. Tanrı evrenin yaratıcısı değil, kendisidir” diyerek insan zihniyetini yeniden doğayla buluşturan ve bu eylemi yüzünden engizisyon tarafından cayır cayır yakılan Bronu’ya ulaşamamışlardır.
Bu nedenle Galile Galileo(1564-1642)’ya tarihin ilk itirafçısı demek gerekiyor. Çünkü Galileo, yargılanma sürecinde kendisine yakın “hatırlı” kişilerin araya girmesiyle engizisyon karşısında kendi tezlerini geri çekmiş, kapıdan çıkarken de “siz ne derseniz deyin dünya yine de dönüyor” demiş olması aslında Avrupa merkezli sosyal bilimin doğuşundaki sorunları örtbas etmeye yetmemiştir.
Onun için Réber Apo; demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü paradigmayı oluştururken esas olarak toplumsal devrimden de önce “bilim devrimi gerekli” demiştir. “Zihniyet devrimi”, “vicdan devrimi” tamamen bu hakikat üzerinden şekillenmiş ve Réber Apo kendi bilim yönteminin başına JİNEOLOJİ’yi yerleştirmiştir.
Yani JİNEOLOJİ bilimine göre; “Bilgiye ve bilgiye ulaşma yöntemlerine, bilginin kaynağına kadın bakışı ile eğilir. Toplumsal yaşamın içinde, özgür toplumsallaşma ve bireyselleşme hedefi ile bilim alanlarını oluşturur. Kadına, topluma, evrene ve yaşamın tamamına ilişkin edinilmiş bilgiyi kadın perspektifiyle yeniden yorumlar.”
Réber Apo, yüz elli yıllık reel sosyalizm deneyinden de çıkardığı derslerle toplumsal çözümlemelerinin derinliklerine inerken sezgi düzeyinde de olsa esas olarak kadın özgürlük mücadelesini hep öncelemiş; “tarih bizde, biz tarihin derinliklerinde gizliyiz” formülüyle zaten bir bütünlük yakalamıştı. Réber Apo bu gücüyle Avrupa merkezli sosyal bilim karşısında kendi zihniyet devrimini gerçekleştirmiş, Jineoloji Bilimini tüm bilimlerin bilimi olarak tanımlayıp tarihin en büyük kaybedeni kadın ve doğayı “demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü” paradigmada birleştirmeyi başarmıştır. Bugün dünyanın dört bir yanında “Jin Jîyan Azadî” sloganları yankılanıyorsa, bu kesinlikle Réber Apo’nun gerçekleştirdiği en büyük zihniyet devrimi sayesinde olmuştur.
Dünya kadın hareketinin öncülüğünde bu büyük zihniyet devrimiyle insanlığın özgürlük umutları da yeniden yeşermiştir. Yeşeren bu özgürlük umudu sayesinde Réber Apo, tarihte hiçbir düşünürün, peygamberin veya bilim insanının ulaşamadığı kadar hızlı bir biçimde dünyanın Evrensel Önderi konumuna ulaşabilmiştir. Bu gerçeklik bile bizi hızla Önderliğimizle buluşmaya itmeli, Réber Apo’nun “her zamankinden daha rafineyim” dediği yere ulaşmalıyız. Onun için paradigmayı öğrenme çabası içinde olan her insanımız öncelikle böyle bir zihniyet devrimi gerçekleştirerek doğru anlama gücünü elde edecektir.
Yine “vicdan devrimi” derken de aslında aynı devrimci sorumlulukla karşı karşıya olduğumuzu görürüz. Mitolojik, dinsel ve sosyal bilim yöntemlerinin hiç birinde kadın varlık olarak işlenmez. Dolaysıyla her üç yöntem de daha baştan sorunlu ve sakat doğmuş olurlar. Çünkü kadın ve yaşam hep birbirlerini tamamlayarak varolagelmişlerdir. Her üç yöntem de aslında kadını inkar ettiği kadar yaşamı, yaşamı inkar ettiği kadar da kadını inkar etmişlerdir.
Beş bin yıllık devletçi erkek egemen toplum kültürü bu inkarın da kültürü olmuştur. Tıpkı Bacon’un “feth” etme hırsı tüm toplumsal kültürün de hırsı olmuştur. Büyük bir vicdan devrimi gerçekleşmeden elbette bu beş bin yıllık erkek egemen devletçi uygarlık sisteminden kurtuluş ve Réber Apo’yu doğru anlama ve kavrama da gerçekleşemez.
Réber Apo’nun söylediği gibi; “Bu ana özellikleri derinliğine araştırma ve inceleme konusu yaparak geliştirilmesi gereken sosyal bilim ne evrenselci düz çizgisel ilerlemeciliği, ne de sonsuz döngüsel tekilci göreliliği esas alabilir. Son tahlilde uygarlık tarihindeki sermaye ve iktidarın kümülâtif birikimlerini meşrulaştırmaya hizmet eden bu dogmatik kalıpsal yaklaşımlar yerine, analitik ve duygusal zekânın uyumunu ifade eden, katı öznellik ve nesnellik kalıplarını aşan, yok edici olmayan bir diyalektik yöntemi esas alan sosyal bilim geliştirilmelidir.”
Onun için Jineoloji bilimini tüm bilimlerin tanrıçası yaparak beş bin yılda yaşanan insan eliyle oluşturulmuş tüm toplumsal sorunları doğru tanımlar ve çözüm yollarını da doğru bulabiliriz. Yeter ki kendimizde gerçekleştirmemiz gereken zihniyet ve vicdan devrimlerini başarıyla gerçekleştirelim.”