HABER MERKEZİ – Serxwebûn gazetesi yeni sayısında Fedai eylemiyle AKP-MHP iktidarını hiç beklemedikleri şekilde derinden sarsan Şehid Sara Tolhildan ve Şehid Rûken Zelal’in mektuplarına yer verdi. Eylemleriyle mevcut aşamaya göre yeni bir çizgi ortaya koyan iki fedai komutanın raporları farklı zamanlara ait olup Şehit Zilan Ölümsüzler Taburu ve YJA-Star Özel Kuvvetler Karargâhına hitaben yazılmıştır.
İlk rapor Şehid Sara Tolhildan tarafından Şehit Zilan Ölümsüzler Taburu’na yazılmıştır:
“ŞEHİT ZÎLAN ÖLÜMSÜZLER TABURU’NA FEDAİ EYLEM RAPORUMDUR’
Adım-soyadım: Dilara Ürper
Kod Adım: Sara Tolhildan.
4 Nisan 1992 doğumluyum.
Şırnak’ın Uludere ilçesine bağlı Çeman köyündenim.
Yurtseverlik duygularının baskın olduğu Önderlik ve partiye duygu boyutunda bağlı kalındığı ancak, parti kültürü ile feodal yaşam ölçüleri arasında sıkışmış ve buna sonradan metropol yaşam tarzının eklenmesi sonucunda ortaya çıkan kozmopolitik bir aile yapılanmasından geliyorum. Ailemin partiye olan bağı, b……’ın örgüte milislik yaptığı dönemlere, benim dünyaya gözümü açışımdan önceki yıllara denk düşmektedir.
1993-94 yıllarında TC tarafından uygulanan köyleri boşaltma, halkı toprağından, kültüründen, varlığa dair tüm yaşam değerlerinden kopartıp göçe zorlama politikaları sonucunda dünyanın dört bir yanına savrulan Kuzey Kürdistan’lı birçok aile gibi ailem de, Güney Kürdistan’a göç etmiştir. Bu temelde çocukluk yıllarım, yaşamı öğrenmeye çalıştığım anlarım Güney Kürdistan’daki zorlu koşullar altında geçmiştir. Bu zorlu koşullar kişiliğim üzerinde olumlu olumsuz birçok yönüyle etki yapmıştır. Kamp koşullarında yaşamanın; düşman gerçekliği ile çocuk yaşlarımda tanışmam, sömürgeci TC’ye uşaklık yapan KDP somutunda tanık olduğum vahşi, insanlığa sığmayan, pervasız saldırıları, hiçbir günahı olmayan, masum 70 yaşındaki insanımızın kafasını kesmeleri bende tarifini anlatamayacağım derin bir acı yaşattırdığı kadar, büyüdüğümde mutlaka intikamımızı almam gerektiği hissiyatını güçlendirmişti. Diğer yandan KDP’nin yürüttüğü çirkef, ahlaktan nasibini almamış politikalarının yanı sıra, o zorlu koşullara rağmen Özgürlük Hareketinin kamplardaki halkı korumaya çalışması, Önderlik öğretisinin halka mal edilmeye çalışıldığı o anlar, partiye katılımımdaki temel gerekçemdir. Bu nedenle daha 7-8 yaşlarımdayken, büyüdüğümde bende gerilla olacağım sözünü verdim.
Aradan yıllar geçti ve yaşamımızda çok büyük değişiklikler oldu. Bazı ailevi sorunlardan kaynaklı 2000 yılı başlarında, beraber aynı zorlukları yaşadığımız, aynı sevinci, aynı hüznü paylaştığımız kampta ki değerli insanlardan ayrılıp yönümüzü Türkiye metropollerine çevirdik. Ancak Türkiye’ye gidişimizi hiçbir zaman hazmetmedim. Her zaman bir gün tekrar ya kampa ya da köyümüze geri döneriz hayali ile yaşadım. Bunun için ailem kaydımı sistem okullarına yaptıklarında büyük bir nefretle reddettim. Çünkü ben temelimi kendi kültürüm ile almıştım. Kendi okullarımızda tüm imkansızlıklara rağmen kendi dilim ile okuma şerefini yakalamıştım. Kendi marşlarımızı haykırıp söylemiştim. Kendi Önderim ile tanıştırılmıştım. Kendi tarih bilincim ile aydınlatılmaya çalışılmıştım. Böylesi duygulardan sonra mümkün müydü o yaşama adapte olmak! Tabi bunları belirtirken kişiliğim hiç o yaşam tarzından etkilenmedi değil. Birçok yönüyle yaşanan tahribatlar da vardır. Ancak her zaman için baskın olan; geçmişime sahip çıkmam ve verdiğim sözün takipçisi olmamdı. Bu temelde 7 Temmuz 2009 yılında İstanbul’dan parti saflarına katıldım.
PKK’YE KATILDIĞIMDA YÜK KALDIRAN OLACAĞIM DEMİŞTİM
Örgütteki yol alışım, katılım tarzıma değinecek olursam; daha sistemdeyken ‘PKK’ye katıldığımda yük olan değil, yük kaldıran olacağım’ demiştim. İçeriğini çok dolduramamış olsam da hep bu anlayışla yol almak istedim. Ancak PKK yaşamının ideolojisinden, kültür ve ölçülerinden uzak olduğum için, özellikle verili yaşamın bireyde yarattığı yanılgılı kişilik gerçeklerinden bihaber olduğum için tüm iyi niyetlerime rağmen, çoğunlukla hem kendisi zorlanan hem de örgütü ve yoldaşları zorlayan katılım tarzını, daha doğrusu tarzsızlığını uzun süre aşamadım. Tabii PKK yaşam diyalektiğinin biz militan adaylarına kazandırdığı anlayıştan ötürü mücadele etmek isteyen birey, her ne kadar yetersizlikler yaşasa da eğer baş koyduğu yolda yürümede iddialı ve kararlıysa; yaşamış olduğu zorlanmaların taşımak istediği sorumlulukların önünde hiçbir şekilde engel olmayacağını ve olmaması gerektiğini bilir. Belki ilk başlarda bunun farkındalığı zayıftır, ancak zaman geçtikçe bu yönlü farkına varma ve bilinç gelişmektedir. Bundan kaynaklı kendimde, ilk süreçlerde yaşam gerçekliğinin yakıcılığını, ciddiyetini derinden anlayıp o temelde kendine misyon biçen yoğunlaşmadan uzak olsam da duyguda yaşadığım karmaşanın özünde; PKK’nin birçok ahlak ölçülerinden uzak olduğumun yansımasıydı. Bu uzaklığı ortadan kaldırabilmek için bilince ihtiyacım vardı. Bu bilinci, Önderlikten ve şehit yoldaşların miras olarak bıraktıkları günlüklerinden edinmeye çalışıyordum.
Bu öğrenme sürecinde okuduğum; ‘Fedai Yaşamlarıyla Üç Ölümsüz’ kitabından sonra Hêzên Taybet Kurumu’nun varlığından haberdar oldum. Mutlaka benim de böylesi bir ortamdan geçmem gerektiği kararına vardım. Aldığım bu karar sonucunda Hêzên Taybet’e yaptığım önerinin kabul edilmesi temelinde 2010 yılının son aylarında kurum çalışmalarına geçtim. Kuruma geçmemle beraber PKK’nin yaşayan özü olarak tanımlanan fedailik gerçeği ile tanıştım. Sonuç olarak elde ettiklerim ise, beni sarsıyordu. Çünkü o ana kadar hissiyat olarak yaşadıklarım somut olarak beni bana tanıtıyordu. Ne kadar kendimden uzaklaştırıldığımı ne kadar benliğimi yitirdiğimi, ne kadar düşmanın olduğumu kavratıyordu. Ancak bu kendini fark edişlerin büyük mücadele duruşuyla, düşmana büyük nefret beslemeyle ve yaşamda bunların gereğinin güçlü yerine getirilmesiyle sonuçlanması gerekirken, bende yaşanan; kolaya kaçan, duruma objektif değil de duygusal yaklaşan, bu nedenle de geriye adım atan duruşlar oluyordu. Fakat özünde bu bir kaçıştı ve bunun çok iyi farkındaydım. Yani sorun mekânda değil bendeydi, düşmanın darmadağın ettiği kişilik gerçekliğimdeydi. Bunun için kaçamazdım. Kalıp, kendimle, düşmana ait olmuş benliğim ile mücadele edip ruhumu özgürleştirmeliydim. Yine bağlı olduğumu iddia ettiğim değerlerim; Önderliğim, hareketim ve halkım için savaşmak istiyorduysam eğer önce kendimin olmalıydım. Kendimin olmadan, yani xwebûnu yaşamadan nasıl kendimden çıkıp milyonlara mal olabilme iddiasında bulunabilirdim ki?
Kendimde bu hususları fark ettikten sonra, yaşama daha güçlü katılmaya başladım. Bu katılım tarzı yaşamdan zevk almamı sağlıyordu, ancak zaman geçtikçe var olan katılımımın sürece cevap olmadığını, güncel görevleri aşıp, tarihsel görevleri üstlenmede zayıf kaldığını, bunun için daha derin bir anlayış dünyasına sahip olmam gerektiği hissiyatını ve yoğunlaşmasını da yaşatıyordu. Bu yoğunlaşmalarım temelinde kendimi Şehit Zîlan Ölümsüzler Taburu’na önerdim. Önerimin kabul edilmesi için 3 yıl boyunca bekledim. 3 yıldan sonra Tabur’a gelebilme şansını yakaladım. Tabur ortamında çok değerli, anlamlı eğitimlerden geçtim. Bu eğitimler gerçekten anlayış kazanmamı sağladı. Tabi edindiğim ahlaki, güzel ölçülerin yanında özellikle bir kadın olarak Şehit Zîlan Tabur kimliğini, misyonunu temsil etmekten uzak olan, Şehit Zîlan gerçeğinin iradeli, ona cevap olan çizgi militanlığının özünü kendimde hâkim kılmamı engelleyen verili yaşamın kuşatması halen birçok yönüyle devam ediyordu ve halen devam etmektedir. Bunun için bu kuşatmayı bir bütünen ortadan kaldırmadan Zîlanlara, Zınarlara, Doğa, Munzur, Rojhat ve Jîndalara cevap olamam. Bunun bilincindeyim. Bu nedenle hiçbir gerekçenin arkasına sığınamam. Çünkü dönemin nasıl bir ruh istediğini; Zınar, Doğa, Munzur, Rojhat ve Jînda ve ismini saymakla bitiremeyeceğim onlarca can yoldaşım, kahraman halkım ve en büyük fedai olan Önderliğim mücadele duruşları ile bize kavratmıştır. Bana düşen de onların yarattığı büyük değerler üzerinde kendini yaşatmak değil, onlara layık olabilmektir. Bunun dışında kendime başka bir yol tanımıyorum. Bu nedenle en büyük değerlerimiz olan şehitler gerçeğine ve Başkan Apo öğretisine bağlılığın gereği olarak ona cevap olma isteğim ve iddiam her zamankinden daha güçlüdür.
YÜREĞİ APOCU HAKİKAT İLE ÇARPAN TÜM YOLDAŞLARA,
PKK’yi PKK yapan gerçeklik, yoldaşlık ilişkilerindeki hakikat değeridir. Partimiz PKK, Önderliğimiz öncülüğünde yoldaşlık hakikatini derinden yaşayarak partileşmiş, ordulaşmış ve günümüzde tüm ezilenlerin sesi olmayı başarmıştır. PKK tarihinde sembolleşen; Haki’lere, Kemallere, Ferhatlara, Mazlumlara, Bêrîtanlara, Zîlanlara ve Saralara verilen cevap yoldaşlığı her zaman büyütmek, yüceltmek olmuştur. Bunun için bu gelenekten etkilenmiş ve bu geleneğin ardılı olmak isteyen bizler açısından, yoldaşlık ilişkileri her şeyden önce gelir. Bir insanın PKK çizgisinde doğru ilerleyip ilerlemediğini öğrenmek için, onun yoldaşlık ilişkilerine bakmak yeterli olacaktır. Çünkü Önderliğimizin: “Yoldaşlık ilişkileri, toplumsal ilişkilerin özünü yansıtır. Tarihsel toplumu olduğu kadar geleceğin toplumunu da yansıtır. Esas olarak ideolojik ilişkilerdir. İdeolojinin açığa vurduğu ve ortaya çıkmasına yol açtığı hakikat ilişkileridir’’ değerlendirmesinde belirttiği gibi yoldaşlık ilişkilerimiz; temsil etmek istediğimiz demokratik komünal değerler sisteminin özünü yansıtmak zorundadır. Bu temelde yoldaşlık hakikatine sığmayan katılım tarzları, ilişkilenmeler ihanet ile eş değerdir. Bu temelde kendi gerçekliğimi sorguladığımda ve PKK’deki yol alışıma baktığımda çoğu zaman yoldaşlık hakikati ile bağdaşmayan yönlerimi görebiliyorum. Bu gördüğüme inandığım yönlerim, kişiliğimde yaşam bulan egemen aklın kendisini dışavurumunun bir biçimi olduğunun farkındayım. Çoğu zaman benliğimde çatışma halinde olan demokratik komünal değerlerin temsilcisi olan anacıl kültür ile iktidarcı egemen erkek akıl arasındaki mücadelede hangisinin baskın olduğunu öğrenmek istediğimde yaşamdaki katılım ve duruşuma bakıyorum. O zaman anlamış oluyorum ki, güçlü katıldığım anlar; anacıl kültürün yani Önderlik gerçeğinin baskın olduğu anlardır. Yaşama zarar veren, yoldaşlığı zorlayan tüm anlarda ise; verili olanın benliğimi denetleyip, yönlendirdiği anlardır. Niyette, hissiyatta, düşüncede verili olana karşı büyük bir nefret olsa da, var olan nefreti bilinç ile yoğurup örgütleyemediğimden çoğu zaman benliğimde yaşam bulan eril aklın tuzağına düşüyorum. Yani, kendimdeki düşmana yenik düşüyorum. Ancak bu gidişatın böyle devam etmemesi için; duyguda, düşüncede, yaşam duruşumda anacıl zihniyetin baskın olması ve egemen aklı bir bütünen ortadan kaldırmam için kendime yüklenip, kişiliğimi terbiye etmekten başka bir seçeneğimin olmadığının bilincindeyim. Yaşama bazı anlarında somut olarak kendisini dışa vuran, parti dışı eğilimlerin de gaflete düşüp, nefis mücadelesini bıraktığım, kendimi, geçmişimi unuttuğum sonuç olarak ihanet ettiğim anlardır. Bu ihanet eğilimini bir bütünen benliğimden söküp atabilmem için; Şehit Sema Yüce gerçeğinde cisimleşmem gerektiğini, kendimle Sema’ca bir savaş vermem gerektiğini, Sema’ca tüm beşeri zaafları aşıp, tek bir merkeze doğru yol alabilmem gerektiğini ve bu gerekliklerin mevcut “beni’’ yıkıp kül etmekten, bu külden ise Sema güzelliğinde yeni bir “beni’’ yaratmaktan geçtiğini tüm hücrelerimle hissediyorum. Bu kolay olmayacak, olmuyor biliyorum. Ancak beni öz varlığım ile buluşturacak olan, kendimle yürüttüğüm mücadelede, sürdüreceğim kararlılık ve iddia olacaktır. Bu iddia ve kararlılıkla siz değerli yoldaşlarımla doğru bir temelde buluşacağımdan çok mutlu ve heyecanlıyım. Kaldığım ortamlar somutunda yoldaşlık ilişkilerini zedelediğim, zarar verdiğim anlar çoktur. Bu anların acısını hep yaşadım, yaşıyorum. Ancak sadece acısını yaşamakla yetinmeyeceğim. Doğru bir özeleştiri mücadelesini yürüteceğim. Her an ve sahada yaşam eylemim ile vereceğim. Son olarak sizi her zaman çok sevdim ve seveceğim. Bu duygular ile sizi selamlıyorum.
TÜM KADIN YOLDAŞLARA,
PKK’de olup mücadele edebilmenin onurunu yaşayan bir yoldaşınız olarak, Önderliğimizin açığa çıkardığı kadın gerçekliğinin nasıl bir durumda olduğu ve nasıl bir düzeye gelmesi gerektiğine daima yoğunlaşıp sonuç çıkartmak istemişimdir. Bu nedenle Önderliğimizin büyük emekleri sonucunda nasıl ki Kürt halkı yok olmanın eşiğinden dönüp, varlık ve irade sahibi olmuş, günümüzde kapitalist moderniteye alternatif olarak kendini Demokratik, Ekolojik ve Kadın Özgürlükçü Paradigma olarak örgütleyip cevap olmak istiyorsa ve bu temelde nesnel konumdan çıkıp öznelliği yakalamışsa bu, kadın sorununu ele almasındaki bakış açısından kopuk olmamaktadır. Bu durum tarihten günümüze kadar böyledir. Kim ki özgürlük mücadelesini vermek istemişse, önce kadına karşı yaklaşımını netleştirmiş ve verili olanın tüm ahlak dışı uygulamalarını reddetmiştir. Buna örnek olarak; Zerdüşt, Mani, Babek, Şeyh Bedrettin’leri vermek yanlış bir yaklaşım olmasa gerek. Ancak tarihi çatallaşmanın yaşandığı ve kadının otoritesini, bununla birlikte tüm toplumsal değerlerini yitirip her yönüyle egemen erkek sisteminin güdümüne girmesi ve günümüzde kadınlığa dair hiçbir değeri ortada bırakmayan kapitalist sistem koşullarına varana dek toplumsal sorunlara cevap bulmak isteyen tüm hareket ve öğretilerde, Önderliğimizinki gibi kadın sorununu toplumsal temelden ele alıp, kölelikten kurtulmanın yolu olarak gündemlerine alan bir yaklaşım ve eğilime tanık olmak zordur. Belki büyük emekler verilmiştir, bunları inkar etmemek gerekir. Ancak kadının kendisinde bile sorunu bu düzeyde ele alan mücadele öncüleri çıkmamıştır. Çok değerli adımlar atılmış olabilir. Bu yönlü tüm dünyada kadın başkaldırıları yaşanmış da olabilir. Fakat kendimin öğrenip, anlamaya çalıştığı kadar hiçbirisi Önderlik gerçeğinde ki var olan kadını yani verili yaşam ölçülerindeki kadını ve yeniden inşa edilmesi gereken kadın gerçekliğini tanımlayıp mücadele gerekçesi yapmamıştır
Bu nedenle kendimi çok şanslı görüyorum. Çünkü ben, Önderliğimiz öncülüğünde ve yüzlerce şehit kadın yoldaşımın büyük emekleri sonucunda partileşmiş, ordulaşmış ve tüm kadınların kölelikten kurtulup özgürleşme iddiasını taşıyan, bunun için kendisini günden güne büyütüp, toplumun kurtuluşuna öncülük edebilecek öze ulaştıran PAJK kimliği ile varlığımı koruma, özgürlüğümü sağlama mücadelesi veriyorum. Tabi bu yönlü yoğunlaşmalarımın yanı sıra, Önderliğimiz yapmış olduğu: ‘’Kadın arkadaşlar, kadın devrim konusunda ki yaklaşımlarını fazlasıyla abartılı bulduğumu belirtmek durumundayım. Sanki böyle bir devrim gerçekleşmiş gibi konuşuyor ve yazıyorlar’’ eleştirisinin beni ciddi anlamda sarstığını belirtebilirim. Özellikle kendi gerçekliğimden yola çıkacak olursam; günlük sosyal pratik yaşamdaki mücadele düzeyimin çok aşağılarda olduğunu görüyorum. Önderliğimizin; “Kendileri kördüğüm olmuş olanların, başkalarının kördüğümünü çözmesi ve başkalarını özgürleştirmesi mümkün olamaz’’ belirlemesi temelinde, bende yaşanılan geri geleneksel, cins bilincinden uzak birçok yönümün olduğunu ve bu yönlü kendimi aşmadan hiçbir başarıyı elde edemeyeceğimin yakıcılığını her zamankinden daha fazla yaşamaktayım. Bunun için diyebilirim ki: PAJK kimliğini layıkıyla taşıyabilmem için, egemen erkek aklın inşa ettiği toplumsal gerçekliğinden her yönü ile boşanmalıyım! Önderliğimizin de vurguladığı gibi; “mutlak boşanma’’ yani ‘’sistemle bağımlılık ilişkisine girmemek ve kölesi olmayı reddetmek.” Yani, kendimi her yönüyle eğitip, terbiye etmek ve kimsenin mülkü olmadığımı aynı zamanda kimsenin de benim mülküm olmadığını derinden anlayıp iradeli bir duruşun sahibi olmak. Bunun için çetin bir mücadeleyi göze almak…
Sonuç olarak diyebilirim ki; bugüne kadar birçok yanılgılı yönümle yol aldım. Halen de birçok yanılgılı yönümün olduğunu, ancak açığa çıkaramadığım, ki bu da; Önderlik hakikatini ne kadar anladığım ve ne kadar anlamam gereken durumla alakalıdır. Tabi Önderlik’ten aldıklarım okyanusta bir damladır. Bunun için daha çok emek vermem gerekiyor. Bunun farkındayım ve bunun yakıcılığıyla yaşama, büyük değerlerimiz olan şehit gerçeğine; Zîlanlara, Semalara, Gulanlara, Saralara, Jîndalara ve ismini sayamadığım tüm can yoldaşlara cevap olma mücadelesini her zamandan daha güçlü yürüteceğim ve başarılı olduğum anlarda PAJK militanıyım diyeceğim. Hepinizi bu duygularla selamlıyorum.
İNSANLIK GÖREVİNİ UNUTMAMIŞ TÜM HALKLARA,
Yaşam neyle güzel olur? Genelde tüm dünyamız, özelde ise Ortadoğu ve Kürdistan’ımızda yürütülen gasp, sömürü savaşları sonucunda yitip giden, tecavüze, talana, göçe maruz kalan insanlarımız, kadınlarımız, çocuklarımız ve yerle bir edilen yurtlarımız, elimizden alınan toprağımız, asimilasyona uğratılan kültürümüz yani, bizi biz yapan tüm değerlerimiz birkaç elit cambazın çıkarlarına kurban edilirken, biz nasıl rahat yaşayabiliriz, biz nasıl yaşam güzelliğinden bahsedebiliriz? Başka insanların çocukları yürütülen savaşa kurban edilirken, biz nasıl tek kendimizi, çocuklarımızı düşünebiliriz? Bu durumda biz de en az bu yaşamı (tabi adına yaşam denilirse eğer) insanlığa reva görenler kadar suçlu değil miyiz? Neden bizi uyutmalarına izin veriyoruz? Oysa ki biz özel savaşın en büyük aracı olan medya yoluyla ahlak dışı TV programları, futbolun fanatizmi, verilen içi boş partilerle (kapitalist yaşamın eğlence kültürü) uyutulurken, insanlığımızdan nelerin çalındığını bilmiyoruz! İnsanlığa reva görülen bu ahlak dışı uygulamaların bilincinde olan PKK hareketini, onun Önderi olan; Önderliğimizi-Abdullah Öcalan’ı tanımaya yanaşmıyorsunuz. Oysa tüm toplumsal değerler Önderliğimiz öncülüğündeki PKK hareketinde yaşam bulmaktadır. PKK, yeni yaşamın adıdır. Demokratik, Ekolojik, Kadın Özgürlükçü Paradigmasıyla kapitalist, emperyalist sistemin alternatifidir. Tarihten günümüze kadar insanlık savaşını veren; Zerdüşt’ün, Hallac-ı Mansur’un, Babek’in, Şeyh Bedrettin’in, Deniz’in, İbrahim’in ve adını saymakla bitiremeyeceğim nice hareket ve öğretinin yaratmış oldukları büyük değerlerin bileşkesidir.
Bunun için size sesleniyorum! Yürütülen kirli savaşın hesabını PKK’den değil, bu yaşamı reva gören iktidarcı, tekelci beyinlerden sorun. Neden her gün insanlar ölüyor? Neden kimileri bolluk içinde yaşarken kimileri ise açlıktan, sefaletten kırılıp gidiyorlar? Oysa tüm büyük dinlerin özünde birlik, beraberlik, eşitlik, adalet yani vicdan ile ahlak sahibi olma hakikati yatmıyor mu? Özellikle Ortadoğu’da İslamiyet’e inancın ağırlıkta olduğunu göz önünde bulundurursak; İslam’ın kelime anlamının barış olduğunu ve yaşam felsefesinin; “komşusu açken kendisi tok yatmaz’’ olduğu gerçekliğinden yola çıkıp kendimize şu soruları sormamız gerekiyor: Bu kirli savaşa sebep olan kim? Neden insanlar kendilerini bomba yapıp patlatıyorlar? O zaman öğrenilecektir ki; kendilerini hümanist, insan haklarının savunucuları olarak tanıtan ABD’si, AB’si ve sömürgeci TC’si onları ayakta tutan işbirlikçi devletler ve daha devletleşememiş kesimler var. Eğer var olan sömürü, gasp, tecavüz, halk iradesinin tanınmadığı savaş gerçekliğine karşı koymak istiyorsak, kendilerini ilahi adalet olarak tanıtanlara şu mesajı vermemiz gerekir: “Biz Halkız! Yani Hakk’ız, hakikatiz! Ve asıl olan biziz, çünkü devlet olarak siz yokken de biz vardık. Hatta tüm her şey daha anlamlıydı. Halk olarak, toplum olarak, birbirimizle hiçbir sorunumuz yoktu. Ne mezhep çelişkisi vardı ne de ırk çelişkisi. Çünkü biz her şeyden önce insandık.’’
Şimdi denilebilir ki, PKK olarak siz de savaş yürütüyorsunuz ve siz de insan öldürüyorsunuz. Dar anlamda bakıldığında yapılan tespit doğrudur. Ancak PKK’yi biraz da olsa tanısanız göreceksiniz ki; PKK de böyle olmasını hiç istemiyor. Ama sömürü, gasp, kan peşinde olanlar, PKK’ye başka bir yol bırakmıyorlar. Önder Apo’nun muazzam çabalarına rağmen özelde TC, genelde ise arkasındaki hakim sistem hep savaşta karar kıldılar. Çünkü demokratik, barışçıl yöntemler onların çıkarlarına denk düşmüyor. İşte bunun için PKK savaşıyor! Ve PKK’nin bir militanı olarak, halkımıza reva görülen bu yaşamı hiçbir şekilde kabul etmeyeceğimizi, yapılan tüm ahlaksızca, hunharca saldırılara karşı cevapsız kalmayacağımızı, masum insanların kanıyla beslenenlerin karargahlarında, merkezlerinde bir alev topu gibi hepsini yakacağımızı iyi bilmeliler!
YURTSEVER HALKIMA!
Tarih boyunca hep acı çektik. Hep ölüme, tecavüze, katliama, sömürüye, talana maruz kaldık. Bunun nedeni; birlik ve beraberliğimizi koruyamadığımızdan daha doğrusu birliğe, beraberliğe, örgütlü duruşa gelemememizden kaynağını alıyordu. Ve tabi bize öncülük edenlerin her şeyi bireysel çıkarlarına kurban edişleri de acı çekmemize neden oldu. Ancak şimdi, yaşadığımız tüm acıların sevince, kendi toprağımızda özgürce yaşayıp, kendi kendimizi yöneteceğimiz, kendi kültürümüzle yaşayacağımız koşullar her zamandan daha yakın. Belki şimdi de çok acı çekiyor, talan edilen köylerimizin, kasabalarımızın, şehirlerimizin düşman tarafından harabeye çevrildiğine bizzat kendiniz tanık oluyorsunuz. Yani yaşanılan savaş gerçekliğinin somut faturası size kesiliyor ve bu çok bilinçlice yapılıyor. Çünkü düşman (somutta TC ve arkasındaki işbirlikçi komprador kesim) Başkan Apo ve PKK öncülüğünde elde ettiğimiz kazanımlara tahammül etmiyor. Yani Önderlik ve hareketten önce güçsüz, iradesiz, örgütsüz olduğumuz için büyük katliamlardan geçirildik. Ancak şimdi Başkan Apo öncülüğünde bir araya gelip örgütlendiğimiz, irade sahibi olduğumuz için ve bu gelişim düzeyimizden korktukları için bize saldırıyorlar. Rojava’da gelişen devrimin nelere yol açacağını bildiklerinden yöneliyorlar. Çünkü Kürtlerin gelişmesi demek; Ortadoğulu halkların gelişip, özgürleşmesi demektir. Ama bu gelişimler düşmanın çıkarlarına hizmet etmiyor. Bunun için pervasızca yürütülen savaş durumu daha da uzun sürebilir ve daha büyük bedeller verebiliriz. Bu açıdan kendimizi hazırlamalı, safımızı netleştirmeliyiz. Mehmet Tunçların, Pakize, Fatma ve Sêvêlerin sergiledikleri direnişçi ruhunu yaşatmaya devam etmeliyiz. Bunun dışında ki her yol teslimiyete, ihanete ve kanın daha çok dökülmesine neden olur. Bu nedenle, bende yaşanılan vahşete karşı, canlı canlı yakılan insanlarımızın, şehit düşürülen yoldaşlarımın, kurşuna dizilen masum insanlarımızın intikamını almaya yeminli bir evladınız olarak kendimi, düşmanın beyninde patlatmaya aday görüyorum. Sizin de bilmenizi isterim ki bütün yoldaşlarım gibi amacım asla masum insanları hedef almak olmayacaktır. Bu yönlü düşmanın yaptığı ve yapacağı karalama politikalarına inanmayın!
Bijî Serok Apo!
Bê Serok Jiyan Heram Be!
– Yaşasın Halkların Birlik Ve Beraberliği!
– Yaşasın Dört Parça Kürdistan’da Gelişen Kadın Ordulaşması!
– Kahrolsun Her Türden Gasp ve Sömürgecilik!
– Yaşasın Her Koşul Altında Apocu Çizgi!
AİLEME
Sizi her zaman için sevip, saydığımı, size layık bir evlat olarak yaşamaya çalıştığımı bilmenizi isterim.
PKK hareketine olan bağlılığımı bildiğinizden, yapacağım eylemi anlayışla karşılayacağınıza inanıyorum. Ancak yine de bazı hususları paylaşmak isterim. Öncelikle şu gerçekliği bilmeniz gerekir: Ben kendi irademle PKK saflarına katıldım ve kendi irademle örgüte yaptığım yoğun öneriler temelinde böylesi bir eylem tarzını yapabilme şansını elde ettim. Bunun için sizden olaya duygusal yaklaşmamanızı, örgüt karşısında farklı bir tutuma girmemenizi istiyorum.
Belki çok zorlanacaksınız, ancak bilmelisiniz ki şehadete ulaşan tek sizin kızınız değildir. Bu kutsal dava uğruna, o kadar büyük bedel veren anne ve babalarımız, şehadete ulaşan o kadar erdemli yoldaşlarımız var ki, benim şehadet durumum bu yoldaşlarımın yanında okyanusta bir damla gibi kalır. Bu nedenle tek bir damlanın değil, bir bütün okyanusun değerini bilin ve bağlı kalın. Bu temelde içinde bulunduğumuz sürece herkesin bir şeyler katabileceği bir dönem olduğunun bilinciyle mücadeleye sıkı sıkı sarılın ki zaten b….’ın yıllar önce ki bir tespitiydi: “Bu savaş hep kırsalla, gerillayla sınırlı kalmaz. Yarın bir gün şehirlere de taşınacak. Bunun için, hazırlık yapmamız lazım’’ demişti. İşte bugün savaş şehirlerde, siz de katılın.
Son olarak, anneme ilişkin şu hususlara vurgu yapmak isterim: Güzel meleğim, seni her zaman çok sevdim ve seviyorum. Bu konuda sanki kalbin kırılmış, bana gönderdiğin mektuptan onu anladım. Ancak benim sana karşı yaşadığım herhangi bir kırgınlık durumu yok, tersine seni her zaman çok sevip, saygıda kusur etmemeye çalıştım. Sana olan bağlılığım PKK’ye katıldıktan sonra daha da anlamlaştı. Belki hem seninle hem de ablamla çok fazla kalamadım. Bu konuda, kadın sevgisinden mahrum kaldım. Ancak PKK’ye katılmamla beraber çok değerli kadın yoldaşlarla tanışıp, çok anlamlı paylaşımlarda bulundum. Bunun için belki sizden yana şanslı değildim ancak PAJK’tan yana çok şanslıyım.
Tekrardan hepinizi çok sevdiğimi belirtip sevgi ve selamlarımı iletiyorum.
Apocu selam ve saygılar
11.06.2016
Sara Tolhildan”