HABER MERKEZI – Asrın Hukuk Bürüsu avukatlarından Raziye Öztürk, Önder APO’ya uygulanan tecride ve hukuksuzluğa ilişkin ajansımıza konuştu. Öztürk ajansımıza vermiş olduğu demeçte, Önder APO’ya uygulanan tecrit temelinde Kürt gençlerine dönük uygulanan özel savaş politikalarına da dikkat çekti. Kürt gençlerine karşı uygulanan özel savaş politikalarına karşı ise, gençlerin Önder APO’nun savunmalarını okuyup kendilerini öz savunma temelinde eğitmelerinin gerektiğinin altını çizdi.
Raziye Öztürk, Kürt gençlerinin özel savaş politikaları ile kendi öz kimliklerinden uzaklaştırılmasına karşı bütünlüklü bir mücadelenin yürütülmesi gerektiğine işaret etti. ,
Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından Raziye Öztürk’ün ajansımıza vermiş olduğu demeç ise şu şekilde;
Öncelikle kendinizi kısaca tanıtır mısınız?
Raziye Öztürk. 2019 yılından bu yana Asrın Hukuk Bürosunda avukatlık yapmaktayım.
Önder APO üzerinde geliştirilen komplo ve ağırlaştırılmış mutlak tecridin tarihi üzerine değerlendirmede bulunabilir misiniz?
Türkiye tarihine baktığımızda bu tarihin komplolarla dolu olduğunu görürüz. Sayın Öcalan’a yönelik komplo girişimleri ise Sn. Öcalan’ın Kürt sorunun demokratik yollarla çözülmesi gerektiğini belirttiği, muhatabını aradığı 1993 tarihinden itibaren başlar. Kürt sorununu siyasi ve diplomatik yollardan çözebilmek için en ufak imkanı dahi değerlendiren Öcalan’ın her defasında bu girişimi akamete uğratılmıştır. Bu kimi zaman kendisine yönelik fiziki imha girişimi şeklinde olduğu gibi, kimi zaman da gelişme ihtimali olan süreçlerin karanlık eller aracılığı ile bozulması ve çatışmaların derinleştirilmesi şekillerinde olmuştur. 1996 yılında Öcalan’ın bulunduğu evin yakınında bomba patlatılması, 1993, 1995 ve 1998 tarihlerinde ilan edilen ateşkes süreçlerine rağmen gladio eliyle operasyonların ve halka baskıların sürdürülmesi “faili meçhul” cinayetler, gözaltında kayıplar, köy hatta Lice gibi ilçe, Şırnak gibi kent boşaltmalarına dek hiçbir kural tanımayan topyekûn imha süreçleri bu komplo girişimlerindendir.
9 Ekim 1998 tarihinde başlatılan komplo girişimi ise Gladio ile birlikte birçok devletin dâhil olduğu en geniş kapsamlı komplo girişimi olarak değerlendirilebilir. Sn. Öcalan’ın Türkiye’ye kaçırıldığı 15 Şubat 1999 tarihine kadarki 4 aylık süreçte hukuk ve yasa dışı yöntemlere başvuruldu. Tabi Sn. Öcalan’ın Suriye’den çıkarılmaya zorlanması öncesinde bunun hazırlıkları yapılmıştı. ABD tarihinde ilk defa başkan düzeyinde Clinton’ın Şam’a giderek Esat ile gizli görüşme yaptı. Dört saatlik bu görüşmenin ana gündeminin Öcalan’ın Suriye’den çıkarılması üzerine olduğu sonradan basına yansıdı. Hatta CIA’nın bu amaçla Şam yönetimine bir paket sunduğu da yazıldı. Hakeza Mısır ve Suudi Arabistan yetkililerine mektup gönderip Öcalan’ın Suriye’den çıkarılması için Şam yönetimini diplomatik baskı altına almalarını isteyen de Clinton’dır. Türkiye Suriye’ye askeri tatbikat yaptı, bu Suriye açısından askeri bir tehditti. Sayın Öcalan’ın Suriye’den çıkarılması için herşey yapıldı. Sn. Öcalan önünde iki seçenek vardı. Bunlardan birincisi dağ yolunu seçmekti; fakat bu savaşın devam etmesiydi. Diğer yol da Avrupa’ya gidip, uluslararası diplomatik desteklerini sağlayarak Kürt sorununun siyasi yollarla çözmekti. Yunanistanın da resmi daveti üzerine Sn. Öcalan önce yunanistana geçti ve fakat onu karşılayan yunan parlamenterler yerine istihbarat elemanları oldu. 4 aylık süreç içerisinde Sn. Öcalan alı konuldu ve birçok ülke arasında götürülüp getirildi ve ambargoya maruz bırakıldı. Havayolları Sn. Öcalan’a kapatıldı, istenmeyen kişi ilan edildi, Sn. Öcalan onların ülkesinde tutuklanıp iltica etmesin diye hakkındaki yakalama kararları kaldırıldı, iltica talepleri ya alınmadı ya da sürüncemede bırakıldı. Kurdistan’a gitmesi engellendi.
Komplo’nun en önemli amacı Sn. Öcalan’ın 1993 yılından beri Türkiye ile geliştirmeye çalıştığı Ortadoğu ve Türkiye’de halkların eşitliği ve birliği temelinde demokratik çözüm çabalarının sona erdirilmesiydi. Çünkü Sayın Öcalan’’nın Avrupa’ya gidişindeki amacı buydu. Avrupa’yı tercih etmesinin nedeni, ateşkese ve Kürt sorununun Türkiye ile demokratik siyasi çözümüne uluslararası destek sağlamak içindi. Nitekim bu amaçla Roma’ya varır varmaz ilk işi yedi maddelik çözüm paketini kamuoyuna açıklamak oldu. Bu konuda BM ve AB ve diğer ilgili uluslararası kurumlara ve dönemin İngiltere Başbakanı Blair ile ABD Başkanı Clinton olmak üzere ilgili tüm devlet başkanlarına, başbakanlarına ve dışişleri bakanlıklarına mektuplar göndererek Kürt sorununun Türkiye ile demokratik siyasi çözümüne destek verilmesini istedi.
Komplonun bir diğer amacı da Amerikanın Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında Ortadoğuda geliştirilecek savaşı Sayın Öcalanı ve Kürtler üzerinden derinleştirmekti.
Ancak bu durumun farkında olan Sayın Öcalan kendi şahsında komployu boşa çıkardı. Çünkü Sayın Öcalan Kürt halkı açısından ideolojik ve felsefik bir öncü kimliğine sahip. Yaşamı boyunca Kürt halkının kimliği ve kültürü için mücadele etmiş, halkların demokratik ve özgür birlikteliği için yol ve yöntem arayışına girmiştir. Bu çözüm arayışı sırasında dünya üzerinde var olan sistemleri düşünceleri, derinlikli bir biçimde ve tarihsel boyutu ile birlikte ele almış, ulus devletlerin rolü, Ulus devlet projeleri konusunda ciddi bir bilinç açığa çıkarmış, çözümlemeler yapmıştır. Dolayısı ile Sayın Öcalan açısından, kendisine kurulan komplonun en başından itibaren arkasındaki politik ve felsefik zihniyetin çözümlemesini yapmak zor olmamış, bu komploda hangi ülkenin ve gücün hangi rolde yer aldığını tüm delilleri ile birlikte açıkça ortaya koymuştur.
Örneğin kaçırıldıktan sonra iadesi ile Türkiye cephesinde savaşın daha da tırmanması durumu söz konusuydu. Çok ciddi bir gerginlik söz konusuydu. Fakat Öcalan TR’ye ye getirildikten sonraki ilk avukat görüşmesinde 98 yılında ilan ettiği ateşkesin devam ettiğini, belirtti. Böylelikle o gergin havayı yumuşatarak ve diyalog yolu açarak çözüm gücü olabileceğini bir kez daha ortaya koydu ve büyük bir çatışmaya sebebiyet verecek komplo girişimini boşa çıkardı.
Tabi kaçırılma sonrasında Uluslararası Komplo sürdürülmek, nihayete erdirilmek istendi. Bunun için tecrit uygulaması devreye konuldu. Sayın Öcalan tek başına bir ada hapishanesine götürüldü. Bu hapishanenin yönetimi diğer tüm cezaevlerinden farklıydı. Olağanüstü koşullara sahip bir ada hapishanesinden bahsediyoruz. Sayın Öcalan ilk 10 yıl orada tek başına tutuldu. Zehirlenmeye çalışıldı, saçları kazıtıldı. Dayatılan zor koşullar ile ruhen ve bedenen tüketilmesi, İradesi yok edilmek istendi. Ancak Sayın Öcalan bunlara karşı büyük bir direniş sergiledi. Tüm baskı ve zorbalıklara rağmen, tüm tecrit koşullarına rağmen Sayın Öcalan o kısıtlı koşullarda tüm Ortadoğu halklarına nefes aldıracak Kadın Özgürlükçü, Ekolojik ve Demokratik bir paradigma inşa etti. Devam ettirilmek istenen komployu kendi şahsında bir kez daha boşa çıkardı. Sayın Öcalan kısıtlandıkça üretti. Sayın Öcalan ürettikçe devlet farklı yol ve yöntemlerle tecriti ağırlaştırdı meseleyi tümden kendisinden haber alınamayacak noktaya getirdi. Bu haliyle kamuoyunun Sn. Öcalanı unutmasını sağlayarak yalnızlaştırmak, politik etkisini minimize etmek amacında yoğunlaşıldı.
Şuan Sayın Öcalan İmralı Ada hapishanesinde hücre tipi bir oda içerisinde tutulmaya devam ediliyor. Sn. Öcalan ile birlikte bu ada hapishanesinde 3 Müvekkilimiz daha bulunuyor. Diğer Müvekkiller de farklı hücrelerde tutulmakta ve Sn. Öcalan ile birlikte bu tecrit sistemine dahil edilmektedirler. Öyle ki bu müvekkillerimiz 2015 yılında bu hapishaneye getirilmişler ancak aradan geçen 9 yıla rağmen tek bir avukat görüşü gerçekleştiremediler.
Sn. Öcalan 2011 yılından bu yana 12 yılda sadece 2019 yılına sıkıştırılmış 5 avukat görüşmesi yapabildi. Son avukat görüşmesi de 2019 yılının Ağustos ayında gerçekleşti.
Öcalan İmralıda bulunduğu 25 yıllık süreç içerisinde sadece 2 kez ailesi ile telefon iletişim hakkını kullanabildi. Bunlardan birincisi pandemi sebebiyle 2020 yılında gerçekleşirken 2. Si de yaşamına ilişkin sosyal medyada haberlerin çıkması sonrası oldu; ancak 2 dakika sonra telefon bağlantısı kesildi.
Öcalan bu telefon konuşmasında tüm haklarının tek bir telefon görüşmesine indirgenmesine tepki göstererek “hukukun uygulanması gerektiğini ve avukatların görüşe gelmesi gerektiğini” belirtti ve sonrasında telefon bağlantısı kesildi. 25 Mart 2021 tarihli bu son telefon görüşmesinden bu yana Sn. Öcalan’dan ve yanında bulunan mahpuslardan hiçbir şekilde haber alamamaktayız. Ne bir avukat ve aile görüşü, ne bir telefon ne de bir mektup.. hiçbir haber yok.
Tecridin insan ahlakına karşı olmasının nedenleri nelerdir?
Tecrit; kavram olarak bir kimsenin dış dünyadan yalıtılması anlamına geliyor. Genelde gözaltında tutulan kişiler açısından ifade edilen bu kavram Sn. Öcalan’a uygulanması sonrası farklı bir biçimde ifade edilir oldu. Gözaltında tutulan kişinin 11 günden fazla tecritte tutulması insanlık dışı olarak belirtilirken hükümlü pozisyonunda olan Öcalan’a uygulanan tecritin hiç bir sınırı yoktu ve her defasında var olan tecrit durumu arttırıldı. CPT 2003 yılı itibariyle Öcalan’ın var olan koşullarını tecrit olarak ifade etti ve tutulma koşulların hafifletilmesi tavsiyelerinde bulundu. Her İmralı ziyaretinde koşullar daha da ağırlaşmasına rağmen CPT tavsiyeleri tekrar etmekle yetindi. Bugün itibariyle İmralı’dan tam 41 aydır haber alınamıyor. Ancak gelinen aşamada ne TR tarafından bu tavsiyelere uyuldu ne de tavsiyelere uymayan TR’ye karşı etkili bir adım atıldı.
İmralı’da ciddi bir belirsizlik hakim. Sn. Öcalan’ın sağlığı, koşulları konusunda hiçbir bilgi sahibi değiliz. Şüphesiz ki bu haber alamama durumu, etkisizleştirme ve iradesizleştirme politikalarına karşı ciddi bir direniş gösteren Öcalan’ın düşüncelerinin dışarı ulaşmasının tümüyle engellenmesi politikasının bir ürünüdür. Bir yandan Öcalan ile halk arasındaki bağ koparılmaya çalışılırken biryandan da özel savaş yöntemi olarak Öcalan’sız bir siyaset yaratılmaya, yeni alternatif liderler yaratma çabasına girişilmiş, Sn. Öcalan halka unutturulmak istenmektedir. Bunu devam ettirme gayesinde olan sistem özgür Kürde karşı kendi Kürdünü yaratma çabasındadır. Ve maalesef ki birçok demokrat geçinen aydın, yazar bu duruma teşne olmakta, devlet aklının yarattığı gündeme dahil olarak o gündemlere hapsolmaktadır.
Tecritin ifade edilmesinin dahi yasaklandığı bir ortamda bu duruma ses çıkarılmaması hukuksuzluğun ve baskı politikalarının meşru hale gelip yayılmasına ve olumsuz bir kültürün inşa edilmesine sebebiyet veriyor. Şüphesiz ki bu olumsuz kültür ahlaki anlamda bir yozlaşmayı da bağrında taşıyor. Öyle ki bugün, savaş durumlarında dahi yasaklanan ve gayri ahlakiliği sorgulanamaz olan işkence muamelesi yanı başımızda, her anını demokratik çözüm ve onurlu bir barış için çabalamakla geçiren bir halk liderine uygulanıyor. Burada ifade ettiğimiz işkence durumu objektif bir gerçeklik. CPT 2005′ ten bu yana her raporunda ağırlaştırılmış infaz rejiminin tek başına insanlık dışı olduğunu vurguluyor. Yani bir kişinin ölünceye kadar hapiste tutulması, 23 saat boyunca tek kişilik hücrede tutulması, aile ve iletişim hakkının kısıtlı olması işkence yasağına aykırıdır diyor.
Ağırlaştırılmış İnfaz rejiminin işkence yasağına aykırı olduğu CPT raporlarında sıkça vurgulanmışken, bu infaz rejiminin ötesinde bir uygulamaya sahip İmralı ada hapishanesindeki durum nasıl izah edilecektir? İşkence karşısında alınacak tavır ahlaki ve vicdanidir.
İmralı’daki durum Sn. Öcalan’ın pozisyonu gereği aynı zamanda Kürt sorunun çözümüyle doğrudan bağlantılıdır. Tecritin varlığı çözümün önünde büyük bir engeldir. Nitekim Öcalan’ın kendisi komplo ve tecritin savaş politikalarının açık bir yansıması olduğunu defalarca kez ifade etmiştir. Bugün içerisinde bulunduğumuz, sosyal, siyasal, ekonomik, ekolojik her alandaki krizin en önemli nedenlerinden biri Kürt sorunun çözümsüz bırakılmasıdır. Kürt kimliğinden, dilinden dolayı katledilirken insancıl ve ahlaki bir toplum inşasından bahsedilemeyecektir. Toplumun bir parçası zulüm altındayken diğer bileşenlerinin özgür ve mutlu olması mümkün olamaz ki bunun yansımaları ortadadır.
Önder APO üzerinde yürütülen ağırlaştırılmış mutlak tecride karşı gençlerin ve genç kadınların rol ve misyonları nelerdir, nasıl bir tutum sergilemeliler?
Tecritin sürdürülüyor olması var olan savaş ve çatışma durumunun da sürdürülmesi anlamına geliyor dedik. Yöntem olarak ise özel savaş politikaları devreye sokuluyor. Bu politikaların ilk hedefi de kadın ve gençler olarak görülüyor. Gün yüzüne çıkan bazı durumlar bu politikayı çoktan teşhir etti bile. İlk fırsatta kadın kazanımlarının hedef alınması, Kurdistan illerinde fuhuş, uyuşturucunun yaygınlaştırılmaya çalışılması vb gibi. Tecrit de hail olmak üzere tüm özel savaş politikaları örgütlü ve kadın eksenli geniş çaplı bir mücadeleyi gerektiriyor.
Sn. Öcalan eski tarihli görüşmelerde sıkça “savunmalarının gençlik için epey çerçeve ve yöntem sunduğunu” belirtiyor ve savunmaları okumaları gerektiğini belirtiyordu. Bu kapsamda gençliğin savunmaları okumasını önemli görüyorum. Bununla birlikte gençlik kendinlerine yönelik özel savaş politikalarını boşa çıkarmak için öz savunmalarını geliştirmeli, eğitime ağırlık vermeli ve örgütlenmeyi sağlamalıdır kanaatindeyim. Çünkü bu politikalar doğrudan doğruya onların kişiliğini, özgür yaşam iradelerini hedef almakta zihinlerine özgürlüğü değil umutsuzluğu, gayri ahlaki ve ilkesiz bir yaşamı aşılamaya çalışmaktadır. Öz savunma, eğitim ve örgütlenme sonrasında ise yine görüşmelerde Sn.Öcalanın belirttiği gibi gençliğin en dinamik potansiyel olduğunun farkına vararak, demokrasi kültürünü kitlelere taşıma görevi ve sorumluluğu yerine getirmelidir diye düşünüyorum.
Toplumdaki ilk hedef kesimin kadın ve gençler olması, kapitalist moderniteye karşı demokratik moderniteyi inşa edecek olmaları nedeniyledir. Nitekim Kapitalist modernite’nin en büyük mağduru olmaları sebebiyle var olan durumu bilince çıkarıp, en çetin savaşı verecek ve yıkıma uğratacak olanlar onlardır. Sn. Öcalan kadının özgürlüğünü, tüm toplumu özgürleştirecek bir pan-zehir olarak görürken gençliği mücadelenin sürekli ve değişmeyen muhatabı olarak ifade etmiştir. Tecridin kırılması, kadınların; kendi tarihini öğrenip, bilinçlenmeyi gerçekleştirmesi ve erkek sisteme karşı mücadeleyi örgütleyip dönüşümü sağlaması; Sn. Öcalan’ın deyimiyle Kadın Rönesansını gerçekleştirmesi ve özgürleşmesidir.
Gençlerin ise mücadelenin motor gücü olduğunu unutmayarak, durumlarını kavrayarak yetkinleşip örgütleyerek özgürleşmeleri ile mümkündür diye düşünüyorum. Herkes üzerine düşen rol ve misyonu yerine getirdiği, kadın özgürlükçü ekolojik paradigmayı yaşamsallaştırdığı taktirde tecrit de sonlanacaktır.