HABER MERKEZİ –
Beş yıl öncesinin kaos dolu geçen günlerinde, kendime en çok sorduğum soru “alışabilecek miyim, alışabilecek miyiz?” soruları idi. Ama o zamanlar anladığım şey; sensizliğe alışmak, seni dört duvar arasında tasavvur etmek, senin esaretini kabullenmek olacaktı.
Kabulleniş de bitişimize davetiye çıkarmamız olacaktı. Ben de alıştırmadım kendimi, alışamadım. Alışmak ihanet olacaktı, kendimize, tarihimize, yaşadığımız onca gerçeğe. Alışmak unutmak olacaktı, seni, sevdaları, hayalleri. Alışmak, esir etmek olacaktı tüm zamanları, baharları, umutları. Alışmak, bizi biz yapan tüm değerleri yitirmek olacaktı.
Karşımda duran resmine bakıp seninle paylaştığım günleri anımsıyorum. Her anı öğreten, her anı kazandıran ve her anı yenilgiden uzak geçen yedi ayı. Bir türlü bakamadığım yüzüne şimdi de cesaretle bakamadığımı söylersem yadırgama beni. Biliyorum “başaramadın yine” diyeceksin. “Neden, verdiklerim yetmedi mi?” diye soracaksın ve benim verecek ne cevabım ne de cesaretim olacak. Çünkü gereken cevapların tümünü yitik zamanlarda bıraktım ve seninle paylaşmak için tüm zamanları yeniden yola koyuldum. Sana şiirler, türküler yazmak isterdim. Belki o zaman duygularımı daha rahat ifade edebilirdim. Körelmiş yanlarımı aşabilir ve gerçek bir tanımlamaya ulaşabilirdim. Yapamıyorum, çünkü gerçekliğin karşısında yetmiyor yanlarım, parçalanmış kişiliğim gerçeklerle bütünleşmiyor ve cevap olamıyor gerçekliğine. Bu nedenle kelimeleri, cümleleri yan yana getirmenin zorluğunu yaşıyorum. Tıpkı parçalı yanlarımız gibi, tıpkı dağılmış duygu ve düşüncelerimiz gibi. Bizi biz yapan özden kopuşumuz gibi parçalı. Kaybedilmiş çağların, kaybedilmiş halkları gibi tarumar. Ve dünyanın çirkinliklerinden bihaber insanlar gibi zavallı, güzellik adına yaratılmış herşeye karşı duran çirkin yüzler gibi çaresiz.
Yanılgılarımız, yanılsamalarımız, yetmezliklerimiz günden güne ortaya çıkıyor. Nasıl ki senin gerçekliğin karşısında tüm çirkinliklerimiz anında açığa çıkıyordu; şimdi de senden uzak yaşadığımız anlarda kendini daha fazla dışa vuruyor. Çünkü aldıklarımızı vermenin zamanındayız, kendi başımıza ayakta durmamız gereken keskin bir yaşamdayız ve zaman acımadan üzerimize geliyor. Ve güzellikler adına yakaladığımız her ne varsa, zaman kesip alıyor bizlerden. Verdiklerini başkalarına verememenin bedeli bu olsa gerek. İnsanlığın hakkı olanı veremiyoruz ve bencilliğimizin bedeli olarak da seni anlatmıyoruz, anlatamıyoruz. Bize derdin ya; “başınız sıkıştığında beni hatırlayın” biz de söylediğini yaptık, ama nasıl? Verdiklerinle yürüyebilecekken, hep bekledik. Ağzımıza konulacak lokmayı bekledik. En küçük engelde seni aradık yanımızda. Ama bir kez olsun biz kendimiz olamadık, “başarabiliriz” ya da “ insanlığa bir tutam özgürlük de benden” demedik. Nedenlerini çokça tartıştığımız, kendimizi sürekli sorguladığımız ama cevaplarını hep başka yerde aradığımız birer kaçamaktı hepsi.
Yaşanmamış yaşamların, boşa harcanmış zamanların bizden aldıklarını kazanmak için bir yolculuğa çıktık. Bu yolda açılmış izler vardı ve güvenle yürüyebiliyorduk. Belli olmayan yolda yürümenin zorluklarını, acılarını hep sen çektin, kurşun gibi ağır havaları sen soludun. Hangi zamandan kalma insanlar olduğunu bilmeyenlere sen isim oldun. Yaşamışlara değil, yaşamları gerçekler uğruna elinden alınmışlara arkadaş oldun. Bunları yaparken yalnızdın ve iddialıydın. Kazanılan tüm çağlarda senin damgan var ve bugün yine en ağır havayı Sen soluyorsun, geçilmeye cesaret edilemeyen kuytulardan, yollardan, açılmamış izlerden Sen geçiyorsun. Oysa bizler sonsuz bir coğrafyanın, engin bir gökyüzünün, aşılamaz denilen dağların, açılmış ayak izlerinin sahibiyken bunların anlamını bilemeyenleriz. Anlam verecek gücü bulamayanlarız. Kısacası Başkanım, sana yoldaş olmakta hala zorlananlarız. Kendimizdeki zaafları, kaybedilmişlikleri sorgulamaya çalışırken, hep sana bakıyor, senden bir şeyler kapmaya, seni uygulamaya ve sana layık olmaya çalışıyoruz. Senin dünyanla tanışmak ve içinde kendimize yer edinmek istiyoruz. Çabalarımızın tümü seni doğru anlamaya yönelik. Ama ne kadar da zor bir mücade bu. İçinde yok olup gidilecek ve yeniden varolunabilecek bir derya. Gücü yetmeyenlerin bir an dayanamayacağı derin bir derya.
Evet! Özgürlüğü isteyenlerin herşeyi yapabileceklerini, özgürlüğü yakalayabilmek için güç getirebileceklerini belirtiyorsun. Her insan özgürlüğü ister ama bunu kendine göre dillendirenlere ne demeli? Özgürlük sadece bir tercihin isteme göre yapılması ise, özgürlük dediğimiz o kazanılmışlığa haksızlık olacak ki, o insanlar için geri dönüş artık çok geç kalınmış olacak. Özgürlük eğer karanlık kuytularda yaşamak olsa da ve eğer özgürlük en uzağındaysa evrenin onu yakalamanın hayali olmalı insanlarda. Ve eğer sevgi ile ölümü sevecek cesaretimiz varsa, işte o an özgürlükten başka hiçbir şeye ihtiyacımız olmayacaktır.
Bugün üzerimize en acımasız silahlarıyla saldıran, göz kırpmadan gencecik bedenleri yerlere seren, beyinleri felç eden olgu karşısında, seni anlamak ve yaşamak dışında başka bir şansımız yok. Kadın olmanın gururunu, bizi bize iade eden seni, özde yaşmanın tek yolu sana olan bağlılığımızı tüm dünyaya haykırmamız olacaktır. Bunun dışında başka kelimeleri dillendirmek; tüm çağları yitirmek, yaşam diye sarıldığımız tüm değerleri yitirmek olacak ki; benim başka yaşamları yaşamaya ne cesaretim, ne zamanım, ne de hakkım var. Kazandıklarımı bir daha yitirmeyi göze alacak gücüm de yok. Zaten kazandıklarından kim vazgeçebilir ki? Hele de özgürlük şansından. Bana ve bize bu şansı verdiğin için çok teşekkürler BAŞKANIM.
Şehit Zin Yezida Tamara