HABER MERKEZİ
AKP-MHP faşizminin işgal ve soykırım amacıyla başlattığı Zap ve Avaşîn savaşı birinci ayını doldurdu. Gerilla Karargahı aylık bilançoyu bütün ayrıntılarıyla verdi. Faşist-soykırımcı karargah ise zaten gerçek durumu Türkiye halklarından ve dünya kamuoyundan gizliyor, bu nedenle mümkün oldukça bilanço vermemeye çalışıyor. Bu biçimde gerilla karşısında yaşadığı hezimeti, Zap ve Avaşîn’de içine düştüğü durumu görünmez ve anlaşılmaz kılabileceğini sanıyor.
Peki Gerilla Karargahının verdiği aylık bilançodan çıkartılacak temel sonuçlar neler? Askeri olarak işgalci saldırgan güçlerin ağır darbe yediği, büyük kayıplar verdiği ve olduğu yerde çakılıp kalarak tam bir çıkmaz içine girdiğidir. Planlaması boşa çıkarak başarısız kaldığıdır. Artık ne ilerleyebiliyor ne de geri çekilebiliyor. Yani tamı tamına bataklığa saplanmış olan birinin içine düştüğü durumu yaşıyor. Tabi bu durumda da gerillaya çok daha fazla hedef oluyor ve darbe üstüne darbe yiyor.
Bu askeri durumun siyasi etkisi nedir? Çok açık ki AKP-MHP faşist rejiminin çöküş ve çözülüş sürecinin hızlanmasıdır. Parayla satın alınmış olan asker ve çeteler, köy korucuları artan sayıda cepheden kaçıyor. AKP ile MHP’nin içi kaynıyor. Her ne kadar dışarıya sızdırmamaya çalışsalar da birçok çevre faşizmin batan gemisini bir biçimde terk etmeye çalışıyor. Zap ve Avaşîn savaşı üzerinden iktidar ömrünü uzatmayı ve bir biçimde yeniden iktidar olmayı hedefleyen AKP-MHP faşizmi, tersine yenilgi yaşayarak Zap ve Avaşîn’e gömülüyor. Bu da faşist şefler Tayyip Erdoğan ile Devlet Bahçeli’yi farklı arayışlara götürüyor.
Peki nedir söz konusu yeni arayışlar? Çok açık ki içte baskı ve terörü artırma, dışta ise yeniden şantaja sarılmadır. Türkiye ve Kürdistan’da son günlerde yaşanan olaylara baktığımızda faşist baskı ve terörün ne denli artırılmakta olduğunu rahatlıkla görürüz. Kürt halkı, kadınlar ve gençler üzerinde baskı, katliam, tecavüz, tutuklama, işkence ve ajanlaştırma çabası artırılarak sürüyor. Gezi davası herkesin gözünü korkutmayı amaçlayan bir biçimde sonuçlandırıldı. Kobanê ve HDP’yi kapatma davaları benzer minvalde hızlandırılarak sürdürülüyor. Zindanlarda işkence ve katliam sürekli artırılıyor. Sistem muhalefetinin gözünü korkutmak için CHP İstanbul İl Başkanına ceza verildi. HDP Genel merkezi adeta canlı yayınla basıldı. Rojava’ya dönük hava saldırısı ve topçu atışı kesintisiz sürüyor. Süleymaniye’de MİT tarafından Zeki Çelebi isimli bir Kürt yurtseveri daha katledilmiş bulunuyor.
Açıkça görülüyor ki, bunlara ek olarak bir de Zap ve Avaşîn savaşında başarılı olsaydı, o zaman AKP-MHP faşizmi bir biçimde iktidarını yenileme çabası içine girecekti. Belki de yeni bir erken seçimi gündeme getirecekti. Zaten bunun için her türlü hile ve oyun temelinde uzun süredir hazırlıklı bir tarzda bekliyor. Fakat bir türlü iktidarını yenileyecek siyasi adımı atamıyor, bu yönlü karar veremiyor. Neden? Çok açık ki, Zap ve Avaşîn savaşında zafer kazanamıyor da ondan. Tersine Kürdistan Özgürlük Gerillasından darbe üstüne darbe yiyerek topyekûn yenilgiye doğru gidiyor.
İşte bunun sonucudur ki, başta ABD ve NATO olmak üzere önüne geleni suçluyor. Niçin? Sözde bu güçler PKK’ye destek veriyorlarmış da onun için! Lütfen bu belirttiklerimize gülmeyin. Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli’nin konuşmalarını dinlerseniz, bu durumu açık bir biçimde görürsünüz. Tüm askeri gücünü ABD ve NATO’dan alan AKP-MHP faşizmi, bir yandan bunu az buluyor ve bir yandan da “PKK’ye destek veriyorlar” diyerek ABD ve NATO üzerinde daha fazla destek alabilmek için baskı uyguluyor. Söz konusu bu şantajı, İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üye olması sürecinde etkin bir argüman olarak kullanmaya çalışıyor. İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya girebilmesi için PKK’ye karşıt olmaları şartını ileri sürüyor. Tabi bu biçimde sadece İsveç ve Finlandiya’yı değil, başta Yunanistan ve ABD olmak üzere tüm NATO’yu baskı altına almaya çalışıyor. Bu biçimde NATO üyeliği için yeni bir şart getiriyor: PKK’ye karşı olmak! NATO’nun varlık nedenini yeni bir şeye bağlamış oluyor: PKK karşıtlığı! Tabi buradaki PKK karşıtlığı, özünde özgür Kürt iradesine ve dolayısıyla tüm Kürt varlığına karşı olmak anlamına geliyor.
Burada ortaya şu sorular çıkıyor: Bu durumda ABD ve NATO ne yapacak? İsveç ve Finlandiya yönetimleri nasıl karar alacak? Faşist AKP-MHP şantajına boyun eğip kabul edecekler mi? Bu temelde yürütülen Kürt soykırımının aktif yürütücüsü ve destekleyicisi haline gelecekler mi? Yoksa Tayyip Erdoğan’ın şantajını reddedip Kürt soykırımı lekesinden kendilerini kurtaracaklar mı?
Bu soruların cevabı bu satırlar yazıldığında henüz tam net olmasa da, ilgili tüm NATO çevrelerinin ve İsveç ile Finlandiya’nın faşist AKP şantajı karşısındaki tutumu oldukça esnek ve yumuşak görünüyor. Neredeyse tümü “TC’yi anladıklarını, güvenliğine saygı duyduklarını, PKK’yi terörist gördüklerini, sorunu konuşarak çözebileceklerini” söylüyor. Bu temelde gizliden gizliye çok yoğun görüşme ve pazarlıkların yapıldığı anlaşılıyor. Yani “Vur PKK’ye al NATO üyeliğini” biçiminde yeni bir NATO gerçeği ortaya çıkacak gibi görünüyor. Bu temelde Kürt soykırım savaşının çok daha fazla NATO’ya ihale edileceği ve NATO tarafından yürütülür hale geleceği görülüyor.
Peki bu durum nereye gider? Biz şu gerçekleri açık ve net olarak biliyoruz: NATO, İkinci Dünya Savaşı ardından ABD-Sovyet bloklaşması çerçevesinde Sovyetler Birliği’nin geliştirdiği ‘Varşova Paktı’na karşı kurulmuştu. Sovyetler Birliği yıkıldı ve Varşova Paktı dağıldı, ancak NATO olduğu gibi varlığını sürdürdü. Halbuki kuruluş gerekçesi ortadan kalktığına göre, NATO’nun da işlevi tamamlanmış olarak kendini feshetmesi gerekirdi. Ama yapmadı. Peki bu durum neyi gösterdi? Demek ki NATO esas olarak Sovyetler Birliği’ne karşı değil, bütün dünyada işçi ve emekçilerin, kadın ve gençlerin geliştirebileceği sosyalist devrimlere karşı ve onları önlemek için kurulmuş. Bu durum şimdi daha çok netleşmiş oldu.
Diğer yandan, TC Devleti de 1952’de NATO’ya ‘kendini koruması’ amacıyla katıldı. Tabi en çok korktuğu düşmanı Kürt halkı ve özgürlük mücadelesiydi, dolayısıyla NATO’dan Kürtlere karşı güvence almak istiyordu. Nitekim aldı da. TC ordusu 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 askeri darbelerini NATO desteğiyle yaptı. Türkiye devrimci-demokratik hareketi 1971-73 yıllarında NATO desteğiyle ezildi. TC Devleti PKK gerillasına karşı savaşı 5 Haziran 1985’te NATO gündemine götürdü ve NATO’nun beşinci maddesinin uygulanmasını istedi. O günden bu yana PKK’ye karşı savaşı bizzat NATO yürütür hale geldi. 9 Ekim 1998 ve 15 Şubat 1999 komplolarını da NATO gerçekleştirdi.
Kısaca NATO zaten Kürt halkını yok sayan ve yok edilmesi için çalışan dünya kapitalist sistemini korumak için kurulmuş bir örgüttür. Haziran 1985’ten bu yana Kürt gerillasına karşı savaşı bizzat NATO yürütmektedir. Dolayısıyla şimdi de AKP-MHP şantajına ‘evet’ demeleri ve NATO’yu PKK karşıtı bir oluşum haline getirmeleri pek şaşırtıcı olmayacaktır. Fakat burada AKP-MHP faşist yönetiminin durumunu anlamak önemlidir.
Faşist yönetimin PKK’ye karşı savaşı bu biçimde NATO gündemine götürmesi ve pişkince NATO desteği almaya çalışması onun için bir başarı değil, bir güçlülük etkeni değil, tersine zayıflık etkenidir ve sadece Zap ve Avaşîn savaşında nasıl zorlandığını ve yenilgi-çöküş içinde olduğunu gösterir. Fakat içerdeki baskı ve terör gibi, şantajla elde edilen dış destek de AKP-MHP faşizmini kurtaramayacaktır. Bu destek şimdiye kadar da zaten vardı ve AKP-MHP faşizmi mevcut savaşı söz konusu destekle buraya kadar getirdi. Bundan fazla dış desteğin kendisine vereceği ek bir güç yoktur. Dolayısıyla ne yaparsa yapsın AKP-MHP faşizmi çökmeye mecbur ve de mahkûmdur.
Selahattin Erdem
Kaynak: Yeni Özgür Politika