BEHDİNAN – Stêrk TV’de yayınlanan özel programa katılan KCK Yürütme Konseyi Üyesi Sabri Ok, gündeme ilişkin konuları değerlendirdi. 1 Haziran atılımının yıldönümüne ilişkin konuşan Sabri Ok, o dönem özgürlük hareketine karşı genel bir saldırı olduğunu hatırlatarak “Tüm uluslararası işgalci güçler ve onların bölgedeki işbirlikçi ortakları, önder Apo’nun geliştirdiği 29. Kürt isyanını tasfiye edip bitirmek istediler. Bu komplo saldırısına karşı halkımız ve hareketimizin birçok fedaisi ülkede ve yurtdışında yoğun bir şekilde tepkisini ortaya koydu. Birçok yoldaşımız bedenini ateşe verdi. Tüm bunların ortaya çıkardığı bir şey vardı; denildi ki hiç bir güç güneşimizi karartamaz” diye konuştu.
Türk devletinin Güney Kürdistan’a yönelik işgal saldırılarına da değinen Sabri Ok, bu saldırılar karşısında sessiz kalan KDP’nin tutumunu eleştirdi. Zap, Metina ve Avaşin’de yapılan işgal saldırılarına karşı tepki gösteren Güney halkının da KDP asayişi tarafından engellendiğini vurgulayan Sabri Ok, saldırılara karşı gerilla direnişinin devam ettiğini belirterek, “Gerilla ve PKK asla boyun eğmez. Doğrudur, çok zor ve tehlikeli bir süreç yaşanıyor ama tarihte de var, hiçbir şeyi bedelsiz kazanmadık. Bu kadar zorluğun, zahmetin kazanımları da çok önemli ve onurlu olacaktır” dedi.
1 Haziran atılımının 17. yıldönümü. Yapılan işgal saldırılarına karşı gerilla eşsiz bir direniş ortaya koyuyor. Gerillanın bu tarihi direnişinde 1 Haziran Hamlesi nasıl bir rol oynuyor?
Halkların mücadele ve direniş tarihlerinde bazı günler vardır ki, o halkların geleceğini ve direniş çizgisini belirler. Adeta o döneme damgasını vurur. Tarihimizde iki önemli 1 Haziran atılımı vardır. Birincisi 2004 ikincisi ise 2010. Özellikle 2004’teki 1 Haziran atılımı tarihimizde önemli bir role sahip. Bu nedenle bu atılıma öncülük edip şehadete ulaşan tüm yoldaşları saygıyla anıyorum. Uluslararası komplo gerçekleştiği dönemde hareketimiz üzerinde genel bir saldırı vardı. Tüm uluslararası işgalci güçler ve onların bölgedeki işbirlikçi ortakları, önder Apo’nun geliştirdiği 29. Kürt isyanını tasfiye edip bitirmek istediler. 2004’e kadar bu komplo ve tasfiye planı yoğun bir biçimde hareketimiz üzerinde devam etti. Bu komplo saldırısına karşı halkımız ve hareketimizin birçok fedaisi ülke içinde ve ülke dışında yoğun bir şekilde tepkisini ortaya koydu. Birçok yoldaşımız bedenlerini ateşe verdi.
Tüm bunların ortaya çıkardığı bir şey vardı. Denildi ki hiç bir güç güneşimizi karartamaz. Böyle çok net ve ciddi bir tutum ile ülke içinde ve dışında komploya karşı bir tepki geliştirildi. Tabi komplo planı devam etti. Hareket içinde bazı kişileri etkileyerek, kimi özel savaş yöntemlerini kullanarak ve esir aldıkları Önder Apo’nun üzerinde yoğun bir tecrit uygulayarak hareketimizi bitirmeye çalıştılar. Önder Apo İmralı için ‘Üçüncü doğuşum’ dedi. Önder Apo’nun öncesinde de dünyadaki gelişmeler, yaşanan krizlere dair derin analizleri ve öngörüleri vardı. İmralı ile birlikte Önder Apo yaptığı yeni analizler, demokrasi üzerine yaptığı yoğunlaşmalar ve geliştirdiği yeni paradigma ile ‘Benim üçüncü doğuşum’ dedi. Önder Apo PKK ideolojisini derinleştirme ve paradigmasal açıdan yeni bir şey ortaya çıkardı. Demokratik ulus paradigmasını yeni bir şey olarak ortaya çıkardı.
Klasik argümanlar döneme cevap vermiyordu ve yeterli olamıyordu. Yeni paradigmanın oluşturulması, geliştirilmesi ve kabul edilmesi önemliydi. Çünkü Önder Apo’nun üzerinde siyasi, fiziki, psikolojik ve ideolojik olarak yoğun bir saldırı vardı. Bunların amacı Önder Apo’nun geliştirdiği bu paradigmanın anlaşılmasını engellemeye dönüktü. Tüm bunlara rağmen yeni paradigma halkımız ve hareketimiz cephesinde belli düzeyde anlaşıldı. Tabi birçok sorun da yaşandı. Hareketin içinde misyon sahibi onlarca, yüzlerce kişi o zor ve tehlikeli zamanlarda değerleri ve yoldaşlığı bir yana bırakıp kendilerine yeni bir yaşam ve gelecek seçip liberalizm ve neo-liberalizm etkisine girerek kopuş yaşadılar.
1 HAZİRAN HAMLESİ SALDIRILARA BİR CEVAP OLDU
Şüphesiz o dönem hareketimiz ciddi ve tehlikeli bir süreçten geçiyordu. O dönem hareketimizin ve halkımızın yeni paradigmayı anlaması, özümsemesi ve gereklerine cevap olması açısından önemli bir süreçti. Tabi bu süreç 4 yıllık bir zamanı aldı. Bu dört yıllık süreç çok önemliydi. Bu süreç varlık yokluk, yaşama ve yaşamama ya da 29. isyanı devam ettirip ettirememe gibi zıtlıkları içinde taşıyordu. Bu süreç kararlılık, inanç, bilgelik, ve sadakat istiyordu. Bu dört yıllık süreç çok dolu ve yoğun bir biçimde geçti. Tabi paradigmanın anlaşılması ve parti çizgisinin derinlemesine örgütlenmesi açısından, ideolojik açıdan ciddi bir hamleydi bu süreç. 1 Haziran 2004 hamlesi, bize dönük ideolojik, örgütsel saldırılara uluslararası komploya ve dönemin gereklerine önemli bir cevaptı. O açıdan tarihimizde 1 Haziran Hamlesi öncesi ve sonrası tespiti doğrudur.
Bu iki dönem ayrı süreçlerdi. 1 Haziran öncesi bu halkın kaderinin nasıl olacağı bir soru işaretiydi. 1 Haziran sonrası ise hareket yeni paradigma ile birlikte kendini yeniden örgütledi, toparladı. Ve bu süreç açığa çıkardı ki hareket yeni döneme cevap olabilir ve mücadeleyi durmadan sürdürebilir. Bu yüzden gerçekten 1 Haziran atılımı çok önemliydi. 1 Haziran atılımı bir ruhtu, ve hareketin en zorlu sürecinde çok güçlü bir cevaptı. Bir inanç, sadakat ve tutum süreciydi. Özellikle bütün dünya da üzerimize gelse, Önder Apo’nun ortaya koyduğu çizgide başarı olacağının göstergesi oldu. O açıdan 1 Haziran atılımı çok önemliydi. Tabi 1 Haziran 2010 da çok önemli fakat onun anlamı farklıdır.
Biliniyor ki 1 Haziran 2010 hamlesi sürecinde Kürt legal demokratik hareketi üzerinde yoğun saldır vardı. Türk devleti sürekli kandırma ve oyalama ile süreci etkilemeye çalışıyordu. Özellikle 2009 KCK operasyonları ile bu çok net görünüyordu. Yani bu tarihten sonra yeni bir strateji ve tutumun gerekliliği çok açıktı. Bu saldırılara karşı radikal bir cevabın verilmesi gerektiği açıktı. Bu esaslar üzerinden 1 Haziran 2010 hamlesi ile partimiz var olan durumu tekrardan değerlendirdi, askeri ve siyasi açıdan ciddi bir cevap vermediği takdirde sürece cevap olunamayacağını netleştirdi. Bu hamle ile askeri ve siyasi açıdan her alanda direniş ve mücadeleyi geliştirme süreci başlatıldı.
Bahsettiğiniz 1 Haziran ruhu günümüz itibariyle ciddi bir direniş ve mücadele veren gerilla içinde nasıl bir role sahip?
Tabi her şey birbiri ile bağlantılıdır. Örneğin Amed zindanında Kemal, Hayri, Mazlum ve Sara’ların ortaya koyduğu direniş hareketimizin mücadele çizgisini etkiledi. 15 Ağustos tarihi hamlesi olmasa nasıl bir süreç yaşanırdı? 1 Haziran olmasaydı geleceğimiz nasıl şekillenecekti? Bunlar ciddi soru işaretleri idi. Özellikle mücadeleden umudunu kesmiş, liberalizme ve uluslararası siyasete boyun eğmiş, teslimiyet çizgisinde olan kişilikler o dönem hareketi bitişe götürürdü. 1 Haziran hamlesi parti çizgisinde, ideolojisinde ve örgütlülüğünde ısrar ile birlikte direniş ruhunu getirdi. Yani şartlar ve imkanlar ne olursa olsun amaç ve hedeflerde ısrar etmeyi açığa çıkardı. Bu yüzden hareketimizin ve halkımızın geliştirdiği direniş, mücadele ve serhildanlar gücünü ve ruhunu 1 Haziran hamlesinden alıyor.
Zap, Metina ve Avaşin’e yönelik işgal saldırıları 1 ayı geride bıraktı. Bu saldırılar neticesinde Güney Kürdistan’da köyler boşaltılıyor, köylülerin malı, mülkü talan ediliyor, ormanlar yakılıyor, vatandaşlar yaralanıyor veya hayatlarını kaybediyor. Bu duruma karşı Güney Kürdistan halkı, bazı parti ve kişiler tepkilerini ortaya koyuyor. Bu konuda Güney Kürdistan hükümeti neden sessiz?
Güney hükümeti Türk devletinin işgal tehlikesinin farkında değil mi, yoksa farkında olduğu halde mi sessiz kalıyor? Türk devleti tarihten bu yana işgalci bir devlettir. Varlığını Kürt halkını yok etmek üzerine kurmuş bu devlet. Şimdi de PKK hareketini ve Kürdistan gerillasını yok etmeye çalışarak ayakta duruyor. Bu yüzden her yere saldırıyor. Çöktürme planını sürdürüyor. Türk devletinin işgalinden dolayı Güney Kürdistan’da binlerce insan köyünü boşaltmak zorunda, yüzlerce sivil insanımız şehit düştü, evleri yıkıldı. Başur hükümetinin tepki göstermesi ve tutum sergilemesi için daha ne olması gerekiyor? PKK de, KCK de defalarca açıklama yaptı, Güney hükümeti ile hiç bir sorunumuz olmadığına dair. Güney hükümetini tanımayan Türk devletidir. Güney’in her alanını işgal etmiş, güçlerini yerleştirmiş durumdalar. Yine Güney topraklarını bombalıyorlar, insanların evlerini yıkıyorlar, hayvanlarını öldürüyorlar, ormanları yakıyorlar.
Bütün bunlara rağmen ‘PKK ve Türk devleti aynı’ diyorlar. İnsaf yani. Kürt gençleri şuan PKK içerisinde ve Türk devletinin zulmüne karşı fedai bir şekilde savaşıyorlar. Maxmur’da, Şengal’de hem DAİŞ çetelerine karşı, hem de Türk devletine karşı mücadele ederek şehit düştüler. Şimdi bu parti ile Türk devleti aynı mı oluyor? Bu hangi ahlaka, vicdana sığar. Biri işgalci, diğeri Kürt hareketidir. Elbette eleştirebilirler, öneride bulunabilirler ama PKK 40 yıldır mücadele ediyor ve Kürt halkının haklarını savunuyor. Kimse PKK Kürt halkının kazanımlarına zarar verdi diyemez. Güney hükümeti halka hizmet etse PKK hayır mı diyecek? Tam tersi PKK de halka hizmet ediyor. PKK niye tehlikeli olsun, bunlar doğru değil. Dediğimiz gibi Türk devleti Güney’i işgal ediyor. Üstelik sadece korucularla değil, Maxmur’a, Rojava’ya, Hewlêr’e saldıran DAİŞ, El-Nusra çeteleri ile birlikte Güney’i işgal ediyorlar. İnsan nasıl Türk devleti ile PKK birdir der? DAİŞ-Nusra ve Türk devleti birlikte hareket ediyor.
GÜNEY HÜKÜMETİ İŞGALE KARŞI ÇIKAN HALKI ENGELLEMEMELİ
Elbette gönül ister ki Güney hükümeti bu işgal saldırılarına karşı tepki versin, Türk devleti Kürt halkının geleceği, Kürdistan toprakları için bir tehlikedir. Rojava ve diğer bölgelerden topladıkları tüm çeteleri Başur’a getirmişler. Buna karşı bir tutum gösterilmeli. Hadi diyelim Başur hükümeti, Türk devleti gibi vahşi bir devlete karşı savaşamıyor bir noktada anlaşılır bir durum ama bir kaç gün önce Koy’da Türk işgal saldırılarına karşı canlı kalkan yürüyüşü yapmak isteyenler neden KDP asayişi tarafından engelleniyor? Bu insanlarda silah falan da yok. Türk devletinin saldırılarına karşı canlı kalkan olmak istiyorlar. Güney hükümeti tamam siz savaşamıyorsunuz peki neden işgale karşı olan halkı engelliyorsunuz? Bu neye hizmet etmek oluyor. Uluslararası hukuka göre de işgale karşı tepki gösterme hakkınız var. Türk devletine karşı savaşamıyorsunuz, cevap olamıyorsunuz ama o zaman halka engel olmayın, halkın yolunu açın. Bırakın tepkilerini göstersinler. Neden engel oluyorsunuz? Kürt halkı bunu kabul etmiyor.
Başur toprakları 24 saat bombalanıyor sebep PKK diyorlar. Yani Türk devleti PKK’den önce Kürt halkına saldırmıyor muydu? Tarih göz önündedir. Bu yüzden halkımıza çağrıda bulunuyoruz. Eğer PKK’nin bir yanlışı varsa PKK’ye de söyleyebilirler. Fakat PKK fedai bir ruhla direniyor. Kürt halkı hatta Güney hükümeti bile bununla gurur duymalı. Hiçbir devlet, hiç bir güç bu çetelere ve Türk devletine karşı 4 gün direnemez ama günlerdir bütün saldırılarına rağmen gerilla mevzilerine yaklaşamadılar. Böyle bir ruh ile direniyor gerilla. Halkımız bununla gurur duymalı, moral, güç almalı ve destek olmalıdır. Süleymaniye, Hewler, Şeladîzê, özellikle de isyan bölgesi Ranya’da herkes Türk devletinin işgaline karşı ayaklanmalı. Diyorlar ki saldırılar PKK’ye karşı yapılıyor. Doğrudur PKK’ye saldırıyorlar, PKK de Kürt halkıdır. Kürt halkı boşuna PKK halktır, halk burada demiyor. Gerçek budur.
İŞGALE KARŞI DAHA ÖRGÜTLÜ BİR ŞEKİLDE TEPKİ VERİLMELİ
PKK olmazsa Kürt halkının geleceği olmaz. Türk devleti 50 senedir Kıbrıs’ta dünya tepki gösteriyor ama Kıbrıs’tan çıkmıyor. Suriye’ye yerleştiler, İran, Rusya, rejimin karşı çıkmasına rağmen Suriye’den çıkmıyor. Suriye’nin geleceğinde rol sahibiyim diyor. Çıkmak bir yana orada örgütleniyor, sistemini kuruyor, üniversite açıyor, eğitim veriyor. PKK ve gerilla olmazsa Başur’da da aynısını yapacaklar. İşgalci Türk devleti Başur’u terk etmiyor. Başur hatta Irak’ın geleceği şöyle olmalı yoksa çıkmam der. Yani Başur ve Irak’ın kaderinde kendisinin de rolü olduğunu iddia ediyor. Başur ve Irak hükümeti de bunu görmeli. Irak ve İran, Türk devletinin kendisini ne üzerinden örgütlediğini iyi biliyor. Tarihten bu yana, mezhepler üzerinden, din üzerinden örgütleniyor. Türk devleti İran’ın geleceği için de, Irak’ın geleceği için de, Kürt halkının geleceği için de tehlikedir. Belki Türk devletine bağlı bir kısım Türkmen hepsi değil, çıkarlar gereği Türkiye’ye gönülden bağlı ama onun dışında kimse Türk devletini istemiyor.
İşgale karşı çıkan halkımızın tutumu çok kutsal ve önemli ama yetersizdir. Başur halkımızın bir direniş geleneği var. Daha önce peşmergeye karşı kullanılan kimyasal silahlarını aynısı şu an gerillaya karşı kullanılıyor. Halkımız bunu nasıl kabul ediyor, peşmerge bunu nasıl görmüyor? Başur halkımız buna karşı ayaklanırsa hükümet de bu duruma karşı bir tutum sergilemek zorunda kalacak ve dünya da bunu görecektir. Türk devleti bu durumda işgale cesaret edemeyecektir. Aydınlar, gazeteciler, akademisyenler, siyasetçiler, kadınlar ve gençler işgal saldırılarına tepki gösteriyor, bu çok değerli ve kutsaldır ama dediğimiz gibi daha örgütlü olmalı bu tepkiler. Her gün, her saat Kürdistan dağları bombalanıyor. Halkımız bunu gördüğünde Kürt olarak tutum sergilemeli, Başur basını bu saldırıları teşhir etmeli, uluslararası kurumlara topraklarımız işgal ediliyor diye başvuru yapılmalı. Gerilla ve PKK asla boyun eğmez. Doğrudur, çok zor ve tehlikeli bir süreç yaşanıyor ama tarihte de var, hiçbir şeyi bedelsiz kazanmadık. Bu kadar zorluğun, zahmetin kazanımları da çok önemli ve onurlu olacaktır.
Türkiye’de devlet-mafya-siyaset ilişkisi AKP-MHP iktidarında en üst noktaya ulaştı. Sedat Peker’in itirafları aralarında bir savaşın yaşandığını gösteriyor. Sizce ne oldu da aralarında böyle bir savaş yaşanıyor?
Sebep savaş, Kürt sorununda çözümsüzlük ısrarı, Türkiye’nin demokratikleşmemesi. Devlet, millet Sakarya argümanları ile bir kesim vampir gibi bu halkın kanını emdi. Bakur parçasını eroin, uyuşturucu ticaretinin yeri yapmışlar. Başçavuşu, komutanları, uzmanlarının hepsi bu ticareti yürütüyor. Mehmet Ağar, dönemin emniyet müdürü, bölge komutanları hepsi bu ticareti yaptı. Etrafındaki herkesi zengin edebilmek için savaşın devam etmesini, sorunun çözülmemesini istiyorlardı. Kürt, Türk gençlerinin kanının dökülmesi umurlarında değil. Bugüne kadar böyle geldiler ama bugün artık durum biraz daha farklı. Ne yapsalar da sonuç alamıyorlar.
PKK hala ayakta ve mücadele ediyor, AKP-MHP iktidarı dökülüyor. Bunlar direniş ve mücadelenin sonucudur. Kürt halkı boyun eğmedi, direndi, mücadele etti, bedel ödedi. O direniş Türk devletinin siyasetini, ahlakını, ekonomisini etkiledi. Her taraftan derbeder oldular. Bu sefer kendi aralarında çatışmaya başladılar. Sedat Peker’in söyledikleri sadece günümüzde yaşanmış şeyler değil, bakın Mehmet Ağar geçmişten bu yana var. Fakat bugünlerde aralarında şahsi sorunlar çıktı. Erdoğan bir kaç gün önce Adnan Menderes’in idam edildiği adaya gitti, ne kadar onursuz bir konuşma yaptı. Zulüm, idam defterini kapattığını, Türkiye’ye özgürlük geldiğini söyledi. Bu Türk devletinin karakteridir. Bu kadar yalana kendileri inanıyor, herkesin de inanmasını istiyorlar.
Türk devleti geçmişten beri Kürt halkına karşı soykırım politikaları yürütüyor. Cumhuriyetin ilk Adalet Bakanı olan Mahmut Esat Bozkurt, ‘Burası Türkün devletidir. Türk olmayanın hiçbir hakkı yoktur. Tek hakkı, köle olmaktır’ diyordu. Ve bunu hayata geçirmek için ellerinden gelen her şeyi yaptılar. Her türlü katliam ve asimilasyonu yapmalarına rağmen dışarıya bugün Erdoğan’ın yaptığı gibi, ‘Kürtlerle bir sorunumuz yok, her Kürt PKK’li değil, Kürt vekillerimiz var, Türkiye’de demokrasi ve özgürlük var’ demagojisini yaptılar. Oysaki Türkiye’ye baktığımızda mafya, faili meçhul cinayetler, katliamlar, uyuşturucu var. Son günlerde konuşan Sedat Peker, Erdoğan’la olan arkadaşlığımız anlatacağım dedi. Erdoğan için miting yaptı, Erdoğan’la kucaklaştılar, yani birbirlerine o kadar yakınlardı. AKP-MHP ülkeyi bir şirket gibi yönetiyorlar. Aralarında menfaatten kaynaklı anlaşmazlık çıkınca da Peker bunların kirli işlerini teşhir etmeye başladı.
Türkiye’de Kürt halkı için hukuk ve adalet yok. Eğer dilin ve varlığın kabul edilmiyorsa hangi hukuktan bahsedeceğiz. Kürt halkının kimliği, dili kabul edilmiyor, Kürtler isyan etmeyip de ne yapacak? AKP-MHP iktidarını kızdıran şey bu kadar silaha, insansız hava araçlarına rağmen sonuç alamamaları. Bütün hamleleri boşa çıkıyor. Bu yüzden vahşi bir şekilde üzerimize geliyorlar. Başur’da biraz yayılmış olabilirler ama gerilla da zaten düşmanı nerde görse vuruyor. Direniyor, düşmanın ileri gitmesini engelliyor. Düşman ise kısa vadede sonuç almak istiyor, çünkü uzun vadeye ne psikolojileri, ne imkanları, ne ruh halleri buna müsaade ediyor. Bu Kürt halkının direnişinin onlara ödettiği faturadır. AKP-MHP iktidarı artık bu kirlilikte yaşayamaz duruma gelmişler. Artık sonları geldi.
AKP ve Erdoğan’ın çetelerle ilişkisi gizli bir durum değil. Sedat Peker bu ilişkileri bir kez daha deşifre etti. Bu durum uluslararasında bir etkiye yol açar mı?
Uluslararası alan ikiyüzlülük yapmazsa, görevlerini yerine getirirse şüphesiz bir etki olur. Bildiğiniz gibi DAİŞ de, El Nusra da uluslararası alanda terörist olarak kabul ediliyor. Bunlar insanlık düşmanıdır, Kürt, Arap ve Êzidî halkını katlettiler. Avrupa’dan Amerika’ya her yerde bombalar patlattılar. En vahşi teröristler bunlar. Türk devleti de bunlara destek verdi. Sadece silah, cephane yardımı yapmadı aynı zamanda eğitim eğittiler, örgütlediler ve Kürt halkı ile bölge halklarına saldırttılar. Daha önce de ortaya çıkmıştı, Sedat Peker de itiraf etti, çeteler her sıkıştığında Türk devleti tırlarla silah gönderdi El Nusra’ya. Rusya da, ABD de biliyor Türk devleti açık bir şekilde El Nusra’ya destek verdi. Nusra ve DAİŞ Türk devletine karşı kendilerini borçlu hissediyorlar o yüzden Kürdistan’da Türk ordusunun yanında savaşıyorlar. Eğer uluslararası bir hukuk, adalet varsa bu kadar vahşi bir örgüte destek veren Türk devletinden derhal hesap sormalılar. Uluslararası mahkemelerde yargılanmalılar.
Bu destekten dolayı on binlerce insan katledildi. Türk devletinin de bunda payı var. Bu yüzden uluslararası kamuoyunun buna karşı bir tutum sergilemesi gerekir. Siyasetçiler, hukukçular bu konuyu gündemleştirmeli ve ABD ile Rusya’ya baskı yapmalı. Çünkü Türk devletinin çetelere verdiği destekten dolayı Suriye sorunu daha da derinleşti, insanlar katliamlardan geçirildi. Bugün Efrîn’de olanların hepsi çete. Güney hükümetine bu durumu bir kez daha hatırlatmak istiyorum. Çetelerle Türk devleti bu kadar iç içe geçmiş durumda. Bunlar Rojava’da nasıl bir olup şehirleri işgal ettiler ise, Başur’da da aynı politikaları yürütmek istiyorlar. Türk devleti her alanda suça bulaşmış durumda. Sedat Peker’in itirafları da belgedir. Baskılardan dolayı yurtdışına çıkmak zorunda kalan gazeteci Can Dündar da çetelere silah yollandığını deşifre etmişti.
Türk devleti şimdiye kadar kendisi için tehlikeli olarak gördüğü iktidarla müdahale ediyordu, fakat AKP iktidarı döneminde muhaliflere müdahale ediliyor. Böyle bir değişimin nedeni ve bu sürecin özelliği nedir?
TC tarihi aynı zamanda darbeler tarihidir. Bu darbeler hiç bir zaman devrimci, demokratik bir alternatif yaratmak için yapılmadı. Genelde aralarındaki çelişki ve anlaşmazlıklardan dolayı darbe yapıyorlardı. Adnan Menderes Başur ve Bakur’da yaşanan ayaklanmaların ardından bir toplantıda bunun önüne geçmek için “30, 40 Kürt öncüsünü idam edelim” önerisinde bulunmuştu. Fakat aralarındaki çelişkilerden dolayı Adnan Menderes idam edildi. Fakat AKP-MHP iktidarı bu dönemde her yerde faşizmi örgütlediler. Devlet oldular. Mesela bürokraside, ekonomide, kültür alanında faşist sistemlerini kurdular. Eğer bu faşist iktidar yenilirse yargılanacaklar, onlardan hesap sorulacak. Bu yüzden sürekli otoriter, zalim ve iktidar olmak istiyorlar.
Dikkat ederseniz bir kişi bile siyasi bir tutum sergilediği zaman onun üzerine gidiyorlar. Sivil bir tepkinin oluşmasından çok korkuyorlar bu tepkinin artacağını düşünerek hemen engel oluyorlar. Çok güçlü olduklarından değil, korktuklarından dolayı yapıyorlar. Muhalefet iktidarı yıkmak için bir çok fırsata sahip şuan. Muhalif partiler AKP’yi korkutuyor. Bu yüzden örneğin İYİ Parti başkanı Meral Akşener’i tehdit etti. CHP’yi de tehdit ediyorlar. Zaten HDP’ye yönelik her türlü baskıyı uyguluyorlar. Çünkü artık başka çareleri kalmadı, ne yapsalar da ortaya çıkan kirli ilişkilerini gizleyemiyorlar. Türkiye’nin demokratikleşmesini isteyen güçler ile özellikle Kürt halkının direnişi AKP-MHP iktidarını yenilgiye uğratacaktır.
Suriye’de Özerk yönetim alanları, İdlip ve çeteler tarafından işgal edilen yerler dışında Cumhurbaşkanlığı seçimi gerçekleşti. Bir çok devlet bu seçimi meşru görmedi. Böylesine kaos ve parçalı bir süreçte bu seçim hangi amaçla yapıldı?
Ulus devlet aklı biraz böyle çalışıyor. Hırsları, istekleri, iktidar amaçları her şeyin önüne geçiyor. Halbuki Suriye’de durum göz önündedir. Milyonlarca insan, neredeyse Suriye toplumunun yarısı ülke dışında. Böyle bir durumda kim bu seçimin demokratik, meşru ve geçerli olduğunu söyleyebilir ki? Mümkün değil. Türk devleti ve çetelerin işgal ettiği yerlerde seçim reddedildi. Takip ettiğimiz kadarıyla Kuzey-Doğu Suriye özerk yönetimi makul gerekçelerini açıklayarak seçimi kabul etmediler. Yani eğer Suriye’nin demokratikleşmesi gerçekleşmezse, bir şeyler değişmezse ve sadece Beşar Esad için yapılıyorsa bu seçimi kabul etmeyeceklerini ve bu işte yer almayacaklarını belirttiler.
Eğer Suriye’nin demokratikleşmesi için bir müzakere yapılsaydı takip ettiğimiz kadarıyla özerk yönetimin kapıları açıktı ama BAAS rejimi bu yolu tamamen kapattığı için Kuzey-Doğu Suriye özerk yönetimi de onları reddetti. Bildiğimiz kadarıyla kendi bölgelerinde sandık kurmadılar. Kısacası bu seçimin meşru, demokratik olduğunu söyleyemeyiz. Zaten birçok devlet ve uluslararası kurumlar da kabul etmedi. Eğer Şam yönetimi demokratik bir Suriye inşa etmek için Suriye halkları ve Kürtlerle birlikte hareket etseydi belki daha iyi olurdu ama buna kapattılar kendilerini. Sadece Rusya ve İran kabul etti bu seçimi. Bu şekilde Suriye’deki hiç bir sorun çözülmez hatta daha da derinleşir. Eğer Şam ve özerk yönetim demokratik bir Suriye için birlikte hareket ederse, özerk yönetim Kuzey-Doğu Suriye’yi yönetirse, belki çözüm kapısı aralanır. Fakat Şam yönetiminin eski politikalarda ısrar etmesi bir çok kapıyı kapatıyor.