HABER MERKEZİ-Bütün devrim tarihlerinde olduğu gibi Kurdistan devrim tarihinde de ilkler vardır. Mevcut kaderi değiştiren, kötü gidişata dur diyen ve belirleyici olan başlangıçlar vardır. Bu başlangıçlar tarihe damga vurarak halkların makus talihlerini yenmiştir. Eğer bu adımlar atılmaz ve istenen başlangıçlar gerçekleşmezse tarihin gidişatı bambaşka bir seyirde olacaktır. PKK hareketi bu kötü gidişata dur diyebilmek, mevcut kaderi değiştirmek ve tarihi yeniden yazmak için tarih sahnesine çıkmıştır. PKK hareketi 15 Ağustos Atılımı’yla da Kürt ve Kurdistanlılar için yeni bir başlangıç, soykırımcı-sömürgeci Türk devletinin yok etme politikalarına karşı da sonun başlangıcı olmuştur.
15 AĞUSTOS ATILIMININ TEMELLERİ
Önder Apo, Kurdistan’da baştan beri uygulanan her baskı ve zor beraberinde yeni direniş dalgalarının gelişmesine yol açmıştır, der. Bu, aslında hem halk hem de parti tarihimizin gelişim diyalektiği olmaktadır. Mücadele tarihimizde de hep böyle olmuştur. Direniş ve mücadele geliştikçe sömürgeci baskı ve zor artmış, artan sömürgeci baskı ve zor karşısında güçlü bir direniş ve daha iyi bir örgütlenme hep yaşanmıştır. Kurdistan’da 15 Ağustos Atılımı’nın dayandığı bir geçmiş, bir zemin vardır. 15 Ağustos sürecine kendiliğinden, hazırlıksız ve donanımsız girilmediği, tam tersine bunun hazırlıklarının toparlanma ve yeniden örgütlenme süreci dediğimiz, yurt dışına çıkıştan başlayıp 84’e kadar kesintisiz bir şekilde sürdüğü, tüm örgütsel, siyasal ve pratik çalışmaların esasta buna hizmet ettiği, parti tarihimizi az çok bilen herkes tarafından anlaşılacaktır.
Kadroların bu süre içerisinde maddi ve manevi, düşünsel, eğitsel, askeri ve fiziksel yönden buna hazırlandığı gerçeği ortadadır.
Önder Apo, mücadelenin temellerini ilmik ilmik örerken geliştirdiği dönemin taktiği olan ideolojik mücadele ile birlikte sivil faşist güçlere ve işbirlikçi komprador güçlere karşı verdiğimiz mücadele sömürgeci devleti daha o zaman bile derinden düşündürtmüş ve yeni tedbirler, yeni politikalar geliştirmeye yöneltmişti. Sıkıyönetim bu anlamda aslında aynı zamanda hareketimizin gelişimini engellemek hatta olabilirse tasfiye amacıyla gerçekleşmişti. Nitekim yoğun tutuklamalar oldu. Partimizin öncü kadroları aslında hemen hepsi 12 Eylül’den önce tutuklanmışlardı.
ORTADOĞU’YA ÇEKİLME STRATEJİK BİR KARARDI
Bu süreçte Hilvan ve Siverek pratikleri gerçekten görkemliydi. Sömürgeciliğe ve onların işbirlikçilerine karşı çok kararlı, iddialı bir mücadeleydi. Amatörlükleri fazla da olsa, demokratik ve ulusal özgürlükçü boyutu halkı hem derinden hem de hızla etkilemişti. Gerçekten daha o zaman bile bir ulusal uyanışa yol açıyordu. Hareket hızla büyüyünce, Sıkıyönetim’in buna yeterli olmadığını gören soykırımcı sömürgeci Türk devleti, 12 Eylül faşizmine yöneldi. 12 Eylül faşizmi sadece partimiz için değil tüm devrimci güçler için yeni bir süreçti. Hareketimizin öncü kadroları esir düşmüştü. Düşmanın nasıl bir strateji ve taktikle üzerimize geleceği açıktı. Önder Apo bunu hızla fark etti ve ona göre tedbirler geliştirdi. 12 Eylül 1980 askeri darbesi gerçekleştiğinde tüm sol gruplar stratejik darbe yerken, PKK yeni ve daha umutlu bir döneme başlangıç yapıyordu. Geri çekilme taktiği bu nedenle uygulandı.
Geri çekilme taktiği bizim açımızdan önemliydi. Birincisi, sıcak mücadelenin olduğu Ortadoğu’ya çekilmeyi tercih etmemiz önemliydi. Bu aynı zamanda mücadelede kararlılığın bir ifadesiydi. Aynı zamanda Filistin halkıyla dayanışma, hareketimizin enternasyonal karakterini ifade ediyordu. Ve en önemlisi de 12 Eylül faşizmine karşı verdiğimiz mücadeleyi ideolojik, politik, örgütsel ve taktik anlamında kapsamlı değerlendirmeler gerçekleştirmekti. Daha o zaman partimizin 1. Konferansı ve 2. Kongresinde alınan karar ile stratejik önemde bir taktiksel hamlenin başlatılmasıydı. Tüm hazırlıklar, tüm mücadele, tüm eğitimler bunun üzerine oldu.
VİETNAM’DAN ALINAN İLHAM
Bu süreçte Kurdistan tarihi incelendi. Kurdistan’daki direnişler niçin uzun ömürlü olamadılar. Örneğin Şêx Seîd isyanına erken doğum yaptırılması, Seyid Rıza’nın bir şekilde komploya getirilmesi vb. tartışmalar ve sonuç çıkarma çalışmaları gelişti. Dünya devrim örneklerinde esinlenme, dersler çıkarılmaya çalışıldı. Vietnam çok sıcak bir devrimdi. Sıcaklığını, önemini, etkisini koruyordu. Vietnam devrimini inceledik, üzerinde gerçekten çok yoğunlaşmıştık.
Örneğin 15 Ağustos Atılımı ile değerlendirme ya da kıyaslama anlamında belirtmek gerekiyor. 1968’de Güney Vietnam’da Tet saldırısı olarak bilinen bir devrimci hamle vardır. Bilindiği gibi Kuzey Vietnam 1954’lerde özgürleştirilir. Fakat Güney Vietnam’da savaş uzun yıllar devam eder. 1968’deki Tet saldırısı aslında bir dönüm noktası ya da bir sonun başlangıcı anlamında hep tanımlanmıştır. Büyük bir saldırıdır, binlerce devrimci savaşın içinde yer aldı. Hazırlıklarının aylarca sürdüğü bir hamledir. Amerikan işgalci güçlerine karşı gerçekleştirilmiştir. Büyük bir hamle ve sonuç alıcıdır. İşgalci güçleri darbelediği için gelişmelerin yönünü belirleyen, süreci hızlandıran bir rol oynamıştır. Nitekim 2-3 yıl içerisinde de Amerikan güçleri Vietnam’ı tamamen terk etmiş, mücadele Vietnam devriminin zaferiyle sonuçlanmıştır. Ama ilk başlarda Ho Chi Minh’in Giap’a görev vermesi, 34 kişilik bir silahlı propaganda grubuyla savaşı, devrimi başlatması bizim en önemsediğimiz silahlı propaganda birlikleri anlamında en ders aldığımız bir pratikti.
Bir de Mao’nun uzun yürüyüşü vardır. Mao daha çok onunla tanınır. Taktik ustalığı, derinliği buradan gelmektedir. Yine Küba devrimi daha özgün bir şekilde Fidel Castro ve arkadaşlarının Meksika’da eğitim gördükten sonra 1956 yılında Küba topraklarına girmek isterlerken pusuya düşmeleri, Batista güçleriyle çatışması, büyük kayıp vermesi, yüzün üzerinde bir grup ama en son 12 kadar gücün kalması bir başlangıçtır. Bu 12 kişilik çekirdek gücün eylemlilikleri beraberinde Küba devrimini getirmiştir. İki yıl içerisinde, 1958’de Küba devrimi gerçekleşmiştir. Bunların hepsi tabii yurt dışında güç aldığımız, değerlendirme yaptığımız mücadele ve devrim örnekleridir.
15 AĞUSTOS HAZIRLIKLARI
Daha o zaman biz de uzun süreli halk savaşı stratejisinde silahlı propagandayı tartışmıştık. Böyle bir hamle gerekliydi. Önemli olan karardı. Bu karar partimizin 2. Kongresinde alındı. Bunun uygulanmasında belirleyici rolü, öncü komuta rolü ve yine ülke topraklarına yerleşme ve üslenmede Egîd arkadaşla beraber sürecin yönünü belirleyen, süreci yöneten Mehmet Karasungur arkadaş olmuştur. Daha 2. Kongreye katılmadan zaten ülke topraklarına gitmişlerdi. Başûrê Kurdistan, Zagroslarda üslenmişlerdi. Bu arkadaşlar hazırlık yapıyordu. Kongreden sonra artık savaşı ve direnişi geliştirmek gerekiyordu. Tüm hazırlıklar buna göre olacaktı. Fakat bundan önce birçok arkadaş da bizim de zaman zaman böyle duygusal, sürecin derinliğini ve rolünü tam anlamayan düşünceler ve yaklaşımlarımız oldu. Önder Apo buna karşın her zaman daha derin, daha stratejik bir biçimde sorunları ele alıp değerlendirirdi. Hatırlıyorum; Amed Zindanında şehadetler yaşandığında birçok arkadaşta gelişen eğilim hatta sözlü ve yazılı geliştirdikleri bireysel raporlarda o zaman Filistin örneğinde görüldüğü gibi uçak kaçırma -o dönem meşhur bir eylemdi-, intihar eylemleri, fedai türü eylemleri -bu eylemler Filistin devrim örneğinde çok önemli bir ölçüydü- öneren arkadaşlar oluyordu. Parti bütün bunları önemli gördü. Bunu devrimci bir direniş, bir ruh anlamında değerlendirdi. Fakat Kurdistan’da eski isyanların nasıl sonuçlandığı biliniyordu. Aynı pratik PKK şahsında ve pratiğinde tekrarlanmamalıydı. Yani daha örgütlü, daha stratejik, daha hazırlıklı bir hamle gerekiyordu. Her şey bunun içindi.
Gruplar 1982 Ağustos Kongresinden sonra peyderpey Kurdistan dağlarına yönünü verdiler. Bu hazırlıklarda belirtiğimiz gibi Mehmet Karasungur ve Egîd arkadaşın rolü belirleyiciydi. İlk gruplar daha çok Lolan’da üslendiler. Bazı arkadaşlar sınır boyunda başka bazı noktalarda kalsalar da esasen üslendikleri merkezi yer, Lolan oldu. Lolan’da 1983 kışında tüm eğitim ve hazırlıklar, bir devrimci hamleyi geliştirmeye yönelikti. Şahin Kılavuz yoldaşın silahlı propaganda üzerine hazırladığı bir broşür ve değerlendirmeleri vardı. Başûrê Kurdistan’a ulaşan arkadaşlar sürecin sorumlulukları üslenebilecek nitelikte olan arkadaşlardı. Ona göre tartışmalar, eğitimler sürüyordu. Silahlı propaganda üzerine de eğitimler ve tartışmalar oluyordu. İlk silahlı propaganda yönetmenliği zaten o zaman hazırlandı. Bizim mücadele taktiğimiz silahlı propaganda ile olacaktı. Belki birebir Vietnam örneğiyle örtüşmez ama bir şekilde Kurdistan koşullarına uyarlanacaktı. Bu amaçla Kurdistan’ın en stratejik yerleri, yurtseverliğin en güçlü olduğu yerler, coğrafyanın silahlı mücadele için en elverişli olduğu yerler, alanlar esas alınacaktı.
1984 BAŞINDA GÜÇLER YENİDEN BİR ARAYA GELİYOR
Belirtiğimiz o ilk baştaki üç ya da beş arkadaşla sınırlı olan gruplar şüphesiz gittikleri köylerde, buluştukları kişilerle, insanlarla Kurdistan’daki durumu, özellikle 12 Eylül faşizminin uygulamalarını, buna karşı zindanlarda verilen direnişi, daha çok Mazlumlar, Kemaller, Hayriler, Dörtler anlatılıyordu. Kurdistan’da silahlı mücadeleyi ve stratejik bir hamleyle devrimi geliştireceğiz denildiğinde halk, “bu mümkün mü, olabilir mi” diye düşünmekten kendini alamıyordu. Şimdiye kadar olduğu gibi acaba tarih tekerrür mü edecek? Gerçekten başarılabilir mi? Halk inanmadığından, kuşkuyla yaklaştığı bir durum oluyordu. O dönem toplumu çok etkilemek henüz mümkün değildi. Mesela Botan alanı silaha yabancı olmayan bir alandı. Aşiretler bile üç ya da beş arkadaştan oluşan gruplarımızdan daha silahlı ve daha kalabalıktılar. Dolayısıyla otorite olma özellikleri henüz zayıftı. Hatta o zaman yurtsever olan bir Koçer, arkadaşlarımıza şöyle bir öneride bulunmuştu: “Siz bu tarzınızla fazla yol alamazsınız. Düşündüğünüz, tasarladığınız gelişmeleri yaratamazsınız. Sizin elinizdeki silahlar bizim de elimizde var. Siz üç ya da beş kişisiniz ama bizim aşiret ya da başka aşiretler daha kalabalık. Dolayısıyla otorite olma durumunuz yok. Eğer kendinizi halka inandırmak, otorite olmak, düşman üzerinde bir psikoloji oluşturmak istiyorsanız gidin Perwari’yi basın, gidin başka bir ilçeyi basın. Bir saat olur, bir gün olur elinizde kalsın. O zaman sesiniz her tarafa yayılır, tanınırsınız. Sizi sevenler sizinle olur, sizden çekinenler ve sizinle olmayanlar biraz çekinir ve korkarlar. Yani hakimiyetiniz gelişir”. Şüphesiz bunlar hayatın kendi tecrübesinde çıkardığı doğru sonuçlardı. Öyle de oluyordu. O ilk silahlı propaganda birlikleri, küçük birlikler hazırlıklar için basit bir gözlemci ve biraz arazi hakimiyeti dışında gerçekten toplum üzerinde çok fazla bir etki ve ağırlık oluşturamadılar.
Bu nedenle 1984’ün başında güçler yeniden bir araya getirilmek istendi, mevcut durum değerlendirilmek istendi. Abbas arkadaş daha çok bu süreçle ilgiliydi. İçerideki gruplar da Başûr’a gelmişlerdi. Zaten yönetim toplantılarımızda da kararlar vardı, değerlendirmeler vardı. Yapılan ön çalışmalar artık yeterliydi. Küçük üç-beş kişilik gruplarla daha fazla ısrar etmek ve aynı çalışmayı sürdürmek tekrar olurdu. Hatta hareketi ve düşündüğümüz hamleyi geriletebilirdi, olumsuz etki yapardı. Yapılan çalışmalar daha büyük bazı hedefler, etkili daha bazı adımlar atmaya elveriyordu, yeterliydi. Bunun için daha örgütlü ve daha kalabalık bir arkadaş grubuyla ülke pratiğine, yani Bakur pratiğine bir müdahale ya da yeni bir süreç başlatıldı.
HRK ASLINDA BU DÖNEMDE OLUŞTU
İlk silahlı propaganda grupları bu temelde ve bu dönemde oluştu. 14 Temmuz Silahlı Propaganda Birliği bugünkü Botan alanına gönderildi. 21 Mart Silahlı Propaganda Birliği daha çok Hakkari ve Şemdinli yöresine ve 18 Mayıs Silahlı Propaganda Birliği ise Çatak-Van bölgesine gönderildi. Bu üç Silahlı Propaganda Birliğinden bir ordu çekirdeğinin örgütlendirilmesi, bu çalışmalarda ordulaşmanın hedef olarak görülmesi ve güçlerin oluştuğu bu dönemde aslında bir ordu çekirdeği niteliğindedir. Fakat kamuoyuna duyurulmamıştır.
Daha sonra Hêzên Rizgariya Kurdistan (Kurdistan Kurtuluş Birlikleri) dediğimiz HRK aslında bu dönemde oluştu. Bu takımlar kendi görev sahalarına silahlı propaganda faaliyetlerine uygun bir çalışma içerisine girdiler. Daha sonra güçlerini birleştirip bilinen 15 Ağustos çıkışıyla HRK şeklinde örgütlendirildiği kamuoyuna duyuruldu. Demek ki bizim örgütlü silahlı propaganda çalışmamız 1983 faaliyetleri sonucunda, 1984 Nisan ve Mayıs aylarıyla daha nitelikli bir şekil aldı.
Temel örgütlenme, temel çalışma tarzımız ise silahlı propagandaydı. Silahlı propaganda güçlerimizin örgütlenmesi üç takımdan oluşuyordu. Her birlik üç mangadan oluşmaktadır. Kendi içerisinde bir komutan ve yardımcısı vardı. Silahlı propagandanın üç temel görevi vardır: Birincisi, parti örgütlerini ülkeye taşırma, geri çekilme döneminde oluşan siyasal-örgütsel boşluğu doldurmak. Ülkede partinin asgari örgütlenme koşullarını yaratmak. İkincisi; gerillaya zemin yaratmak, silahlı mücadelenin başlatılabilmesi için gerekli asgari koşulları hazırlamak, halk içinde ilişki geliştirmek, üslenme alanları oluşturmak, istihbarat toplayıp lojistik sağlamak, ülkeyi keşfetmek, dayanılacak temel ve tali alanları belirlemek vb. şeklinde sıralanabilir. Üçüncüsü; cephe örgütlenmesinin asgari koşullarını yaratmak, yürüteceği faaliyetlerle kitlelere ulaşmak ve halk içinde siyasal etkinlik kurmak. Halkı Ulusal Kurtuluş Cephesi içinde bir araya getirmenin koşullarını yaratmak, bunun için geliştirilecek gerilla eylemlerini propaganda ve ajitasyon tarzında halka yansıtmak ve halkı devrimci mücadele saflarında toplamak; böylece değişik sınıf ve katmanların içerisinde yer alabileceği cephe örgütlenmesinin asgari koşullarını yaratmak, açığa çıkan ilişkileri örgütlemek şeklinde sıralanabilir.
GERİLLA TARZIYLA SİLAHLI PROPAGANDA
Bunun yanında temel görevin silahlı eylemlilikler geliştirmek olmamakla birlikte, fırsat bulduğunda sınırlı sayıdaki düşman güçlerini imha etmek, gelişmenin önünde engel olan ajan ve muhbirleri cezalandırmak da görevleri arasındadır. Fakat asıl görevleri üslenme, örgütlenme ve silahlı mücadeleye hazırlıklı çalışmalarını yürütmektir. Dolayısıyla parti, ulusal kurtuluş siyasetini halka taşırma, halkımızı bu anlamda bilinçlendirme, düşmanı teşhir etme göreviyle yükümlüdür. Silahlı propagandaya ihtiyaç duymamızın, Partinin ilk başta silahlı propaganda ile ülkeye giriş yapmasının nedeni; o dönemde ülke pratiğinde savaş çizgimizi doğrudan hayata geçirecek bir gerilla örgütlenmesi ve gerilla savaşı gücü ile koşullarının olmayışıdır. Çünkü gerilla savaşının belli bir kitle gücüne, belli bir örgütlenme, üslenme ve alt yapıya dayanma ihtiyacı vardır. Bunun alt yapısı oluşturulmadığı için silahlı propaganda tercih ediliyor. O dönemde ne gerilla savaşının ne de ayaklanmanın zemini vardır. Kurdistan halkı Partimizi yeterince tanımaktan bile uzaktır. Düşman bilinci zayıftır, örgütsüzlüğü had safhada yaşamaktadır. Siyasal olarak da oldukça geridir. Çelişkileri, örgütlenme düzeyi genel bir ayaklanmaya uygun değildir. Demek ki ayaklanma koşullarının olmamasından dolayı silahlı propagandanın gerilla tarzıyla, uzun süreli halk savaşı stratejisini geliştirmeye hizmet etmektedir. Nitekim daha sonraki yıllarda pratikte görüldüğü gibi silahlı propaganda başlangıçta silahlı mücadelenin geliştirilmesine ve giderek gerillaya ulaşılmasına, gerillanın geliştirilmesi de beraberinde peyderpey sivil siyasi halk ayaklanmalarına, serhildanlara yol açmıştır. Siyasal-örgütsel anlamda asgari koşulların tamamlanmasıyla birlikte silahlı propaganda dönemi dediğimiz dönem büyük ölçüde kapanır ve yerini gerillaya bırakır.
AYAKLI İSKRALAR
Silahlı propagandanın önemi üzerine birkaç şey daha söylemek gerekir. Rusya’da İskra gazetesinin oynadığı bir rol var; İskra gazetesinin hem örgütlenme, propaganda ve ajitasyon görevini yerine getirdiğini, hem eğitim unsuru olduğunu; bu anlamda Bolşevik örgütlenmesinde parti ile kitleler arasında köprü oluşturan temel bir araç olduğunu biliyoruz. Kurdistan’da uyguladığımız silahlı propagandanın önemi ve oynadığı rolü, kullanıldığı dönem itibarıyla Rusya’da yayınlanan İskra’nın önemiyle kıyaslanabilir. Bizdekine de “Ayaklı İskra” diyoruz, hem de yoğun bir eğitim ve bilinçlendirme görevi vardır. Pratik süreç içerisinde silahlı propagandanın işlevine uygun faaliyet yürüttüğünü, gelişmelerin de bu faaliyet üzerinde şekillendiği açıktır.
Diğer bir husus ise, o dönemde bir gazete, radyo vb. ile kitlelere ulaşmamızın imkanları yoktur. Halkın okuma yazma düzeyi, kültür seviyesi, sömürgeciyle ilişkileri buna olanak vermemektedir. Bu nedenle kitlelere ulaşmanın tek yolu vardır; o da insan unsurunu kullanmaktır. Yani en ufak bir çalışmanın bile insan eliyle sürdürülmesi gerekmektedir. Bizdeki silahlı propaganda grupları örgütlenme, ajitasyon, propaganda, üslenme, lojistik temini, cephesel çalışmalarını ön biçimine geliştirme vb. vb. görevleri yürütmeye kadir, yetenekli birliklerden oluşmaktadır. Bu faaliyeti yürütenler de zaten Partinin en yetkin kadrolarıdır. Bu nedenle de düşmanla ilk ciddi hesaplaşma bunlarla başlatılacağı gibi, sonraki sürecin tümü üzerinde de belirleyici bir etkileri olacaktı. Bu çekirdek ya doğru çalışacak halkla bütünleşecek ve başaracak ya da başarısızlığa uğrarsa yaşam şansı iyice azalacaktı. Bu anlamda silahlı propaganda çalışması hem ülkemiz ve halkımız hem de Partimiz açısından hayati öneme sahiptir. Yani, halkımızın tarihinde yeni bir ufuk açılacaksa, halkımız insanlığın yüce erdemleriyle buluşturulacaksa, bin yılların karanlığından çekilip aydınlığa taşırılacaksa, bunun ilk kıvılcımını çakan, gerçek anlamda büyük ve kaçınılmaz hesaplaşma anını başlatacak olan silahlı propaganda gruplarımız olacaktı.
PROPAGANDA UNSURUMUZ DİYARBAKIR ZİNDANINDAKİ DİRENİŞTİ
Bakur alanına silahlı propaganda gruplarının taşırılmasıyla doğal olarak sayı bakımından bir artış oldu. Artık bunların bulunduğu her alana eyalet de diyebiliriz. Her eyalette, bölgede 30-40 arkadaş vardı. Artık köylülerle açık toplantılar yapılıyor ve nasıl bir mücadele vereceğimiz konusunda toplumu aydınlatıyorduk. Tek propaganda unsurumuz, argümanımız ya da en önemlisi Diyarbakır zindanındaki direnişti. Birçok devrimci grup belli direnişler gösterse de sonuç itibarıyla 12 Eylül faşizmi tarafından büyük ölçüde etkisizleştirildiği halde PKK hızla kendisini toparlamıştı. Biraz bunun propagandası yapılıyordu. Bunun intikamının alınacağı, hareketin bunu muktedir olduğu, kendini yıllarca hazırladığı, eğittiği, imkanlarının olduğu, önemli olan halkın da yer alması gerektiği, halka yapılacak görev ve sorumlulukları, yurtsever bilincin yanında ulusal bilinç de verilmeye çalışılıyordu.
Tabii heyecan vardı, toplum heyecanlanıyor, daha fazlasını istiyor ve seviniyordu. Fakat belirtiğimiz gibi kafalarında birçok soru işaretleri de vardı. İlk kez böyle iddialı bir örgütle, arkadaşlarla karşılaşıyordu. Daha önceki yaşanmışlıklar, örnekler çok fazla ümit verici değildi. Çünkü bütün isyanlar, bütün direnişler çok zalimane biçimde bastırılmış ve her bir isyanın ve direnişin ömrü birkaç ay, en uzunu bir yıl gibi sürmüştü. Acaba bize bu propagandayı yapanlar da böyle kısa sürede tasfiye olurlar mı? Yine tarihte olduğu gibi düşman bunlara yönelip yok edebilir mi? Bunlar tasfiye olursa bizim başımıza ne büyük belalar gelir? Bunları düşünmekten kendilerini alamıyorlardı. Diğer yandan gerçekten bunlar iddialı olduğu kadar bu süreci ilerletebilecekler mi, büyütebilecekler mi, diye düşünüyorlardı. Halkın kafasında böyle soru işaretleri yaratmak bile bizim açımızdan önemli bir gelişmeydi ve önemli bir durum olmaktaydı.
15 AĞUSTOS KARARINA ULAŞILMASI
Hazırlık süreci biraz bunun üzerinde gelişti. Buna 15 Ağustos’un hazırlık süreci diyebiliriz. 1. Konferansla objektif olarak başlayan 2. Parti Kongremizle eğitim boyutu tamamlanan ve daha sonraki adımlarla ülkede üslenme ve belirtiğimiz küçük gruplarla daha sonra da bizzat silahlı propaganda gruplarını örgütleme biçiminde olmuştur. Tabii bunun heyecanını da, kaygısını da yaşayan hep olmuştur. Özellikle dışımızdaki grupların telkinleri, tavsiyeleri, suçlamaları, kaygıları vs. oluyordu. Ama bütün bu olumsuz durumlara karşı Önder Apo sürekli geliştirdiği perspektiflerle, talimatlarla, kararlarla ve eğitimle cevap olmaya çalışmış ve artık belli bir gelişme aşamasına ulaşmıştı. Büyük silahlı propaganda gruplarıyla yapılan çalışmalar da artık bir tekrarı yaşıyordu. Bu şekilde bir çalışmayı yürütmek kendini tekrarlamak anlamına gelecekti. Bunun için farklı taktiksel eylemlilikler geliştirmek ve devrimin akışkanlığını sağlayarak süreklileştirmek gerekiyordu.
Egîd arkadaş bu durumun farkındaydı ve arayışlar içindeydi. Arkadaşlar anlatıyordu, bir ara Botan’da arkadaşlar Egîd arkadaşın yanına gittiklerinde yalnızdır ve moralinin çok iyi olmadığını görüyorlar. Arkadaşlar sebebini sorduklarında şöyle izah ediyor: “Bizim mevcut hareket tarzımızla biz bir hamle geliştiremeyiz. Çok fazla çekingeniz; gündüz kimseye gözükmeyen, geceleri de çok gizli bir şekilde bir köye ya da bir aileye gidiyoruz. Gittiğimizde aile tedirgin oluyor, biz de tedirginiz. Aile kimse görmesin diye tedirgin, biz de aynı şekilde acaba bizi gören oldu mu diye tedirginiz. Sonuçta 24 saatte bir ya da iki-üç günde bir kişiyi ya da bir aileyi görebiliyoruz. O tedirginlik psikolojisi içerisinde biz ne kadar kendimizi anlatıyoruz, onlar ne kadar bizi anlıyor ve anlam veriyorlar. Bu şekilde ya da bu tarzla bu mücadele büyük gelişmeler yaratamaz” demişti. Bunun üzerine arkadaşlar tartışıyorlar. Egîd arkadaş benim önerim ya da görüşüm bu tarzı aşmak gerekir, diyor. Artık gücümüzü birleştirip örneğin Uludere gibi bir yeri bir gün ya da birkaç saat denetimimize almak, düşmanı orada darbelemektir. Eğer böyle olursa hem hareketin kendisine güveni gelişir hem de yurtseverlik bilinci ve duygusu gelişir. Hatta harekete sempati duyan ve katılanlar olur ve otorite oluruz. Gerçekten de bir süreç başlatmış oluruz. Egîd arkadaş o zaman böyle bir şey söylüyor. Hatta yanılmıyorsam rapor haline getirilip harekete de gönderiliyor. Zaten iki ay sonra hareketin yönetimi durumu değerlendirip 15 Ağustos Atılımı’nı gerçekleştirme kararına ulaşıyor.
Burada şunu da belirtelim. Önder Apo bize her zaman şunu söyledi. 15 Ağustos Atılımı aslında daha erken olabilirdi. Eğer Başûr süreci daha iyi değerlendirilseydi, zaman daha iyi ve daha örgütlü değerlendirilseydi birkaç ay hatta bir yıl önce bile 15 Ağustos Atılımı başlatılabilirdi. Zorluklara ve imkansızlara rağmen bu gerçekleşebilirdi. Ancak belirtiğimiz tarihte 1984’ün ortalarında, baharın sonunda ya da yazın ortalarında hareketin yönetimi silahlı propagandanın yol açtığı gelişmeleri, örgütsel durumu, halkın bu süreçteki ilgisini, Türkiye ve Kurdistan’daki gelişmeleri, bölgedeki gelişmeleri değerlendiriyor. Var olan hazırlıklar temelinde artık bir tarihi hamle başlatmanın gerekli ve zorunlu olduğu sonucuna ulaşıyor.
HEM İÇ HEM SINIR BÖLGELERİNDE HEDEFLER BELİRLENDİ
Bu bilgi bize ulaştığında biz Egîd arkadaşla beraberdik. Bizim önerimiz, daha çok Uludere gibi bir yeri basmaktı. Arkadaşlar üç yerin aynı anda basılmasını esas almışlardı. Birisi Eruh. Bir tanesi Şemdinli. Diğeri de Çatak’tı. Eruh biraz daha iç kesimlerde, sınırdan uzaktı. Eruh’un seçilmesinin nedeni düşmana iç kesimlerde de eylem yapma, hamle başlatma kapasitemizin olduğunu göstermekti. Dolayısıyla halkı cesaretlendirmek, yurtseverlik duygularını öne çıkarmak, düşman üzerinde böyle bir psikolojik baskı oluşturmak açısından önemliydi. Çünkü düşman 1983 Mayıs’ında ilk kez Başûr Kurdistan’ına yönelik bir işgal hareketi başlatmıştı. O zamanki geliştirdiği propaganda argümanı ise, işte “bölücü terörist örgütler sınır boylarında dolaşıyorlar, onları yaşatmayacağız” vb.
Bu çerçevede 1983 yılında başlatılan operasyonun biraz darbelenerek boşa çıktığını belirtmek gerekir. Demek istediğimiz sınırın üzerinde değil de iç kesimlerde Eruh gibi bir yerde, bu hamlenin yapılması düşman üzerinde de şüphesiz etkisi olacaktı. Düşman şunu düşünecekti, demek ki bunlar bu iç kesimlerde de örgütlüdürler, tabanları vardır, halkla ilişkileri vardır, üslenme yerleri vardır, hazırlıkları vardır. Bu düzeyde gelişmişler, bu düzeyde savaşı başlatıyorlar. Bunun düşman üzerinde bir etkisi olacaktı. Çatak keza aynı şekilde öyle bir etkisi olacaktı. Şemdinli biraz daha farklı. Şemdinli’de yurtseverlik güçlüydü, daha önce birçok yetersizlik olsa da bazı tanıdık yurtseverler, ilişkiler vardı. Şemdinli’deki eylem üçgen dediğimiz Zagroslarda etkili olabilirdi. Bu anlamda bu alanlar bu biçimde belirlendi. Bu biçimde hedef olarak seçildi. Gerçekten de doğruydu. Çünkü yoksa düşman bunun propagandasını yaparak, işte böyle dışarıdan gelip birkaç kurşun sıkıp gittiler biçiminde hareketin ağırlığını, eylemin anlamını ve önemini aza indirgeyen, azaltan bir şeyler yaparlardı.
GİAP’IN YAPTIĞINI SİZ DE YAPACAKSINIZ
14 Temmuz Silahlı Propaganda Birliği komutanı, aynı zamanda ülkedeki sorumlu arkadaş Egîd arkadaştı. Eruh planlamasını gerçekleştirecekti. Egîd arkadaş, Botan-Eruh’ta pratikte yoğun bir hazırlık içerisindeydi. Kadroları günlerce bu yönlü bir eğitime tabi tutuyor. Eylemin kapsamı, önemi detaylı bir şekilde eyleme katılacak kadro ve savaşçılara kavratılıyordu. Yine ruhsal, psikolojik olarak bir hazırlık süreci yaşanıyor. Eylemin pratik alandaki keşif, istihbarat, coğrafya, üslenme, eylem sonrası çekilecek alanlar vb. hazırlıkları da yapılıyordu. Bazen sohbetlerde espri yapıyorduk. Diyorduk, Giap meşhurdur, 34 kişilik silahlı propaganda birliğiyle Vietnam’da bir mücadele başlattı. Amerikalılar, Japonlar ve Fransızlara karşı 30-40 yıl süren bir mücadelenin temellerini attı. Giap biraz kısa boylu, tıknaz biriydi. Egîd arkadaş da fiziki olarak biraz benziyordu. Egîd arkadaşa işte Giap’ın yaptığını siz de yapacaksınız, diyorduk. Egîd arkadaş bunun heyecanını, sorumluluğunu, ciddiyetini yoğun bir şekilde yaşıyordu. En son vedalaşırken de öyle vedalaştık.
Eruh saldırısı 34 kişilik değil ama ona yakın bir sayıyla gerçekleşti. 21 Mart Silahlı Propaganda Birliğinin komutunı Abdullah Ekinci arkadaş da ayın gün ve aynı saatlerde Şemdinli saldırısını büyük bir başarıyla gerçekleştirdi. 18 Mayıs Silahlı Propaganda Birliği, Çatak eylemini gerçekleştiremedi. Bunun sorumlusu Terzi Cemal’dı. Çeşitli bahaneler, gerekçelerle olmadı, yapamadık, demişti. 14 Temmuz Silahlı Propaganda Birliği’nin Eruh saldırısı ve 21 Mart Silahlı Propaganda Birliği’nin Şemdinli saldırısı sonucunda HRK (Hêzên Rizgariya Kurdistanê) ilan edildi. Soykırımcı-sömürgeci devlet güçlerine ciddi darbeler vuran ve halka dönük propaganda yapan söz konusu eylemlerin her alandaki etkisi büyük oldu.
Önder Apo, eylemin yapılacağı gece haber alıncaya kadar büyük bir kaygı, büyük bir duygu yoğunluğu içinde olduğu, eylemin başarılı geçtiğini haber aldığında ise derin bir nefes çekip “başardık” dediğini, arkadaşlar anlatıyordu. Amed zindanında ölüm orucu kararı alındığında Hayri arkadaşın ‘başardık’ sözü, bu kez 15 Ağustos Atılımıyla dağlara taşırılmıştı. Direniş bayrağı artık dağların zirvelerinde dalgalanacaktı. Zaten 14 Temmuz direniş ruhu, Mazlumların ve Dörtlerin direnişi üzerinden 15 Ağustos eyleminin hazırlıkları geliştirildi. Dolayısıyla bu görev ve sorumlulukları, tarih ve toplum karşısında büyük bir onur ve başarıyla yerine getirilen zindan direnişin zafer bayrağı artık dağların doruklarında dalgalanacaktı. Bu anlamda 15 Ağustos 1984’te Kurdistan tarihinde gerçekten yeni bir sayfa açılmış ve yeni bir başlangıç yapılmıştı.
KURDİSTAN DEVRİMİ HALEN SÜRÜYOR
Önder Apo 15 Ağustos Atılımının zaferini salt bir silahlı mücadeleye indirgemeyerek, her zaman bunun ötesinde ele aldı ve değerlendi. Bunun ideolojik boyutunu, pratikte doğrulanan politika ve stratejisini, taktiğini, uluslararası ilişkilerde ortaya çıkacak imkanları, düşman üzerindeki etkisini, toplumu etkileme düzeyini her zaman önemsedi ve tarihsel bir perspektifle değerlendirdi. 15 Ağustos’tan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Düşman büyük bir hışımla hareketimizin üzerine geldi. O zaman şunu diyorlardı; bir günlük ömürleri var, 72 saatte bitireceğiz, sonları geldi, kuşatıldılar gibi inanılmaz bir psikolojik baskı yaparak ve gerçekten tüm gücünü seferber ederek biraz da tarihten esinlenerek onun verdiği rehavetle hareket ediyordu. Fakat durumun hiç de öyle olmadığını anlayınca bu sefer işin vahametini ve ciddiyetini gördü. Ona göre politikalar, hazırlıklar geliştirmeye başladı.
15 Ağustos’tan sonra aslında düşman birkaç hafta tepkisizdi. Karakollara çekilmiş, hareketsizlerdi. Ama devrimci hareket de tecrübesizdi ve hamle üstüne hamle gerçekleştirmedi. Arkadaşlar da acaba daha nasıl üzerimize gelirler diye ihtiyatlı hareket ediyordu. Arkadaşlar düşmanın ne düşündüğünü ne yapmak istediğini anlamaya çalışırken, düşman da, bu büyük tarihi hamlenin arkasında daha ne tür saldırılar olur, endişesi ve kaygısıyla hareketsizdi. Böyle bir durum kısa bir süre yaşandı.
Halk ise bu süreci iyi değerlendiriyordu. Arkadaşlara artık devrim oldu diyenler vardı. Köye gelen askerlere arkadaşlar buradadır, niye geldiniz deyip hemen tekrar dönen askerlerden bahsediyorlardı. Bir grup arkadaş şunu anlatıyordu: 15 Ağustos akşamı yaylalarda koçerlerin yanına giderek fanus ışığında herkesi toplayıp 15 Ağustos bildirisini genç, kadın, erkeklere okuyorlar. BBC Eruh ve Şemdinli haberini verince zılgıt çekenler, halay çekenler, coşkusunu, heyecanını sabaha kadar yaşayanlar oldu. Halkın ve toplumun üzerinde böyle bir coşkusu ve etkisi oldu. Önemli olan bu hamleyi daha da geliştirmek ve mutlaka süreklilik kazandırmaktı.
15 Ağustos için kimisi “karanlığa sıkılan ilk kurşun”, diyordu. Kimisi “Kurdistan devriminin başlangıcı” diyordu. Kimisi, “korku duvarlarının yıkıldığı an” diyordu. Kimisi “zihniyetteki egemen karakollarının yıkılması” diyordu. Hepsi de çok anlamlı ve değerli tanımlamalardı. Hepsi de doğruydu. Düşman da artık hamlenin niteliğini, partinin ne yapmak istediğini anlamaya başlamıştı. O da tüm hazırlıklarını artık kısa değil de, daha stratejik düşünerek yapmaya başladı. Hareket de zaten o zaman ki stratejimiz, uzun süreli halk savaşı stratejisiydi. Bu bir girişti, bir başlangıçtı. Kurdistan koşulları farklıydı. Küba’da Sierra Maestra gibi iki yıl içerisinde gerçekleşecek bir devrim değildi. Vietnam yurtseverliği yanında düşmanın Kurdistan toplumu üzerinde oynadığı yarattığı kişilik, uyguladığı asimilasyon ve entegrasyon çok çok farklıydı. Çin hiç değildi. Kurdistan devriminin koşulları daha farklı, kendine özgü önemli özellikleri, zorlukları olan bir devrimdi. Zaten büyük önemi de buradan geliyor ve bu halen de sürmektedir.