BEHDİNAN – KCK Yürütme Konseyi Üyesi Sabri Ok, Salı akşam Stêrk TV’de yayınlanan Rojeva Welat isimli programda Türk devletinin 9 Ekim’den bu yana Rojava ve Kuzey Suriye’ye yönelik işgal saldırılarını değerlendirdi.
Türk Cumhurbaşkanı Erdoğan için “bu yüz yılın faşistidir” diyen Ok, Rojava’ya saldırıların Erdoğan’ın güçlülüğünden gelmediğine dikkat çekti.
Ok, “Erdoğan ölüm sınırında bu saldırıları gerçekleştiriyor (…) Erdoğan’ın ömrü haftalarla olmazsa da aylarla sınırlıdır” dedi.
Türkiye halklarının hiçbir şey kazanmadığını söyleyen Ok, “Aksine toplum tehlikeye girdi, ekonomi, siyaset tehlikeye girdi. Erdoğan tüm bunların altından kalkamaz. Bu haliyle de Rusya ve ABD karşısında Suriye’de rol sahibi olamayacaktır. Erdoğan esas olarak kaybetti” ifadelerini kullandı.
İşgal saldırıları ile Kürt halkının da “ilk defa Kürtlerin birlik olmaları gerektiğini gördüklerini” belirten Ok, “Parçalama ve kendine göre yönetme siyasetinin sonuçsuz olduğunu, Türk devletinin asıl amacının bu olduğunu esas olarak gördüler” diye konuştu.
ÖLÇÜ TANIMAYAN AHLAKSIZ BİR SAVAŞ
KCK Yürütme Konseyi Üyesi Sabri Ok’un değerlendirmeleri şöyle:
“Bugün Rojava’da hiçbir ölçü tanımayan ahlaksızca bir işgal savaş yürütülüyor. Kürt halkının ve kuzey ve doğu Suriye halkları ile Türk devleti arasındaki savaş neredeyse 8 yıldır devam ediyor. Ne zamanki DAİŞ insanlığın gündemine girdiyse, Erdoğan’ın talimatıyla bu çeteler Kürtlerin bölgelerine yönelmeye başladılar. Kobane’de DAİŞ’e karşı Kürt halkı ve bölge halkı, kendi özgürlüğünü, onurunu ve varlığını korumak için direnişe geçtiler. Bu savaş aynı zamanda Türk devletiyle yürütülen bir savaştı. Çünkü Erdoğan bu savaşın içindeydi. Dolayısıyla sadece bugün değil, 8 yıldır bu savaş Kuzey ve Doğu Suriye halkları ile Türk devleti, AKP ve Erdoğan arasında yürütülüyor.
Türk devleti ve Erdoğan çetelere, DAİŞ’e yardım verdi. Halen de bu yardımını sürdürüyor. DAİŞ’i Kürt halkına saldırtan ve Koban’ê de Kürt Halkının iradesini kırmayı hedefleyen Türk devleti ve Erdoğan’dı. Erdoğan “Koban’ê düştü düşecek” açıklamasıyla amacını açıkça ortaya koymuştu. İşte bu savaş o günden bugüne kadar devam ediyor.
Bugün insanlık adına DAİŞ çetelerine karşı çetin ve zorlu bir mücadele verildi. Kobanê’de tüm dünya Kürt halkının kahramanca ve binlerce şehit verme uğruna büyük bir direniş geliştirdiğine şahitlik etti. Bu şekilde insanlık onurunu savundu. Bu insanlık vicdanında onurlu bir yer tuttu. Bu durum Erdoğan’ı çok fazla rahatsız etti. Kürtler dünya halkları tarafından sahiplenince Erdoğan tam anlamıyla çıldırdı.
ERDOĞAN ÇETELERİ TÜRKİYE’DE YENİDEN ÖRGÜTLEDİ, SİLAHLANDIRDI
Eğer Bakur Kürdistan’ı olmasaydı Erdoğan ve Türk devleti Rojava’yla bu kadar ilgilenmezdi. Böyle bir savaşın içine de girmeyebilirdi. Erdoğan’ın faşist zihniyeti Kürde yaşam hakkı tanımıyor. Hele ki kendi kimliğiyle özgürce var olmasına kesinlikle tahammül edemiyor. En büyük korkusu Türkiye’ye komşu Rojava’da özgür ve kimliğiyle bir kürdün varlığına tahammül edemedi. Hele ki halklarla demokratik özgür yaşamın var oluşu kuzeyi ve Türkiye’yi de etkileyecek. Erdoğan bundan korktu. Onun için Kobane’den bu yana Rojava ve Suriye sorunuyla ilgilenmeye başladı. Kürt halkı DAİŞ, Nusra ve diğer çetelere karşı mücadeleye başladığı zaman, Erdoğan ve Türk devleti bu çetelere destek verdi. Bunlar belgelidir. DAİŞ çeteleri Türk devleti sınırları üzerinde hakimiyetlerini kurarken Erdoğan bundan rahatsız olmadı. Ancak Kürt halkı ve bölge halkları DAİŞ’e karşı mücadeleye başlayıp onlara darbe vurmaya başlayınca ve çeteler yaralandığında bunlar Türkiye hastanelerinde tedavi altına alındılar. Erdoğan çeteleri Türkiye’de yeniden örgütledi, silahlandırdı. Tabi sonra bu çeteleri Kürt halkına ve Suriye halklarına saldırttı. Binlerce çete Türkiye toprakların üzerinden Suriye’ye geçti. Şimdi bu gerçekler ortadayken, Erdoğan’ın “DAİŞ’e karşı en büyük savaşı biz yürüttük” yalanına kim inanır? Kürt halkı 8 yıldır DAİŞ, Nusra ve diğer çetelere ve Türk devleti, AKP karşı bir savaş yürütüyor. Onlar sürekli olarak DAİŞ eliyle, Nusra eliyle Kürt halkının ve diğer halkların iradelerini kırmak istediler. Ancak başaramadılar. DAİŞ Kobane’de, Mınbiç, Tebqa, Reqa, Derazor’da yenildi. Tüm Kuzey ve Doğu Suriye’de yenilgiye uğradı, beli kırıldı. Bu durumda Erdoğan bir şeyler yapmaya mecbur kaldı. Bunun için arayışa girdi. DAİŞ ve Nusra’nın yapamadığını kendisi yapmaya çalıştı. Bunun için sürekli olarak Kürt, Rojava, DAİŞ ve Suriye’nin geleceğiyle ilgilenmeye başladı.
TÜRK DEVLETİNİN ZİHNİYETİ İNSANİ DEĞERLERE AÇIK DEĞİL
Şimdi bu savaş neden bu aşamaya ulaştı? Erdoğan ve Türk devletinin zihniyeti, ahlakı, paradigma ve ideolojileri hiçbir zaman insanlık ve demokrasi değerlerine açık değildir. Hele ki söz konusu Kürtler olunca kıyamette kopsa önlerini tutmaya çalışıyorlar. Onun için halkların kuzey ve doğu Suriye’de demokratik bir sistemi engellemeye çalıştı. Ancak onlara rağmen bir sistem oluştu. Şimdi faşist Türk devletinin paravan olarak kullandığı, örgütlediği çeteler tarafından kadın ve çocuk da dahil yüzlerce sivil katledildi. Erdoğan boşu boşuna Efrin’e saldırmadı. Bugün Efrin’de taciz, tecavüz, kaçırma, talan her türlü suçu işliyorlar. Tüm bu suçlar maalesef ki tüm dünyanın gözü önünde yaşanıyor. Demokrasiden, özgürlükten yana olduğunu söyleyen birleşmiş milletler, dünya devletleri bunları neden izliyorlar. Yüzbinlerce Kürt Efrin’den göç ettirilerek yerlerine başkaları yerleştirildi. Bu açık bir demografik değişim yapmak değil miydi? Bu katliam değil miydi, Kürt halkının katledilmesi değil miydi? Herkes neden buna karşı sessiz?
ERDOĞAN’IN GERÇEK İDEOLOJİSİ DAİŞ’İN İDEOLOJİSİDİR
Eğer Erdoğan ve AKP İdlib ve Kuzey ve Doğu Suriye toprakları dahil tüm Suriye üzerinden katliam, taciz, tecavüz, talan yapacaktır. Kendi tarihlerinde bu yapılanlar tescillidir. Bu çete örgütleri bu savaşın içinde bunun için yer alıyorlar. Onların her hangi bir ideolojileri yok. Asıl ideoloji sahibi olan Erdoğan’ın kendisidir. Erdoğan gerçek ideolojisi DAİŞ’in ideolojisidir. Dolayısıyla bu halkların ortak yaşam ideolojisine karşıydı. Asıl yarası halkların bu demokratik özgür birliktelikleriydi. Şimdi de dünyanın gözü önünde tüm insanlık değerlerini, ahlakını çiğneyerek Kuzey ve Doğu Suriye coğrafyasını işgal etmek istiyor. Zaten Fırat’ın doğusundaki bölgeler, Cerablus, Bab, Ezaz, Efrin, İdlib gibi yerleri işgal etmiş durumda. Şimdi de Reqa, Derazor ve diğer tüm yerleri işgal etmek istiyor.
YÜZYILIN FAŞİSTİ
Şimdi dikkat çekici ve önemli olan, Erdoğan bu desteği ve oluru kimin alıyor, kimin destek verdiğidir. Şunu açıkça ifade edeyim. Kürt kadınları, çocukları DAİŞ’e karşı bedenlerini siper ettiklerinde insanlık onurunu DAİŞ’e karşı savunduklarında kimileri o zaman YPG-YPJ bayrakları reklam malzemesine çevirdiler. Onlar bilsinler ki, DAİŞ’e karşı onların adına onur mücadelesi verenler bugün Türk devleti ve çeteleri tarafından her türlü tank, top ve uçaklarla bombalanıyorlar. Peki şimdi bunun için herkesin ayağı kalkması, kendi devletlerine baskı yapması ve faşizme karşı ortak mücadele alanlarında ses çıkarması gerekmiyor mu? Bütün dünya Hitler’e karşı birleşerek ancak yenebildi. Erdoğan bu yüz yılın faşistidir. Böyle başka bir yoktur. Türk devletinin de tarihinde böyle biri yoktur. Türk devletinin tarihinde birçok parti ve iktidar sahibi gelip geçti. Erdoğan kendi alanında örnek biridir. Böyle birisi Türk devletinin tarihinde de yoktur. Erdoğan tam bir faşist ve diktatördür. NATO üyeliğini çok çirkin ve ahlaksızca kullandı. Peki NATO ne kadar bu işin içindedir, ABD ne düzeyde bu işin içindedir. Bunların netleştirilmesi ve anlaşılması gerekir. Bazı şeyler her geçen gün daha da netleşiyor ve giderek daha da netleşecektir.
ROJAVA KAYBEDERSE, GÜNEY KÜRDİSTAN’A YÖNELECEKLER
Türk devleti ve Erdoğan’ın saldırılarının nedeni gayet açıktır. Türk devleti PKK’nin varlığından kaynaklı ehveni şer olarak güney Kürdistan’ın varlığına bir yere kadar tahammül ediyor. Ancak eğer bugün Rojava kaybederse Güney Kürdistan statüsü de ortada kalmaz. Güney Kürdistan referandum sürecinde tutumu net olarak ortaya çıktı. Aynı akıl, aynı ziynet ve diktatördür. Eğer Rojava kaybederse kesinlikle durmayacaktır. Derik’ten güney Kürdistan’a yönelecektir. Erdoğan kendi iktidarı sürecinde tüm Kürt iradesini tasfiye etmeyi amaç edinmiş durumda.
ERDOĞAN ÖLÜM SINIRINDA BU SALDIRILARI YAPIYOR
Peki Erdoğan çok güçlü ve iradeli olduğu için mi bunu yapıyor? Hayır, değildir. İddia ediyoruz Erdoğan ölüm sınırında bu saldırıları gerçekleştiriyor. Önümüzdeki dönemde bu saldırıların kendilerine karşı nasıl döneceği görülecektir. Bu sorunlarla kendi iktidarını sürdüremez. Zaten siyasi olarak boğulmuştu. Türk toplumuna söyleyeceği bir şeyi yoktu. Sadece terör argümanını kullanıyordu. Dolayısıyla bu işin faturası ona pahalıya patlayacak. Dünya insanlığı yapılanları kabul etmiyor, Kürtler kabul etmiyor, Türkiye halkı kabul etmiyor. Erdoğan’ın ömrü haftalarla olmazsa da aylarla sınırlıdır.
Erdoğan ABD ve Rusya’ya rağmen Suriye’de hiçbir şey yapamaz. Türkiye halkları bu saldırılarla ne kazandığını, mutfağına ne girdiğini, nasıl bir onur kazandığını sorgulamalıdır. Hiçbir şey kazanmadılar. Aksine toplum tehlikeye girdi, ekonomi, siyaset tehlikeye girdi. Erdoğan tüm bunların altından kalkamaz. Bu haliyle de Rusya ve ABD karşısında Suriye’de rol sahibi olamayacaktır. Erdoğan esas olarak kaybetti.
Şimdi kimileri yaşanan saldırıları Türk devleti için bir tuzak olarak tanımlıyor. Bunların dikkate alınması gerekir. Kimse tüm imkanları Erdoğan’a sunmayacak ve gel de Suriye’nin geleceğinde söz hakkına sahip ol demeyecektir.
SONUÇ NE OLURSA OLSUN, KAZANAN KÜRT HALKI OLACAKTIR
Son kaç gündür yürüyen savaşta kadınları, çocukları katletti. İkiyüzlü ve barbar yüzünü gösterdi. Kim denk geldiyse saldırdı. Serekaniye’de yapılan katliam bunun örneğidir. Kadınlar, çocuklar, gazeteciler hedef alındı. Bu dünyanın gözü önünde yapıldı. Erdoğan bu yaptıklarında ısrar edecek. Sonuç almaya çalışacak. Buna karşı biz de daha fazla direnme kararlılığında olmalıyız. Bizim bu savaştaki en büyük gücümüz, iddialıyız, kararlıyız, haklıyız ve halka dayanıyoruz. Diğer önemli husus gücümüzü insanlık vicdanı bizim yanımızdadır. Tüm dünya halkı bizimledir. Kürt halkı bunun için sonuna kadar direnecektir. Sonuç ne olursa olsun kazanan insanlık onuru ve Kürt halkı olacaktır.
Küresel güçlerden ahlak ve ölçü beklemek yanlıştır. Bunlar çıkarlarına göre hareket ediyorlar. DAİŞ’e karşı çıkarları gereği ABD ve koalisyon ittifaka girdiler. Onlarla gelişen ittifak da aslında zorunluluktan kaynaklıydı. Bir tercih değildi. DAİŞ’in nasıl ortaya çıkarıldığı, örgütlendirildiği, bunu kimin yaptığı, Kürtlerin, özellikle de Ezidilerin ve tüm insanlığın başına nasıl bela edildikleri ise bir başka sorgulanması gereken konudur.
HAVA DESTEĞİ OLMAZSA SAVAŞAMAZLAR
DAİŞ’e karşı bir savaş yürütüldü ve sonuç da alındı. Kürt, Arap ve Hıristiyan halklar ortak yürüttükleri mücadele sonucunda 11 bin şehit verdiler. On binlerce insan yaralandı. Eminim ki QSD, YPG, YPJ yürüttükleri savaştan pişman değiller. Çünkü bununla insanlık onurunu savundular. Ama sözünden dönen güç ABD’dir. Gerçi onlar da ittifaklarının DAİŞ’e karşı olduğunu söylüyorlardı ve bu doğrudur da. Ancak güvenli bölge oluşturulacaktı. Ancak bundan bir anda geri adım attılar. Ama eğer koalisyon ve ABD Erdoğan’a karşı dursalardı Erdoğan bu saldırıları gerçekleştiremezdi. Ancak açık şekilde Erdoğan saldırılarına karşı durmayacaklarını açıkça dillendiriyorlardı. Ancak yine de hava sahasını Türk devletine kapatabilirlerdi. Eğer öyle olmuş olsaydı durum daha değişik olacaktı. O zaman Türk ordusu ve çeteleri hiçbir şekilde QSD, YPG-YPJ’ye karşı savaşmazdı. Bu mümkün değildi. Ama hava sahasını kapatmadılar. Acaba Trump ile Putin’in Erdoğan üzerinden planları mı vardı, biri diğerine karşı kullanmak mı istiyor, yoksa plan ortak mıdır yönünde de elbette bazı görüşlerimiz mevcuttur. Ancak ilerleyen günler de durumu daha fazla anlamaya çalışmak gerekir.
KOALİSYON YIKICI ROL OYNADI
ABD, koalisyon çok kötü ve yıkıcı bir rol oynadı. Özerk yönetim bunu fark etmiyor değildi. McGurk ve bazı askerler, emekli olan generaller, aydınlar, akademisyenler yapılanlara itiraz ettiler. Onlar Kürt halkının gerçeğini, dürüstlüklerini iyi gördüler. Kürt halkı ne dediyse onu yaptı. Bunları dikkate alarak da olsa ABD tutumunu belirleyebilirdi. Ancak ahlaksızca ve çıkar siyasetleri gereği ABD bunu yapmadı. Şimdi ekonomik yaptırımlardan söz ediyorlar. Ne yapacaklarını bilmiyoruz. Belki de gerçekten bir savaşın önünü de almaya çalıştılar fakat başaramadılar. Rusya’nın tutumu da önemli. Rusya ve Suriye istemiş olsaydı sorunların çözümü daha kolay olurdu. Bunun imkanı vardı. Ancak buna yanaşmadılar. Fakat görülüyor ki, Ankara’da Astana çerçevesinde yapılan zirvede bu saldırı kararı alındı. ABD ve koalisyon da bu konuda bilgilendirildi.
Yapılan saldırıları belli ki Adana anlaşmasına dayandırıyorlar. Bu şekilde saldırılarını meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Adana anlaşması Kürt halkının iradesine karşı bir anlaşmaydı ancak bu yapılan saldırılar bu anlaşmanın kapsamını kat be kat aştı. Putin ve Rusya buna yola açtı. Türk devleti en büyük gücünü de buradan aldı.
KÜRTLER ŞAM’IN YÜKÜNÜ HAFİFLETTİ
Özerk yönetim ile rejim arasında yapılan anlaşma ne kadar sürer belli değil. Ancak anlaşılan rejim ve özerk yönetim bazı konularda anlaşmışlar. Ama bana göre bu geç kalınan bir şey. Özerk yönetim sürekli bunun yapılmasını istedi. Ancak rejim ve Rusya buna gelmedi. Şam ve Moskova’da bazı görüşmeler de yapılmıştı. Özerk yönetim sürekli olarak Suriye’yi parçalama gibi bir hedefinin olmadığını açıkladı. Yine sürekli üniter bir Suriye içinde özerk bir yapı olarak tanınmak istediğini söyledi. Ancak Suriye rejimi bunu kabul etmedi, kendinde bu gücü bulamadı, bu aklı oluşturamadı. Rusya arabulucu rolü oyabilirdi ancak onlar da sürekli arada kaldılar. Ya kendi Türkiye ile olan çıkarlarını gözetti ya da koalisyonun Kürtler için bir devlet kurmasından kuşku duydu. Oysa koalisyon ya da bir başka güç Kürtlere bir devlet kurmak isteseydi de Kürtler böyle bir şeyi kabul etmezlerdi, çünkü böyle bir istem yoktu. Özerk yönetim şimdiye kadar Şam’dan tümden koptuğunu hiç söylemedi, rejim askerleri sınırları korumasınlar da demedi. Sürekli olarak Suriye’nin bütünlüğünü savunmuş, Şam’ın yükünü hafifletmişti. Şam’ın tırnağı dahi kanamazken tüm bu bölgeleri özerk yönetim özgürleştirdi. Şam da bu şekilde ayakta kalabildi. Özerk yönetim de bugün bunun için Şam rejiminin askerlerini sınıra getirebileceğini açıkladı. Bu da son derece doğal bir şey. Rusya’nın açıklamasında da olumlu bir açıklama var. Burada bir yanlışlık da yok bence. Özerk yönetim faşist Türk devletinin saldırıları karşısında Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması gerektiğini, insanların göç etmemesi gerektiğini gördü. Bunu istemiş. İşgalci Türk ordusu ve çetelerinin Kuzey Suriye coğrafyasına yerleşmesi durumunda Şam’ın da Kürtlerin de işinin daha fazla zorlaşacağını gördü. Gelişmeler güç birliği yapılmasını zorunlu kılıyor. Doğru olan anlaşmanın uygulanmasıdır.
ANLAŞMA UYGULANIRSA KAZANAN SURİYE HALKLARI
Şam da İdlib, Cerablus, Efrin, Bab, Minbiç ve tüm Kuzey ve Doğu Suriye topraklarının Türk devletinin denetimine girmesi durumunda kendi ellerinde bir şeyin kalmayacağını görmüş olmalı. Suriye geleceğinde Suriye ve hatta Rusya’nın dahi bir söz hakkının kalmayacağını görmüş olmalıdırlar. Çetelerin ve işgalci Türk devletinin bu Kuzey Suriye topraklarına yerleşmesi durumunda karakterleri gereği bir daha çıkmayacaklarını iyi gördüler. İdlib de Nusra’ya verdikleri destekle bunu gördüler. Yapılan anlaşmaların gereğini Türk devletinin orada da yerine getirmediğini gördüler. Türk devleti nasıl ki İdlib de Nusra’nın sözcülüğünü yaptıysa kuzey Suriye’de de bu çetelerin sözcülüğünü yapacak. Şam’ın bu tür bir yorum yapması bence yanlış da değil. Rusya da böyle olması durumunda işlerinin çok zor olacağını görüyorlar. Dolayısıyla eğer bu anlaşma uygulanırsa tüm Suriye halkları için iyi olacaktır ve Suriye halkları kazancaktır.
Suriye ve halkları Şam ve Kürt halkları kendi aralarında bir çözüm yolunu bulabilirler. Türk devleti ve çetelerinin işgali Şam için zorluk yaratacaktır. Bu Kürtler için de zor bir durum yaratacaktır. Ancak bu ne düzeyde gerçekleşir, çıkarlar ne kadar devreye girer ve sözlerden dönüş olur mu olmaz mı bilemeyiz. Eğer bu anlaşma uygulanırsa türk devleti büyük ve derin bir boşluğa düşecektir. Eğer anlaşma uygulanmazsa kürt halkının önündeki tek yol direnmek olacaktır. Başka da bir yol yoktur.
DESTEK AÇIKLAMALARI DEĞERLİ
Kürt halkı üzerine yapılan saldırıya karşı halkımız direniyor. Büyük bedel veriyoruz. Ama onurlu ve özgür yaşam için de bu gerekiyorsa yaparız. Bizim direnme kararımız en üst düzeydedir. Dünya da yıkılsa, bedeli ne olursa olsun Kürt halkı onurlu yaşamı tercih ediyor. Ne olursa olsun zafer Kürt halkının olacaktır. Birçok kesim konuşuyor, AB açıklama yapıyor, saldırılara karşı duruyor ama caydırıcı değildir. Birçok kesim de açıklama yaptı. Caydırıcı olmazsa da anlamlı ve değerlidir.
Vietnam zamanında bile böyle değildir. Belki devletlerin tutumu istenildiği gibi değildir ama anlamlıdır. Katar dışında kimse Türk devletini desteklemiyor. Kıbrıs yönetimi dahi buna karşı çıktı. Türk devleti hemen kendisine saldırdı, ne dersek onu uygulayacaksın dediler.
GÜÇ BİRLİĞİ YAPILMALI
Kuzey halkı da elbette Erdoğan’a ve Türk devletinin katliamlarına karşı öfkelidir. Ancak ayağa kalkmıyor. Oysa vicdan insanı ayaklandırmalıdır. HDP öncülük etmek istiyor. Ama HDP’ni kuruluş yıl dönümünü kutlamasını dahi yasakladılar. Herkes tutumunda kararlı olmalı. Güç birliği yapılmalı. CHP sürekli olarak AKP’nin payandası durumundadır. Ancak bence CHP tabanının hepsi Kılıçdaroğlu gibi değildir. Erdoğan’ın DAİŞ olduğunu biliyorlar. Erdoğan’ın haksız olduğunu biliyorlar. Ancak CHP bu savaş karşı durmadı. CHP İstanbul, Mersin, Adana gibi yerleri Kürtlerin sayesinde kazandığını çok çabuk unuttu.
Burada önemli olan bir diğer husus dünyanın CHP gibi düşünmediğidir. Halklar daha fazla tepkilerini göstermeli ve kendi devletlerini etkilemelidirler.
İLK DEFA KÜRTLER BİRLİK OLMALARI GEREKTİĞİNİ GÖRDÜLER
Özerk yönetiminin 8 yıllık deneyimi Kürt, Arap ve Hristiyan halklar birlikte demokratik bir sistemde yaşayabileceklerini gösterdi. Bu son derede önemli. Arap birliği de bu gerçeği gördü. Bu tutum önemli ve değerlidir. Arap devletleri Erdoğan’ın Arap devletlerini kendisi için birer eyalet olarak görüyor. O açıdan Arap devletleri daha açık ve net tutum sahibi olmalı, dünyada daha aktif siyaset yürütmelidir.
Bir diğer husus, Kürtler arasında oluşan ulusal birlik tutumudur. Herkes bunu geliştirmeli ve somut örgütlülüğe kavuşturmalıdır. İlk defa Kürtler birlik olmaları gerektiğini gördüler. Parçalama ve kendine göre yönetme siyasetinin sonuçsuz olduğunu, Türk devletinin asıl amacının bu olduğunu esas olarak gördüler.
TÜK DEVLETİ TÜM KÜRT HALKININ DÜŞMANIDIR
Türk devleti tüm parçalardaki Kürtlere düşmandır. Rojava’ya saldırı bu gerçeği ortaya çıkardı. Türk devleti Kürt halkının düşmanıdır. Bunu şimdi tüm Kürtler çok iyi gördü. Artık kimse TC ile ilişki kurabileceğini, siyasetini oluşturabileceğini ve bunun da kalıcı olabileceğini düşünmemeli böyle bir gaflete girmemelidir. Türk devletinin asıl siyaseti Kürt partilerinin ve Kürdistan parçalarını birbirine karşı kullanma temelindedir. Kürtler şunu net bilmeli, biri olmadı mı diğeri de olmaz. Kimse kendisini kandırmamalı. Bu durum güney Kürdistan referandumunda net olarak ortaya çıktı. Kürtler bazen birbirlerini anlayamayabilir, bazen birbirine sert eleştirebilir. Ancak yine de birlik olunca var olacağımızı bilmeliyiz. Kürtler bir an önce bir araya gelmeli, birlikte hareket etmeli. Kürt partileri bir araya gelip birliklerini oluşturmalıdır.
Kürt halkı tüm parçalarda ayağa kalkarak siyasetçilerden, partilerden birlik olmalarını talep ediyor. Halk birliğini oluşturmuş şimdi partilerin birlik oluşturması gereken bir dönemdir.