HABER MERKEZİ –
Önder Apo’nun çözümlemelerinden …..
– Bugün bir arkadaşla konuşurken elinde “Nasıl Yapmalı” adlı kitap vardı. Bizdeki romanın ismi “Nasıl Yaşamalı” veya daha başka isimlerle geliştirilmesi gerekir dedim. Eğer mücadele gerçekliğini bütün yönleriyle değerlendirirseniz, bu son günlerde yaşadıklarımız hem bir tarih, hem de büyük bir edebi roman gibi sürükleyicidir. Sizi çözümlemek demek, en azından genel bir rakamla 4000 yıllık bir kördüğümü çözümlemek demektir. Bizim zorumuz şurada; hem tarihten, hem de çağdaş gerçeklerden kopmuş kişilikler. Bunları hem çağla birleştir, hem tarihle birleştir ve yürüt. Burada aşırı zorlanıyoruz. Sanırım sizler bunu fazla hakkıyla değerlendiremediniz. Arkadaşlarımızın büyük bir kısmı çok ağır bir biçimde dar, güncel ve çok inkarcı, yanılgılı, yüzeysel kişilikleri dayattılar. Sanmıyorum aranızda beni biraz anlayan arkadaş çıksın. Yürütülmeli mi? Gerek erkek, gerek bayanlar arasında çıkmadı. Herkes çok iyi kavradığını, hatta benden daha iyi bildiğini sanıyor, fakat daha sonra ortaya çıkıyor ki, öğrendikleri incir çekirdeğini bile doldurmaz. Çok kaybettiler, kaybettirdiler. Yine de tam götüren ben oldum.
Kadın çözümlemeleri üzerine birkaç kaset doldurmuştum, burada yine tekrarlamayacağım. Onların devamı niteliğinde bazı durumları konuşabilirim. Bakıyorsunuz, genelde büyük bir güven yetersizliği içindeler. Nasıl kişilik savaşımını yürütüyorlar? Onu da doğru yapamıyorlar, ama devrim de istiyorlar. Bu konuda bir şart vardı; başarılı olabilmek için, vermek istediğimizi öz diye alacaktınız. Görüntüye değil öze bakacaktınız, biçime değil muhtevaya önem verecektiniz. Yumak yumak olmuşsunuz. Toplum bir kat köleyse siz birkaç kat kölesiniz. Sahte bir özgürlük yaklaşımı, kişiyi bir adım öteye götürmez. Özgür olmayı bilmek gerekiyordu, o da yapılamıyor. Partinin çok dar kavranışı ve aile kurumu olmaktan öteye görememe, zayıflıklarımızla da birleşince tek kelimeyle bela olma durumunu ortaya çıkarıyor.
Kadına gelenekleri yerle bir edip özgür çıkış yaptırmak istedik. Aslında zorluklarınızı biliyorum, fakat katmerli köleliğe karşı çok yönlü mücadele olmadan da hiçbir adım atılamaz. Zorluk karşısında kişilik oldukça zayıf kalmaktadır. Bir partiyi, hele sosyalist bir partiyse, siz bu parti içinde daha doğru dürüst ağzınızı bile açmasını bilemezseniz, nasıl yürüteceğiz? Bir Rus Devrimi’ni, bir Fransız Devrimi’ni düşünün; oradaki elli yıl, yüz yıl düşünsel aydınlanma, edebi akımlar ve yıllarca süren tip tip insanların yaşamları, ulusal renge bürünmeyle geçer. Bizdeki ise, her şey partinin tarihiyle başlıyor. Ne düşünce geleneği var, ne edebi gelenek var, ne de tipler var; hepsi kör kütük bela! Hepsi patates tanesi gibi birbirine benziyor, bir çuval patates. Özgünlük de yok, sınıf temsilcileri de yok. Aynı zamanda köylü toplumunun özellikleridir.
Partiye büyük bir akın var. Onları ne kadar dönüştürmeye çalıştıysak, tutuculuk o denli büyüyor. Kim altından çıkacak, nasıl çıkacak? Daha önde gelen tipler siz olacaksınız, ama ne kadar çözümleyicisiniz? Çözümleyici misiniz, yoksa düğümleri daha karmaşık mı atıyorsunuz? Aslında belli bir çözüme gitmek için beynimi altüst ettim. Bebek gibisiniz, çoğunuz sadece şikayet etmesini bilen, sadece abuk-sabuk sesler çıkarmasını bilen türdensiniz. Yaşamı özgürce zorlama nasıl olur? Ona hala talip olan yok. Genel böyle. Geliyorlar, bizimle doğru dürüst bir tartışmayı geliştiremiyorlar. Nasıl yorumlanacak? Ondan sonra da herkes ağzına geleni söylüyor. İnceleme tarzı doğru olsaydı, daha iyi gelişebilirdiniz. Hiç olmazsa tartışma gücüne kavuşabilirdiniz. Kişilik biraz güç kazanırdı. Bu çözümlemelerde biraz zayıf kalınmış. Fazla layıkıyla incelememişsiniz. Genelde birçok çözümlemeden bir tanesi incelenseydi, aslında epey sonuç alınırdı.
Kürt kişiliğini çözümlerken, eğer orta yerdeki adamları çözemezsek, değil devrim yapmak, kimse yok olmaktan kurtulamaz. Tarihe bakın, kelleyi kurtaramazlar, bırak kelleyi, nefes alamazlar. Gelişmeler nasıl oluyor diye bakıyorum, ama siz incelemiyorsunuz bile. Hatta çoğu şu yanlış yaklaşım içinde; “ben de katıldım, büyük devrimcilik yapabiliyorum.” Halbuki yanlış! Ne büyük devrimciliği yapıyorsun? Parti tarihi, özellikle önderlik tarihi okunsaydı, işlerin ne müthiş yaklaşımlara, anlık nefeslere, anlık fırsatlara ve dakikası dakikasına değerlendirmeye bağlı olduğunu görürlerdi. Çoğu bundan habersiz. Bu anlamda özgürlüğü istismar etme durumu ortaya çıkıyor. Bugün mücadele adına ortada bir şey varsa, bunun çıkış koşullarını anlama ve öğrenme, giderek kendini sağa-sola yatırmaya götürür. Bu yaygın.
Size parti tarihini nasıl anlatayım, duyurayım veya hissettireyim? Önderlik olayını size nasıl hissettirelim? Çünkü inatçısınız, gerçeği bütün yönleriyle kavramaya yanaşmıyorsunuz. “Kültürümüz yok” demiyorsunuz, sadakat yanlarınız zayıf olduğundan izleyemiyorsunuz. Kürt kişiliğinde bağlar çok zayıftır. Kolay kopuşla karşı karşıya gelirler. Hatta birbirlerini provokatifçe ele alırlar. Bütün bunlarda bizim çözüm gücü olma durumumuz var ki, bu izlenilmiyor. Bazı genellemeleri öğreniyorlar; o da herkesin aldığı bir şey ve aldatma aracı oluyor. Bütün bu çözümlemeler aslında yeterince kavransaydı hiçbirinizin sorunları fazla gelişmezdi. Yapının büyük bir kısmı, başta gerilla olmak üzere imhalık durumlardan zor bela kurtarıldıklarını görünce, “biz perspektifleri anlayamamışız, yeniden incelememiz gerekir” diyor. Bugün herkes bunu söylüyor. Talimatlar zamanında doğru anlaşılmamış, “kadın çözümlemelerine de öyle dar yaklaşmışız, yeterince doğru ele almamışız” deniliyor. Özellikle Önderlik çabalarına yüzeysel yaklaşım daha da affedilmez durumlar ortaya çıkarıyor.
Sizinle önceden hesabını yaparak konuştum; yol, doğrultu, davranış hal edildi, ama kavrayamadınız, yakalayamadınız. Ondan sonra kendi gerici gerçekliğinizi dayattıkça dayatmaya kalkıştınız. Kemalist midir? Ortaçağ kalıntısı mıdır? Varlığına bile gerek duymadan, “ben ha ben” deyip kendinizi dayattınız. Siz bunu dayattıkça, yeni çağ Kürtlerini üretmek mümkün değil. Bu iddiamızı bütün bunlara rağmen geliştirebileceğiz. Kadın çözümlemesi de ilerleyecek. Her türlü gerici, tutucu yaklaşımlara karşın, adam olmaktan başka çare yok. Demin bir örnek verdim; “Önderlik yaklaşımları şöyle” diyor. Aslında yaklaşımları çözemiyor. Çözmediği için de oynamak istiyor. Oynayınca da inandırıcı olamıyor ve sözde yardım istiyor. Bu da bir moda. Benim bir numaralı düşmanlarım bile benden yardım istiyor. Halbuki yardımın içeriği bellidir. Herkese çok önceden, hainlere de sunulmuştur. Bütün provokatörlere de daha önceden desteği sunmuştum. Fakat işi kurnazlığa döktüler. Bir günlük keyif uğruna, “kimse yapmamış biz mi devrim yapacağız, yaptığımız yanımıza kalır” biçiminde yaklaştılar. Sonuç ne kadar iyiydi? Bize de zarar verme, ama kendilerine de artık nefes alınmaz durumlar yaratma söz konusu oldu. Dikkat edin, ben yine yerimdeyim ve işlerin başındayım, fakat etkisizleşen, kaybeden, zarar gören diğerleridir.
Köylü kafasıyla veya bir küçük burjuva kafasıyla törpülediğiniz işleri sekteye uğratamayız. Kadın olayında da öyle. Ben köle kadınla devrim yapamam, küçük burjuva kurnazlığıyla da devrim yapamam. Bir kocakarıyla da devrim yapılmaz. Yiğit kadınla devrim yapılır. Burası çok önemli. Sorun; yiğit kadın kimdir, yiğit kadına nasıl ulaşılacak sorunudur. Bu konularda her gün çok tehlikeli ve yanlış anlayışlarla karşı karşıyayız. Sizdeki bazı anlayışları görünce hayrette kalıyorum. Geleneksel kadın anlayışlarına takılanlar ne kadar var? Biraz tartışma konusu oluyor. Kadın özgürlüğünden neyi anlıyor? Kendi cinsine hakim olma veya bunun özgürlüğünden ne anlıyor, farkında bile değil. Kendini daha meta olmaktan kurtaramamış. Kendini pazarlamak istiyor. Devrimde bu kişiliğiyle yol alması mümkün değil, seçme kabiliyeti yok. Feodal entrika yöntemleriyle sonuç alınacağını sanıyor. Mümkün değil. Bütün bunları çocukluğumdan beri anama karşı mücadele ederek aştım. Analık hukukunu konuşturuyordu. Ben de çocukluk hukukunu konuşturdum. Böyle bir sürü mücadele. Sonuçta biliyorsunuz az çok gelişmelere yol açtı.
Türkiyeli arkadaşımız senin durumun nasıl?
Çiğdem: İyidir Başkanım.
– Düşeceksen otur.
Çi.: Hayır Başkanım.
– Yörük kızıydın değil mi? Türkmen mi, Yörük mü?
Çi.: Türkmen.
– Türk değil, Türkmen. O ayırımı yapmak önemli. Çünkü geçen gün aklıma bir fikir geldi; biz Türk milliyetçiliğiyle savaşıyoruz, Türkmenlerle değil. Türkmenlerle hiçbir sorunumuz yok. Türkmenler tarihte Türk şovenizminden en çok eziyet çeken kesimdir, aynı Kürtler gibi. Sizin gerçekliğinizi biraz daha iyi anlıyorum. Aslında farklı bir kategoridir. Tabii eski itibarıyla Türkmen kültürü varsa. Aslında Aydın’da tarihi bir temeli de vardır değil mi?
Çi.: Evet Başkanım.
– Bu temel iyidir. Bu sorunları tartışın. Bu tartışmalarımızı yeni izliyorsunuz, çözümlemeleri okudunuz mu?
Çi.: Bir kısmını okudum Başkanım, yararlanmaya çalışıyorum. Kendimde oldukça değişme olduğuna inanıyorum.
– Kadın çözümlemesi kitabı Türkiye’de çok okunuyor. Etkilidir. Okumadıysanız okuyun.
Çi.: Üç gündür onun eğitimini yapıyoruz.
– Öyle mi? Herhalde arkadaş gelişiyor, biraz dönüşüm oluyor.
X.: Gelişiyor, inanıyorum Başkanım. Sürekli çaba ve gelişme var.
– Ortam kapalı olduğu için, belki biraz sıkılabilirsin. Evlerde biraz kalabalığız. Biraz sabredin, ilerde koşullarımız biraz daha değişebilir. Arkadaşlar fazla sıkılmasın. Sonra biraz daha geniş ortam içinde epey görebileceksiniz.
Çi.: Benim bir sorum var Başkanım. Sanırım böyle toplu halde daha önce kalmamıştım. İlk etapta bunun zorluğunu çektik.
– Yer dar sizin sıkıntınız bu. Biraz ayarlarsak yavaş yavaş genişleyecek. Bazı arkadaşları yollayacağız. Biraz daha sabredin. Herhalde Ocak’ta biraz boşalır. Ondan sonra daha iyi inceleme fırsatını bulursunuz. Arkadaşların sıkışmasına mahal vermemek gerekiyor. Aslında bu sayı iki eve sığmalıydı. Bir evimiz dar geliyor. Fakat diğer yerler de dolu. Sonra bakarız. Ciddi mesele yapmıyorsunuz herhalde?
Çi.: Hayır Başkanım.
– Yapıyor mu? Zindanda kalan insanlarsınız, sanmıyorum fazla mesele yapasınız.
Çi.: Hayır Başkanım.
– Dağda kalan insanlarsınız, biraz az yemek yemişsiniz, dar yerde yatmışsınız, dayanırsınız. Ben nefessiz olduğum için geniş oda da ancak kalabiliyorum, yoksa oturamıyorum. Eskiden böyle bir odada yirmi kişiyle kalırdım. Özellikle gençsiniz, gençler biraz daha dayanıklı olur.
Şimdi sizlerle niye uğraştığımı anlamanız açısından size bir gerçek daha anlatayım; buraya geldiğimde ve ilk akademi faaliyetlerine bazılarını aldığımızda, bana karşı en amansız savaşı sürdüren bayanlardan birisi, açıktan bazı erkek arkadaşlara el atıyordu. Aslında dediğim gibi, biz bazı doğru bildiğimiz ilişkiye karşı olmamakla birlikte, böylesine çarpık, böylesine elde edici, böylesine partiye kapatıcı ilişkilere tabii ki karşı olacaktık. Baktım bu kız vazgeçmiyor, yavaş yavaş ben çektim. Burada da kaldı, aylarca, hatta yıllarca beklettim. Eğer insan olsaydı, kesin önder olurdu. Ona da her türlü sevgi-saygı gelişirdi, ama o entrika peşindeydi. O bambaşka amaçlar peşindeydi ve savaşı tırmandırdı. Bugün biliyorsunuz evinde ölümü bekliyor. Devletin de açık himayesi altında, kendini silahla koruyor.
Savaş devam ediyor. Biz adam sevmesin veya nişanlanmasın demedik. Fakat bizi savaştan alıkoyan ilişkiye girmesin dedik. Olay biraz basitti. Bir nişan ilan eder, bir söz keser, bir el-kol atar, bunlar basittir. Ve gerçekten de yadırganacak bir yönü yoktu. Ama dediğim gibi sonuç; bir hareketin çok önemli bir çalışmasını durdurmaya götürüyor. Ve eminim ki, benim biraz tecrübem olmasaydı, -biraz yaşadığım tecrübeden ötürü 1985’ten itibaren geliştirildi- buradan tek bir devrimci bile çıkaramazdık. İnanıyorum ki, bunların eliyle en büyük bölünme mi desem, çok sahte bir PKK yaratılmak isteniyordu. Her şeyin kaderi değişebilirdi, belki de ne ülkeden, ne de buradan savaşa tek bir kişi bile yollayamazdık. Bu bir mücadele tarzıdır. Sonuçları çok çarpıcıdır. Meseleyi şuna getiriyorum; senin bir kadın olarak hal etmek istediğin meseleyi, önce benimle hal etmen gerekir. Benimle hal etme nedir? Özgürlük anlayışı, militanlarla ilişki anlayışıydı. Buna gelmedi. Düşmanlığı geliştirdi, bizde geliştirdik. Sonuç işte anlattığım gibi…
Benimle ilişkilerinin dedikodusu çok yapılmış. Onun için söylüyorum. İki şey vardı; benim veya benim çevrem fark etmez, hatta parti bir bütün olarak fark etmiyor. İlk gün gelip de “kafamız karıştı, fazla anlamadık” derse ve arkamızda da her türlü fitne-fesat ilişkilerinde bizi değerlendirirse, bu insanın samimiyetine inanmak zordur. Şimdi bunu nasıl sevebilirim? Biriniz bir kadın, bir özgürlük savaşçısı olarak geldiniz. Doğru dürüst anlamadan, tartışmadan, yaşamadan benimle nasıl bazı ucuz, her şeye giden yorumlara girebilirsiniz veya dedikoduları geliştirebilirsiniz? Bu iki şeyi gösterir; ya değişik amaçla geldiğinizi, ya basit birisi, ya da art niyetli olduğunuzu gösterir. Olgun, tutarlı, mücadele dolu bir kişilik olduğuna işaret olmaz. Size de söylüyorum, anlamaya çalışın. Görüntüye aldanmadan, biçimselliğe kapılmadan, biraz daha anlamaya çalışın. Sabırlı olun.
Siyaset söz konusu oldu mu, hiçbir şey boya küpü gibi değildir. İçine bak, renk ver. Benim de eskiden öyle anlayışlarım vardı. Ama baktım siyasetin dili apayrı. Şimdi incir çekirdeğini doldurmaz yaklaşımlarla geliyorlar. Sevgi olayı da böyle, daha doğru dürüst ağzını kıpırdatamıyor, daha doğru dürüst bakmasını bilmiyor. Bu insan sevmesini bilemez. Size güzellik derslerini de verebilirim. Güzel bir kadının hal-hareketi, endamı, fiziği, yine ruhu, bilinci nasıl olmalı? Benim dediklerimi bir kız arkadaşımız esas alsa, belki de en vurucu tiplerden biri olabilir; bir devrimci, bir sanatkar olabilir. Bu işlerle de uğraşabilir. Bir devrimci en güzel yaşamı yaratmakla mükelleftir. Bunun en vurucu tiplerini ortaya çıkarmakla görevlidir. Bilemem kafanız çalışıyorsa anlarsınız. Bana göre bir devrimci bu konularda bir görevli gibidir, bunların savaşçısıdır.
Kadın, yaşamın ayrılmaz bir parçasıysa, nasıl bir kadın ve yine nasıl bir erkek sorusuna cevap vermelidir. Bu konuları defalarca açtım. Açılmadı diyorsunuz, ama hiçbirisi benim kadar aydınlatmamıştır. Ben hemen bu konuda şunu da vurgulayayım ki; kadrolarımızın yüzde yetmiş-sekseninde -kadın da olsun, erkek de olsun- bu ilişkiler söz konusu olduğunda, kendisini mal gibi kim sahiplenecek diye bekliyor. Bu konularda biraz zekiyim. Bu durum özellikle kızlarda daha yaygın. Hangi erkeğin dikkatini çekecek, hangisi onu sahiplenecek diye beklentisi çok açık. Bütünüyle inceleyin, araştırın. Dağdaki durumlarını gözden geçiriyorum, yaptıkları silah gösterisi bile şunun içindir; “kızların nasıl silah kullandığını bilsinler.” Aslında inandığı için değil, içten değil. Kendini kanıtlama ihtiyacı duyuyorlar. Buradaki kamptan gidenlerin hepsi de, benim en değer verdiklerim de dahil, bir an önce oraya gidecekler de, nasıl savaştıklarını kanıtlayacaklar. Ve böylece ne yaman kızlar olduğu ortaya çıkacak. Doğrusu durumlarına üzüldüm. Çünkü göreceli amaçla devrimde silaha el atılmaz. Kendini kanıtlamak amacıyla o dağlara gidilemez. Ancak deli olmak gerekir ve hepsi öyle gitti. Kendilerini ispat etmeye çalışıyorlar. Eline silahı alan böyle yapıyor. Çok yaygın bir hastalıktır.
Bu konuda kimseyi fazla zorlamaya gerek yok. Giderse gitsin. Nitekim ayaklanmanın ne olduğunu görüyorlar, daha da görecekler. Bekliyor, silahla kanıtlayacakmış da, ne yaman kızmış da, bunun karşılığı birbirlerini beğenecekler. Bu anlayışın yetersizliğini ispatlamaya çalışıyorum. Bir kadın kendini bu duruma düşürmemeli, bunun için gerillaya da katılmamalı. Zaten bazıları da ölüyor. Fedailik yapıyor, bunun için fedailik de yapılmaz. Bu anlayışı kökünden yıkmalı. Yıkılmasa, bu anlayışın sonu gelmez. Er-geç bir çıkmaz sokakta karşılaşır veya uçuruma yuvarlanır gider. Bu öfkeliler takımından da bahsediyorum. Aslında geliş amaçları biraz öyle. Toplum onları sıkıştırmış, bu sıkışıklığa karşı bir tepki olarak PKK’ye koşuyorlar. PKK ile bağı, böylesine bir çarpık özgürlük anlayışı temelinde kuruyorlar. Bu anlayışa karşı savaş böyle başladı, halen devam da ediyor. Bunu böyle bıraksak, ortaya ne çıkacağını biliyor musunuz? Klasik feodal ve burjuva toplum ölçüleri çıkar. Şekillenmesi de, bürokrasisi de oluşur. Devlet olsak devlet olur, toplum olur, toplum biçimi haline gelir.
Dikkat edin, burada görevlerin üzerine yürüme yok. Nasıl bir yurtseverlik tutkusu, nasıl bir örgüt anlayışı, nasıl müthiş bir planlamacı, sorumlu devrimci diye sorma yok. Bazılarına nereye gitmek istiyorsun diyordum, çoğu, “Güneybatı’ya, Serhat’a” diyordu. Bunların kafasında incir çekirdeği kadar akıl yok. Yirmi yıldır bu işlerin peşindeyim, ben bu kadar kolay karar veremiyorum. Hayret, kime ve neye dayanarak bu talepte bulunuyor? Gittiler de Serhat, Toroslar… Ve gidenler dayanamıyorlar, her gün şehit haberleri geliyor. Köy evlerinde vuruluyorlar. Dün birisi Siverek’te vuruldu, önceki hafta birisi Pazarcık, daha önceki hafta birisi Mardin’de vuruldu. Vurulan bayan buralı. Gittikleri yaşamı da, nasıl yaşadıklarını da biliyorum. Şanslarını değerlendirmediler.
Erkekler de böyle, bunu sadece bayanlar için söylemiyorum. Erkeğin de beklediği ilişki tarzı buna benzer bir durumdur. Biz bu ilişki tarzını gerçekten yakıştıramayacağımız gibi, bununla fazla ilerleme de sağlayamayız. Size deminden beri uzun uzun tecrübemi tekrarladım. İlişkiler nasıl kullanılmak isteniyor, nereye götürülmek isteniliyor? Tecrübemin de sonuçlarını nasıl siyasete dönüştürdüm? Bu çekişme halen devam ediyor.
Sizlerle uğraşmak kötü bir şey değil, ilgilenmek kötü bir şey değil. Bütün sorunlarınızla, tarihlik, asırlık sorunlarla uğraşmak kötü bir şey değil ve gerekli de. Çünkü siz öncü savaşçılarsınız. Şahsınızda toplumu çözüyorsunuz, şahsınızda toplumun kaderini belirleyeceksiniz. Eğer bunlarda ciddiysek, haklı olarak sizlerle çok önemli tartışmalarımız olmalı. Bir defa özgürleşmiş kişiliğin prototipini burada oluşturacağız. Eğer güçlüyseniz, özlüyseniz artık bu böyledir. Hemen her düzeyde bu düzeyi tutturursanız, çözümlenmiş örnek militansınız demektir. Gittiğiniz yerde kendinizi üretirsiniz demektir. Amaç budur, ama buna kim saldırıyor, buna karşı faaliyetler nasıl geliştiriliyor? Parti Önderliği sana ne yapıyor? Oraya giden önce şöyle karşılanır, çevresi de şöyle olabilir diyenlerin söylediklerini oturup düşünmek gerekir ve düşmanın da söylediklerine bakmak lazım. O neler söylüyor? Bizim bazı kafa karıştırıcıları neyi söylüyor? Aslında her ikisi çakışıyor. Yani hem kafası karışanlar, hem de kafa karıştıranlar. Bir yerde düşmanın oyununa benzer durumlara düşüyorlar. O zaman öyleyse bu kişiler burada ne gezer diyorum.
Ben sizinle yaşamaya tenezzül ediyorsam, siz niye tenezzül etmeyeceksiniz?
Ben sizi sevebiliyorsam, siz niye sevemeyeceksiniz?
Ben sizi yüceltmek istiyorsam, siz niye yüceltemeyeceksiniz?
Fazlalığınız ne, eksikliğiniz ne?
Özgürlük üzerine sizinle sonuna kadar yürüyeceksem, siz niye yürümeyeceksiniz?
Bu temelde bir yarış geliştirmek istiyorum, bu yarışa niye gelmeyeceksiniz? Ve niye engel olmada ısrarlı bir tutum sergileyerek, “anlamam, kavramam, yürümem, yürütmem” diyeceksiniz. Neden? Kim kime güvenmiyor? Kim görevini yerine getirmiyor? Haklı olarak bunların üzerinde durmamız gerekir.
Bazı kafa karıştırıcıları veya kuşkulanan tiplere soruyorum; devrime, halka inmeye, en önemlisi de örgütsel görevlere ne kadar varsınız? Hangi tür faaliyet derseniz deyin, yazı, eylem hangi tür faaliyet olursa olsun, bunlara kim gelmiyor, kim kendini adamıyor? Niye gelmeyeceğiz? Niye kişilikler buna engel teşkil etsin? Benim hangi tartışmam buna engeldir, hangi yaklaşımım buna engeldir? Açıklayın. Hem resmen, hem de fiilen hangi konuda önderlik edilmedi, hangi ilişki düzeyine, hangi gelişme düzeyine gereken katkı sunulmadı? Tümüne kattık.
İhtiyacınız yok mu? Dev gibi birikmiş sorunlar var. Bunlara hanginiz çözüm gücü getirebildiniz de sizi alıkoyan oldu? Ve çözmek için kendini geride tutan kim? Siz kadınlar bir komşu evine kadar bile utana-sıkıla iki adım atamazdınız, ardına kadar kendi evini size açan kim? En yakınına kadar sizi alan kim? Bir de başka evlere giderseniz, kapı komşunuz bile olsa, akrabanız bile olsa, size iki günde dayatacakları baskı türünün, ilişki türünün nasıl olduğunu iyi bilirsiniz. Bir de benim ilişki sahama girin ve babanızın evinde en yakın dostunuzu, hatta varsa sevgililerinizi burada bulduklarınızı karşılaştırın. Hangisi daha içten, daha bilinçli, daha sonuç alıcı, devrime daha açıktır?
Benim en muarızlarıma dahi politika yaptırıyorum; Talabani’den tut, bu evin içindekilere kadar. Adam giderken “ben Parti Önderliği’nin gölgesi altında Kürdistan’a gidiyorum” dedi. Son seferini böyle yaptı ve halen onunla yaşıyor. Buraya gelenler de öyle. Bizim muarızlarımız var, dağlarda benden aldıklarıyla yaşıyorlar. Başka yürekleri yok, kafaları yok; adam pazarlamaya çalışıyorlar. İnsan biraz saygılı olur. Birisinden bir şeyler öğrendiysen, aldıysan adaletli ol. Bu benim için neyi ifade eder, neyi ifade etmez diye kendine sor. Denge dediğim, ölçü dediğim olay burası. Bu dengeyi, bu ölçüyü kuramayan kim olursa olsun, sağduyusunu yitirmekten, dolayısıyla gerçeklerle bağını koparmaktan kurtulamaz. Gerçeklerle bağını kopartan adamdan da bela gelir. Tüm yük bizim omzumuzda olsun, onlara hizmet etmeye devam edelim, varsın istedikleriyle yaşasınlar.
Aslında kıskanç bir adam değilim. Değerleri korumak için müthiş çalışırım. Birisi kaçmış, yaşamak istiyor; anam da olsa yüzüne bile bakmam. Fatma da benim için, “aile skandalı doğmasın diye çok şeye katlanırsın” diyordu. Beni feodal namus anlayışıyla tehdit ediyordu. Kaçarsa kaçsın, öyle bir namus anlayışım olacağına yerin dibine gireyim. Günde kırk kişiyle kaçsın umurumda mı. Benim namus anlayışım bu değildir. Varsın kaçsın bana ne! Kendimi şuna da hazırlamıştım; bir erkekle düşse-kalksa bile, ben onu siyasi temellerde değerlendirmeye hazırdım, yani siyasi davranacaktım. Bir duygusal namus meselesi haline getirmeyecektim. Başka duygusal ilişki varsa, yaşasın diyecektim. Bizim Kürt toplumu “yahu olur mu, Önderimiz böyle olmaz” diye bunu kabul etmez. Hayır, ben kabul ederim. Ve kesinlikle bunu bir intikam meselesi de yapmam. Yeter ki görevlerine bağlı olsun diyorum. Hatta görevlerine iyi sahiplik ediyorsa, bravo derdim. “Benim gibi bir yetmez karşısında bu davranışa girmesi anlamlıdır” derdim. “Bu uygar kişiliği veya bu ölçülü kişiliği göstermeliyim, Kürt namus ölçülerinden biraz kendimi kurtarmalıyım” derdim. Ahlaki anlayışım bu, ama kaçtı. Kimle, nereye gider bilemem; nasıl yaşarsa yaşasın.
Bana bağlı olanlar da var, kaçanlar da var. Ben savaşçıyım, her şey olabilir. Vuruyorum, parçalıyorum, kazanıyorum, kaybettiriyorum. Savaşçının dünyası bu konularda her şeye biraz açık olmalıdır. Dediğim gibi bir işbirlikçi aileden gelmesine rağmen, onu korumak için yürüttüğüm bir savaş da var. Gerçekten önemli bir amacımız da, bu işbirlikçi aileden veya herkesin lanetlediği bir aileden bile bir kız kurtarılamaz mı, şeklindeydi. Bir diğer anlayışım da buydu, buna da vardım. Bunların bir kişi için ne anlama geldiğini bilmezsiniz. Sizde düşünce derinliği fazla yok. O zaman bazıları benim için “bir işbirlikçi kızına düşkünlük gösterdi” derdi. İşte arkadaşımız burada, çok gocunduk, homurdandık “gidip vuracaktık” diyor. Neredeyse bana güvenleri sarsılacak. Sarsılmadı, ama o noktaya doğru gidiyordu. Bana göre bir devrimci bu durumlara da girebilir. İşbirlikçi de olsa, bir ilişkiye uzanabilir, bakarsın kurtarır. Yeter ki kendini kaybetmesin. Bugün Kürdistan’da işbirlikçiliğe batmamış hiçbir aile, ilişki ve kişi yoktur. Eğer her işbirlikçi aileye, kişiye yaklaşılmaz denilirse, bugün hiçbir kişiyi kurtaramayız. Çünkü işbirlikçiliğe, ajanlığa objektif veya sübjektif batmayan kurum yok. Benim anlayışım budur.
Demek istediğim, neye hazırlıklıyım, neyi, nasıl düşünüyorum, hayata geçiriyorum ve sizi korumak için de savaşı nasıl geliştiriyorum? Fakat sizinle mücadele etmek için de neleri yapıyorum? Bu hususlarda bol örnek mevcuttur. Mücadele tarihi bu konuda hayli incelemeye değerdir. Bütün bunların özgürlük için bir adım olduğu kanısındayım. Gidip orada zayıf olan sizsiniz, yüreği fazla çalışmayan sizsiniz, mal gibi orta yerde kalma durumunu çoğunlukla yaşayan sizin durumunuzdur. Bunu parçalamak isteyen aslında benim.
Hem kendim, hem arkadaşlarım için gerçekten bir devrimci eylem var, buna inanıyorum. Sevmek ve sevilmek güzel bir olay, fakat bunun kanunları var. Biz bu konuda kendimizi aldatamayız. Demirden daha sert kanunları var. Aksi halde düşkünlük, ajanlık olur. Benim de bazı kanunların takipçisi olduğumu bilmelisiniz. Dolayısıyla kafası karışanlarla veya sağlam hareket edenlerle, etmeyenler kimlerdir? Yedi yaşımdan beri mal gibi kişiliklerle yaşamak istemiyordum. Dediğim gibi, bacılarımız mal gibi götürülürken biz bunu mesele yaptık. Adam eşimizi mal gibi kullanmaya çalışırken, bunu da savaş nedeni saydık. Neyle karşı karşıya olduğumuzu bileceksiniz. Ondan sonra ikide bir yanımızda bir türlü, arkamızda bir türlü olmayacaksınız. Size yakışmaz.
Bizim kadın konusunda büyük bir savaş deneyimimiz var. Kürdistan kadınının ayağa kalkışına, tarihte ilk defa imkan hazırlamış bir kişi durumundayız, ilk defa kadına saygısını biraz iade etmiş kişiyiz. Alnı açık, dağda ve sokaklarda eline silahı veren biziz. Belli ki devrimcileşme, hatta insani temel gerçeklere yaklaşma ölçüsü bile sınırlı. Birçok sapık anlayış, ölçüsüz, adaletsiz yaklaşım, devrimci yaşamdan kopuk tarz ve en önemlisi de bize namuslu, saygıdeğer yaşamı layık görememe tutumu ile son tahlilde düşmanın dayattığı bir ilişki durumu söz konusu olmaktadır. Maalesef, kızlarımız feodalizmi, sömürgeciliği; erkeklerimiz de onların verdiklerini aşamıyorlar. Ve bu noktada benimle çarpışıyorlar. Bazıları açık savaş yürütüyor, bazıları da gizli. Ben de savaşacağım. Onların savaşma hakkı varsa, benim de vardır. Açıkça söylüyorum, ben böyle bir savaşçıyım.
Kızları çok severim, çok değer veririm, hepsini severim. İnanılmaz ölçüde her kızı bir tutku derecesinde bir sevgili haline getirmeye çalışırım. Fiziğinden tut, ruhuna ve düşüncesine kadar şekil vermeye çalışırım. Bu görevi yapmayı kendime esas görüyorum. Kendimi açıkça tanımlıyorum, tehlikeli bulursanız yaklaşmayın. Halk bana “Başkan” dedi. Öyleyse bir başkan da bana göre kendi halkını, sömürgeciliğin ağır koşullarından çekip çıkarır ve ona şekil vermek zorundadır. Aksi halde, ben sahte bir başkan olurum veya benim başkanlığım da diğer başkanlarınki gibi olur. Halkın üzerinde parası bol, yetkisi bol, kral gibi yaşayabilir. Böylesi başkanlığı kendime layık göremiyorum ve böylesi başkanlardan olduğuma da inanmıyorum, böylesi bir başkanlığı kabul etmiyorum. Zaten APO çözümlemesini bunun için yaptım ve bizzat kendim “APO gerçeğini tartışın” dedim. Kesinlikle “korkaksınız” veya “çok uyduruksunuz, benimseyeceksiniz” diye demedim. Nedir, ne değildir, nasıl yol alınır, nasıl yol alınmaz, konularında zihniniz açılsın diye söyledim. İyi bilince çıkarın ki, yanılmayın. APO’nun kullanılmaz biri olduğunu size söyledim. APO’nun her gün kendisine söylediği bir söz vardır; yanılmam ve yanıltmam! Tarihte, Kürdistan’da yanılmayan ve yanıltmayan insan benim; yaşamım böyle. Bütün gerçekler karşısında böyleyim. Hemen hemen bütün gerçekler konusunda yanılmaz bir adamım ve yanıltmaz bir pozisyonun içindeyim. Uğraşan uğraşsın, düşman bizi yanıltabildi mi? Bütün tarihi yanılttı, bütün Kürt insanını yanılttı, ama beni yanıltabildi mi? Hayır, herkes kendisini yanılttı, beni yanıltan oldu mu? Ben kimseyi yanılttım mı? Hepsini gerçeğe çektim.
Bütün bunlar önemli gerçeklerdir. Benim sıradan bir adam olmadığımı biraz anlayacaksınız. Bazı önemli işlerle uğraştığımı anlayacaksınız. Sizlere gelince; sizlerin de bazı işlerinizle uğraştığımı anlayacaksınız. Geleneksel yaklaşımlarla yedi yaşımdan beri savaştığımı söyledim. Geleneksel kadın yaklaşımlarına, aşiret yaklaşımlarına karşı savaş açmışım. Elimden gelse gidip hepsini tekrar bozarım. Mezarda bile olsa, hesaplaşmak için tekrar çıkarırım. Bana göre mezarlar bir anlamda da bütün haksızlıkların gömüldüğü yerdir. Bütün kabul edilmezlerin gömüldüğü yerdir. Onun için oraya bile girip hesap sormak isterim. En çok da bizim gibi haksızlığa uğrayan, kendi gerçeğine yabancılaşan da sizlersiniz; kadınlarımızdır. Sizleri zora sokmak istemem.
Tekrar vurgulayayım; çocuk da değilim, kırk defa ölçer-biçer, ona göre tavır alırım. Duygusal yaklaşmayalım. Hepinize karşı oldukça gerçekçiyiz, duygular da gerçeklerden güç alırlar. Bu anlamda değeri olabilir. Belirteyim, ister beni çok benimsemiş olanlarla, ister bir türlü beni hayata geçiremeyenlerle olsun, hepsiyle uğraşırım. Zaten her günkü talimat ve perspektifler bunun içindir. Zaten savaşı bırakmak demek, yaşamı bırakmak demektir. Keşke biraz daha gücüm, biraz daha zamanım olsaydı da büyük intikamımı almaya devam edebilseydim. Hesap sormayı çok daha güçlü yürütebilseydim. Düşmandan daha fazla çirkinliğe, soysuzluğa, sahtekarlığa, bir türlü görevinin üzerine yürümeyenlere karşı öfkeliyiz. Fırsatım olsa da yüklensem. Dedikodu geliştirenlerin karşımda olmalarını isterdim, o büyük saygısızlıklarını açık açık yapsalardı da, biz onlara bir katkı veya hizmet sunsaydık. Sırf bunun için, yoksa cezalandırmak için değil; bu gibi incir çekirdeğini bile doldurmayan şeyleri kafalarına takanlara, bir takım gerçekleri anlatabilseydik diye.
Aslında ucuz ölecek olanlar onlardır. Feodal yiğitlik yapıyorlar. Feodal yiğitliğin kaç paralık olduğunu tarihimizden iyi biliyoruz. Sözde duygularını yaşayacaklar. O duyguların kaç paralık olduğunu siz çok iyi biliyorsunuz. İlkel, hayvani yaşamdan bir karınca boyu öteye gitmeyen bir yaşamı bana karşı savunuyorlar. Bunun ilkesini namus diye ortaya atıyor veya bana karşı tartışmaya açıyorlar. Bizim buna karşı savaşımımızı, “Parti Önderliği bizimle oynuyor mu” veya “Önderlik bizi sınıyor mu” biçiminde bir dedikoduya dönüştürüyorlar. Bu ilkel yaratıklara gerçeği daha iyi yansıtmak isterdim, ama kaçıyorlar, hem de sözümona silaha sığınarak. Aslında bunlar benim silahıma layık değiller, benim silahımı taşımaya layık değiller. Emeklerime konmaya layık değiller.
Ben yalnız sizleri veya buradakileri kastetmiyorum. Bu durumu yaşayanlar nerede olurlarsa olsunlar, sahteliktir. Sonuç alamayacakları da açıktır. Bu açıdan her gün entrika çeviriyorlar. Hizip oluşturmak istiyorlar, kitap yazacaklar; ne yaparlarsa yapsınlar. Her gün MİT bu faaliyeti planlı bir biçimde yürütüyor, onlar da onun küçük bir kopyası olabilir. Kendimizi bütün bu gelişmelere karşı örgütlemişiz. Savaş kuralları var. Dediğim gibi, benimle gözün açılacak, benimle silah alacaksın, benim yetkimle gün gün yaşayacaksın, ama bunu bize karşı kullanacaksın; bu fazladan adaletsizlik oluyor. Minnettarlık bile duymayacaksın, arkamızdan veriştireceksin, fakat buldun mu nasıl daha iyi biriymiş gibi bana çalım atacaksın; böyle kızları kabul etmem, böyle erkekleri de kabul etmem. Benim güzellik anlayışım bu. Benim namus anlayışım budur. Benim savaş anlayışımdır. Böyle olmaya devam edeceğim, daha derinliğine anlamaya çalışın.
İlerleyebilecek güçteysen, militanlaşarak yürüyelim. Sanıyorum, mücadele tarihinde şu ana kadar kendimden daha fazla militan yoldaşları düşündüğüme eminim. Hele kızlar söz konusu olduğunda, hayallerinden bile geçiremeyecekleri kadar yürek dolusu ve korumadan tut yetkinleşmeye kadar, oldukça yüceltici yaklaşanın kendim olduğuna eminim. Hiçbir güç bu konuda beni küçük bir şüpheye götürecek kadar etkili değildir. Üzüntüm, bu tiplerin kendi kendilerini zor duruma sokmalarıdır. Dağda da, şehirde de, eğitim sahalarında da kendilerini zor duruma sokmaları ve bizi de istismara kalkışmaları kendi hesaplarına hiç iyi değil.
Genelde işler böyle çizgi dahilinde yürüyor, gelişmelerin esas yönü, bizim öngördüklerimiz temelinde gelişiyor. Sizlere de hakim olan çizgi budur. Belki sancılı geçer, belki kafanız biraz karışır, ama her devrim biraz böyledir. Dürüstseniz, inançlıysanız biraz sabredin, dayanıklı olun. Kürdistan’ın bazı iç gerçeklikleri düşmandan daha acımasızdır ve büyük bir inatla direnmeyi gerektirir. Sizin gerçeğinizde de az-çok buna benzer, sabırlı, inatçı doğru yolda yürümeye ihtiyaç gösterir. Bu temelde kurtuluşun daha mümkün olduğuna veya kurtuluş yoluna doğru yaklaşımın sonuca götürdüğüne inanıyorum. Bu temelde yaklaşılır. Bütün yaklaşımların amacı budur.
Tekrar söylüyorum; yapılanlar her zaman en iyiyi, en doğruyu, en güzeli yakalamak içindir. Bundan kimsenin gocunmaması veya engel olarak önüne dikilmemesi gerekir. Mümkünse güç vermesi gerekir. Güç veremiyorsa, önüne engel olmasın bu da yeter. Önderlik gerçeği böyledir, bu konuda kesin kararla yürür. Şimdiye kadar ortaya çıkan gerçekler bunu biraz kanıtlamıştır. Bundan sonra da gelişmeler her geçen gün daha da ortaya çıkacaktır. Özgür kadının da, Kürdistan’da ilk defa sayılıp sevilmesi, insanın eş, dost, aşk diyebileceği temelde gelişmesi de bu yoldadır. Örnekler, daha şimdiden bunun böyle olduğunu gösteriyor.
O halde, daha da yüklenelim ve partimizi tümüyle topluma egemen kılalım. Her zamankinden daha fazla çok yönlü, derinliğine kavrayalım ve partiyi kendi yaşamımıza, tüm yaşamımıza egemen kılıp düşmana karşı tam zafere götürelim. Parti Önderliği sonuna kadar bu temelde yürüyenlerle beraberdir. Bütün yaklaşımların temelindeki amaç, onları biraz daha güçlü bir konuma getirebilmektir. Bu temelde rolünü oynamaya tutkuludur. Söylediği her söz, attığı her adım, her davranış biraz daha bunu güçlü kılmak, başarılı kılmak içindir. Bunun dışında hiçbir biçimde ne anlaşılmalı, ne kavranılmalı, ne değerlendirilmelidir. Kürdistan’da en doğru sözün olduğu kadar, en değme eylemin de sahibi biz olduğumuza eminiz. Halkımızın bu büyük desteği oldukça, partimizin dünyayı da şaşırtan başarı yolunda yürüyeceği bu gerçeğin en veciz ifadesidir.