BEHDÎNAN- KCK Yürütme Konseyi Üyesi Sabri Ok, Stêrk TV’nin gündeme ilişkin sorularını yanıtladı.
Röportajın tamamı şöyle:
Bu yılki Newroz çok coşkulu bir şekilde kutlandı. Alanlarda nasıl bir coşku ve ruh vardı? Kürt halkı ve dostları nasıl bir mesaj verdi? Bu mesajlar nasıl ele alınmalı?
Bu yılki Newroz farklıydı, özeldi. Başta Önder Apo’nun Newroz’unu kutluyorum, saygı ve selamlarımı iletiyorum. Ölümsüz şehidimiz Çağdaş Kawa Mazlum Doğan, Zekiye, Bêrîvan, Rahşan ve Ronahî şahsında tüm Newroz ve devrim şehitlerini minnetle anıyorum. Anıları önünde saygıyla eğiliyorum. Bir kez daha halkımızın ve dostlarımızın Newroz’u kutlu olsun.
50 yıldan bu yana Newroz ilk defa bu düzeyde kutlandı. Dört parça Kürdistan’da, yurt dışında, Japonya’dan tutun dünyada Kürt’ün yaşadığı her yerde büyük bir heyecanla, coşkuyla Newroz kutlandı. Elbette bunun sebepleri var. Newroz Kürt halkı için her zaman kutsal bir gündür, direnişin, isyanın günüdür. Fakat bu Newroz’un özelliği, herkesin de bildiği gibi Önder Apo’nun Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’dır. Bu çağrı Kürt halkında farklı bir heyecan yarattı. Halkımızın bu Newroz’da verdiği mesajlar önemlidir. Başta Önder Apo’nun manifestosu olumlu karşılandı, kabul gördü ve sahiplenildi. Halkımız, “Önder Apo’nun geliştirdiği manifesto bizim için esastır, her şekilde bu manifestoya sahip çıkacağız ve destekleyeceğiz” dedi. Kürt halkı Önder Apo’nun hareketin kuruluşundan bugüne Kürtler için, ezilen halklar için, özellikle de kadınlar için, insanlık için yaşadığını mücadele ettiğini biliyor. Önderlik bugün de bu temelde bir manifesto geliştirdi ve halkımız Newroz’da bu manifestoya sahip çıktı, destek verdi.
Belki bazıları böyle kitlesel, on milyonlarca Kürt’ün dostlarıyla birlikte ayaklanmasını, manifestoya sahip çıkmasını tahmin etmiyordu. Çünkü Önder Apo’nun manifestosunun Kürt halkının çıkarlarına tam olarak uymadığına dair karşı çıkışlar da vardı ama halkımız Önder Apo’yu tanıyor, anlıyor ve ona inanıyor. Bu yüzden Newroz milyonlarca kişi tarafından kutlandı.
Newroz’un birinci mesajı, Önder Apo’nun manifestosuna sahip çıkmaktı. Böylesi kritik bir süreçte bu çok önemli bir mesajdır. İkinci mesaj ise; halkımız hem dosta hem de düşmana, “Değerlerimize, varlığımıza ve özgür yaşama bağlıyız, bunu her şeyin üstünde görüyoruz. Nasıl bir bedel ödenmesi gerekiyorsa ödeyeceğiz, kararlıyız, varlığımızda ve özgür yaşamda ısrar edeceğiz. Herkes böyle bilsin, duruşumuz budur” mesajını verdi. Bu mesaj da önemlidir.
‘KÜRT HALKININ NEWROZ’DA TÜRK DEVLETİNE VERDİĞİ MESAJ ÖNEMLİYDİ’
Üçüncü mesaj ise Türk devletine verildi. Türk devleti kara propaganda yaparak Kürt halkını etkilemeye çalıştı, sahte gündemler yarattı, Hareketimiz ile Önder Apo ve halk ile arasında sorunlar olduğunu göstermeye çalıştı, kendini çok başarılıymış gibi göstermeye çalıştı, Kürt halkını çaresiz, iradesiz, mücadelesiz kalmış gibi göstermeye çalıştı. Türk devletinin bu kara propagandalarına karşı halkımız güçlü bir irade ve büyük bir coşkuyla manifestoyu sahiplendi. Türk devletinin Hareketimize, Önder Apo’ya ve halkımıza karşı yürüttüğü propagandalar etkisiz olacaktır, sonuç alamayacaklardır.
Türk devleti bilsin ki, biz değerlerimize bağlıyız, çözüme de hazırız ama hiçbir zaman boyun eğmeyiz. Türk devleti bu gerçeği görmezse, gerçek sorunlarını çözemez. Kürt halkının tutumu budur. Halkımızın Türk devletine verdiği bu mesaj önemliydi.
Belki ilk defa değil ama bu düzeyde ilk defa halkımız, dört parça Kürdistan’da, Avrupa’da ve dünyanın diğer yerlerinde ulusal bir ruhla Newroz’u kutladı. Bu da çok önemliydi. Bizler birçok kez dile getirdik, Önder Apo da ulusal birliğin önemini birçok kez gündemleştirmiş ve bunun için çabalamıştır. Kürt halkının hayali de ulusal birliğin bir an önce sağlanmasıdır. Bu Newroz tüm Kürtler renkleriyle, iradeleriyle ve büyük bir coşkuyla Newroz’a katıldılar. Ulusal birlik taleplerini dile getirdiler. Bu da önemli bir mesajdı.
Eğer dört parça Kürdistan’da, Avrupa’da ve dünyanın her yerinde Kürt halkı ulusal birlik talebini dile getirmişse tüm Kürt partilerin, örgütlerin, siyasetçilerin, aydınların, akademisyenlerin, Kürt halkının Newroz’da verdiği bu mesajı doğru anlaması, sahip çıkması gerekir. Herkesin bu konuda sorumluluk alması, görevlerini yerine getirmesi ve Kürt halkının talebine cevap olması lazım ki ulusal birlik kurulsun. Newroz’da yine kadınların ve gençlerin öncü olması çok önemliydi. Özellikle de 8 Mart’ta Kadınlar Günü kutlamasının ardından o sinerji, moral ve Önder Apo’nun geliştirdiği manifestonun heyecanıyla kadınlar, gençler öncülüğünde, Kürt halkının dostlarının ve enternasyonalistlerin katılımıyla Newroz her yerde bu yıl daha güçlü bir şekilde kutlandı.
Önder Apo 27 Şubat’ta Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’nda bulundu. Daha sonra PKK bu çağrıya destek verdiğini açıkladı. Önder Apo’nun çağrısının üzerinden 1 ay geçti ama Türk iktidarı tarafında hiçbir değişim yok. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Önder Apo 27 Şubat’ta halkımızı, Türkiye halklarını, Türk devletini, kamuoyunu, uluslararası siyaseti ilgilendiren bir çağrı yaptı. PKK de Önder Apo’nun çağrısına, manifestosuna çok önem verdi. Vakit kaybetmeden toplantılar yaptı, tartışmalar yürüttü ve tavrını ortaya koydu. Önder Apo ile birlikteyiz, bu manifesto bizim için de geçerlidir, Önder Apo’nun verdiği kararlara bağlıyız ve yerine getireceğiz açıklamasında bulundu. PKK tutumunu çok açık bir şekilde kamuoyuna açıkladı. Aynı zamanda 1 Mart’ta da tek taraflı ateşkes ilan etti. Bu da çok önemliydi. Böyle kritik bir sürece rağmen PKK’nin tek taraflı ateşkes ilan etmesi PKK’nin bu konuda ne kadar ciddi olduğunu gösterdi. Önder Apo’nun çağrısını yerine getirmek için sorumluluk aldı. Doğal olarak Türk devletinin de bundan sonra olumlu bir açıklama yapması, olumlu bir adım atması ve olumlu, makul bir zeminin oluşması gerekirdi.
Zaten ateşkesin amacı da buydu. Birincisi, bu konuda ne kadar ciddi olduğumuzu göstermek, ikincisi savaşın durması, ateşkesin ilan edilmesi. Yani herkesin rahatça düşünmesi, yoğunlaşması, konuşması, hazırlanması, gerekli adımları atması, planlama yapması, bunun temelinin, zeminin, psikolojisinin oluşturulması. Bu yüzden PKK’nin attığı adım önemliydi. Buna karşı dediğim gibi Türk devleti ne olumlu bir açıklama yaptı ne de pratik anlamda olumlu bir adım attı. Sanki Önder Apo ile hiç konuşmamışlar, Önder Apo’nun kamuoyu ile paylaştığı manifestodan, yaptığı çağrıdan haberleri yokmuş, bu çalışmanın içinde yer almıyorlarmış gibi, PKK ateşkes ilan etmemiş gibi hareket ettiler. Yani ne dillerinde, ne açıklamalarında bir değişim oldu ne de pratiklerinde. Olabilecek umudu kırdılar ya da bir umut yaratmadılar çünkü ortada hiçbir şey yok. Geçtiğimiz günlerde HPG basın bir açıklama yaptı; 1 Mart’tan günümüze kadar 1 aylık süreçte PKK’nin ateşkes ilan etmesine rağmen Türk devleti 9 binden fazla saldırıda bulunmuş.
Hem böyle bir süreç olacak, hem ateşkes olacak hem de o kadar saldırılar olacak. Bunun ciddiyetinin ne olduğu göz önündedir. Halbuki, o süreç sadece Önder Apo ile başlamadı. Herkes de biliyor ki; Ortadoğu’da önemli gelişmeler yaşandı, Türk devleti bunları değerlendirdi, Bahçeli’den tutun diğerlerine kadar açıklamalar yaptılar, içerdeki cepheyi güçlendirmemiz lazım, sınırımızda tehlike var, son çatışmalar Türkiye’yi de etkileyecek, dediler. Türk devletinde böyle bir korku var. Diğer yanda ise Türk devleti PKK’ye karşı başarı sağlayamıyordu. Tüm ilişkilerini kullandılar, hem içeride, hem uluslararası alanda, en gelişmiş teknolojiyi kullandılar, NATO’nun desteğini aldılar, Amerika ve Avrupa’nın siyasi desteğini aldılar ama ne yaptılarsa sonuç alamadılar. Tıkandıklarını gördüler, PKK’nin iradesini kıramayacaklarını, Kürt meselesini çözemeyeceklerini gördüler ve çağrı yapma ihtiyacı duydular. Bahçeli, Önder Apo gelsin mecliste konuşsun, açıklamasını yaptı.
‘ÖNDER APO’NUN KOŞULLARINDA BİR DEĞİŞİKLİK YOK, PKK OLARAK BUNU TANIMLAYACAĞIZ’
Önder Apo 1993 yılından bu yana sorunun siyasi, demokratik bir yöntemle çözülmesinden yana. Bu temelde Önder Apo da devlet yetkilileriyle, görüşmeler yaptıktan sonra, tartışmalar yürüttükten sonra bu manifestoyu geliştirdi. Fakat şimdi bakıyoruz sanki hiç öyle bir şey yokmuş gibi, Türk devleti kendinde ısrar ediyor. Yani bir ciddiyet yok. Kim ağzını açsa PKK neden silah bırakmadı, neden kongresini toplamadı diyor. Kongrenin toplanması ve silah bırakma öyle kolay mı? Türk devleti bunu çok iyi biliyor; arkadaşlarımız da birçok kez dile getirdi, Önder Apo olmadan kim kongreyi toplayabilir, Önder Apo olmadan kim PKK’yi feshetme kararını verebilir, Önder Apo olmadan kim Önder Apo adına yemin eden gerillalara silah bırak diyebilir? Bunu Türk devleti de çok iyi biliyor. Eğer isterse bunun yol-yöntemleri de var. PKK de bu konuda makul ve gerekli şeyleri kamuoyu ile açık ve dürüst bir şekilde paylaşmıştır. Önder Apo özgür olmalı ve çalışmalarını da özgür bir şekilde yürütmelidir.
Türk devleti de bu konuya hayır dememişti ama 1 ay geçti; bildiğimiz kadarıyla Önder Apo’nun yaşadığı koşullarda bir değişiklik olmamış. Kürt halkı olarak, PKK olarak bunu tanımlayacağız. Bu nedir? Önder Apo’nun durumunda değişiklik yapılacağını, hukuki ve yasal olarak gerekli değişimler yapılacağını söylediniz, mecliste komisyonlar kurulacaktı. Bunun için İmralı heyeti birçok parti ile görüşmeler yaptı, gündemi belirlediler. Bunların hiçbiri yaşanmamış gibi üzerinden 1 ay geçmiş, Önder Apo manifesto yayınlamış, Türk devleti de tek bir şey yapmamış, ne olumlu bir şey söylüyor, ne olumlu bir pratik sergiliyor. Sadece PKK kongreyi toplasın ve silahları bıraksın diyorlar.
‘HER ŞEY TEK TARAFLI OLABİLİR Mİ?’
İki gün önce Cevdet Yılmaz bir Türk kanalındaydı, İmralı heyeti bir kez daha gidecek mi, neden gitmiyor diye soru sordular. Cevabı yok zaten. Gidip geldiler, mesajlarını da ilettiler oldu. Herkesin aklıyla alay ediyorlar, dürüst, ciddi yaklaşmıyorlar.
Gerçekten Önder Apo ile böyle mi tartışmalar yürüttünüz, herkes, hepimiz böyle mi anladık? Her şey bitti, mesaj geldi, her şey tek taraflı olacak, böyle bir şey olabilir mi? Demek ki böyle ciddi bir konuda ciddi değiller. Kendileri de diyordu 100 yıllık bir sorun çözülecek, Önder Apo büyük bir sorumluluk üstlendi ama şimdi heyet bir-iki defa gitti artık her şeyin bitmesi gerekir diyorlar. Ciddi değiller. Yine Adalet Bakanı Önder Apo’nun aile ziyareti başvurusunu değerlendiriyoruz dedi. Bunun neresinde ciddiyet var, zaten aile ziyareti tüm tutsakların hakkıdır, bir lütuf değil. Heyetin Önderliğin yanına gitmesi gerekirken, Önder Apo’nun özgürleşmesi gerekirken, kiminle isterse görüşmesi, tartışmalar yürütmesi gerekirken, PKK ile ilişki halinde olması gerekirken, kongrenin toplanması için tutum sahibi olması, çalışması, perspektif vermesi ve bunları PKK’ye ulaştırması gerekirken bütün bunları bir kenara bırakıp, kongre toplansın diyorlar. Peki kongre nasıl toplanacak, kimin aklıyla oynuyorsunuz? Nasıl böyle gayri ciddi olunuyor?
‘ÖNDER APO’NUN FİZİKİ ÖZGÜRLÜĞÜ TEMEL GÜNDEMİMİZDİR’
Hem savaşacaksınız, binlerce kez saldırıda bulunacaksınız, hem de bu saldırılar altında kongre toplanacak! Yani gelin teslim olun diyorsunuz. Bu zaten yeni bir şey değil, 40 yıldır aynı şeyleri söylüyorsunuz, hiçbir zaman sonuç da alamamışsınız. Bu yüzden şunu söylemek istiyorum; Önder Apo çok tarihi bir sorumluluk aldı, sadece Kürt halkına karşı değil, Türkiye toplumunun da yaşadığı acıları hissetti. Kürt sorununu faturası çok ağır oldu, Türkiye toplumundaki bu açlık, işsizlik, perişanlık, çöken ekonomi, tıkanan siyaset, Türkiye’nin itibarı kalmadı, her şeyini savaş için seferber ettiler. Önder Apo bunların önünü almak istedi. Önder Apo’nun temel paradigması demokratik ulus paradigmasıdır. Eğer Türkiye rahat olmazsa, demokratik olmazsa, Kürt sorunu çözülmezse, Kürtler rahat olmazsa Türkiye hiç rahatlamaz, sorunları kat kat daha fazla büyür. Şu anda da öyle zaten.
Herkes bu süreçte Türkiye’nin tutumunun olumlu olmadığını görüyor, kendilerini tekrarlıyorlar, aslında ne hareketimizi, ne PKK’yi kandırıyorlar, kendilerini kandırıyorlar. Hala hamasetle, kendini sonuç almış gibi üstün görmeler, herkese böyle bir psikoloji yaşatmak istiyorlar. Ama Kürt halkı politik bir halktır, mücadelecidir, çok bedel ödemiştir, gerçeği görüyor, biliyor. Bu bilinçtedir, eğer böyle bir süreç gelişirse ve başarılı olursa mücadele edecektir. Önder Apo da, paradigmayı ne kadar anlarsanız ve hayata geçirirseniz o kadar güçlü olursunuz ve o sonuç alırsınız diyor. Yani önemli olan nedir; halkımız ve demokrasi güçlerinin tamamı mücadele etmeli, sadece Türk devleti neden adım atmadı dememeliler, mücadeleleri ile baskı kurmalılar ki Türk devleti çaresiz kalıp adım atmalı. Ama o gücü ve çözümü kendilerinde bulmalılar, mücadelelerini geliştirmeliler.
Şunu da söylemek istiyorum; Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü temel gündemimizdir. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için başlatılan hamle çok üst bir düzeye ulaştı. Hamlenin her yerde aralıksız bir şekilde sürdürülmesi gerekir. Bunun imkanları da var, Önder Apo bu manifestoyu geliştirdiğinde ve açıklamasını yaptığında sadece Kürt halkı ve dostları değil uluslararası birçok güç de bu çağrıyı olumlu gördü. BM, AB, Avrupa devletleri, Amerika, birçok akademisyen, sivil örgütler, sivil kurumlar çağrıyı olumlu gördüler. Bundan dolayı Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünün sağlanmasına için hamlenin daha iyi örgütlenmesi, yaratılan imkanların daha iyi değerlendirilmesi ve hamlenin aralıksız bir şekilde geliştirilmesi lazım.
Türkiye’de AKP tarafından bir kriz siyaseti yürütülüyor. Bu kriz dış politikalarında da görülüyor. Bu kriz siyasetine karşı demokratik, sosyalist, muhalif, güçlerin nasıl bir tutum sergilemesi gerekir?
Türk devletinin ekonomik, siyasi, iç ve dış sorunları var. Türkiye toplumu demokrasi sürecini tam olarak yaşamamış tarihten bu yana böyledir. Mesela Avrupa’ya bakın yüz yıllarca demokrasi mücadelesi verilmiş, demokrasi değerleri ortaya çıkmıştır, eğer Avrupa devletlerinden bir bu değerleri yok etmek isterse kamuoyu, Avrupa toplumu buna müsaade etmez, mücadele eder. Türkiye tarihinde ise böyle bir mücadele çok zayıftır. Her zaman siyaset yukarıdan ayarlanmıştır. Toplum demokratik mücadeleyi tam olarak güçlendirmemiştir. Bu yüzden devleti yönetmek her zaman kolay olmuştur, toplum sessiz kalmıştır. Ama bilindiği gibi dünya değişiyor, Ortadoğu değişiyor, Türkiye’nin sorunları çok derin ve önemli. Artık devleti eskisi gibi yönetmek de kolay değil. AKP’nin durumuna baktığımızda, dış siyasetleri hala Neo Osmanlı üzerine, Osmanlı gibi Ortadoğu’dan Kuzey Afrika’ya kadar yayılmak istiyorlar.
Ne işleri var mesela Libya’da? Libya’nın sorunlarını çözüyor musunuz yoksa daha da derinleştiriyor musunuz? Somali’de ne işiniz var? Oradaki sorunları çözüyor musunuz, derinleştiriyor musunuz? Ya da Irak, bağımsız bir devlet, komşuları oluyor. On binlerce askeri yerleştirip Irak’ı işgal etmişler. Suriye de aynı şekilde. Suriye’ye baktığımızda Türkiye’nin müdahalesi ve politikası sorunları çözüyor mu yoksa derinleştirip büyütüyor mu? Suriye’deki sorunların çözülememesinin temel nedeni Türk devletinin yaklaşımıdır. Kürt halkına karşı böyleler, diğer uluslara karşı böyleler, inançlara, dinlere karşı böyleler. Benim zihniyetime kim yakınsa onlarla siyaset yaparım diyorlar; o da HTŞ’dir. Aralarında kadınların, çocukların kafasını kesen, özellikler de Êzidîlerin, Kürtlerin kafasını kesenlere destek veriyor. Bu siyaset Suriye’ye huzur ve demokrasi getirmez. Dış politikalarının tamamı tehlike, işgal ve haksızlık üzerinedir. Bu Türk devletine hiçbir itibar da güç de kazandırmaz. Tam tersi zafiyet yaşatıyor.
‘HALK ‘ARTIK YETER’ DİYOR’
Türk devleti içeride de aynı sorunları yaşıyor, ekonomileri ne halde. Herhalde dünyada en kötü ekonomi sıralamasında 5 ya da altıncı sırada. Peki, neden böyle? Türkiye’nin yeraltı, yerüstü zenginlikleri mi az, ya da Türkiye toplumu mu işsiz neden böyle? Sebebi, yıllardır savaşa yatırdıkları trilyonların faturası Türkiye toplumuna kesiliyor. Türk devleti, AKP bunu nasıl idare ediyor? Baskıyla! Yani ses çıkarmayacaksınız, eylem yapmayacaksınız, her şeyi kabul edeceksiniz, razı olacaksınız, böyle idare etmek istiyor. Toplum perişan. Siyaset tıkanmış durumda, akademisyenler konuşamıyor, aydınlar işlerini yapamıyor, üniversiteler özgür değil, toplum demokratik ve özgür değil. Türkiye’nin neresine baksanız istikrar yok, kaos var, kriz var, sorun var. Siyasette sorun var, ekonomide sorun var, var da var. Bu kadar sorun olduğu zaman ya demokratik bir siyaset geliştirecek ya da baskıda ısrar edecekler. AKP’nin isteği, tercihi ve gerçekliği bunu gerekli görüyor; demokratik değil baskıyla, zorbalıkla, mahkemelerle, polis gücüyle toplumun üzerine gidiyor.
Mesela; yıllardır Kürt demokratik siyasetine karşı, geçmişte HDP bugün DEM, ne kadar belediyeleri varsa kayyum atadılar. Kürt halkı tabii ki boyun eğmedi, mücadelesinde ısrar etti. Ama Türk devleti, iktidar demokrasiden korkuyor. Toplumun duruşundan her zaman korkuyorlar. CHP tarafından da bir gelişme var, Erdoğan’a alternatif olarak öne çıkan Ekrem İmamoğlu kendisini Cumhurbaşkanlığına hazırlıyor. CHP ile AKP arasında da anlaşmazlıklar çıktı. AKP CHP’nin de üzerine gitti. En son Ekrem İmamoğlu’nu tutukladılar, birkaç belediyelerine kayyum atadılar. Bu baskılar hala devam ediyor. CHP’nin buna karşı geliştirdiği tavır bize göre önemliydi, mühimdi. Ama “rojbaş” desek belki tam yeri olmaz da, şimdiye kadar CHP’nin aklı neredeydi diye sormak istiyor insan. Kürt halkının iradesine karşı, demokratik siyasete karşı o kadar baskı, kabul etmem, yok etme, saldırı varken CHP çok cılız bir şekilde ses çıkarıyordu. Bugün ise onlar üzerinde böyle bir baskı olduğu için bir tavır sergilemek zorunda kaldılar. Yine de olumlu görüyoruz ama önemli olan bunda ne kadar ısrar ederse, inat ederse ve kararlı olursa bu tarihi ve önemli momente cevap olur.
‘HALK VE DEMOKRATİK GÜÇLER SESLERİNİ BİRLEŞTİRİRSE TARİH DEĞİŞTİRİLİR’
Sadece CHP öncülüğünde toplum birleşmedi, demokratik bir irade haline, eylem gücü haline gelmedi. Toplum, AKP devletinin baskı, zulmü karşısında patlamak üzeredir. Rahatsızlıklarını hep içine akıtmıştır, hep yutmuştur ama bugün artık yeter diyor. Zaten yaklaşık 400 akademisyen, aydın, baskı ve zulüm nedeniyle Erdoğan’a karşı tutum ortaya koymuştur. Ne dediler? Artık yeter, dediler. Akademisyenlerin tutumlarını bu kadar net, sorumlulukla ortaya koymasını önemli görüyoruz. Adeta bir çağrıdır. Herkesi sorumluluğa davet eden bir çağrı. “Artık yeter”, yani halk artık ayağa kalksın, haksızlığa karşı hakkını savunsun, “demokrasi, özgürlük desin” çağrısıdır. Üniversitelere bakıyoruz; yıllar sonra ilk defa Kürdistan’dan tutalım Türkiye metropollerine kadar binlerce öğrenci ayağa kalktı. Bu da çok önemliydi. Kadınlar öncülüğünde, gençlerin katılımıyla şimdi toplum ayaktadır. Bu önemli bir momenttir. Eğer bütün demokratik güçler seslerini, iradelerini birleştirirse, birlikte eylemliliğe kalkar, hep bir ağızdan “Türkiye’nin demokratikleşmesini, Kürt halkının haklarını, Önder Apo’nun özgürlüğünü dillendirirse tarih yazılır, tarih değiştirilir. Bunun imkanları vardır.
Kürt halkı, demokratik siyaset bu konuda hep çok acı çekmiştir, hep bedeller vermiştir ve direnmiştir, kimse iradesini kıramamıştır. Haksızlıklara karşı hep tutumunu ortaya koymuştur, bugün de öyle yapıyor. Belediyelere, üniversitelere, topluma, emekçilere, sendikalara karşı haksızlık olduğu yerde elbette ayağa kalkacaktır. İstanbul Barosu’nun yöneticileri görevden alınıyorsa demokratik siyaset, demokratik kurum ve güçler, tutum koyacak, sahip çıkacaklardır.
Dünyada örnekleri azdır. Bu haksızlıktır, zorbalıktır. Türkiye’nin demokratikleşmesi, istikrarı için, Kürt sorununun çözümü için demokratik, siyasi güçlerin, Kürt halkının seslerini birleştirmesinin, aktif olmasının imkanları vardır. Bu şekilde AKP’nin önünde iki seçenek kalır; ya halk eylemliliğini, halkın çağrısını görür ve saygı gösterir, kendisini değiştirir, adım atar; bunun için de zaten Önder Apo imkanları açmıştır; buna cevap olur, ciddi, dürüst adımlar atar ve süreç başlatır- ancak maalesef bunun işaretleri yoktur- ya da toplumun Türkiye’nin demokratikleştirilmesi istem ve iradesi karşısında direnemez. AKP’nin egemenliği hep kalıcı olmayacaktır.
Türkiye’nin krizli durumunda istikrar yoktur. Dünya kriz yaşıyor, Ortadoğu kriz yaşıyor. Türkiye ondan kat be kat kriz yaşıyor. Durum neden olağanüstüdür? Olağanüstü demokratikleşme mücadelesi verilmeli. Bu olmazsa, kendini daha çok tekrar eder ve Türkiye’nin hiçbir sorunu da çözülmez.
‘EGÎD YOLDAŞ ÖYLE BİR MİRAS BIRAKTI Kİ…’
28 Mart Ulusal Kahramanlık Günü’dür, aynı zamanda büyük komutan Egîd’in şehadet yıl dönümüdür. Komutan Egîd, Kürdistan Özgürlük Hareketi’nde nasıl bir iz bıraktı?
Şehadet yıl dönümü vesilesiyle Egîd yoldaşı saygıyla anıyorum. Egîd yoldaşın şahsında ve bugüne kadar verilen şehitlerin anısı önünde eğiliyorum.
Egîd yoldaş, tarihimizde farklı bir yeri olan bir şahsiyettir. Önder Apo’nun dediği gibi, ulusal komutandır. Nasıl ki Mazlum Doğan PKK’nin direniş harcı ise, Komutan Egîd de Amed zindanından dağa açılan köprüdür. Kendisini cesaretle Kürdistan dağlarına ilk ulaştıran Egîd yoldaş oldu. Bu yönüyle çığır açmıştır. Gerilla güçlerini ilk kuran ve eğitendir. Zor koşullarda diplomasi, siyaset de yürüttü. Yeri geldiğinde eylemci, yeri geldiğinde siyasetçi, yeri geldiğinde de diplomat oldu. Çok yönlü ve gelişkin bir kişilikti. Ancak Egîd denildiğinde onun komutanlığı gelir akla. Ulusal bir komutandı. Gerilla savaşının ve gerilla ordusunun öncüsüydü. Ordunun kuruluşunda başat rol oynadı.
Egîd’in lugatında şikayete, olmaza, olumsuzluğa yer yoktur. Hep zafer, pozitif bakış ve kendine güven vardı. Koşullar ne olursa olsun, ne kadar zor da olsa Egîd yoldaş hep adım atardı, sonuç alırdı. Kendine çok güvenirdi. Egîd yoldaşın yanındakiler de kendilerine güvenirdi. Egîd yoldaşın yanında olmak başarmak, sonuç almak anlamına gelirdi. Yoldaşlarına, topluma hep böyle bir güven veriyordu.
En önemli özelliklerinde biri cesaretli olmasıydı. Stratejik düşünürdü, çok yönlü yoğunlaşırdı. Hep bir yoğunlaşma halindeydi. Buna göre plan geliştirme, hedef belirleme, büyük hedefleri gerçekleştirme, büyük düşünme, Egîd yoldaşın kişiliğinin yüceliğiydi. Bu nedenle Önder Apo sürekli der; “Eğer Egîd yoldaş olsaydı”, “…yaşasaydı”, “yeri kolay kolay doldurulmaz” diye.
Onlar bu süreçlere damgasını vurdu, onlar kurdu, onlar tarihi ilk hamleyi gerçekleştirdi. Egîd yoldaş şehit düştüğünde -belki hatırlarsınız- devlet Önder Apo’nun “sağ kolu yok edildi”, “PKK bundan sonra belini doğrultamaz”, “şansları kalmadı” diye propaganda etti. Gerçeklik payı vardı, gerçekten yeri kolay kolay doldurulmaz biriydi. Ancak Önder Apo’nun emeği, yoğunlaşması, mücadelesi, binlerce arkadaşa eğitim vermesi sonucu bugün binlerce Egîd, Mazlum, Sara, Rahşan, Sakine, YJA Star, HPG gerillaları olarak tünellerde savaşıyor. Bu bir ruhtu. Temelsiz bir şey olmaz. Her biri Egîd yoldaşın kişiliğini okudukça, tanıdıkça yeniden cesaret, umut, moral, zafer ruhu, kişilik kazanıyor. Heval Egîd bize öyle bir çizgi veya öyle miras bıraktı ki, koşullar ne olursa olsun bu mücadele devam edecek, sonuç alacak, başaracak. Dört parça Kürdistan’dan binlerce genç, gerilla bu inançla ayaktadır, savaşıyor.
‘4 NİSAN’I SADECE KUTLAMAYALIM, KENDİMİZDE YENİ BİR SİNERJİ YARATALIM’
Bir hafta sonra 4 Nisan Önder Apo’nun doğuş günüdür. Kürt halkı ve Kürt dostları bugünü nasıl karşılamalı?
Önder Apo’nun, halkımızın doğum gününü kutluyoruz. Önder Apo, hiçbir zaman kendisi için yaşamamıştır. Yani bir kişi değil, kendisine ait değil. Önder Apo, milyonlarca Kürt halkıdır hatta insanlıktır. İnsanlığın binlerce yıllık çözümlemesi ve paradigmasıyla insanlığın önünü aydınlatıyor ve cevap oluyor. Ulus devlet sınırları, hiçbir kimlik Önder Apo’yu tanımlayamaz. Herkese aittir, insanlığındır. Bu nedenle bu gün önemlidir. Kürt halkı bugün ne kadar başı dik, keyifli olsa da hakkıdır. Büyük bir heyecanla, coşkuyla bu günü kutlamalı. Kürt halkının tarihinde böyle ulusal günler azdır. Bütün Kürtlerin psikolojisini, iradesini, umudunu birleştiriyor. Bu günlerin böyle bir anlamı vardır. Bu nedenle bu bir şanstır, tarihi bir fırsattır. Böyle yaklaşılmalı. Halkımız da zaten böyle yaklaşıyor, böyle değerlendiriyor. Önder Apo’nun kadın özgürlükçü-demokratik-ekolojik paradigması önemlidir. 4 Nisan bu perspektifle de kutlanıyor. Bugüne kadar Kürtler, bulundukları her yerde mesela binlerce ağaç dikti. Bu, aynı zamanda ekolojik bir yaklaşımdır. Özellikle de kadınlar bu günü daha çok sahipleniyor. Bunlar önemlidir. Bu günü, kutlama günü haline getirelim.
Kürt halkı olarak, özellikle de bu hareketin kadro, militan ve üyeleri olarak biz de bu günü özel bir gün, yoğunlaşma günü, kendi gerçekliğini bir kez daha görme, kendini gözden geçirme olarak değerlendiriyoruz. Ben bugün Önder Apo gerçekliğine ne kadar yakınım? Önder Apo’yu yaşamımda ne kadar temsil ediyorum, ne kadar cevap olabiliyorum? Bugün vesilesiyle eksiklik, zayıflıklarım nelerdir? Bu eksiklik ve zayıflıklardan kendimi nasıl kurtarabilirim? Kendimi daha nasıl geliştirebilirim? Gelecek ve bugün için nasıl cevap olabilirim? Yani kendimizi yeniden inşa edelim. Yeni bir sinerji, yeni bir güç kendimizde yaratalım, kendimizi örgütleyelim. Yani sadece kutlama şeklinde değil, bir farkındalık, kendini tanıma, görme ve kendini yeniden yaratma… Eğer böyle olursa 4 Nisan’a anlam verilebilir. Bu vesileyle dört parça Kürdistan’ın, özellikle kadın ve gençlerin Önder Apo’nun doğum gününü kutluyorum.