HABER MERKEZİ – Önder Apo’nun çözümlemelerinden …..
Bu toprağa ne kadar çok şehit düşüp ekilseler, herhalde o kadar da temiz olan yenileri boy atacak. PKK bu, heyecanlandıran bu. Bunu egemen kılmak istiyorum. Ve bu beni daha fazla ilgilendiriyor. Bir insanlık görevi. Bu topraklara bir hürmet, bu sayısız insanlık şehitlerine ve insanlık tarihine bir saygı. Şehitlerimiz Mazlumlar, Zekiyeler, Rahşanlar, Ronahiler varsın hiç yaşamasınlar ve zaten Zilanlar ne demişlerdi ve neyi kül etmişlerdi? İğrenç sınıf, ulus, cins ve her tür iyiliğin, doğruluğun, güzelliğin ve emeğin düşmanlarının kendilerinde yarattığı ve kendilerinde gerçekleştirdikleri ne varsa önce hepsini bedenlerinde yaktılar, kül ettiler. Pir Sultanlar, Hallac-ı Mansurlar da böyleydi. Ve ne şahane ki, bu geleneği temsil ettik. PKK‟yi bu günlere böyle getirebilmek, özgür insana dayatılan tüm suçları PKK‟nin bedeninde yakmak, yok etmek ve mümkünse temizlenmiş yeniden yaşama koyulmak. PKK, belki de hiçbir örgütte olmayacak kadar canlı büyüyor; bu yirmi beşinci yılın diğer bir tanımı da budur. Kesinlikle
bu canlar yanarken ve o egemenlerin elindeki en son teknikle yakılan bütün PKK şehitleri, aslında öldüklerine hiçbir zaman inanmadılar. Son nefeslerinde hemen hepsi yaşamla kucaklaştığını adı gibi biliyorlardı. Bu trajiktir, ama bir gerçektir. Başka türlü yaşamla kucaklaşma olamıyor. Sorun şimdi nedir? Şehidin bu trajedisini, bu toprağı yaşam adına kucaklayışını daha ikinci bir aşamada, kurtuluşla nasıl taçlandıracağız? Sıra bunda. Bunun zor olacağına inanmıyorum da, anlaşılmasının önemini dile getirmek istiyorum. Bu iş için savaşmaya bayılıyorum, ama artık başarı tarzı daha fazla ilgilendiriyor. Aşamalar meselesinde hata yapacağıma inanmıyorum veya hatalardan hiç korkmuyorum. Ama başarı tarzı benim için daha da amansız geliyor. Bu günlerde şunu da düşünüyorum: Asla yanılmayacak iradeyi gerçekleştirmek, yoğunluğun öyle bir düzeye taşırılması ile şehitlerin o sembolikolarak dile getirdiği, yakılması gereken her şeyi, ama bir daha bulaşmayacak biçimde yakmak ve özgür yaşam iradesini de bir daha bükülmeyecek kadar keskinleştirmek. Beni, bu iş daha çok ilgilendiriyor. Bu anlamda Newroz, en şiddetli yoğunlaşma, her savaşa dayanacak ve başaracak kadar keskinleşmedir. Bakar anlar, yürür yapar ve arkasından zaferi gelir. PKK‟deki savaşçıyı yaratabilmek güzel bir çalışma oluyor. Bütün bunları o çokça tekrarladığınız bazı sözcüklerle değil, sözden de öte onun özüne inerek yapıyorum. Genel bir günü kurtarmak değil, insanın başlangıcını ve sonunu birleştirecek kadar iradeyi ve insanı yaratma işine bayılıyorum. Bunun felsefesi nasıl olur diyorlar? İsteyen yazar, bundan felsefesini çıkarır. İsteyen siyasetini, isteyen askerlik bilimini, isteyen sanatını, isteyen estetiğini çıkarır ve her şeyi var. Bu beni çok daha ilgilendiriyor ve hepsini birleştiriyoruz. Siz PKK adıyla geçinenler, hatta bir ordu durumuna geldiğini de sananlar; buna saygı duyuyorum ve müthiş destek vermeye de çalışıyorum, ama durumunuza üzülüyorum. Çünkü işin sözcük düzeyine bile daha kendinizi tam bağlayabilmiş değilsiniz. O büyük ruh gerçeği nerede, hele zemin olduğunuz o düşmanlarınız üzerinizde tepişirken? Hatta işte genç kızlar, PKK‟nin büyüklüğüne duyduğunuz bağlılıktan ve özgürlük temelinde kendinizi adadığınıza da kuşku duymuyorum. Ama çoktan yitirilmiş cinsinizin ve özgürlük savaşımının kanunlarından habersiz olmak, sınıf savaşımından, ulusal savaşımından ve güzel insan savaşımından uzak durmak acaba sizi -çok örneklerini de görüyorsunuz- bir sokak kadınından veya bir cariyeden daha teslimkar kılmıyor mu? Demek ki eksiklik var. Hele hele o en benim diyen erkeklerimize sesleniyorum. İşte açığa çıkan bazı sahte komutanları var. En ünlüsü de komutan Zeki (Şemdin Sakık) vardı. Onunla ne kadar da rahat uzlaşmıştınız. Çok ünlü kadın komutanımız Zilan ile sözüm ona çok ünlü erkek komutanımız Zeki, karşı karşıya getirilse ve mukayese edilse, birisi tanrı katına
yücelirken, diğerinin düşman kucağına yönelmesi acaba tesadüf müdür? Bunu çarpıcı ve müthiş anlamak gerekiyor. Tabi anlamak da yetmiyor. Birisinin bir daha doğmamacasına kökünü kurutmak gerekirken; diğerinin gerçekten tanrı katında bir kutsal mabede yerleştirilerek saygı duyulacak bir biçimde yüceltmek ve bağlanmak gerekiyor. Bunlar ne kadar önemli ve gerekli. Acaba böyle misiniz? Acaba bu konuma geldiniz mi? Bunlar sizi nasıl ilgilendirmez. Ve halen demagoji, yani sonuca götürmez söz oyunlarıyla ve çarpık bacak yürüyüşleriyle
acaba anlayabilecek misiniz? Birisine sonuna kadar ret cevabı, diğerini sonuna kadar kabul gerçekleşmiş midir? Hayır. İşte bu sizin için acı oluyor.Çokça çağrılarımız oluyor. Sanıyorsunuz ki biz de bir laf cambazıyız. Ama
gördüğünüz gibi değil, gerçekler öyle dile gelmiyor. Bizim gerçeğimizde rica ile küçük amaçlara ulaşmak veya bir rüşvetle insan kazanmak yoktur. Benim gerçeğimde bu yoktur. Benim gerçeğimde Newroz gibi doğuşu hazırlayan bir anaya karşı, bir de duruş vardır. Nedir? Sen yaşamın önünde bu halinle engel oluyorsun ana, dur! Seni engel haline getirmişler, önümden çekil. Bunu büyük yaşam tanıyışımda gerçekleştiren insanım da. Ve bunu esas alarak, kendimi artık toplumdan kopartmıştım. Adımız ipsize de çıkmıştı. Ama bütün halatlarımı insanlığın sağlam direğine bağlamak için de tüm gücümü harcadım. Bir an bile, bir kelime düzeyinde bile insani olandan uzak durmadım. Müthiş ilgi duydum. Ama ne gördüm: Hep yalan, hep yanlış, hep çirkinlik, hep aldatma. Bunun için
kendime taktığım isimler var; aldatmaz, aldatılamaz, yalanı dinlemez, yalan söylemez, çirkini kabul etmez, çirkin olarak kendini yaşatmaz ve dayatmaz. Yenilginin yanına yaklaşmaz, yenilgiyi kabul etmez. Bunları kendi kendime o
kadar işledim ki, görüyorsunuz bir şeyler olmuş, oluyor, olacak. Biz bunu paylaşmak isteriz. Gördüğünüz gibi siz paylaşmayı bir hırsız kadar bile beceremiyorsunuz. İçimizdeki hainin ve ihanetin hırsızlarını bile bulamıyorsunuz.
Bir defa PKK içindeki bütün hırsızları veya kendinizdeki hırsızlığı kovmalısınız. Gerçekten bunlar büyük özgürlük ve emek hareketine yakışmıyor. Bilincim eksik, aldatıldım demek ne kadar çirkin, şimdi görüyor musunuz? Diyebilirsiniz ki, biz düzende böyle alışmışız ve hoşumuza gidiyordu. Böyleleri bizi etkileyebilir. Ben buna kendimi kırk defa işleyerek hazırladım. Açık yapıyorum. Ve giden gitsin. Çünkü benim için çok gerekli olan öz, gerçeğin en
yalın ifadesi ve o bende kalacak. İhanet, her düzeydeki yalan ve hırsız açığa çıkarılıp kaçacaktır. Bu daha güzeldir. Sizi bastırmayacağım, rica da etmeyeceğim. Mert olmanın gereği ne ise onu yapacağım ve bu tercihi size
bırakacağım. Çünkü şuna inanıyorum; bu kutsal savaşımda ricaya, yalvarmaya yer yoktur; kurala yer vardır ve bu da iradenin kendisidir. Bu kural bilincin ışığıdır. Bunları kelime düzeyinde söylemeye bile gerek yoktur. Ve böyle kurallı, şemalı parti yanlısı da değilim. Herkes kendi kuralını almış gidiyor. İşte bir Zilan‟ın kuralları vardır. Bir
diğerinin, Zeki‟nin kuralları vardır. Kiminiz öyle, kiminiz böyle. Ve bu da güzel bir ayrışmadır. Onlar güçlüymüş, tarihte de hep böyle olur. Zalimmiş, çok vururlarmış! İşin gerçeğinde bunların hepsi var. Zorlukları ve zalimleri hep
arkalarına alırlarmış. En çok da kritik süreçlerden yararlanarak vururlarmış. Hepsini yapsınlar, onların sanatı öyledir. Ama biz, yine de en mert tarzda ısrarlıyız, bu da bizim sanatımız. Demek ki daha çok önemli olan, bu büyük
yılların oluşumuna, PKK‟sine nasıl katıldınız ve ne olacaksınız? Benim burada halka fazla seslenmeme de gerek yok. Bu halk bana göre iyidir. Bu halk veya bu halklarla ciddi iş yapmaya her zaman bayılıyorum ve
hiçbir sıkıntım yok. Ama bu anlamda sizleri mücadele çemberine, çerçevesinealmaya gelince aynı rahatlığı hissedemiyorum. Sanki tımarhanedeki deliler, sanki komalık hastalar, zindandaki tutsaklar gibi çağrışımları görüyorum. Kalkarsa düşer, zindandan çıkarsa kendini yere atar ve biter. Delidir, çıkarsa sağı-solu vurur. Kendinizi acaba bu durumdan ne kadar alıkoyabileceksiniz. PKK‟nin böyle bir ortam olmadığını ne zaman anlayacaksınız. Ve PKK içinde çizilen böyle büyük anlamlara bağlı olabilecek misiniz? Yine burada rica yok, yalvarma yok, ama bir gerçeklik var. Onu anlayabilecek misiniz diyorum. Çünkü size buranın tarihi budur diyorum. Gılgamış‟tan beri bu tarih böyle geldi. Yirmi beş yıl bunun özet ifadesidir. Siz hangisini tercih edeceksiniz? Diyeceksiniz ki, biz çok güçsüzüz. Bize göre bu, daha çok egemen olan bir yan oluyor. Çok güçsüzsünüz, hiç hazırlığınız yok, hatta hazırlanmaktan sıkılıyorsunuz. Yaşama ilgi bile duyamayacak kadar çürümüşsünüz. Savaşın en basit kuralına bile
gelemiyorsunuz. Bunları görüyorum. Bu mücadeleyi kendi adıma değil, ama tek başlattım ve tek başıma götürmekte şahaneyim. Bundan hiç sıkıntım da yok, ama sizler ne olacaksınız? Biliyorsunuz Gılgamış, tarihin en arkadaş canlısı kişisidir. Ve gerçekten çok tesadüf müdür, ben bu tarihi bilmiyordum, ama benim ilk yaptığım iş,
kendimden çok arkadaşımı düşünmekti. Ama şimdi size bakıyorum ki, bütün bu yılların büyük arkadaşlığına rağmen yürüyemiyorsunuz. Bir tane anlayışlısı çıkıp, „düşman şuradan geldi, gördüm ve tedbirimi aldım; şöyle arkadan hançerliyordu, elini tuttum; kötü niyetliydi, içimizdeydi, bizim gibi elbisesi de vardı, hatta yanı başımızdaydı ama tespit ettim‟ diyemiyor. İşte bu beni üzüyor. Kendi adıma hiç üzülmüyorum, çünkü tüm yoldaşlarımı ve tüm düşmanlarımı da iyi tanırım. Zaten benden daha çok bu işin ordusudurlar. Şehitler ordusu, zindanlar ordusu, halkımızın ordusu hepsi var. Ama özellikle sizler, sıcak savaş cephesindekiler, elinde yalın kılıç silahı olanlar. Hiç bir silahı; dil silahından tutalım, en son teknik silahına kadar bunları kullanamıyorsunuz. Kullandığınızda ise ağırlıklı olarak bizi vuruyorsunuz. Bunlar bizi zorluyor. Bu kadar yeteneksiz kalacağınızı veya sizin üzerinizde bu kadar parti dışılıklar, ordu dışılıklar dayatıldığında bu kadar ucuz laf söylemenizi, yılanla adeta koyun koyuna yatar gibi yanlışlıklarla uzlaşmanızı, hainle, alçakla böyle birlik olmanızı hiç beklemiyordum. Demek ki, ruhunuzda büyük bir yoksunluk var. Beyniniz fazla düşünemiyor, işte bunlar köleliği ifade eder. Bunlar özgürlüğe ters. Acaba bunları anlayabildiniz mi? Gerçekten anlamak istiyorsanız, sözleriniz şimdiye kadar söylediğiniz sözler ve verdiğiniz sözler gibi olmayacak. Size tarihi anlatıyorum ve PKK‟yi de anlattım. Hangisine gelirseniz, hangisi hoşunuza giderse; o tanımla ne kadar yaşayabileceksiniz. Ölüm demiyorum, yaşama geliş diyorum. PKK‟nin kolay ölünen yer olduğunu hiç kimse söyleyemez. Hayır! Ölüm her yerde kolaydır, ama PKK‟de çok zordur ve olmaması gerekir. Doğal ölüme ben bir şey demiyorum. PKK, bir yanlışlığın veya yetersizliğin sonucu ölüm yeri değildir. Ama çoğunuz gırtlağınıza kadar, böyle ölümlük olarak kendinizi dayatıyorsunuz. Bu bizi üzüyor. PKK‟nin bu olmadığına dair çok şey söyledik. Anlamaya gelememeniz, belki de bu büyük umut, bu büyük kurtuluş yürüyüşünde tek ciddi engeldir. Kimse size kendinizi küçük görün demiyor. Dikkat edin! Bir büyüklük tarzını yaratın. Parti içinde varsa, onunla kendinizi geliştirin ve o hep sizin olsun. Bütün yaptıklarımız sizin
olsun. Zayıf kadınları geliştirmeye kendimi olduğu gibi verdim. Zilanlar ne güzel söylerdi. Hatta Bermal‟de ne güzel söylerdi, o da diyordu, “Canımızdan başka bir şeyimiz olsaydı da, verseydik.” Hayır, ben onlardan can
filan istemiyorum. Benim istediğim; varsa kavrayış gücünüz, iradeniz sonuna kadar beni anlar mısınız? Çünkü beni başka türlüsü de güçlendirmeye götürmez. O kolay ölen şehide de söylüyorum veya kendisini gerçekten özlü savaştırana da söylüyorum: Bu ölüm benim kabul edeceğim bir ölüm değil. Ben de sizin gibi çok yalnızdım ve tektim. Ama gördüğünüz gibi müthiş bir yaşam savaşı içindeyim. Tüm görevlerin ve savaşların üzerine öyle gidin, bunu anlayın ve yürüyün. Bundan uzak durmak, PKK sanki bu değilmiş gibi davranmak, eline silahı alıp -benim yüzde doksan dokuz virgül dokuz kabul edemeyeceğim bir tarzla- savaştığını sanmak, savaşabileceğini iddia etmek beni dehşete düşürüyor. Halen yaşama duran hemen her şey kadar kendisini yaşamda bir duruşa geçirecek
pozisyonu, bir duruşu bile yakalayamamak; en basit bir savaş kuralını bile işletememek, bana hep ölüyü çağrıştırıyor ve ölüme koşuyorsunuz. Ama bu PKK değil; bunu aşmamız gerekiyor. Yaşayan ve yaşam iddiasında olan sizlerin, Mazlumların değerine, hatırasına, tüm büyük Newroz şehitlerimize ve bu tarihimizin değerlerine
bağlılığınız varsa, kolay ölmemek kadar, yaşam hangi savaşla kazanılacaksa onun üzerine yürümeniz gerekir. Onun için bu temel bilinci almışsınız, işleyin. Elinizebazı silahlar verilmiş, kullanın. Bütün bunları şunun için söylüyorum: Anadan doğuşunuza, yaşama doğduk demeyin. Düşmanın talim-terbiyesi ile büyütülüşünüze de, büyüdük demeyin. Hatta şimdiki halinizle, PKK‟de de büyüdüğünüzde, PKK‟lileştik de demeyin, bu konularda yanılgılarınız var. Doğrusu tanımlamaya çalıştığım gibidir. Ben de halen araştırıyorum. Askeri, siyasi ve örgütsel ifadeler çok net. Hazırlıklarım ve katkılarım var. Çok açık ki, ölmedim, ayaktayım. Bu yaptıklarım sizinle çok önemli bir zafer yaratmak istediğim için değil, bu beni birinci derecede ilgilendirmiyor. Beni en çok ilgilendiren, neden böyle gerekçesiz, basit ve sözüm ona ya yaşıyorlar, ya ölüyorlar konumunda olmanızdır. Bunu arkadaş canlısı bir kişi olarak söylüyorum