HABER MERKEZİ
Biz dağların çocukları olarak ülkemizi bekliyorduk. Ama düşman gelip bizi ülkemizden çıkarmak istiyordu. O yüzden hepimiz o on iki gün boyunca ölümüne bir direniş içine girdik. Yapmamız gerekeni yapıyorduk. Çok fazla bir şey de yapmıyorduk. Çünkü biz ülkemizi korumak, halkımızın özgürlüğünü sağlamak için çıkmıştık dağlara. Bunu yapmanın yolu da savaştan geçiyordu. Bizim de yaptığımız oydu. Savaşmaktan başka çaremiz yoktu. Biz de hiç tereddüt etmeden, ikirciliğe düşmeden kapıya gelen savaşın sonuna kadar en onurlu biçimde başarıya ulaştırmaya çalışıyorduk.
Açlık, soğuk, uykusuzluk, yorgunluk ve çatışmalarla geçen on iki günün sonunda nokta değiştirmeye karar verdik. Gideceğimiz yer Gorde noktası olarak bilinen yerdi.
Gorde alanında kurtuluş noktası diye bilinen bir noktamız vardı oraya gidecektik. Oraya doğru gitmeye karar vermişti yönetimdeki arkadaşlar. Kurtuluş noktasının bir de kısa hikâyesi var. Serhat’ta Tendüreklerde kalıp şu an yaşayan arkadaşların hepsi bu noktanın hikâyesini bilirler. Bu noktanın hikâyesi en iyi bilen arkadaşlardan yaşayan iki kişi Zuhat ve Sabri Başkele arkadaşlardır. Sabri arkadaş o dönemdeki bölük komutanlarından biriydi. Aynı zamanda bizi kurtaran arkadaşlardan biriydi. Yine komutan “sis ve yağmur” vardı bizi kurtaran. En az komutanlarımız kadar onların da çok büyük etkisi oldu. Hiç beklenmedik bir anda ve yerde gelip kurtarıcılarımız oldu yağmurla sis. On iki gün boyunca çatıştığımız yeri bıraktık. Ama gidebilecek tek bir yer vardı. Oda Çaldıran’a doğruydu. Bizde o yöne doğru gidiyorduk. Çaldırana doğru giderken Cehennem Deresi kükürt kokan ve üstünde bir tepeciği olan derin bir yerdir. Cehennem Deresi’nin içindeki tepeciğin altından geçerken askerlerde tutukları sırtlardan kendilerinin bırakarak tepeciğin üstüne geldiler. Cehennem Deresi derin çok sarp uçurumlarla dolu bir yerdir.
Bıraktığımız yerler askerler tarafından doldurulmuş gideceğimiz yer de yol boyunca tutulmuştu. Çaldırana doğru Pra Binerdê diye bir yer vardı. Orada da karakol bulunuyordu. Gidebileceğimiz tek açık yol olarak orası kalmıştı. Saat dokuz buçuk on civarı birden sislerin açılmasıyla güneş açıldı. Bembeyaz karların üstünde siyah noktalar noktalar gibi ortaya çıktık. O sırada iki kobra kalktı. O kadar güç karın üzerindeydik ve kalkan kobralar bize doğru geliyorlardı.
Bu durumda yapabileceğimiz iki şey vardı. Birincisi onları vurmaktı. Ama bunu yapamazdık; çünkü hem güç çoktu hem de onları vuracak ağır silahlarımız yoktu. İkinci şey ise olduğumuz yerde oturup görüntü kaybetmeye çalışmaktı. Bu çok riskli bir şeydi. Ama bunu yapmak zorundaydık. O yüzden olduğumuz yerde grup grup oturarak üzerimizi yağmurluklarla örttük. Serhat’ta Keloşk adı verilen siyah ve küçük kayalıklar vardı. Bizimde üstümüzü yağmurluklarla örtüp karın üzerine grup grup oturmamızın amacı da onların görüntüsünü oluşturmaktı. Kendimizce o görüntüyü de oluşturduk ve beklemeye başladık. Kobralar geldi üstümüzde birkaç tur attı. Ama fark edemedi. Zaten düşman o zaman teknik olarak da o kadar çok gelişmemişti. O yüzden de bizi göremedi. Kobralar gider gitmez, oturduğumuz yerden kalkıp kendimizi aşağıya doğru yani karakola doğru bıraktık. Karakol cihazları bir birliğimiz bize doğru intikal etmektedir diye anons yapıyordu. Bizi kendi birlikleri olarak görmeye başlıyorlar. Yani o kadar insan gün ortası dağınık bir şekilde aşağıya doğru iniyorduk. Düşman da o yüzden bizi kendi askerleri sanmıştı. O yüzden o noktamızın adı kurtuluş noktası olmuştu.
Uzun bir süreydi yemek yememiştik. Günlerdir midemize sıcak bir şey girmemişti. Zaten normal koşullarda da gerillada sıcak yemek hazırlama imkânı çok fazla yoktu. En azından o dönemde öyleydi. Çünkü sert savaş yıllarıydı. Ekmek bulunmuyordu; günlerce görmediğimiz oluyordu. Bulgur vb. şeylerle ekmeğin açığını kapatmaya çalışıyorduk ama onlar da bulunmuyordu. Bizi ayakta tutan daha çok inancımızdı.
Düşman bize tek bir çıkış kapısı bırakmıştı. O kapıdan çıkan yol bizi bir karakola götürüyordu. Düşmanın orayı açık bırakmasının nedeni bizi oraya sürükleyerek imha etmekti.
Başka çıkış kapısı olmadığı için oradan gitmek zorundaydık. Açık bırakılan yol bizi karakola doğru götürüyordu. Zaten o yol karakola çıkacağı için açık bırakılmıştı. Ancak oradan giderken bir de erzak bulabileceğimiz tek yer de orasıydı. Çünkü erzak sıkıntısı eskisinden daha fazla zorluyordu. Savaşın olmadığı zamanlarda erzaksızlık çekilebilirdi. Ama her gün yeni bir çatışma yaşayarak erzaksız olmuyordu. Depo ya da gömme bulup bulmayacağımızı da bilmiyorduk. Bulsak bile içinde bir şeylerin olup olmadığı da belli değildi. Kobralar gittikten sonra kendimizi bırakınca düşman önce kendi gücü sansa da arazideki operasyon gücü, biz olduğumuzu bildiği için mevzilenmesini sıklaştırdı. Biz de o yüzden oradan biraz uzaklaşınca Cehennem Deresi’nin içinde mevzilenecek bir yer aradık. Akşama doğru askerler kendilerini bizim bulunduğumuz yere doğru Cehennem Deresi’nden aşağıya doğru bırakmaya başladılar. Bizim takım komutanımız Zerdeştê Panikê adındaki arkadaştı. Panikê, köyünün adıydı. Takım komutanımız kendini bırakan askerlerin yolunu tutmak için mevzilenmemiz gerektiğini söyleyerek o tarafa doğru gitmemiz gerektiğini söyledi. Biraz ilerledikten sonra mevzilenecek bir sırt bulduk. Mevzilendiğimiz sırta elli metre kadar yakınlıktaki sırttan da askerler iniyordu. Manga komutan yardımcısı olduğum için en uçtaki mevzide BKC kullanan bir arkadaşla birlikte mevzilendirildik. Takım komutanı arkadaş en baştaki mevzide, ondan sonraki mevzide birinci manga komutanı, ondan sonra ikinci manga komutanı en son yani en uçtaki mevzide de ben ve BKC kullanan arkadaş vardık. Mevzilenmemiz sırt boyunca uzayıp gidiyordu.
Askerlerin bir bölümü de mevzilendi. Ama bir bölümü de ilerlemeye devam ediyordu. Yani bize doğru gelmeye devam ediyordu. Takım komutanımız Zerdeşt arkadaş, askerleri iyice içimize aldıktan ve ilk vuruşu o yaptıktan sonra vurabileceğimizi söyledikten sonra mevzilerimize girip beklemeye başladık. Yani askerler hepimizin oluşturduğu ateş hattına girdikten sonra vurmamız gerekiyordu. Bu da etkili bir darbe vurmak içindi. Yani asker benim yanıma kadar geldikten sonra önce takım komutanı arkadaş vuracak ondan sonra da biz vuracaktık. Talimat buydu biz de bu talimata uyacaktık. Saat üçe kadar mevzide düşmanın hepimizin ateş hattına girmesi için bekledik. Saat üç demek, artık yavaş yavaş akşam olması demektir. Akşam yani karanlık ise hep gerillanın işine gelmiştir. Karanlık ve akşam gerillanın saatleridir. Bütün zamanın gerillanın lehine aktığı andır. O yüzden gerilla hep öğleden sonraki çatışmalara göre kendini ayarlamıştır. Kendi inisiyatifinde gelişen çatışmaların hepsi öğleden sonraki çatışmalar olmuştur. Çünkü o saatlerdeki çatışmalar gerilla için hep avantaj olmuştur. Askerler benim bulunduğum mevziiye kadar gelmeye başladılar. Hatta bazıları da geçmeye başladı. Ama ilk mevzide bulunan takım komutanımız vurmadan hiç birimiz vurmayacaktık. Öyle anlaşmıştık. O yüzden hepimiz onun açacağı ateşle ateş serbest işaretini vermesini bekliyorduk. O sırada bende kendi kendime düşünüyordum. O zamanlar çok da hayalperest biriydim. Bir de yeni olmamdan ötürü henüz fazla geçmişten kopmamıştım. Özlemlerim vardı, evde bıraktıklarım vardı, onlarla yaşıyordum, onları kendi içimde tartışıyordum. Geldikten sonra geride bıraktığım sevdiklerimi düşünüyordum. Kendi kendime tartışırken geceleri özellikle de yürüyüşlerde hep onları düşünüyordum. Ve şu an Kürdistan dağlarında neler neler yapıyorum, hangi zorluklara göğüs gerebiliyorum, ne yağmurlar altında yürüyorum, hangi fırtınalardan geçiyorum bir bilseler benimle nasıl gururlanırlar diye düşünüyordum. Yaptıklarımdan, yaşadıklarımdan dolayı çok da gururlanıyordum. Şair değildim ama her hayal edişim bir şiir kadar güzel geçiyordu. Mevzide yine böyle derin hayallere dalmıştım ki, silah sesiyle kendime geldim. O an çatışmanın başladığını anladım. Tabii ben de o ateşe hemen kendimi kaptırdım. Yaklaşık bir saat kadar yoğun bir çatışma yaşadık. O bir saatlik çatışmada altmış tane asker vuruldu. Altmış asker sadece bizim takımın bilançosuydu. Helikopter geldi. Ama cenazeleri götüremedi. Çünkü götürmesine izin vermiyorduk. Operasyonun bir koluna ağır bir darbe vurmuştuk ve cenaze sayısı çok daha fazlaydı. Tam istediğimiz bir çatışma oldu. Ortalık yavaş yavaş sakinleşti. Tek tük silah sesleri geliyordu artık. Kısa bir süreden sonra onlar da kesildi. Birden o açlık duygusu beni yine sardı beni esareti altına almaya çalıştı. Çünkü uzun zamandı bir şey yememiştik. O da çok önemli değildi. Asıl önemli olan sigarasızlıktı. Beni de en çok etkileyen oydu. Şimdi bir sigara olsa da içsem diyordum kendi kendime. Bu dürtüler beni yiyecek bir şeyler ve içecek bir sigara bulma arayışına sürükledi. Yerimden kalkıp birkaç metre ilerideki BKC kullanan arkadaşın yanına gelerek sende sigara var mı diye sordum. Aslında onda sigara olmadığını da adım gibi biliyordum. Ama yine de sordum. Gülerek, hayır Heval Piro bende sigara yok dedi. Bu cevabı aldıktan sonra geri mevziime döndüm. Benim mevziim en uçtaki ve askerlere en yakın mevziiydi. Mevzilendiğimiz yer düşmana göre doğuya düşüyordu. Yerime döndükten sonra sigarasızlık daha fazla başımı döndürmeye başladı. Aslında bu büyük bir zafiyetti. Kötü bir alışkanlıktı. Ama bir türlü bırakmıyordum. Sağıma, soluma karşıma bakınıyordum. O sırada sol tarafıma doğru aşağıya, düşmanı vurduğumuz mevziilere baktım. Saat dörde doğruydu. O yüzden güneş ışınları gözlerimizi alacak şekilde gelmeye başlamıştı. O nedenle askerlerin olduğu yerde kimsenin olup olmadığı da seçilemiyordu. Solumdan aşağıya doğru bakınca mevzilerden birini gördüm. Ve içinde de bazı poşetlerin olduğunu seçebiliyordum artık.
İçimden bir ses o mevziiye gidersen mutlaka bir şeyler bulursun demeye başladı yeniden. Tabii bu düşüncemi bir de uzun zamandır aç ve sigarasız olan arkadaşlara bir şeyler bulursam beni bu durumu çok olumlu karşılarlar gibisinden bir şeylerle süsledim. Bütün bunları düşünüp evirip çevirdikten sonra kendimi tutamadım. Ve mevziiye gitmek için kendimi aşağıya doğru bıraktım. Mevziiye ulaşır ulaşmaz orada bir sürü konserve buldum. Ayrıca iki tane büyük siyah naylon torbada ekmek buldum. Sağa sola dağılmış konserveleri bir yere topladım. Ekmek torbalarını da getirip yanına bıraktım. Tabii bu arada açık olan sarma konservelerinden de yemeye başladım.
Piro DILAGER
Devam Edecek