HABER MERKEZİ –
Önder Apo’nun çözümlemelerinden …..
Sömürgecilik, aynı zamanda sanatsal katliamı da gerçekleştirmeye büyük özen gösterir. Kürdistan’da her düzeyde yapılan katliam, önemli oranda sanatın katliamını da gerçekleştirmiştir. Fakat sanat biraz ruhla ilgili olduğu, daha çok canlı, yaşayan bir kategoriye girdiği ve yine manevi yanı ağır bastığı için, maddi koşullardaki kadar katliamı kabul etmez veya boşa çıkarır. Sanatın böyle bir özelliği de vardır.
Dolayısıyla Kürt toplumunda, Kürt halk gerçeğinde kimliğin az çok sanatla devam ettirilmesi anlaşılırdır. Özellikle halk dansları ve müziğin, ulusal kimliğin ayakta kalan belirgin biçimleri olması bu nedenledir. Ancak sanatın birçok etkinliği çarpıtılmış, asimilasyona uğratılmıştır. Böylelikle hakim ulusun sanatı için kullanılan bir araç oluşmuştur.
Sömürgeci egemenlik, aynı zamanda sanat üzerinde de egemenliktir. Bu da ifadesini öncelikle halkın sanat gerçeğini yaşatmama, çarpıklaştırma, kendine mal etme, tanınmaz hale getirme, ardından kendi sanatını ezilen halkın sanatıymış gibi gösterme yaklaşımında bulur. Yine sömürgecilik tüm resmi kurumlarına ve özellikle devlet gücüne dayanarak, bunu ezilen halkın duygu dünyasına, ruh dünyasına şırınga etmek ve “Sen aslında hakim ulustansın, onun gibisin, farklı bir kimliğin yoktur” kanısını uyandırmak için muazzam bir kültürel egemenlik geliştirmiştir. Bu yönüyle de hakim ulus kendini benimsettiği oranda, bir ulusun imhası tamamlanır. Böylece ulusal kimlik silinir, hakim ulus kimliği egemen kılınır. Nitekim bu, Kürt gerçeğinde en çok ilerlemiş bir husus durumundadır. Bu nedenle hakim ulus gerçeğine karşı çok az bir direnme vardır. Tabii bu da sömürgeciliğin ne kadar ilerlediğini gösterir.
O halde sanatsal alanda sömürgeciliğe karşı mücadele küçümsenemez. Yine sanat alanında çok sınırlı da olsa, ulusal kimliğin bazı yönleriyle varlığını sürdürmesi, ulusal kurtuluş mücadelelerinde önemli bir çıkışa temel de teşkil edebilir. Başlangıç dönemlerinde, özellikle kültürel-sanatsal faaliyetler, uluslaşmaya ve ulusal mücadeleye katkıda bulunur. Belli bir döneme kadar da oldukça önemli bir rol oynar. Fakat siyasal ve askeri şiddet olmadan, kültürel ve sanatsal mücadelenin fazla bir anlam ifade etmeyeceği, işlevini tamamlamayacağı da çok açık görülür.
Kürt aydınlarının veya ilkel milliyetçilerin, sanatı bu anlamda doğru değerlendiremeyen yaklaşımlarından bahsedilebilir. Bunların sıradan bir sanat, kültür, edebiyat faaliyetini ulusal kurtuluşçulukla, özellikle siyasal ve askeri görevlerle karıştırdıklarını veya bu yönlü görevlerini görmek istemediklerini, sanata hakkını veremediklerini ve bir karışıklığa yol açtıklarını iyi biliyoruz.
Devrimci mücadelemizin gelişmesiyle birlikte sanatın hem devrimdeki işlevi açımlanmış, hem de yanlış anlayışların devrimdeki olumsuzlukları teşhir edilmiştir. Sanatın rolüne gereken ağırlık verildiği gibi, bunun oportünistçe kullanılmasına karşı da gereken eleştiriler yapılmıştır. Bunun ne kadar doğru olduğu, yükselen devrim mücadelemiz içinde sanatsal gelişmenin bir çığ gibi büyüdüğü, bunun yanında sanatsal alanın siyasi ve askeri alana etkisi kadar, bu alanların da sanatsal alanı etkilediği ortaya çıkmıştır. Bu anlamda sanat etkinliği doğru temellerde devrimci işlevine kavuşturulmuştur. Yüzyılın başından beri, hatta daha öncesinden sanatsal düzeyde sağlanmak istenen ulusal kimlik, dev gibi bir sıçramayı, ancak siyasi ve askeri bir mücadele ile ortaya çıkarmıştır. Ama bunun yanında sanatın da işlevinin önemi azalmamış, tam tersine daha da artmıştır.
Bugün Kürdistan devrimle en önemli bir altüst oluşu yaşarken, savaş bütün kitleye mal olup derinleşmeyi, her sınıf ve tabakayı kapsamına almayı sürdürürken, sanatın işlevinin azalması şurada kalsın, daha da arttığını ve somut bir ihtiyaç haline geldiğini görmekteyiz. Halk yığınları devrimci müzikle, danslarla, resimle daha canlanır bir duruma gelmekte ve daha iyi bir yaşam biçimine kendilerini adapte etmeye çalışmaktadır. Bu anlamda fiilen bir sanatsal devrim de yaşanıyor. Fakat buna rağmen bunun kendiliğindenciliğe terk edilemeyeceği, tam tersine çok köklü bir sanat çizgisine ve onun pratik çalışmasına ihtiyaç olduğu açıktır. Dolayısıyla mevcut eksiklerin giderilmesi için sanat cephesi yaratmak gibi bir çalışmaya yönelmek hem ihtiyaçtır, hem de bu oldukça devrimci gelişmeye katkı teşkil edecek bir sahadır.
Nasıl yaşamalı?
Bizim bu sahada geliştirmek istediğimiz aslında devrimci bir roman taslağıdır.
Buna Kürt toplumunda oluşturulan kördüğümün çözülüş sürecinin, yeniden kuruluşa yönelme sürecinin romanla tasvir edilmesi veya romanla dile getirilmesi de diyebiliriz.
‘Nasıl yaşamalı’ sorusuna vereceğimiz cevap, bir anlamda roman olur.
Devrimin ideolojik, politik, askeri izahını, yine stratejisini ve taktiğini geliştiriyoruz. Bu yönlü gelişmeler sürüp gidiyor. Ama aynı zamanda ‘devrimci yaşam nasıl olmalı?’ sorusuna da cevap vermezsek, devrimimizi önemli bir ruhsal gelişmeden, davranış biçiminden mahrum etmiş oluruz ki, bunun sağlıklı olmayacağı açıktır. Dolayısıyla bir devrimci militan için ‘nasıl yaşamalı’ sorusu yakıcıdır. Kaldı ki, partimizin önderlik ettiği ulusal kurtuluş mücadelesi bütün toplumu sararken, sadece militan için değil, tüm bireyler için devrimci bir yaşam tarzının nasıl geliştirilmesi gerektiği, ekmek ve su kadar kesin bir ihtiyaç haline getirmiştir. Toplumumuzda muazzam ruhsal gerilikler, davranış bozuklukları vardır. Bunun sömürgecilikle, Kemalizm’le ve yine ortaçağ kalıntılarıyla ilişkisi çok sıkı irdelenip çözümlendiğinde görülecektir ki, yıkılacak ve tepki duyulacak ne kadar ilişki ve yaşam biçimi varsa, hepsinin yerine kurulacak yeni ilişki ve yaşam biçimlerine de o denli ihtiyaç vardır.
İşte roman, biraz da bu ikilem arasındaki çabayı ifade eder. Aşılması gereken ilişki ve yaşam biçimiyle, korunması gereken ilişki ve yaşam biçimini araştırır, soruşturur, çözümler ve yeniden kurar. Bu biraz da sanat tekniği iyi kullanılarak yapıldığı oranda, devrime en iyi katkılardan biri sunulmuş olur. Tabii ki devrimci mücadelemiz söz konusu olduğunda, bu devrimin tarihsel gerçekleri, dayandığı toplumun biçimlenişi, özellikle yakın tarihi süreçle birlikte günümüzde yaşadığı gerçeklik ve olası gelişme yönleri bilime yakın bir düzeyde değerlendirilmeye tabi tutulduğunda ve romana böyle bir zemin sunulduğunda, bu roman ihtiyacının sosyalist bir gerçeklik esasına dayandığını veya dayanması gerektiğini belirtebiliriz.
Bu aynı zamanda bilimsel veriler temelinde ortaya çıkan ve kendisini artık her yönüyle tutuculaştıran, geriye çeken ve reforma uğratarak biraz modernize etmek isteyen tutuma, bunun her türlü temsiline bir eleştiriyle karşılık verir. Bunun yanında, alabildiğine ileri doğrultuyu sahiplenir; bunun öncülüğüne yönelik özlem, tutku ve yücelmeyi esas alır. Bu roman, tam da yaşanılan gerçekliği bu biçimiyle ele alırken, aslında yıkılmaya yüz tutan bireysel yaşamın dayandığı toplumsal alt ve üstyapıyla birlikte yıkılışını gözlemler, en radikal biçimde eleştiri yapar. Ama aynı zamanda yerine konulması gerekenin nasıl olması gerektiğini ortaya çıkarmaya, benimsenmesi gereken yeni yaşamın bütün alt ve üstyapının temel taşlarıyla bağlantısını kurmaya çalışır. Bu bir veya birkaç tipin şahsında bütün bir toplumun yeniden kuruluşuna yol açabilir. Burada ele alınabilecek üç beş tip, aynı zamanda tarihsel ve toplumsal gerçekliğin çözümlenmesine yol açar. Birkaç tipin hangi geri tarihi ve bu tarihin hangi toplumsal ilişkilerini temsil ettiğini iyi çözümler, iyi gözlemler, iyi eleştirir ve yeniden kurar.
Bunu ne kadar derinlikle, ne kadar güzellikle, ne kadar sanatsallıkla ele alırsa, o denli sağlam bir eser ortaya çıkar. Artık bu, sanatçının gücüne bağlıdır. Sanatçı biraz hayalini konuşturur. Yani bilimden ziyade burada hayallerini konuşturması, istemlerini, özlemlerini, tutkularını dile getirmesi söz konusudur. Neye karşıyım, neyi istiyorum, neyi yıkmalıyım, neyi yapmalıyım; ne çirkindir, ne güzeldir; ne yaşanılmaz, ne yaşanılır; ne kabul edilir, ne reddedilir; ne tercihimdir, ne tercihim değildir sorularını, çok açık sorar ve kesin cevaplar verir. Vereceği cevaplar da bütün toplumun genelini bağlayacaktır.
İşte geliştirmek istediğimiz roman taslağı da bu sorular etrafında az çok ortaya çıkarılmak durumundadır. Yaşanılan gerçeklik de bir anlamda budur. Burada gerçekliğin muazzam tutucu, muhafazakâr yapısı, yani sömürgecilik ve feodal kalıntılarla bağlantısının yanı sıra, aynı zamanda sahte bir modernizmle toplumun nasıl cilalandığı da ortaya konulmaya çalışılmıştır. Hatta sahte yurtseverlik, sahte sol yaftası altında mevcut kişilik veya kişiliklerin ne olduğu izah edilirken, bunun yanında yeni bir toplumsal kurtuluşun ulusal kimlikle bağlantısı veya temsilinin kişisel düzeyde nasıl olduğu, böyle kişiliklerin nasıl ortaya çıktığı ve nasıl mücadele ettiği de ortaya konulmuştur.
Bir de orta yolcu tiplerden bahsedilmiştir. Bir ayağı ortaçağ kalıntılarında, bir ayağı yeni toplumsal şekillenmede olan tiplerin sürekli iki tarafın da izdüşümünü temsil etmeleri ve her önemli döneme kendilerini dayatmaları eleştirilmiştir. Özellikle önderlik çözümlemelerinin (bunlara temel çözümlemeler de diyebiliriz) bu konuda ortaya çıkardığı gelişmelerin önemle incelenmeye, dolayısıyla devrimci bir roman için malzeme olarak değerlendirilmeye tabi tutulması katkı sunabilir. Bu çizgiler az çok çözümlemelerde ortaya konulmuştur. Temel kişilik çözümlemeleri, yaşamda ve sıcak savaşım içinde denenerek ortaya çıkarılmıştır. Yani bunlar hayali değil, mücadelenin ortaya çıkardığı gerçeklerdir.
Dolayısıyla oldukça gerçekçi bir romanın dayanacağı veriler, malzemeler söz konusudur. Birçok ülkenin edebiyatında sağlanamayacak malzeme elde edilmiştir. PKK’nin önderlik ettiği ulusal kurtuluş mücadelesinin ortaya çıkardığı kahramanlıklar, hıyanetler, orta yolculuklar muazzam malzemelerdir ve hatta her bir dönem veya bir tip üzerine bile kitap yazılabilir. Biz parti ve ulusal kurtuluş sürecine bağlı olarak, sadece bunların en genel ifadesini vermeye çalışıyoruz. Roman taslağı, bir yandan faşist Türk sömürgeci Kemalist gerçekliğini, bir yandan Kürdistan ortaçağın aşiretçi feodal gerçekliğini, diğer bir yandan ise emekçilerin, işçilerin, yoksul köylülüğün durumunu, aşiretçi feodal bağlardan koparılarak şekillendirilen kişileri ve ilişkileri dile getirmeye çalışıyor. Ve PKK bir anlamda bu demek oluyor. Roman bu anlamdaki bir gelişmeyi sanatsal düzeyde geliştirmeye koyuluyor. Devrimsel gelişmenin hem bir ürünüdür, hem de devrimsel gelişmeye oldukça biçim verir. Her ne kadar şiirle, müzikle, resimle devrim gerçekleştirilemiyorsa da, onu en özlü geliştirmeye romanın katkı sunacağı da şüphesizdir. Taslak az çok bunun içeriğini vermeyi amaçlamıştır.
Aslında temel tiplemeler söz konusudur ama benzer birçok tiplemeyi konuşturursak malzeme daha da zengin olur. Dolayısıyla ayıklanarak, en iyi kısımları birleştirilerek, yani bir senteze ulaşılarak roman gerçekleştirilebilir. Vermeye çalıştığımız roman taslağında çeşitli gruplarla sondajlar yapılmaktadır. Hangi yaşama tepki duyduğumuz, hangi yaşamı özlediğimiz sorgulanıyor. Yine ne iyidir, ne güzeldir; ne doğrudur, ne yanlıştır; ne çirkindir, ne kötüdür soruları burada sıkça soruluyor. Çünkü roman biraz da bu temel kavramlar içinde gelişir. Nereden geliyorsunuz, eski yaşam nedir, ondan kopuşunuz nasıldır; yine yeni yaşamla bağlantınız nedir, buna nasıl bağlandınız, nasıl geliştirmek istediniz soruları sıkça soruluyor. Öte yandan hızlı gelişmeme, devrimci bir militan haline gelmeme neyi ifade eder? Bunun çeşitli görüntüleri nelerdir, kişilikte neye yol açar? Bunlar sorgulanıyor ve oldukça da doğru bir yöntemle, devrimin gelişmesi bu yönüyle bir katkıya kavuşturulmak isteniyor.