HABER MERKEZİ
Psikoloji nedir, neyi inceler? Davranış bilimidir ve davranışı inceler. Eğer toplumun davranışı üzerinde bir istikrarsızlık oluşmuşsa, orada psikolojik savaş amacına ulaşmış olur. O açıdan biz psikolojik savaşı sadece propaganda alanında yürütülen bir savaş olarak görmeyelim. Askeri, örgütsel, yaşamın her alanında sürdürülen mücadelenin sonuçları ya da bu alanlarda mücadele karşısında düşmanın yapmış olduğu saldırılarının sonuçları olarak görmemiz gerekiyor. Demek ki; psikolojik savaş, hasma karşı yöneltildiğinde bu şekilde hedefler içeriyor.
Psikolojik savaşın bir de tarafsız kitlelere karşı ya da tarafsız-ortada bulunan kesimlere karşı yönelimi vardır. İki temel karşıt gücün yer aldığı savaşlarda, ortada bulunanların sayısı azımsanmayacak düzeydedir. Hatta bazı süreçlerde, bu ortada duranların tutumu savaşların kaderini belirler. Eğer savaşın tarafları, bu ortada bulunanları kendi saflarına çekmeyi başarabilirlerse savaşı kazanabilirler. Bizim bugün yaşadığımız en temel sorunlardan birisi de budur. Özgürlük Hareketi savaşan bir taraftır. Türk Devleti de savaşan bir taraftır. Türk Devleti savaşan bir taraf olarak kendini militanlaştırmıştır. Özgürlük Hareketi de militanlaşmıştır. Bunun dışında, savaşın içinde doğrudan olmamakla beraber kendisini devlete ya da bize karşı mesafeli tutan, zaman zaman Özgürlük hareketi’ye ya da devlete karşı yakınlaşan kesimler de vardır. Bu kesimlerin tutumu önemlidir. Eğer biz bu kesimleri yanımıza alırsak Türk Devleti’ne Kürt halkının taleplerini ve haklarını kabul ettiririz. Ama Türk Devleti bu kesimleri yanına alırsa, bizi zorlar, marjinalleşmeye doğru gidebiliri. Bunun için, ortada tarafsız olarak bulunan ve kim güçse ondan yana tavır koyabilecek duruma gelen bir kesim üzerinde mücadele yürütülür. Psikolojik savaşın bir amacı da budur. Yani psikolojik savaş bir yönüyle de bu tarafsız, ortada duran kesimleri etkileyerek kendi tarafına çekme mücadelesidir. Yani ortada bulunan bu kesimleri kendi taraftarı haline getirmektir. Bunu, karşıt gücün, ortada tarafsız kalanların da karşıtı olduğunu ve kendisinin ise ortada bulunanlarla veya tarafsız olanlarla ortak değerlerde ve noktalarda buluştuğunun propagandasını yaparak, örgütlenmesini ve ilişkisini geliştirerek yapıyor. Onu yaptığında da psikolojik savaşını gerçek amacına ulaştırmış oluyor.
Devrimci partiler aynı zamanda bir propaganda partileridir. Biz propaganda ve örgütlenmelerimizi yaparken mutlaka bu gerçeği düşünmek zorundayız. Orta ve ara kesimleri karşına alırsan, kendini daha mücadelenin başında marjinalleştirmiş olursun. O açıdan bu kesim, en hassas politikaların geliştirilmesi gereken bir kesimdir. Bu durum, gerçek psikolojik savaş yürütücülerini de buna göre bir yaklaşım içerisine girmeye yöneltir. Orta ve ara kesimleri yanına alarak etkilemek isterler. Böylelikle onları da kendi özel savaşlarının bir parçası haline getirmeye çalışırlar.
Psikolojik savaşın üçüncü bir hedefi ise kendine dost gördüklerini sürekli yanında tutma çabasıdır. Kendisinin yanında tutma hedefiyle hareket eder. Yine geliştirdiği saldırılar, politikalar ve herhangi bir yönelim içine girmişse, dost olarak gördüklerini yanında görmek ister. Burada psikolojik olarak yürüttüğü savaş, dost olarak gördüklerini hep bu konumda tutma mücadelesidir. Bu daha çok uluslar arası alanda sürdürülür. Örneğin, Türkiye’nin dostu İsrail ya da Amerika ise, Türkiye bu iki devleti hep yanında görmek ister. Yine İsrail ve Amerika’nın Özgürlük Hareketi’ni düşman görmesini ve ona karşı mücadele etmesini ister. Türkiye bir saldırıda bulunduğu zaman, Türkiye’ye hak vermesini ister. Hep bu konumda ve uluslararası alanda dost olarak gördüklerini kendi yanına çeken, açık tavır almaya zorlayan bir propaganda ve savaş biçimi de psikolojik savaşın üçüncü boyutunu oluşturuyor.
Bunların hepsi psikolojik savaşı anlatmaya yetmiyor. Çünkü psikolojik savaşın hem savaşan güçleri hem de bir bütün olarak toplumu bu savaşa hazırlaması vardır. Toplumu bu savaşı yürütülebilir hale getirmesi vardır. Psikolojik savaşın, savaşan güçleri ve toplumu hazırlama gibi bir görevi vardır. Sadece hasım ya da hedefteki güçlere karşı değil aynı zamanda savaşan güçleri de buna hazırlama görevi vardır. O amaçla da psikolojik savaş yürütülür. Kendi savaşan güçlerini psikolojik olarak savaşa hazırlayabilmesi için ilk önce onda üstünlük duygusunu yaratmayı hedefler. Bu üstünlük duygusu nedir? Kime karşı mücadele ediyorsa onun zayıf ve küçük olduğunu “bir sinek gibi ezilebileceğini” bir düşünce olarak şekillendirir. Artık ona kendisini inandırır, ama bunu yaparken de kendisini çok güçlü, büyük idealleri ve amaçları olduğunu sanacak hale getirir. Bu anlamda abartılı, kof bir büyümeyi sağlayan bir şekilleniş yaratır. Bunu yaratırken de kendisini motive edecek ideolojik tasarımlar kullanır. Milliyetçilik bunların başında gelir. Başvurdukları temel ideoloji milliyetçiliktir, bunun yanı sıra dincilik, din istismarcılığı ikinci yöntemleridir gelir. Buradaki milliyetçilik de, aslında yaratılmaya çalışılan üstün ve güçlü olma yaklaşımının bir parçasıdır. Çünkü milliyetçi olduğu zaman, kendisini diğer milletlerden, topluluklardan üstün ve güçlü görür. Böylece kendisini güçlü, kuvvetli, kudretli ve her şeye gücü yeten olarak varsayar. Bunu güçlendirmek için tarihi, toplum yaşamını hep buna uyarlayacak şekilde yoruma tabi tutar. Tarihte büyük kahramanlıklar yaptıklarını söyler. Tarihteki büyük gelişmeleri kendilerinin sağladıklarını anlatırlar. Kendi gibileri olmazsa, toplumun bir hiç olduğunu varsayarlar. Onun psikolojik olarak şekillendirilmesi bunu emreder. Psikolojik olarak bu şekilleniş sağlanırken de ona uygun şekilde yaşam koşulları hazırlanır. Onu güçlü, heybetli gösterecek yaşam koşulları hazırlanarak, ona göre giyim kuşam ve araçla donatılır. Normal olan kırmızı elbise giyiniyorsa, o mavi elbise giyer. Normal olan dipçikli silah kullanıyorsa, dipçiksiz silah kullanır. Yani giyimiyle, kuşamıyla, silahıyla, yaşamıyla kısaca her şeyiyle kendisini diğerlerinden farklı görebilecek bir ortam içerisinde şekillendirilir. Ona uygun şekilde savaşa sürülürler.
Toplumun psikolojik anlamda özel savaşa hazırlanması ise, artık toplumun her şeyiyle bir sürü haline getirilmesini anlatır. Sürü psikolojisi denilen olgu budur. İstenildiği yere sürüklenen, istenildiği gibi harekete geçirilen bir toplum yaratma gerçekliğidir. Bunu, yürütülen savaştan sorumlu olanlar, özel savaşı yürüten güçler değil de, özel savaşın karşısında yer alan güçlermiş gibi topluma göstererek gerçekleştirir. Yani sorumlu özel savaş değil, özel savaşın saldırdıklarıdır biçiminde toplumda bir yanılsamaya götürür. Bu yanılsama toplumda bir kanıksamaya dönüştüğünde, artık toplum nezdinde suçlu olan, özel savaşa karşı olanlardır. Özel savaşa karşı olanlar olmazsa, sanki özel savaş olmayacakmış gibi bir yaklaşım ortaya çıkar. Bu da beraberinde özel savaş rejiminin, özel savaş yürüten güçlerin desteklenmesini getirir. Bu giderek bir amaçla bütünleştirilir.
Nedir bu amaç? Ülke anarşi ve teröre maruz bırakılıyor. Anarşi ve terör ortamına sürükleniyor. Öyleyse buna karşı olmak için özel savaş yürütenleri desteklemek gerekir. Anarşi ve terörü yaratanlar dış mihrakların desteğini alıyor, amaçları ülkeyi bölmektir. Öyleyse dış güçlere karşı olmak için, ülkenin bütünlüğünü sağlamak için özel savaş rejimini desteklemek gerekir. Böylesi amaçlar ortaya koyuyor ve bu amaçlar da ideolojilerle tamamlanıyor. Bunlar kimi zaman milliyetçilik ideolojisi, kimi zaman da dincilik oluyor. Ülkenin birliği ve bütünlüğü için, milliyetçilik ve vatanseverlik duygusunun yanında, eğer ülkede dinsel bir kümelenme varsa, dini anlamda yani Hıristiyanlık, Müslümanlık ya da Yahudilik içinde farklı mezhepten bir bölüm ya da farklı bir topluluk varsa, onun adıyla anılan bir ideolojik söylem oluşturulur. Bunlar birleştirildiği zaman toplum en çirkin, en kanlı savaşlara ortak edilmiş olur. Böylece bu kirli savaşlar, sürüleştirilmiş kitlelere dayandırılarak yürütülür hale getirilmiş olur.
Psikolojik savaşın bu anlamda hem kendi savaşan güçlerini, hem de toplumu buna hazırladığını unutmamamız gerekir. Bunu yaparken hem bireyi, hem toplumu ona göre şekillendiriyor. Aslında psikolojik savaş, özel savaşın her koşulda sürdürülmesini vaat ediyor. Eğer birey ve toplum özel savaşa hazır hale getirilmezse, özel savaş sürdürülebilir mi? O nedenle bireyin, toplumun özel savaşı, özel savaşın bir dişlisi haline gelerek yürütebilmesi için psikolojik anlamda fethedilmesi gerekiyor. Düşünsel anlamda topluma özel savaş ideolojisi verildiğinde, yani özel savaş toplumu ve bireyi yönlendirmeye başladığında, artık orada psikolojik savaş amacına ulaşmış oluyor.
Yine psikolojik savaşı günümüzle sınırlayarak açımlamak yeterli olmaz. Tarihten günümüze kadar yürütülen savaşların, toplum üzerinde etkili olma yanı vardır. Onları da psikolojik harekât kapsamında yürütülen mücadele olarak değerlendirebiliriz. O açıdan köklerini, tarihin derinliklerinden alıyor. En genel anlamda hiyerarşik devletçi sistemin toplum karşısındaki pozisyonu özel savaş gerçekliğidir. O nedenle özel savaş ABD tarafından icat edilmemiştir. Önceki süreçlerde yaşanan egemenlikli ilişkilerin, egemenliği sürdürmek için geliştirilen savaşların, iktidar ilişkilerinin İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra değişen dünya koşullarına göre ABD tarafından uyarlanmasını ifade ediyor. Mesela ABD’nin geliştirdiği psikolojik savaş var. Bunu ABD bulup ortaya çıkarmıyor, ondan önce Almanya’da Hitler döneminde stratejik bir düzeyde ele alınıyor. Hitler’in propaganda bakanı var, Göbels. Çok gelişkin bir şekilde psikolojik savaş yürütüyor. Alman halkını, Yahudilere karşı düşman haline getiriyor ve Alman halkının bir ordu halinde savaşa girmesini sağlıyor. Bundan daha büyük bir psikolojik harekât olabilir mi? Türkiye’de, Osmanlı döneminde gelişen yeraltı örgütleri var (öncesine dayanan örnekler de var). Osmanlıda gelişen Teşkilat-ı Mahsusa adında özel bir örgütlenme vardır. Teşkilat-ı Mahsusa toplum içinde gizli faaliyet yürüten ama devletin çıkarları için devlet tarafından oluşturulan bir örgütlenmedir. Teşkilat-ı Mahsusa adam kaçırıyor, hapishane kaçkınlarından ordu oluşturuyor. Dünyanın her tarafında, Türklerin bulundukları yerlerde örgütlenmelere giderek geniş faaliyet sürdürüyor.
Devlet içinde ‘derin devlet’ dediğimiz, ordu içinde ‘Derin NATO’ dediğimiz ‘Gladyo’lar da bunları yapıyor. İşte ABD tüm bunları alıyor, sentezliyor ve kapitalizmin jandarmalığını üstlendiği koşullarda bunun geliştirici-yürütücü rolünü oynuyor.
Devam edecek…
Abdullah Öcalan Sosyal Bilimler Akademisi