HABER MERKEZİ- Viyan Ararat’ın kaleminden: RESMİ BOŞANMA MI, SONSUZ BOŞANMA MI?
“Egemenlikçi modernist sistemin etkisi altında yaşanan, gerçekleşen sosyolojik değişimlerin çoğu zaman iki ucu vardır. Pozitife doğru meyil eden yön ile daha çok negatifleşen, anti toplumcu yön. Bu iki yönlü değişime yol açmasında özellikle de pozitif değişim zemininin oluşumuna bazen direnen demokratik mücadele güçleri yol açar, bazen de egemenlikçi modernitenin çıkarlarının engel olamadığı boşluklar. Toplumdaki değişimleri değerlendirirken, bu gerçeği göz ardı etmemek gerekir.
Ülkemizde son on beş, yirmi yılda evli kadın ve erkekler arasında boşanma oranının oldukça arttığı, herkes tarafından görülmektedir. Otuz yıllık mesafeden bakınca bu durum daha da belirginlik kazanıyor. Geçmişte geleneksel Kürt sosyalitesinde istisnai durumda olan boşanmalar, şimdilerde en az iki haneden birinde görülebiliyor. Geçmişte boşanma durumları, daha çok şehirlileşmeye, Türk kültürüne, ilişkilerin geçiciliğine, bazen de yeterince sadakatli olmama durumlarına ait görülürdü. Başka ilişkilere meyletmesine rağmen erkeklerin boşanma oranı dı sınırlıydı. Erkeklerde ki, sadakatsizlik olarak ortaya çıkan eril- egemen kültür, gelenek dışı ilişkilerin yanı sıra ikinci, üçüncü evlilik tarzın da ortaya çıkmaktaydı.
Bazı yerlerde ve durumlarda boşanmanın istisnailiği, bile imkan dahilinde olamıyordu. Bunun birçok nedeni vardı. En başta; kadının erkek tercih etme hakkına ve iradesine sahip olması gelenek dışıydı. Bu nedenle böylesi, pratiklerin sahibi kadınlar “kötü yola düşmüş kadın” olmasa bile çok sayıda evlilik yapmış sanatçılarla benzeşirlerdi. Kadının, ekonomik bağımsızlık denen, kendi temel yaşam ihtiyaçlarını giderme imkanına sahip olmayışı boşanmadan uzak durma zorunluluğunun temel bir nedeniydi. Babadan kocaya geçen, “kimselilik “ durumu kolay değiştirilebilir değildi. Kendi yaşamını idame etme, imkanı çok sınırlı olan kadın, yeniden Baba mülkiyetine dönüşte bir çok sosyolojik baskıyı, sınırlanmışlığı, geleneksel kınanma ve izolasyonu da beraberinde taşırdı. Erkeğin sahiplenici otoritesinden mahrum kalmak, başkaca baskı ve yönelimlere açık hale gelmek anlamındaydı. Yine evlilik genel olarak, sadece iki kişi arasında değil, iki sosyolojik, verili kurumsallık arasında gerçekleştiğinden boşanma da dalga, dalga tüm bu bağları, sosyolojik örgüleri, işbirliklerini etkileyen bir durumdu.
Tüm bu nedenlerden ötürü boşanmak gerçekten de zordu. Kürt toplumunda münferit bir durumdu. Oysa bugün iki evden birinde boşanmış bireyler var. Toplumda büyük bir kesim boşanmış bekarlar olarak yaşamını sürdürüyor. Acaba bu sonuca hangi ekonomi, siyasal, sosyolojik değişimler yol açtı. Liberal ekonomi, herkesin her durumda çalışmak zorunda kalması, kadın emeğinin satışına – ucuza da olsa, geniş alanların açılması, bunun temel bir nedenidir. Geçmişte bir kişi, çalışıp on kişilik ailenin maddi ihtiyaçlarını giderirken, şimdi çalışan on kişi ailenin ihtiyaçlarını gidermede zorlanıyor. Bu nedenle evlilik çoğu kadın için maddi açıdan bir konfor, yaşamın kolaylaşması, rahatlama alanı olmasından öte ek yük, ek zorluklar, ek sorumluluklar anlamına geliyor.
Oldukça yaygınlaşan ve derinleşen bireycilik zihniyeti, başkalarına ihtiyacının olmadığı algısı, başkalarına ihtiyaç duymadan yaşamayı, özgürlük sanma, .insanları büyük oranda yalnızlaştırmış durumda, insanları bencil ve benmerkezci hale getirmiş. Topluluk için de bile yalnızlığı yaşayan bireyler, başkalarının sorumluluğunu yüklenmek istemedikleri gibi, ortak yaşama kendileri dışındaki varoluş biçimlerine tahammülsüzleşmişler. Bu nedenle hem kadın hem erkek için vazgeçmek daha olası olabiliyor.
Erkeğin yaşadığı sosyolojik değişimde boşanmayı hızlandıran bir seyir izliyor. Erkeği aynı zamanda malik, aile babası, küçük kral yapan geleneksel sorumluluk duruşu ve duygusunun erkekte oldukça zayıfladığı görülüyor. Kadının boşanmayı talep ettiği birçok durumda birincisi neden erkekteki sorumsuz duruş oluyor. Birçok kadın erkekle evlilikte; yaşam güvencesi, konfor ortamı, sosyolojik güven sahası yerine ağırlaşmış yaşam yükleri, belirsiz ortaklık, katlanmış sorumluluk, ortak yaşamla alakası olmayan, hesapta olmayan borç ödemeleri ile yüz yüze kalıyor. Çocuğun bakımı, -genelde gönüllü olarak- kadında olsa da, hatta erkeğin neden olduğu borçları ödemek durumunda kalsa da, boşanmak kadının yükünü hafifletiyor.
Tüm bu sebeplerin yanı sıra farkında olunsun olunmasın, kadın özgürlük mücadelesinin toplum üzerinde direk etkileri var. Kürt kadınlarının öncülük ettiği kadın özgürlük mücadelesi, hiç savaşları olmayan, hatta sağcı kesimleri bile etkilemektedir. İktidarı bile farklı düşünmek, farklı hesaplar yapmak zorunda bırakmaktadır. Şüphesiz bu gelişmeler erkekleri de etkilemektedir. Ama bu daha özgün bir değerlendirme konusudur.
Yaygınlaşan, nicel olarak da çoğalan boşanmaların arkasında tüm bu gerçekler vardır. Boşanan kadınlar arasında siyasetle uğraşanlar da az değildir. Ve ağırlıkta daha güçlü, daha dirençli bir durumu da beraberinde getirmektedir. Ama yine de bu boşanmalar halen ağırlıkta evlilikten boşanmadırlar. Evli olmaktan, bir erkekle mülkiyet bağı içinde yaşamaktan boşandığı halde; eril egemen sistemin, zihniyetinin ördüğü yaşam ilişkileri, örgüleri içinde yaşamaya devam etmektedir. Kadını gerçek anlamda, ikinci cins olmaktan, erkeğin, sistemin mülkiyeti ve ideolojik metası olmaktan kurtaracak perspektif; sonsuz boşanmadır. Sonsuz boşanma; eril egemen temelde örülen yaşamın boyutlarını her bir örgüsünü, zihniyetini, duygusunu, ilişkisini bilinçli olarak reddetmektir. Yani verili olan tüm aşk ve sevdalardan, tüm zihniyet ve yaşam formlarından sonsuzca boşanmak kurtulmaktır. Bunun yerine sadece erkeğe rağmen değil, özgürlük adayı erkekle beraber yeni zihniyeti, yeni duyguları, toplumsal demokrasiyi, ekolojiyi kadın özgürlüğünü temel alan bir sosyolojiyi inşa etmektir.
Şüphesiz sosyolojik değişim ve inşa kolay, basit bir şey değildir. Ama toplumun, kadının binlerce yıldır yaşadığı zorluklardan, daha zor olamayacağını düşünmek gerekir. Dahası bizi özgürlüğe taşıyan zorlukları omuzlamak her zaman daha da güçlendirir. Bizim olanı, hakikate ve özgürlüğe daha yakın olanı, inşa etmenin coşkusu ve heyecanı tüm zorlukları aşabilecek güçtedir. İnanmayan varsa dokunabilir, deneyebilir!”