HABER MERKEZİ
“Görüyorum ki bir an önce varmak istiyorsun oraya. Gerginsin, kıpır kıpırsın, soluk soluğasın, yay gibisin ey yolcu! Coşkunluğun ne güzel, öfken ne güzel, sana selam, sana saygı ey yolcu!” H. Hüseyin Korkmazgil
Zamanı gelmiş diyorlar. Yolunu, yolcu olan seni, tutuştuğun kavgayı anlatmak gerek şimdi. Hayatımıza bir fırtına gibi girip koca izler bırakan senden sözü esirgemek, seni sessiz sedasız uğurlamak olmaz. Uğruna düştüğün herkes bilmeli, işitmeli seni ve senli hikayeleri ki başları hep dik kalsın.
Her insanın bir düş, bir hayal dünyası vardır bilinç altında veya üstünde. O düşlerin tam orta yerinde gıpta ettiği, ilham aldığı, kılavuz bellediği gizli kahramanları vardır. En çok da çocukların. Çıkmaza girdiğinde sığındığı, bir maceraya koyulduğunda güvendiği, her türlü kördüğümü çözecek güçte olduğuna inandığı. Sen yolcu; dara düşen o çocukların, düşlerine gölge vuran karabasanları kovalamak için çağrılan kahramanlardandın. Hem zaten bir kahramanlık destanı yazarak gitmişsin. Ruhu kararanlara karşı büyük bir çarpışmaya girmişsin günler evvel. Bizim olan topraklarda inşa ettikleri ölüm mevzilerini düşürüp ateşe vermişsiniz deniyor. Tam da sana yaraşan bir gidiş.
Sen, toprağını direniş mayası ile yoğurmuş, kızıl darağacında ölümü kahramanca selamlayan Şêx Seîdê Kal diyarının esmer çocuğu. Rüzgara dost, dağlara yar Çewlig kartalı Yado çeşmesinin genç yolcusu. Kan sevici güruhu uçurum çığlığı ile mağlup eden Solxanlı Beritan’ın yoldaşı. Güneşi bol zümrüdi Şerefdin dağlarının sırdaşı! İşgalciye karşı boyun eğmeyen yurduna sevdalı ailenin 3. Xelil’i.
Her zamanki kurşuni bakışların…
Yüreği, özgür vatan için sürgünlerde dağlanan Dersimli Nuri’nin feryad û figan vasiyetnamesini yüreğine yükleyip de yollara düşen yolcu. Nice binlerce konar-göçere bütün nimetlerini sunma cömertliğini gösteren Medya’nın da dalgalansın diye bayrağı özgürce. Ve kavmi yaşayabilsin diye herkes gibi insanca. Ve bir de günaha ve ihanete çağıran şu arsız çağa meydan okumak, çanlarını söküp atmak için. Bu uğurda çarpan yüreğine dağlar kadar umut yükleyip soluklanmadan kaç yüz mil arşınladığına şahidiz. Şu ölgün, dünyevi ‘nimetlerin’ sunak yerinde bütün sahte yaşam ibarelerini elinin tersiyle iterek yürürken anayurduna, o pürüzsüz heyecanının da şahidiyiz. Ah esmer çocuk! Şu anayurdumuz yok mu! Hani şu değer bilmez cihanı koynunda besleyip süt analığı etmiş yurdumuz, kanayan yaramız. Ne cenkler veriliyor asırlardan bu yana uğruna. Ne çok canlar aldı bağrına.
Ve şimdi gitme sırası sende. Her zamanki kurşuni bakışlarınla bir fotoğraf karesinden gülümsüyorsun şimdi bize. Nasıl sığabildiysen artık! Sana bildik yitiklik hikayelerinin yarattığı ızdırabı anlatmayacağım. Tüm tanışların bilir, bu senin raconuna ters, cesur yüreğine haksızlık olur. Sana “Şarkılar söylemeliyim nehirler gibi uzun, nehirler gibi kollu, nehirler gibi hırçın ve yumuşak. Ve nehirler gibi dur durak bilmeyen şarkılar söylemeliyim.”
Zafer türkülerini söylemeli sana
Arif Cizrawî’den „Lê Edulê“yi, Eyşe Şan’dan „Lê lê Dayê“yi, Xarapetê Xaço’dan “Genç Xelil”i, Hozan Mizgîn’den “Çemê Hezil”i söylemeli şimdi. Rençber Eziz’in “Welatê me Kurdistan e, cîh û meskenê me Kurdan e”yi Derwêşê Evdê’nin meskeni Ezîdxan’a kadar ulaştırmalı, Kobanê’den Minbic’e uzanan büyük komutan Ebû Leyla’nın zafer türkülerini söylemeli şimdi sana. Sen ülkemizin kuzeyinde kavgaya soyunurken, o ise Batı’sında kıran kırana çarpışıp ölümsüzleşmişti çoktan. Hani şu koca kainatın artık tanıdığı küçük Leyla’nın babası var ya, Spartalı savaşçıları andıran ve onlar kadar bir kahramanlık destanı yazdıran. İşte en güzel de onun şarkıları yakışır sana: “Lê daye em Kurd in, vê dinyayê dixwînin, dara azadiyê diçînin…”
Sen, gök mavisinin ova yeşili ile buluştuğu şen gözlü çocukların oyun arkadaşı. Bilirsin bizim diyarlarda insanlar henüz çocuk olamadan dağlara yol alır. Ömürlerinden daha uzun patikaları arşınlarlar. Ve gençliğinde ise yetişkin insanların görevlerine soyunurlar. Artık çocuklar oyun oynasın, gençler kanlarını damıtmasın, ölüm kendisi gömülsün diye. İşte bundandır yüreğine tuz serpip evlatlarının ölü bedenini kınalar ile karşılayan analarımızın bilgeliği. Bundandır öteki parçasını yitiren yarenlerin kabulü. Biz, yani yol arkadaşlarının acı ve hüznün bütün hükmüne rağmen, gidişini bir yasa, yitikliğe ve kedere yormayıp, bıraktığın yerden yola devam etmenin sözünü vermesi bundandır. Öyle değil ise yıllardır yolunu gözleyen hasta anan nasıl söz geçirdi yüreğine bunca zaman. Öyle değil ise kardeşinden öte bildiğin yol arkadaşın Zinar nasıl dayansın o dört duvar arasında, üzerine düşen bir dağ misali bu acıya.
Şerefdin’de bir kahramanlık destanı
Bilmez miyim şimdi Ferhat olup o duvarları delmeyi ve sana, senli mecralara yol almayı ne de çok arzuladığını. Senli sohbetlerin ortaklığında buluşan biz, ansızın vedalaşacağının kaygısını yıllarca bilincimizden bile sakınırken daha farklı hangi formül ile dayanma gücünü oluşturalım kendimizde. Çok deneyler yapıldı günahkar bu asrın laboratuvarlarında. En ağırından acılar bahşedecek bolca ölüm icatlarını keşfettiler. Sen ruhları kanatan ve karartan acılara son verecek formülü bulmaya çıkmış kaşif. Yolun seni doğduğun toprakların sınırlarına götürdü. Ve Şerefdin yeni bir kahramanlık destanına şahitlik etmenin onurunu yaşıyor. Başı gökkubbeye ha değdi ha değecek. Şu dağlarımız esmer çocuk, şahitlik ettikleri kahramanlıkların gururundanmış başı dik oluşları. Kimine mezar, kimine yeni doğuşlara vesile olacak döl yatağı olan dağlarımız. Yarılın ve açın bağrınızı açabildiğiniz kadar. Sizi içine sığdırabilecek kadar engin yüreğe sahip şu esmer çocuğa yer verin. Biraz uzanıp dinlenmeli, sarıp sarmalı yaralarını ki baharda yeniden yaşam bulsun…
Sen, dokunmaya kıyılamayacak, bakmaya doyulamayan güzel çocuk. Haydi git şimdi. Ama çok uzaklara değil. Fısıldadığımızda duyabilecek, elimizi uzattığımızda dokunabilecek, özlediğimizde hissedebilecek kadar yakınımızda ol. Ve çağırdığında seni çocuklar koş yine yardımlarına olur mu?
Dostum dostum; “Çevir tarihin son yaprağını, ileri hep ileri, yıldızlara erişmenin zamanıdır…”
ÜLKEM ZEREMYA