HABER MERKEZİ
Yaşadığımız kısa süreli bir şoktu. Onu atlatmak için on dakika kadar hiç kıpırdaman öylece kaldık. Sabahtan beri gülmekten espri yapmaktan perişan olmuştuk. Ama şu an bizde ağlayacak hal bile kalmamıştı. Bu da neyin nesiydi diye düşünüyorduk. Çok geçmeden takım komutanımız olan Doğubeyazit’li Nurettin arkadaş, kendinizi bırakın hareket edeceğiz diye haber verdi. Nurettin arkadaşa yaralı olduğumuzu, inmemiz için bir iki arkadaş bize yardım etseydi iyi olurdu dedik. Önce inanmadı. Ciddi olduğumuzu görünce bizim birkaç dakika önce yaşadığımız şoku bu sefer onlar yaşamaya başladı. İki arkadaşla birlikte bizi almaya geldiler. Bedran arkadaşın kollarından tuttular, ben ve kolunu bağladığımız Çekdar arkadaş da yanlarında yürüyerek aşağıya indik. Ben de gözümü daha fazla kan akmasın diye bir parça şütük ile bağlamıştım ama kan yine de durmadan akıyordu. Aşağıya arkadaşların yanına ulaştığımızda herkes hareket için hazırdı.
Artık yola çıkma vakti gelmişti. Ve kendimizi Doğubeyazit ovasına vuracaktık. Yolların müdavimleri olan biz gerillalar yeniden yola çıkacaktık. Her gün yeni bir patikadan yol almamız gerekiyordu. O patikalardan geçen bizden önceki arkadaşlarımızın ayak izleri üzerinden ilerleyecektik. Yol alacaktık geceler boyu. Yol alacaktık günler, aylar, yıllar boyu. Güzel yarınlara doğru yol alacaktık. Yapmamız gereken oydu. Çünkü biz acıları, türküleri, dili, sevgisi yasak bir halkın çocuklarıydık.
Tam çıkacağımız sırada takım komutanımız Nurettin arkadaş bir grup arkadaşın şehit düşen bir arkadaşı gömmek için ayrılacağını ve kendisinin de o grupta yer alacağını söyleyince şaşkın şaşkın yüzene baktık. Adeta bakışlarımızla ne şehidi, kim ve ne zaman şehit düştü, bu günkü çatışmada hiçbir arkadaş şehit düşmedi ki demek istiyorduk. Nurettin arkadaş bakışlarımızın yönelttiği soruları cevaplamak istercesine, hayvanların içinde bir arkadaşın şehit düştüğünü söyledi. Beynimizde şimşekler çakmaya başladı. Yaşadığımız şaşkınlık peş peşe gelen artçı şoklar gibiydi. Nasıl, ne zaman ve arkadaşın ne işi vardı orada diyebildik sadece. Nurettin arkadaş korucu olan köylüler hayvanlarını bırakıp kaçmıştı. Hayvanların içindeki bir eşeğin üzerinde ekmek torbası vardı. Arkadaşlara o ekmeği getirmesi için onu göndermiştik ve o sırada vuruldu dedi. Hayvanların içindeki eşeğin üzerindeki ekmeği alıp gelmeye giden arkadaş eşeğe yaklaşınca eşek kaçmaya başlar. Arkadaş da eşeği yakalamak için kovalarken biz bir korucu kaçıyor şeklinde görmüş ve onu suikast ile şehit düşürmüşüz.
O an bizi yüreğimizden sarsan ve bizi kahreden bir acı yaşadık. Ne diyeceğimizi, nasıl diyeceğimizi bilemez olduk. Adeta ruhumuz yaralandı. Çünkü bir arkadaşımızı yanlışlıkla kendi elimizle şehit düşürmüştük. Gün boyu süren sevincimiz, yavaş yavaş bize acı olarak dönüyordu. Bunun yarattığı moral bozukluğu, yarattığı ağır etki ve psikolojik durumla yola çıktık. Ama zar zor yürüyoruz. Çünkü yaşadığımız normal bir şey değildi. Bir arkadaşımızı yanlışlıkla vurmuştuk. O dönemde yaşadığımız bütün çatışmalarda kayıp vermiştik. Ama bütün zorluklarına rağmen son iki günde hiç kayıp vermemiştik. Ama yanlışlıkla şehit düşürdüğümüz arkadaşımız son iki gündeki kayıpsızlık sevincimizi ortadan kaldırmıştı. Yaşadığımız acı, sayı olarak daha fazla kayıp verdiğimiz çatışmalarda yaşadığımız acıdan daha fazlaydı. O korkunç iç çelişki, çatışma ve hesaplaşmayla yürüyorduk. Ovadan Doğubeyazit’te doğru yol alıyorduk. Çift sürülmüş tarlaların arasından geçiyoruz. Çitli ve çamurlu yollardan geçiyoruz. Her birimiz ayrı bir düşünceye dalmış gidiyoruz. Daldığım düşüncelerden ayılınca kendimi ışıkları yanan bir köyün içinde buldum. Serhat’ta her köyde elektrik var. Girdiğimiz köydeki sokak lambalarının hepsi yanıyordu. Evlerin içindeki ışıklar ise söndürülmüştü. Sokak lambalarının ışıkları gözlerimizi alıyordu. Çünkü dağların karanlık gecesinin içinden bir anda kendimizi bir köyün sokak lambalarının altında bulmuştuk. Kapkaranlık gecenin içinden geçerek gelmiştik. Köyde düşman olup olmadığını da bilmiyoruz. O çevrede nerede düşmanın olduğunu ya da olmadığını bilmiyorduk.
Meğer bizden önce yola çıkan gruplar köye ulaşmış, gurup gurup evlere dağılmışlar; evlerin içindeki lambalar da o yüzden söndürülmüş. Çatışan grup olarak bizi yönetimin olduğu eve çağırmışlardı. Tabii bundan da haberimiz yoktu. Bizi ışığı yanmayan bir evin önüne götürerek oraya gideceğimizi söylediler. O heyecan ve karmaşık duygular içinde kapının önünde bekliyorum. Açılan kapıdan içeri girmek için bekliyordum. Birkaç saniyelik bir bekleyişten sonra kapı açıldı. Kapıyı açan kadın beni görür görmez bağırarak yere yığılıp kaldı. Kadın bayılmıştı. Bu kadının neden benden korkarak yere yığıldığını düşünmeye başladım. Psikolojik olarak karma karışık bir durumu yaşıyordum. O kadının baygınlığı beni daha çok etkiledi. Bu kadın neden benden korktu diye düşünerek kafa yoruyordum. Bu arada açılan kapıdan içeri girdim. Evde içerde kim var, kim yok bilmiyorum. Çünkü hiç kimseyi ve evin içindeki hiç bir şeyi o an görmüyorum. Serhat’ta her evin bir odasına büyük bir ayna koymak kültürdür. Salonda ayakkabılarımı çıkarıp içeri geçtim. Yönetimimizin hepsi orada oturuyormuş ama ben hiç kimseyi görmüyorum. O anda gözüme ilk ilişen şeylerden biri ayna oldu. Ben de hiçbir yere gitmeden aynaya doğru gittim.
Bir yıla yakın bir süredir traş olmamıştım. Saçım sakalım bir karış olmuştu. Yine bir yıla yakın bir zamandı banyo yapma fırsatım da olmamıştı. Bunların üzerine bir de yaralanmıştım. Hala kanıyor olan yaramı bir şütük parçasıyla bağlamıştım. Yol boyunca durmadan akan kan şütükte farklı şekiller oluşturmuştu. Yüzümün sağ tarafı boyundan itibaren şişip mosmor hale gelmişti. O halimi görünce kendimi tanıyamaz oldum. Sen de kimsin demek geldi içimden. O halim yaban insanlarını andırıyordu. Zaten her şeyin en güzeli yaban olanda değil miydi? Her şeyin en saf ve temiz hali hiç dokunulmamış yaban olanda değil miydi? O halimi görünce o an içimden bir şeyler koptu sanki. O ana dair hatırladığım tek bir şey var: o da donup kaldığımdır.
Gecenin geç saatlerine kadar o evde kaldık. Yemek yendi, çaylar içildi. Tek bir kelime etmeden arkadaşlarla birlikte yemek yiyerek çay içtim. Dilimi yutmuş gibiydi. Çünkü aylar sonra yüzümü görebilmiştim. Arkadaşların yaklaşımlarından o günü de o civarda geçireceğimiz anlaşıyordu. Çünkü o ovanın ortasında gecenin o saatine kadar köyde kalmak onu gösteriyordu. Zaman biraz daha ilerleyince arkadaşlar kalkmamız gerektiğin söylediler. Ancak çok fazla uzağa da gitmeyecektik. Köyün biraz ilerisindeki hayvan ağıllarının yanındaki boş odalarda kalmaya gidecektik. Yarım saat kadar yürüdükten sonra ağıllara vardık.
Daha önce başka bir çatışmada yaralanan Rençber adında bir arkadaş vardı. Beni onun olduğu bir odaya götürdüler. Beni o halimle gören Rençber arkadaş, “Piro bu alçaklar bize ne yaptılar” diyebildi sadece. Rençber arkadaşın bu söylemi kötü yaralandığımızı gösteriyordu. Oysa yaralarımız çok fazla ağır değildi. Zaman içinde ve tedavisizlikten ötürü kötü bir duruma gelmişlerdi sadece.
Ağıllara vardığımızda sabah olmak üzereydi. Arkadaşlar grup grup kalacakları odalara dağıtıldılar. Kaldığımız damların üzerine nöbetçi ve gözcülerimiz de çıkarıldı. Günü o ağıllarda geçirdik. Akşama doğru yola çıktık. O koca ovanın içindeki köylerin içinden geçerek kendimizi Ağrı dağına attık.
Ben altı ay boyunca kafamdaki o mermi çekirdeğiyle dolaştım. Ama iyileşmişti. Tabii yılsonuna kadar operasyonlar ve çatışmalar devam etti. Operasyonlara karşı büyük direnişler gösterildi. Kahramanlık destanları yaratıldı. Bu destanların çoğunu dağlara, dağların kayalıklarına yazan arkadaşların hepsi birer isimsiz kahraman olarak halkımızın tarihine yazıldı.
BİTTİ…Piro Dilger
https://www.nuceciwan29.com/2019/09/12/serhat-gerilla-gunlukleri-iv/
https://www.nuceciwan29.com/2019/09/11/serhat-gerilla-gunlukleri-iii/
https://www.nuceciwan29.com/2019/09/10/serhat-gerilla-gunlukleri-ii/
https://www.nuceciwan29.com/2019/09/09/sserhat-gerilla-gunlukleri-i/