HABER MERKEZİ – Faşist AKP iktidarı sömürgeci Türk devletinin Kürdistan’da geliştirdiği katliamlar zincirine 28 Aralık 2011 günü yeni bir halka daha ekledi. Bu iktidarın Kürt halkına karşı izlediği soykırım politikası çerçevesinde Roboskî’de yaşanan katliamda çoğu çocuk yaşta otuz dört Kürt insanı alçakça katledildi.
Peki, ne oluyor? Neden böyle oluyor?
Nerede yanlış ya da eksik yapıyoruz?
Demokrasi güçleri olarak kameralar önünde adalet istemekten, protesto etmekten başka ne yaptık?
Roboskili çocuklar, kardeşlerini, arkadaşlarını katleden devletin okuluna gitmeyi bıraktılar mı?
O köyden ya da çevre köylerden yüzlerce genç, kardeşlerini, aynı aşiretten akranlarını katleden orduya asker olmak için askere gitmiyorlar mı?
Her gün, o devletin, o 34 genci katleden sistemin televizyonlarını izlemiyor muyuz?
Peki, bu nasıl oluyor, neden oluyor?
Çünkü bu katliamları yapan gücü yanlış tanımlıyoruz! Bu olayların hepsini ele almada yanlışlıklar yapıyoruz. Sanki a iktidarı ya da b iktidarı dönemine has bir uygulamaymış olarak ele alıyoruz. Ya da bilmem hangi yetkili iyiymiş de hangisi kötüymüş üzerine haddinden fazla değerlendirme yapıyoruz. Bu yaptığımız değerlendirmeler bir gerçeği görmediğimizi gösteriyor ya da bunlar üzerine fazla yorum yapmak aslında tarihten günümüze beynimizin bir yanında bulunan devletli sisteme olan şüpheyi, öfkeyi gizliyor, dağıtıyor. Bunu biraz biz; biraz da sistemin farklı politikaları yaratıyor.
Bu mücadelede odaklanmamayı da beraberinde getiriyor. Yani asıl hedef ve amaç çok netken bilmem hangi gücün niyeti, politikası üzerinden yoğunlaşmaya girişmek asıl yapılması gereken şeylerinde önüne geçiyor.
Asıl yapılması gerekenler ne diye soracak olursanız:
Devletin dışında bir yaşam örgütleyebilmek.
Bu nasıl olacak?
Öncelikle bu sistemin bir bütünen hırsız ve katil olduğunu bilip, bu gerçeği herkese anlatacağız. Sonra bu gerçekten kurtulmak için, yani bu iğrenç sistemin dışında bir yaşam inşa edeceğiz.
Yani Roboskî’den, Şırnak’tan, Botan’dan, Kürdistan’dan başlayarak tümüyle sistemi reddederek sömürülen emeğimizi, örgütleyerek devletin dışında, devletten ve iktidarlardan bir şey beklemeden, kendi kendimizi yöneteceğimiz, kendi kendimize yeteceğimiz, birbirimizden güç alıp-verdiğimiz bir yaşam yaratarak!
Katil ve hırsız bir sistemi reddetmek, okuluna gitmemek, vergi vermemek, askeri, polisi ve memuruyla tüm sosyal, siyasi ilişkiyi kesmekle başlamalıyız.
Tamam, protesto ediyoruz da protesto ettiğimiz katil sisteme vergi veriyor, onun daha fazla katliam yapabilmesi için fabrikalarında, işyerlerinde işçilik yapıyor, ticaret yapıyoruz. Yani katliamcı sistemi emeğimizle besliyoruz.
Hem protesto et hem de varlığını sürdürmesi için tüm ömrünü ver.
Peki, bu ne kadar doğru ve ahlaklı?
Şimdiye kadar ki tutumumuzla bu katil ve hırsız sistemin bir çarkı rolü olduğumuzun ne kadar farkındayız?
Mücadele ettiğimiz zamanlarla bu sisteme hizmet ettiğimiz, bu sistemi duygusu ve düşüncesiyle yaşadığımız zaman dilimini bir karşılaştıralım:
Şunu göreceğiz.
Biz bu sisteme karşı mücadeleden çok bu sistemin işlemesi için çalışıyoruz.
Bu durumu aşmadıkça daha çok katliam ve daha çok yolsuzluk ve hırsızlık göreceğiz.
Artık yeter deme zamanıdır.
Kopma vakti gelmiştir. Bu kendi devletini kurma çağrısı değildir.
Kürtlere özel bir çağrı da değildir. Tüm dünyadaki halklar içindir.
Evet, günler geçiyor, katliamlar artıyor, hırsızlıklar sürüyor. Ve biz bu sistemin içinde yaşamaya devam ediyoruz.
Peki, katliamları, hırsızlıkları yapan mı daha fazla suçludur, bu sistemin içinde yaşayarak bu sistemin çarklarının dönmesine yardım edenler mi?
Evet, durum sandığımızdan farklıdır!
Suçlu biziz. Bu sistemi kabul eden, bu sistemin bir çarkı olmuş hepimiz suçluyuz.
Çözüm nedir?
Köle olmamak, kendi sistemini kendin yaratabilmek!