HABER MERKEZI – Nûçe Ciwan ajansı olarak Şehit Zilan’ın ablası ile görüştük. Bize şehit Zilan’ın yaşamı üzerine röportaj verdi.
Gençlerin şehit Zilan’ı neden esas alması gerektiğine ve mücadelenin önemine dair ajansımıza konuştu.
Röportajın tamamı şu şekildedir;
İnsanı yaşam biçimi ile değerlendirirdi
Zilan yanımızda büyüdü. Bir aradaydık. Zilan çok zeki, duyarlı bir çocuktu. Nasıl desem, okulda örnek gösterilen bir öğrenciydi. Hatta bir gün okul durumunu öğrenmek için öğretmeni ile görüştüm. Öğretmeni “Zeynep sınıfta ve okulda örnek teşkil eder” dedi. Zilan farklıydı. Yani okulda da farklıydı, sınıfta da farklıydı. Zeki bir çocuktu. Zilan’ın farklı özellikleri vardı. O özellikleri her çocukta göremezdin.
Ortaokulu Malatya’da okudu. Malatya’da okurken babam hastalandı. Kanser hastalığı teşhisi koyuldu. O dönemler eski yerleşim yeri, apartmanların olmadığı tek kişilik evlerdi. Gelen giden çok olmasına rağmen dersleri çok iyiydi. Babamı kaybetmemiz Zeynep’i çok etkiledi. İlkokulda iken bir sene İstanbul’a abimin yanına gönderdiler. Bir sene okuduktan sonra bir sene de Sivas’a geldi. Abimin öğrencisiydi. Lise döneminde İstanbul’u kazandı. Oradaki yaşam ile Malatya’daki yaşam arasında ister istemez çelişkiler yaşıyordu. Bizim kültür ve oradaki kültür farklıydı, dil farklıydı. İster istemez çelişkiler oldu kendisinde.
Gerillayı çocuğu gibi görüyordu annem
Arayışlar içerisine girdi. Kürtlüğü soruyordu annemlere. Çelişkiler o zaman başlamıştı. Annem bir gün “kızım ben şalvarla gelsem hastaneye sen utanır mısın?” dedi. O ise “ben seninle gurur duyuyorum. Kılık kıyafetinle değil” derdi. Yani bir insanı ele alırken kılık kıyafetiyle değil de yaşam biçimi olarak ele alırdı.
Mücadeleyi anlatırdı, gerillayı anlatırdı. Şehit verdiğimiz zaman, onda çok derin duygular olurdu. Herkes üzülürdü şehit haberlerine ama o sanki kendisinden bir şeyler alıp gitmiş, bir parçasını kaybetmiş gibi olurdu. Başarılı bir eylem olduğu zaman ise sanki o eylemin içinde kendisi de varmış gibi mutlu olurdu. Hatta bir gün annem “Zeynep gidersen dedi beni de götür” dedi. Annemin kalp ve yüksek tansiyon rahatsızlığı vardı. Zeynep şu espriyi yaptı “anne seni burada her gün ben hastaneye götürüyorum. Orada seni nereye götüreyim. Hastane yok, bir şey yok” dedi. Annemde “olsun ben de gider çocuklara ekmek yaparım.” Gerillayı çocuğu gibi görüyordu annem.
O gençken o tabuları yerle bir etti
Zilan farklı bir kişiliğe sahipti. Mahallede sevilen, sayılandı. Herkes çözümü Zilan’da arardı. Mahallede birisi hasta olduğu zaman onun yardımına koşardı. İlk yardım gibi, ilk hastaneye kaldırır gibi, Zeynep hemen gider müdahale ederdi. Yani elinden ne geliyorsa. Sevgi doluydu. Çocuklara yaklaşımı sevgi doluydu.
Bir gün yeğenlerime Zeynep bisiklet almıştı. Zeynep bindi mahallede bir iki tur attı. Annem “kızım ayıptır, sen bir kızsın laf ederler” dedi. Zilan’da “neden erkek çocukları biniyor da kız çocuklarına ayıp” dedi. Yani o tapuları Zeynep kendi eliyle yıktı. Kadına biçilen rol ve erkeğe biçilen rol vardı. O gençken o tabuları yerle bir etti.
İsterdim ki Zilan hep yanımda olsun. Yani bu ailedeki bireyler için, mahalledekiler için de geçerliydi. Zilan’ın yanına gidişimiz büyük bir inançla, umutla olurdu.
Birgün oğlum Ferhat’a o dönemlerde iki buçuk yaşlarındaydı, “Ferhat çık mahalleye ve Bijî Serok APO de” dedi. Annem “kızım şimdi zaten mahallede bir şey olduğunda hemen bize baskın yapıyorlar. Kızım olmaz” dedi. Zeynep ısrarla “Ferhat git kapıda, mahallede Bijî Serok APO de” dedi.
Sistemin kendisi değişmesi lazım
Mahallede kimsenin evi basılmazdı ama bizim eve sürekli olurdu. Zeynep çok küçüktü. Türk Devleti gece yarısı eve baskın yapardı. Bizim yatakları hepsini kaldırırlardı. Eski kerpiç bir evdi. Annem kilimlerin, halıların altına karton, hasır falan sermiş. Onları bile kaldırıyorlardı. Evi darmadağın edip gidiyorlardı.
Diğer mahalle sakinleri gibi değildik biz. Hani kulakları kapama değil de bir duyarlılık vardı. İster istemez Zeynep’te de bazı arayışlar içerisine girdi. Çocukken ev basmaları ister istemez insandan bir şeyler uyandırıyor. Ne diye gece yarısı benim evim basılıyor diye sorguluyor.
Ülkemizi işgal eden devlet, savunmasız insanları topluyordu. İşkence hanelerden geçirip, elleri ayakları kelepçeli, ayakta zor duracak vaziyette hastaneye götürüyorlardı. Zeynep acilde çalışıyordu. Zeynep bunların hepsinin tanığıydı. Bir kişiyi iki kişi öldürmeyi intikam olarak görmüyordu. “Sistemin kendisi değişmesi lazım” diyordu.
Tüm benliği, kimliği, dili, iradesi, her şeyi elinden almış bir insanın, ancak kendini savunarak alacağına inanırdı. Bunun yolunu da mücadelede görmüştü. Onun içinde kendi içinde zaten netleştirmişti. Yani birey olarak bir şey olmayacağını, bunun örgütlülükle, mücadeleyle olacağını söylüyordu.
İnsan onda zaferi görebiliyordu
Zilan farklıydı. Zilan yaşam doluydu. Zilan yani umuttu. İnsana güven veriyordu. Nasıl bir insanın kardeşi böyle güven dolu, ayakları yere basan, umut dolu, yaşam doluydu diye düşünürdüm hep. Yaşam ta kendisiydi. Yani insan kendini güvende hissediyordu Zilan’ın yanında olunca. Yani bu sadece benim için değil. Aile fertleri için de öyleydi. Mahalle için de öyleydi. Çevrede tanıdıkları için de öyleydi. Zilan oturduğu yerde iz bırakıyordu.
Nasıl desem… Zilan yaşamın ta kendisiydi. Umuttu, gelecekti. Yani insan onda zaferi görebiliyordu. Kurdistan’ı görebiliyordu.
Betonlaşmış toprağı yeşertti
Nasıl desem hani bir gerillanın şehit düştüğü zaman, sanki Zilan kendisi şehit düşmüş gibi onu görebiliyordum onda. Yani sıradan değildi. Fedakardı, insani yönü çoktu. Toprağı çok severdi. Hatta bir gün, yıllardır belki otuz yıldan fazladır kazma değmemiş bizim bahçeye. O sene gitmeden önce abla dedi, “bu bahçede bir şeyler ekelim.” Tamam dedim Zeynep. Betonlaşmış toprağı yeşertti. Her sabah işten gelince önce gelip onlara bakıyordu. Farklı bir duyguydu Zeynep için, mutlu oluyordu.
Bir süre sonra İstanbul’dan kısa bir dönem Urfa’ya çıkmıştı tayini. O dönemde zeki olduğu için üniversite sınavlarını da kazanmıştı. Malatya’da psikolojik rehberlik danışmanlığını bölümünü kazandı. Hem gece nöbete kalıyordu hem de gündüz okula gidiyordu. Babam rahmetli olduktan sonra evin tüm maddi-manevi sorumluğu Zeynep’in sırtındaydı. Annemde kalp rahatsızlığı ve yüksek tansiyon hastalığı vardı. Bu yüzden hepimiz ile o ilgilenirdi.
Parti’ye katılımı Malatya’da oldu. Gitmeden önce sabah kalkıp kahvaltıyı hazırlamıştı. Bahçemizde dutlar vardı. Dutları pekmez yapacaktık. Kahvaltıyı hazırladıktan sonra camdan, gelin kahvaltı hazır diye bizi çağırdı. Geldik kahvaltımızı yaptık. Sonra hepimizle vedalaştı. Giderken anneme “ben bir iş buldum, gideceğim. Adana’da daha iyi bir iş ve daha çok para verecekler” dedi. Annem “kızım yanımdasın, fazla parayı ne yapacağız geçiniyoruz işte” dedi. Sonra gidip geleceğini söyledi.
Anneme “Were gûlê min, were. Were, destê te maçbikim” (gel gülüm gel, gelde elini öpeyim) dedi. Annemde önce vermem dedi. Sonra dayanamayıp verdi. Annemde Zeynep’in elini öptü. Hepimizle vedalaşıp gitti. Giderken normalde düz taban olduğu için hep mekap ayakkabı giyerdi. O gün giderken yazlık topuklu bir ayakkabı giymişti. Onunla da yürüyemiyordu. Ayakkabının çivisi çıkmıştı. Baktım topallıyor. Arkadan seslendim. Zeynep ayağına çivi batıyor kuzum gel ayakkabını değiştir dedim. “Abla ben gidip caminin orada ayakkabıcı da yaptıracağım” dedi ve gitti.
Biliyordum büyük bir eylemin sahibi olacağını
Zilan kişiliğinde şunu görebiliyordum, Zeynep Başkanın da dediği gibi “tanrı ve tanrıçalar vardır.” Zeynep de o tanrıçalığı gördüm. Yani gitmeden önce de görmüştüm. Zaten şehit düştüğünde ben Almanya’da değildim ama yurt dışındaydım. Zeynep Kınalı diye geçti.
Arkadaşlar bizdeydi o zaman. Dedim bu benim kardeşim. Yok dediler onun soyadı Kınalı senin bacının kınacı. Yok dedim ondan başkası bu eylemi yapamaz. Yani şey küçümseme anlamında değil. Hani onun kişiliğini bildiğim için bu benim bacımdır dedim. Yani biliyordum büyük bir eylemin sahibi olacağını. Çünkü kişiliği öyle bir kişilikti. Yani yaşamın kendisiydi aslında.
İnsana umut veren, huzur veren, güven veren, zaferi kendisinde görmek, aslında Kurdistan’ı görmek. Onun şahsında Kurdistan’ın özgürlüğünü görmek. Onu görebiliyordum Zeynep’te.
Zaten ikinci günde MED TV’nin sesini kestiler. Aslında Zilan’ın eylemin büyüklüğünü halka yansımaması için sıradan bir eylemmiş gibi lanse etmeye çalıştılar. Halka ulaşmasın, halk güç almasın diye. Başkan APO’nun yaratmış olduğu kadın kişiliği, Zeynep’te ortaya çıkmıştı bu yüzden de kimsenin görmesini istemiyorlardı.
Siz bitiremediniz ama biz varız mesajını verdi
Daha sonra ben telefonla Annemleri aradım. Edindiğim bilgilere göre telefonda fazla konuşulmuyordu. Karakol kurmuşlardı bizim eve. Annemler içeride acılarını bile yaşayamadılar. Tüm basın oradaydı. Anneme sadece ana nasılsın?’ diye biliyordum. Bir şey konuşamıyordu.
Kadının gücünü, neler yapabileceğini, hele bir de Dersim gibi bir yerde. Şeyh Said’in asıldığı günün ertesi, Seyit Rıza’nın intikamıdır. Dersim’de asimile ettikleri, uçurumlardan attıkların insanların, hamile kadınların karnında deşildiği ve binlerce insanların katliamdan geçtiği Dersim’de, siz bitiremediniz ama biz varız mesajını verdi. Malatya’da her hamile kadını durdurup arama yapıyorlarmış, o korku onlara yeterdi.
Gençler Zilan’ı tanıdıkça aşamayacakları bir şey yoktur
Bende kendimi sorgulama, kendimi daha iyi tanıma, kadın kimliğini, ulusal kimlik ve sistemi sorgulama üzerine çok etki yarattı. Nasıl yaşamalı, iradenin nasıl içselleşmesi üzerine bende büyük bir sorgulama gelişti.
Gençler Zilan’da şunu örnek almalı. Zilan fedakâr, özverili, yaşam dolu, yaşamın ta kendisiydi. Kendisine onu esas almalı. Gençlik, örgütlü bir birey olarak değil ancak örgütlü bir mücadeleyle bir yere gelebilir. Bireysel fazla bir şey yapmaz. Örgütlü olduğun zaman mücadeleyle, bedellerle bir yere gelebilirsin. Çünkü her şeyimiz elimizden alınmış. Benliğimiz, irademiz, kimliğimiz, kültürümüz. Onun için mücadelesini vermeli gençlik. Gençler Zilan’ı tanıdıkça aşamayacakları bir şey yoktur. Zilan yaşamın ta kendisidir. Zilan Kurdistan’dır.