HABER MERKEZİ –
Ben, hepsinin adı neden aklımda değil diye kendime esef ediyorum
“Doğru bir sözünüz olacak, yeterli bir sözünüz olacak, kendinize yedirdiğiniz ve adınız bile bellediğiniz bir sözünüz olacak. Ben mutlaka olmalı diyorum; olursa PKK’lisiniz, olursa şehitlerin ve şehadet çizgisinin devam ettiricisisiniz. Onları anmaya hakkınız var ve başarılı olmanız mümkündür.
Dediğim gibi, ben şehitlerin zincirlenmesi biçiminde bir PKK tarihini çok anlatmak istedim ve zaman zaman da temel dönemeçler itibarıyla anlattım. Şehadetlerin ufku nasıl açtığını ve bunu bir PKK’linin yer alışının nasıl olduğunu da göstermeye çalıştım. Ama sizler de hala bu zincirin orta halkalarını ekleyebilirsiniz. Her alanın, tüm ülke genelinin bütün görevlerinin şehitlik halkalarını birbirine ekleyebilirsiniz. Bu bir borçtur. Ben, hepsinin adı neden aklımda değil diye kendime esef ediyorum. Neden hepsinin anısına verilmesi gereken karşılığı vermedim diyorum. Ama genelde hep şunu kanıtlamaya çalıştım: Şehit kanının döküldüğü her yerde bir militan bırakabilmek, kanı boşa aktı dedirtecek bir durumu düşmana sunmamak. Ne kadar şehadet yaşanmışsa, onların anısının amansız bir takipçisi olduğumu gösterdim. Biz bunu biraz gösterdik diye teselli buluyoruz. Ama yetersiz. Çünkü oralarda öyle pek yamanca savaşmıyorlar. Dolayısıyla anılarına biraz daha yetkin karşılık vermek gerekir diyorum. Bütün o sahalarda savaşı kızgınlaştırmak, şehadetin boşuna olmadığını ve şehitlerin intikamının alınacağını, emrettiklerinin gereğinin yerine getirileceğini gösterebilmek gerekir. Yaptığım bütün taktik arayışlar, bütün güne yüklenimlerim bu ahdime bağlı olmanın gereğidir. Ben de bu anılara karşılık vermek istiyorum. Bunun ancak böyle olacağına inanıyorum. Kendimi kandırmak istemiyorum.
Hatta içinden çıktığımız Türkiye devrimci gençliğinin şehadetlerine de karşılık vermek istedim. İlk çıkışımızı vurgularken, onların da yaşadıkları çarpıcı şehadetler vardır. Mahir Çayanların, Deniz Geçmişlerin, İbrahim Kaypakkayaların şehadetleri vardır. Onlar da ağırlıklı olarak parti şehitleridir. Hareketimiz biraz onların da anısına bağlı olmanın adıdır. Bunlar gençlik dönemimizin şehadetleridir. Tarihimizi onlardan yana yaptık ve layık olmaya çalıştık. Tarihimize baktıkça, sosyalizme baktıkça, sosyalizm şehitlerine daha da fazla değer vermeye çalıştık. Yurtseverlik değerlerimizin, şehitlerimizin anılarına biraz karşılık vermek istedik. Unutturulmak istendiler, küfrettirilmek istendiler; doğru temsilimizle buna fırsat vermemeye, onların unutturmak ve başka türlü göstermek isteyenlere karşı savaşan bir güç olarak insanlığı böyle algılayan, insanın bu özgürleşme, adalet ve eşitlik çizgisine karşılık veren biri olarak kendimizde tutarlı olmaya ve kendimizi bu temelde yürütmeye çalıştık. Kişilik dediğimiz olay böyle belirlenebilir. Ayakta kalabiliriz dedik ve hala örgüt gücümüzle bunu göstermeye çalışıyoruz.
Sanki üzerimize gök yıkıldı!
Bugün şehadeti böyle anarken, tesadüf müdür veya doğal bir sürecin sonucu mudur, Haki Karer Yoldaşın şehadetinin arkasındaki işbirlikçi ve düpedüz özel savaşın emrine girmiş -adı sözüm ona Stêrka Sor, ajan-provokatör bir oluşum bu şehadete yol açmıştır- gücü anlamaya çalıştık. Bunlar kimdir dedik ve üzerine gittik. Karşımıza çıkan; Kürdistan’ın en eski ihanet tarihinin günümüzün özel savaş yürütücüleriyle geliştirdiği kirli ilişkilerin bir sonucuymuş; bunu gördük. Hem de adına “Stêrka Sor” diyecek, bilmem “ulusal kurtuluşçuluk” diyecek, bilmem KDP diyecek! Çoktan düşmanın hizmetine girmiş, birçok yurtseveri de gafilce kullanan ve hatta üzerimize saldırtan bir özel savaş şebekesiyle karşı karşıya kaldığımızı gördük.
Haki Yoldaşın katledilişinde bir savaşla karşı karşıya kaldığımızı hemen fark ettik. Sanki üzerimize gök yıkıldı. Bu, yer yarıldı da ölümlerden ölüm beğen biçiminde bir cinayetti. Düşmanın planını kesin olarak bir özel savaş yönlendiriyor. Hareketimiz o gün bitebilirdi. Biraz sorumluluk duymasak ve ne pahasına olursa olsun anıyı kurtarma gereğini bir tarafa itip basit bir intikamcılıkla yetinseydik, o günün öfkesi içinde yığılıp kalsaydık, sinerek bir köşeye çekilseydik, bu PKK hareketi doğmadan ölecekti. Bunun emareleri çoktu. Nitekim bugün de böylesine yarım ortayolcu PKK’lilikle, öfkeye kapılıp kendini bitirten PKK’cilik bela halinde -bir ‘sağ’ ve bir de ‘sol’ bela halinde- yakamızı bırakmıyor. Haki Yoldaşın şehadetinde böyle ikili bir durum doğdu. Hemen öfkeye kapılıp intikam alma, bu ‘sol’ intiharvari yaklaşım ve sonu bitiş oluyor. Sinip geriye çekilme ve anılarına böyle gizli sözüm ona içinden bağlı kalma, bu da sağ-pasifist anlayış oluyor. O gün bugündür bu iki eğilim bizim planımıza, örgütümüzün mücadele çizgisine, doğru savaşta başarma taktiğimize musallat olup başarının yolunu kesmek istiyor. Bunlarla biraz şiddetli bir mücadele yürüttük.
Doğru savaşacaksın. Ne sinme, ne de intihara gitme; sabırlı, inatçı ve planlı bir karşı koyma ile çok duyarlı olmak kadar çok uygun taktiklerle onu hayata geçirmesini bilerek bu savaşı geliştireceğiz. Giderek ajan ilişkiler, kişi ve kurumlara karşı yönelimi gerçekleştirdik. Jandarmadır, polistir dedik, bugün arkasında tüm dünyanın olduğu bir ordudur dedik, böylece kendi anlayışımızın sistemli ve planlı savaşını buraya kadar getirdik.
Bu plan, o zaman Kürt ve Kürdistan gerçeğinin hiç de fazla kendini hissettirmediği, Antep’in bir gece kondu semtinde geliştirilip hayata geçirildiği bir dönemde yapıldı. O zaman bir militanımıza karşı yürütülen bu plan, şimdi tüm bir ulusa, bir halka ve bütün PKK gerillasına karşı geliştirilmek isteniyor. Plan sinsi bir plan, Mayıs’ın ilk günlerinde muğlak bir adım attılar. Güney-Kürdistan’a yönelme adımı dediler. Şimdi anlaşılıyor ki, bu adım aslında bizim 1977 Mayıs’ında Kürdistan geneline yaptığımız bir seferimizin böyle bir cinayetle noktalanmasının daha genelleştirilmiş ve yoğunlaştırılmış bir biçimi oluyor. Çok iyi hatırlıyorum, biz iki aylık bir Kürdistan seferi yaptık. Çok donanımsız, doğru dürüst kendini gizlemekten yoksun, kendisini zor bela şuraya atacak ve birkaç toplantı yapabilecek bir seferdi bu. Ve karşılığı da Haki Yoldaşın şehadeti oldu. O günden bugüne yüklendik, Kürdistan’ın hemen her tarafına gerillayı çıkardık, yurtseverlik hareketini çıkardık. Bunu Kürdistan’ın bütün parçalarına yaydık.
Düşman da boş durmuyor. Boş durmadığını nasıl ortaya koyuyor? Bütün gelişme ve yayılma alanlarımıza bir karşı planla cevap veriyor. Ve en önemlisi de gerçekten Kürt ihanetinin en doğru ifadesi olarak, günümüzde bunun en çarpıcı geliştirici gücü olarak, bunun en etkili ifadesi olarak -adına ister KDP densin, ister KDP adına veya onun içinden bir aile, Barzani ailesi densin, bunlar o kadar mühim değildir- bir anlayışın şu veya bu kişide ve partide somutlaşmasının, bin yıllık ihanet ve işbirlikçilik tarihinin böyle somutlaştırılıp karşıya diktirilmesinin ne anlama geldiğini ve düşmanın bunlarla nasıl üzerimize yürüdüğünü çok çarpıcı bir biçimde gördük. Maalesef sadece böyle görmekle kalmadık, daha o dönemde yaşanılan gafletin bir benzerini hala görmeye devam ediyoruz. Planın böyle olduğu rahatlıkla anlaşılabilir. Tıpkı 1977’lerdeki gibi imha edici bir yaklaşım olduğu kesin. Ben o günü çok iyi hatırlıyorum. Bu plan yer yarılsın, gök üzerine çöksün ve bitsin planıdır.
Siz Haki Karer Yoldaşın şehadetini hiç anlayamadınız
Dediğim gibi biz bunun tam başarıya gitmemesinin hikayesini şehadetler çizgisine bağlılık biçiminde gösterdik. Büyük bir olasılıkla düşman şimdi son bir hamleyle, denilebilir ki iç ve dış dayanaklarını ve en gelişmiş özel savaş tecrübesini de son bir hamleyle planlayarak sonuca gitmek istiyor. Daha dün düşman Genelkurmayı “üç dört ay ömürleri kaldı” diyordu. Şırnak’a geldi, gelirken de komutunu verdi; “daha denemediğimiz silahlarımız var” dedi. Herhalde kimyasal silahları kastediyordu; “gerekirse onları da kullanırız” diyordu. Tehdit! Sanki kullanmadığı başka bir şey kalmış gibi. Fakat çok sıkışmış. Mutlak çılgınca uygulanması gereken bir imha seferini, -ki bu bin yıldır yürütülüyor- onun son birkaç ayını da böylece kendine göre sözde atalarına yaraşır bir biçimde, yine sözde başarmak istiyor. Tam bir barbar!
Şimdi düşmanın bu niteliğini anlamak gerekir. Siz Haki Karer Yoldaşın şehadetini hiç anlayamadınız. Ondan sonraki bütün şehadetleri de anlayamazsınız. Ama bugün yaşamak isteyen sizlersiniz, “devrimciyiz, hazırlanıyoruz” deyip de yarın, öbür gün savaş alanlarına gideceksiniz. Hiç olmazsa şimdi anlayın. Kendinize biraz saygınız olsun. Bunun olabilmesi için düşmanı tanımayı bilmek gerekir. Onun bütün planlarından haberdar olmak gerekir. Bunlar işin alfabesidir ve yetmez. Senin kendi karşı planlarını ortaya çıkarman gerekiyor. Bu da yetmiyor. Savaş günlük vuruşma sanatıdır. Savaşmanın an be an nasıl verilmesi gerektiğini bilmen, hem planını yapman ve hem de uygulamasını başarman gerekiyor. Sen bu plandan başka türlü kurtulamazsın. Bu plan senin için yaşamayı değil, teslim olmayı bile ön görmüyor. Son açıklamalarda teslim olabilirler deniliyor.
Onların teslim olmaktan anladıkları; ölümden daha beter bir yaşamadır. Şimdi kendinize saygının bir gereği olarak anlayabilmelisiniz. Yaşamak mı istiyorsunuz, gerçekten biraz dürüstçe ve özgürce mi durmak istiyorsunuz? O zaman bir gerçeği anlayacaksınız. Bugün düşman gerçeğini anlamadan, yarın, öbür gün başınıza nelerin gelebileceğini kestirmeden, nasıl “PKK çizgisindeyiz savaşıyoruz” diyebilirsiniz? Bugüne kadar sergilediğiniz ve içinde her türlü gafletin, hafifliğin, yüzeyselliğin olduğu ve başarısızlık için her şeyin adeta mevcut bulunduğu bir yaşamla nasıl bu düşmanın üzerine gidebilirsiniz? Bu düşmanın üzerine böyle bir tarzda gitmek büyük saygısızlık ve gaflet olmayacak mı? Bu da sonuçta belli bir kaybetme değil midir? Bunu kendine böyle yedirenin insanlığından kuşku duyulmaz mı? Böyle biri, bu büyük savaşta militan ve komutan olmayı bir yana bırakın, sıradan bir sempatizan olabilir mi?
O halde hiç olmazsa şehadetlerin anısına vereceğiniz bir karşılık olsun. En önemlisi de yaşamınıza duyduğunuz saygının bir gereği olarak bu düşmanla doğru karşılaşmasını bilmelisiniz. Kendi payıma söyleyeyim; ben bugün de aynı duyarlılıkla düşmanın o sinsi planlarını her an kestirmeye, kendi örgütlü gücümle, azmimle, irade ve kararlılığımla karşı koymaya çalışıyorum. Ha on sekiz yıl önce, ha şimdi, benim yaklaşımım hiç değişmemiştir. İlk başladığım andaki tempom ve tarzım ne idiyse şimdi de odur. Bir iki sözcüğe ve amaca yaşamımı adamışsam, o ilk günkü ciddiyeti ve her şeyi buna bağlama tarzımı sürdürüyorum. Amacı ikinci plana atmamışım. Amaç üzerinde yoğunlaşmama imiş! Siz hala kendinize bunu söylüyorsunuz. Ben ilk anda bunları sorun olmaktan çıkardım. Amaç esastır, yoğunlaşma sonuna kadardır, bunun dışındaki her şey talidir ve buna bağlanır. İşte o günden beri bu temel özelliklerimle amaca bağlıyım. Bir yoğunlaşma sorunum yok, bir ardı ardına cevap vermeme durumu yok ve yenilmemişim, ayaktayım.
Şimdi bu sizin için de gerekli. Lafazanlığı bırakın, kendinizi aldatmayı bırakın, bizim savaş gerçeğimize hiç olmazsa şimdi saygılı olun, bundan sonra sözünüz olsun. Yoksa yaşamınız gider. Ben sizin kolay ölmenizi istemiyorum. Bütün bu yaramazlıklarınıza ve yetmezliklerinize rağmen, yine de yaşamaya hakkınız olduğuna ve bunun kazanılabileceğine inanıyorum. Kendime tanımadığım savaşım olanaklarını size sunuyorum. Bin defa şükür etseniz de karşılığını veremeyeceğiniz değerleri hiçbir şey istemeden ve karşılık beklemeden size sunuyorum. Bunu gerçekten de iki gün sonra başıma felaket getiresiniz diye değil, yaşamaya duyduğum saygıdan yapıyorum. Silahı ve örgütlü savaşım gücü sağda-solda çarçur edilsin diye vermiyorum. Onları nasıl koruduğumu biliyorsunuz. Kendimizi nasıl yetiştirdiğimizi biliyorsunuz, “bu can benimdir, istediğim gibi kullanırım” demeye de hakkınız yok. Bu can bin defa borçludur; önce borcunu ödesin, ondan sonra ölsün.
Halklar Önderi Abdullah Öcalan’ın 18 Mayıs 1994 çözümlemesinden alınmıştır