HABER MERKEZİ
Tehdit, bilindiği gibi korku yaratır. ‘Yüreğe korku salmak’ diye bir deyim var ya, işte onu ortaya çıkartır. Bunun sonucunda da ‘Korkuyla terbiye etme’ denen olay gerçekleşir. Beklenti ise, umuda yol açar. Derler ya, ‘Umut fakirin ekmeği, ye Mehmet ye’ diye. Nasıl ki tehdidin yol açtığı korku karşı tarafta “Sana istediğim zaman istediğimi yaparım” hissi yaratırsa, beklentinin yol açtığı umut da insanı ”Bir gün gelir istediğim olur” duygusuna kaptırır. Bunlar iktidar ve devlet güçlerinin insanları egemenlik altında tutmasının ve sömürmesinin en etkili araçlarıdır. Buna ‘kamçı-şeker politikası’ da deniyor. Kapitalist sömürücü güçler tarafından en etkili özel savaş politikası olarak kullanılıyor.
Dikkat edilirse, Kürt toplumu üzerinde sürekli derinleştirilen bir tehdit ve beklenti uygulaması yapılıyor. Çok açık ki, söz konusu tehdit sadece sözle sınırlı da kalmıyor. Söz olarak da her gün “Asarız, keseriz, süreriz, kökünüzü kazırız” ve benzeri denerek sözlü tehditler en üstten en alta kadar durmadan savruluyor. Kök kazıma tehditleri havada uçuşuyor. Başta Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli olmak üzere tüm faşist-soykırımcı zihniyet sahipleri tehdit savurmayı adeta bir marifet biliyor. Fakat bundan da öteye, sözle belirtilen tehditlerin pratikleşmesi de yaşanıyor. Örneğin, sokak ortasında insanlar dövülüyor, tutulup kolları kırılıyor, göz göre göre linç ediliyor. Toplumun tüm hassasiyetlerinin üzerine gidiliyor. Örneğin yaşlı-genç kadınlara sokakta hakaret ediliyor, insanlar kaçırılıp kaybediliyor, cenazeler araçlara bağlanarak sürükleniyor, mezarlıklar bombalanarak parçalanıyor, katledilen gençlerin üzerine basılarak resim çekiliyor, katledilen bedenlere hakaret yapılıyor. Dahası bu insanlık dışı uygulamalar resmedilerek gizli-açık yayınlanıyor. Bu biçimde, hakaret bir kişiye edilirken, ondan neredeyse bütün bir toplum etkilenmeye çalışılıyor. Böyle en dehşet verici saldırılar yapılıyor. Kürdistan’daki bütün olaylar aslında bu temelde gelişiyor; çok büyük çoğunluğu planlı özel savaş uygulaması olurken, böyle olmayan olaylardan da bu temelde yararlanmak esas alınıyor.
Fakirin ekmeği olan umudu yaratan beklenti de benzerdir. Kürtlere karşı devlet uygulamalarının bir tarafı tehditle korku yaratmak olurken, bir tarafı da beklenti ile umut yaratmak oluyor. Topluma çok planlı bir biçimde beklenti pompalanıyor. Basın-yayın organları bu konuda çok etkili araçlar olarak kullanılıyor. Eskiden bu temelde ‘Bir gün sen de zengin olursun’ umudu pompalanır ve bu temelde herkeste beklenti yaratılırdı. Şimdi de aynı oranda ‘Bir gün siyasi çözüm olacak’ umudu pompalanarak beklenti yaratılıyor. Her gün ortalığa bin bir türlü yalan salınıyor. Örneğin, sıkıştığı her an AKP Yönetimi hemen İmralı’da görüşmeler oluyor haberini yayıyor. Çok sıkıştığında birkaç görüşme de yaptırıyor. Örneğin 31 Mart yerel seçiminde kaybedince, 23 Haziran İstanbul seçimini kazanabilmek için 2 Mayıs’tan itibaren birkaç görüşme de yaptırdı. İmralı’da dört kez avukat ve bir kez da aile görüşü yapıldı. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan 27 Temmuz 2011 tarihinden itibaren sekiz yıl sonra ilk kez 2 Mayıs 2019 günü avukatlarıyla görüşme yapabildi.
Şimdi öyle bir hava yaratılıyor ki, toplum tamamen İmralı’da görüşme olacak ve Kürt sorunu siyasi çözüme kavuşup ülkeye barış ve huzur gelecek beklentisi içine sokularak tam bir mücadelesizlik içine sokuluyor. En ağır ekonomik kriz, en vahşi savaş, en hakaret içeren söz ve uygulamalara rağmen, toplum ‘Demokratik siyasi çözüm olacak’ beklentisi ile mücadelesiz kılınıyor. Böylece AKP-MHP faşizmine karşı çok etkili bir direniş gelişecekken, neredeyse hiçbir şey olmuyor. En fazla adeta sızlanma düzeyinde ‘Hakkımızı istiyoruz’ sözleri söylenebiliyor. Öyle bir durum yaratılıyor ki, adeta toplum ‘Acaba avukatlar ve aileler izin başvurusu yaptı mı? Acaba gizli görüşmeler olmuyor mu? Bu hafta görüşme olmadıysa acaba gelecek hafta olmaz mı?’ biçiminde bağlanıyor. İmralı’ya gitme, avukat ve aile görüşü yapma, Kürt halk Önderi Abdullah Öcalan’dan bir söz duyma, demokratik siyasi çözüme kavuşma ve benzeri beklentisi tam bir özel savaşa dönüştürülüyor. Toplum bu biçimde mücadelesiz kılınıp faşist diktatörlük her türlü baskı, sömürü ve katliamı uyguluyor.
Çok açık ki, bu iş böyle gitmez. Bu biçimde psikolojik özel savaşın tamamen oyununa gelme durumu yaşanır. Tabi bunun farkına bile varılmaz. Eğer herkes sözünü ve eylemini psikolojik özel savaş karşısında doğru anlamlandırmazsa, o zaman özel psikolojik savaş tarafından çok kötü bir biçimde kullanılır. Görüşme yapmak için İmralı’ya gitmek isteyen avukat ve ailelerin durumu da, barış ve demokratik çözüm için mücadele eden HDP faaliyetleri de özel psikolojik savaşın beklenti yaratma taktiğinin oyununa gelebilir. Öyle ki, özel savaşa karşı tedbir almadan yapılan barışçılık, demokratlık, insan hakkı savunuculuğu gibi çok önemli ve değerli çabalar faşist özel savaşa hizmet eder hale gelir.
Bu bakımdan, AKP-MHP yönetimi altında tarihin en ağır psikolojik özel savaşının uygulandığını bilerek söz söyleyip pratik yapmalıyız. Kuru sıkı tehditlere boyun eğmemek kadar, hileli beklenti oyunlarına da gelmemeliyiz. Ortada çok açık ve katı bir Kürt düşmanı, halk düşmanı, kadın düşmanı zihniyet ve siyaset var. Kürt karşıtı faşist, sömürgeci ve soykırımcı mevcut zihniyet ve siyasetin bir benzeri daha bu dünyada bulunmuyor. Türkiye’de türetilen mevcut ulus-devlet milliyetçiliği, Kürt toplumunu yok etme temelinde bir Türk uluslaşması yaratmayı öngörüyor. İşte bu kadar ırkçı, şoven ve soykırımcıdır. Kuşkusuz böyle bir zihniyet ve siyaseti yürütebilmek için de baskı, katliam, asimilasyon, hile ve yalana dayalı özel soykırım savaşını en ileri düzeyde geliştiriyor.
Peki böyle bir zihniyet ve siyaset kırılmadan barış ve özgürlük olur mu? Başta Kürt sorunu olmak üzere var olan toplumsal sorunlar demokratik siyaset temelinde çözülür mü? Bu faşist-soykırımcı zihniyet ve siyasetin en üst kurumlaşması ve somutlaşması olan İmralı işkence ve tecrit sistemi içinde demokratik müzakere yapılır mı? Bir tarafın rehine tutulduğu bir ortamda eşit ve demokratik görüşme yapılabilir mi? Çok açık bir biçimde görülüyor ve anlaşılıyor ki, bunların hiçbirisi olamaz. İmralı işkence ve tecrit sistemi parçalanmadan, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan özgür yaşar ve çalışır koşullara kavuşmadan, mevcut İmralı koşullarında ne eşit ve adil görüşme olur, ne de demokratik müzakere yapılıp sorunlara çözüm üretilir. O halde, bütün bunların yapılabilmesi için İmralı işkence ve tecrit sisteminin yıkılması ve parçalanması gerekir. Bunun için de mevcut Kürt düşmanı faşist-soykırımcı zihniyet ve siyasetin kırılması gerekir. Bu da ancak topyekûn antifaşist direnişi geliştirmekle olur. Demek ki çözüm faşist baskıdan korkmakta ya da özel savaşın beklentilerine kapılmakta değil, antifaşist demokrasi mücadelesini her alanda geliştirmektedir. Yani bizlerin elinde, hepimizin elindedir.
Atakan ÇETİN
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi