HABER MERKEZİ-Sonucu önceden hazırlanmış hileli seçim ardından faşist şef Tayyip Erdoğan, “Teröre karşı mücadeleyi daha da artıracağız ve bu temelde diplomasi faaliyetlerine daha çok yer vereceğiz” demişti. Nitekim yeni kabinesini buna göre kurup içte faşist terörü ve dışta da işgalci saldırıları artırdı. Buna paralel diplomatik faaliyetlere de hız verdi.
Önce Astana’ya gitti ve alabileceğini elde etmeye çalıştı. Ardından NATO’ya gitti ve İsveç’in NATO üyeliğini pazarlık konusu yaparak, yine Ukrayna Savaşını kullanarak, hatta Avrupa Birliği’ne girişten bile söz ederek, Kurdistan’da yürüttüğü soykırım savaşına destek istedi. Sonuçta NATO Genel Sekreteri’nin PKK’yi suçlayan açıklama yapmasını ve NATO bünyesinde “Teröre karşı ortak mücadele koordinasyonu” kurulmasını sağladı. Bu çerçevede Kuzey-Doğu Suriye’ye yönelik yeni bir işgal saldırısı için şimdilik onay ve destek bulamasa da sürekli hava ve topçu saldırısı için gereken ortamı yarattı. Tabi Medya Savunma Alanları’na yönelik yürüttüğü işgal saldırısı içinse önceden var olan desteği yeniden elde etti. Bunlar temelinde de askeri saldırılarını, yasak silah kullanma dahil, her araç ve yöntemle tırmandırmaya çalıştı.
Kuşkusuz bu yapılanlar esas olmakla birlikte hem yürütülen savaşın yarattığı ekonomik krizi hafifletebilmek için ve hem de yürütülecek olan savaşa mali destek bulabilmek için Arap devletleri’nden de yardım dilenmesi gerekiyordu. Nitekim böyle de yapıp birçok Arap devletini ziyaret etti, Türkiye’nin kaynaklarını pazarlayarak sıcak para elde etmeye çalıştı. Her devletten umduğunu tam bulamasa da Karadeniz’i ve İstanbul’u satmış olduğu güçlerden kısmi yeni destek koparmayı başardı.
Şimdi Irak diplomasisi
Faşist-soykırımcı Tayyip Erdoğan Yönetimi, bütün bunlar ardından şimdi Irak diplomasisine yüklenmiş bulunuyor. Eski MİT Müsteşarı ve Tayyip Erdoğan’ın ‘kara kutusu’, yeni Dış İşleri Bakanı Hakan Fidan günlerdir Bağdat-Hewlêr arasında mekik dokuyor. Bağdat’ta ve Hewlêr’de görüşmediği yöneticinin kalmadığı basın tarafından ifade ediliyor. Başta Barzaniler olmak üzere muhataplarıyla kucaklaşıp samimi pozlar vermeye çalışıyor. Ardından ise faşist reis Tayyip Erdoğan’ın Irak’ı ziyaret edeceği söyleniyor. Belli ki Tayyip Erdoğan yönetimi açısından Irak ilişkileri önem taşıyor ve bu temelde yeni planlarını hayata geçirmeyi hedefliyor.
Yoğunlaşan TC-Irak görüşmelerinde nelerin gündem yapılıp tartışıldığını ve hangi sonuçlara ulaşıldığını kuşkusuz şimdilik tam olarak bilemiyoruz. Başta Fırat ve Dicle suları, yine petrol ve doğal gaz olmak üzere çeşitli ticari konuların görüşüldüğü basın organlarında yer alıyor. Yine “PKK’ye karşı ortak mücadele” konusunun Türkiye tarafından gündem yapıldığı ve yoğunca tartışıldığı belirtiliyor. Türkiye’nin işgal etmiş olduğu Irak topraklarındaki durumun değerlendirildiği ifade ediliyor. Bağdat görüşmelerine ilişkin basına çok fazla bir şey yansımazken, Hewlêr görüşmeleri ardından yapılan basın açıklamalarında “PKK’ye karşı ortak mücadeleye katkılarından dolayı” taraflar birbirine içten teşekkür etmiş bulunuyor.
TC Devleti ve AKP-MHP birinci önceliği
Kuşkusuz Türkiye-Irak görüşmelerinin önemli bir ekonomik ve ticari boyutu var. Bunlar kısa ve orta vadeli olarak da ifade edilebilir. Zaten bölgede yaşanan çatışma ve savaşların altında ekonomik kaynakların kimler tarafından işletileceği konusunun yattığını hepimiz biliyoruz. Esas olanın ekonomik çıkar ve sömürü mücadelesi olduğu ve bu temelde sayısız projenin birbiriyle yarıştığı ve de vuruştuğu bilinmektedir. Görüşen ve alanda politika yapan herkesin ortak konusu bu olmakla birlikte, TC Devleti ve AKP-MHP faşist yönetiminin birinci önceliği bu olmamaktadır. Onların birinci önceliği gerillanın ezilmesi, PKK’nin tasfiye edilmesi ve bu temelde Kürt soykırımının tamamlanmasıdır. Yani esas gündemleri Kürt varlığına ve özgürlüğüne karşı yürüttükleri soykırım savaşıdır. Her fırsatta bunu gündeme getirdikleri ve bu konuda herkesten destek almaya çalıştıkları kesindir.
Peki bu konuda Tayyip Erdoğan yönetimi acaba neler istemektedir? Bazı açıklamalara göre, Xakurkê, Avaşin, Zap, Metina ve Haftanin alanlarında işgal etmiş olduğu alanları ilhak etmeye, yani kalıcı egemenliği altına almaya çalışmakta ve PKK gerillasına karşı saldırılarda daha çok destek elde etmek istemektedir. Aslında söz konusu ilhak sorununun şimdilik ciddi gündem oluşturması pek mantıklı görünmemektedir. Çünkü 1985 sürecinde TC ve Irak Devleti arasında yapılan “Tampon bölge” antlaşmasında bu sorun çözülmüştür. Yine 1991 Çekiç Güç Operasyonu ve Ekim 1992 ortak saldırısı söz konusu çözümü Hewlêr Yönetimi’nin de kabul ettiğini ortaya koymuştur. Bu nedenle, AKP-MHP faşizminin 26 Ağustos 2016 tarihinden itibaren başlattığı işgal saldırılarına yönelik bir karşı duruş Bağdat ve Hewlêr yönetimlerinden gelişmemiştir; dolayısıyla ilhaka karşı çıkmak gibi bir konumları da yoktur.
Bu durumda, geriye PKK’ye karşı mücadele adı altında Kürt varlığına ve özgürlüğüne karşı yürütülen imha ve tasfiye saldırıları kalmaktadır. Bu konuda Irak’ın hava sahası zaten 1991 yılından bu yana TC Devleti’ne açıktır, herhangi bir sorun yoktur. Yine TC Devleti hem Irak ve hem de Güney Kurdistan yönetiminden istediği istihbarat desteğini almaktadır, bu konuda da ciddi bir sorun yoktur. Demek ki Tayyip Erdoğan Yönetimi’nin Bağdat ve Hewlêr yönetimlerinden istediği bunlar değildir, bunlar için bu kadar yoğun görüşmeye gerek yoktur. O halde bu yeni çabaların arkasında başka talepler olmalıdır.
Bağdat ve Hewlêr’den yeni olarak neler istemektedir?
Peki faşist-soykırımcı Tayyip Erdoğan yönetimi Bağdat ve Hewlêr’den yeni olarak neler istemektedir? Acaba Metina zirvesi ve Garê gibi alanlara yönelik yeni işgal planları yapıp da buna yönelik mi destek istemektedir? Yine Maxmur ve Şengal’e yönelik yeni saldırılar mı planlamaktadır? Aslında Şengal’e dönük mevcut olanın ötesindeki bir saldırıyı yapması siyaseten şimdilik pek mümkün gözükmemektedir. Maxmur saldırısı ise bir süre önce yapılmış, belli bir sonuca bağlanmıştır. O halde geriye Medya Savunma Alanları’nın yeni bölgelerine yönelik işgal saldırısı kalmaktadır. Bu konuda da Garê alanı öne çıkmakta, AKP-MHP faşist yönetiminin Garê’ye yönelik işgal saldırısı için hazırlık yapmaya çalıştığı anlaşılmaktadır.
Garê!..
Kuşkusuz söz konusu alana yönelik kendi başına askeri saldırı yapamaz. Bu konuda ABD ve Irak yönetimlerinin onayı ve desteği gerekir. Esas olaraksa KDP’nin savaşa katılması gerekir. TC Devleti Garê’yi ele geçirse bile, şimdilik orayı elinde tutamaz, KDP’ye vermesi gerekir. Dikkat edilirse, olası bir Garê saldırısı ancak KDP’nin savaşa katılmasıyla ve sonuçta Garê’de yönetimini kurmayı istemesiyle mümkündür. Bunun da hiç tartışmaya yer vermeden açık bir KDP-PKK savaşı anlamına geleceği ortadadır. Dolayısıyla durum ciddidir ve Tayyip Erdoğan yönetimi tehlikeli oynamaktadır. KDP’yi PKK’ye karşı savaşa doğrudan katmaya çalışmaktadır. Hewlêr görüşmeleri ardından yapılan açıklamalar, KDP’nin de böyle bir plana destek verdiğini göstermektedir.
KDP ateşle oynuyor
Açık ki KDP ateşle oynamakta, yıllardır izlediği işbirlikçi-ihanetçi çizgiyi son noktaya götürmek istemektedir. Dolayısıyla tüm Irak ve Kurdistan halkları ve siyasi güçleri duyarlı olmak ve söz konusu tutuma geçit vermemek durumundadır. Gerçekten Türk-Kürt kardeşliğinden yana olan Türkiye halkları, kadınları ve gençleri, demokratik ve sosyalist güçleri de faşist Tayyip Erdoğan ve Cumhur İttifakı yönetiminin bu işgalci ve soykırımcı saldırısına karşı çıkmalıdır. Zira büyük ölçüde Kürtlerin desteğiyle kazanılmış olan Malazgirt Savaşı’nın yeni bir yıldönümü yaşanırken Kürtlere yönelik imha savaşı yürütmek, Kürtler kadar Türkiye toplumunun da zararınadır. O halde AKP-MHP faşist terörüne ve soykırım saldırılarına karşı özgürlük ve demokrasi mücadelesini birlikte geliştirmek ve mutlaka kazanmak gerekir.
Yeni Özgür Politika