BEHDÎNAN- Cemal Şerik, “Kürt sorununun çözümünü, Önder Apo’nun özgürlüğünü hedefleyen bu mücadele, bu direniş, aynı zamanda tüm dünya halklarının, devrimci demokratlarının, sosyalistlerinin desteklediği, sahiplendiği bir direniş haline geldi. Şimdi böylesi bir direniş gerçekliği içerisinde elbette Gezi direnişlerine sahip çıkmak, ancak Önder Apo’daki direnişinde ifadesini bulan bu küreselleşmeyi de doğru temsil etmekle, bu küreselleşmeye doğru sahiplenmekle, bunun Türkiye ve Kurdistan halklarına doğru mücadele edilmesiyle mümkündür” ifadelerini kullandı.
PKK Merkez Komitesi Üyesi Cemal Şerik, Haziran ayının farklı tarihlerinde yaşanan toplumsal direnişleri ve bu direnişlerin Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın İmralı’daki direnişiyle olan bağını ANF’ye değerlendirdi. Şerik’in değerlendirmeleri şöyle:
Öncelikle İmralı’daki direnişiyle tarih yazan, ezilenlere, sömürülenlere, mazlumlara ve tüm direnenlere yol gösteren Önder Apo’yu selamlıyorum.
İçinde bulunduğumuz ay, direnişlerle dolu bir ay. Büyük şehadetlerle yaşanan bu direnişler, ilk gününden son gününe kadar Haziran ayına damgasını vurmuş bulunuyor. Şehadetlerde ifadesini bulan direnişlerin yaşandığı bu ayda Önderliğin İmralı’daki direnişi, Haziran’da şehit düşen tüm devrimcilerin anısına verilen bir mücadele anlamına geliyor. Bu yönüyle de İmralı direnişi, Haziran direnişlerinin temsil edildiği bir özellik ifade ediyor. Bu vesileyle Haziran ayında şehit düşen tüm devrimcileri, yoldaşları da saygıyla anıyorum.
HAZİRAN AYI, MAYIS AYINI DEVRALDI
Bilindiği üzere 1 Haziran 1971’de Hüseyin Cevahir, İstanbul Maltepe’de şehit düştü. O günkü koşullarda Hüseyin Cevahir’in direnişi, Türkiye devrimci hareketleri açısından da önemli bir yere sahipti. O koşullarda birleşik bir devrim mücadelesi vardı. O devrim mücadelesi içerisinde yer alan herkes için de benzeri bir değerlendirmede bulunmak gerekir. Hüseyin Cevahir’in şehadeti Haziran ayının başlangıcından itibaren Haziran ayına anlam kazandırırken, aynı zamanda onun da devraldığı bir direniş vardı. Bu da 31 Mayıs 1971’de Nurhaklar’da Sinan Cemgil, Kadir Manga, Alparslan Özdoğan’ın da şehadete ulaştığı tarihi direnişi ifade ediyordu. Bu yönüyle Haziran ayı, Mayıs ayını devralmış oldu. Mayıs ayında yaşanan şehadetler, Haziran ayının direnişlerinde de ifadesine kavuşmuş oldu.
Mücadele tarihimiz açısından büyük bir yere sahip olan 1 Haziran Hamlesi’nin böyle bir özelliği var. 1 Haziran 2004’te gerilla hamlesi başlatıldı Kurdistan’da. Aslında 15 Ağustos direnişiyle yapılmak istenenin ya da hedeflenenin bir benzerini 1 Haziran Hamlesi ifade etti. 1 Haziran Hamlesi’ni izleyen süreçte, 2010 yılında Kurdistan Özgürlük Mücadelesinde dördüncü stratejik aşama diye adlandırabileceğimiz bir hamle süreci de başlatıldı. Bu anlamda 1 Haziran, hem şehadetlerin yaşandığı hem de sömürgeci-soykırımcı TC devletine karşı mücadelede belli stratejik aşamaların yaşandığı günler olma özelliğine de sahip oldu.
Haziran ayını bu yönleriyle değerlendirmek eksik kalır. Çünkü Haziran ayının başka özellikleri de var. Özellikle Özgürlük Mücadelemiz açısından bunu belirtmek gerekir. 7 Haziran Gulan (Filiz Yerlikaya) arkadaşın şehadete ulaştığı, hunharca katledildiği gün. Yine 17 Haziran, Sema Yüce yoldaşın şehadete ulaştığı gün. 1998’in 21 Mart’ında bedenini meşaleleştirerek gerçekleştirdiği eylemin ardından 17 Haziran’da şehit düştü. Yine 30 Haziran, ZÎlan yoldaşın tanrıçalaştığı, eylemiyle mücadelemizde yeni bir sürecin başlamasında yol gösterdiği bir gün. Bu açıdan Haziran ayının son gününde ZÎlan yoldaşın şehadeti de Haziran ayına temelde rengini veren, Haziran ayının özelliklerinin nasıl ele alınması gerektiğine dair bizlere yol gösterdi. Bu yönüyle nasıl ki Mayıs ayı şehitlere atfedilmişse Haziran ayı da direnişlere, eylemlere çığır açan bir ay haline geldi.
Haziran ayı bunlarla da sınırlı değil. Bugün çok daha belirgin olarak öne çıkıyor. Haziran ayında yaşanan kitlesel eylemlilikler var; emekçilerin, devrimcilerin, demokratların, sosyalistlerin büyük kitlesel gösterileri var. Hatta gösteri olma boyutunu da aşarak gerçekleştiği dönemlerde dönemin özelliklerini ve devrimci çıkışların, mücadelelerin nasıl olması gerektiğini gösteren eylemlilikler. Burada dikkat çekmek istediğimiz; 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişleri’dir.
Yine 2013 yılının 28 Mayıs’ında başlayan Gezi Parkı direnişinin en görkemli şekilde yaşandığı bir aydır. 28 Mayıs’ta başlamıştır ama tüm görkemliliğiyle Haziran ayında devam etmiştir. Haziran ayına da boydan boya bir direniş ayı olma özelliğini katmıştır. Ki bu direnişlerde de şehit düşenler var. 8 devrimci, demokrat, sosyalist katledildi. Bu vesileyle de Haziran ayında şehit düşen tüm devrimcileri, sosyalistleri burada saygı ve minnetle anıyor, anıları önünde saygıyla eğiliyorum.
Aslında Önder Apo’nun İmralı’da tarih yazan direnişinin ortaya çıkardığı sonuçlarla Haziran ayının direnişçiliği birbirini tamamlıyor. Çünkü Önder Apo’nun direnişi aynı zamanda Haziran ayındaki direnişleri en üst düzeyde temsil etme, onu sahiplenme, yaşatma anlamına gelmekle birlikte aynı zamanda Haziran ayında yaşanan şehadetlerin de temsili ya da onların anılarına verilen en anlamlı bir karşılık oluyor. Böyle bir bütünlük içerisinde de Haziran ayının o görkemli direnişlerini ele almak, değerlendirmek, sahiplenmek ve yaşatmak, görev ve sorumluluğumuzdur.
3. DÜNYA SAVAŞI KUVEYT SALDIRISIYLA BAŞLADI
Bugün çok tarihsel bir süreç yaşanıyor. 3. Dünya Savaşı koşullarından bahsediyoruz. 3. Dünya Savaşı’nın belli aşamalar yaşadığını ve bu anlamda bulunduğumuz dönemin çok kritik bir anlama sahip olduğunu belirtiyoruz. Bugün 3. Dünya Savaşı’nın yaşandığı merkezde hala devam etmesi, giderek bu merkezin etrafındaki coğrafyaya yayılması ve tüm dünyayı ilgilendiren bir savaş olması, şu veya bu şekilde uluslararası güçlerin de bu savaşın bir parçası haline geldiği bir dönemi anlatıyor. Böylesi bir süreçte İmralı direnişinin de büyük bir anlam ifade ettiğini belirtmek gerekir. Çünkü Uluslararası Komplo, 3. Dünya Savaşı gelişiminin belirli bir tarihsel sürecinde büyük bir yere sahip. Hatta diyebiliriz ki, Saddam rejiminin Kuveyt’e müdahalesiyle başlayan sürecin geldiği bir noktada Uluslararası Komplo, o süreci daha ileri bir aşamaya taşırma amacıyla gerçekleştirme gibi bir özelliğe sahip. Irak’taki Saddam Hüseyin rejimi ABD tarafından provokasyona getirilerek Kuveyt’e saldırtılmıştı. Kuveyt’e Saddam Hüseyin rejiminin saldırması da aynı zamanda beraberinde ABD ve yanındaki güçlerin Ortadoğu’ya müdahale yapmasının gerekçesi haline getirilmişti. Bu müdahalede temel bir amacı vardı: Reel sosyalizmin çözülmesiyle birlikte yeni dünya düzeninin dünyaya hakim kılınması.
Yeni dünya düzeninin dünyaya hakim kılınması için de Ortadoğu üst nokta olarak seçilmişti. Ortadoğu’da çakılacak bir kıvılcım, yeni dünya düzeninin oturtulması için de atılan bir adım anlamına geliyordu. ABD ve koalisyon güçleri, kendisi için Ortadoğu’ya müdahale ya da yeni dünya düzenini Ortadoğu’dan başlayarak hakim kılma planlarının uygulamaya konmasında atmış oldukları ilk adımın vesilesi haline getirdi. Fakat Körfez’de başlayan 3. Dünya Savaşı, savaşın içerisinde farklı olasılıkları ortaya çıkarınca da yeni bir planlamaya kavuşturuldu. Bunun nedeni de şuydu. ABD Irak’a müdahale etmişti. Kuveyt’ten Irak askerlerinin çekilmesini sağlamıştı. Sadece bununla da sınırlı kalmamıştı. Geri çekilen Irak güçlerini Irak içinde belli merkezlere toparlanmak zorunda bırakmıştı. Hatta ABD ve koalisyon güçlerinin yapmış olduğu saldırıda giderek Bağdat’a sıkışan bir Saddam Hüseyin rejimi kalmıştı. Ve düşmekle de karşı karşıyaydı. Amerikan güçleri, koalisyon güçleri Bağdat yoluna girmişlerdi. Yapmış oldukları bir planlamayla da her an Saddam Hüseyin rejimini düşürebilirlerdi.
Fakat düşürmediler. Kendileri için Saddam Hüseyin rejiminin bir süre daha ayakta kalmasını daha yararlı gördüler. O nedenle de yenilgiyi kabul etmiş ve o temelde bir anlaşma imzalamış Saddam Hüseyin rejimini, yapmış oldukları planlamanın sonuç vermesi için daha fazla ayakta tutmayı çıkarlarına gördüler. Bunun asıl nedenini oluşturan Saddam Hüseyin rejiminin yıkılması halinde Irak’ın bölünme durumuydu. Irak’ın üç parçaya bölüneceği görülmüştü. Irak’ın üç parçaya bölünmesi demek, Afganistan’daki yaşanan çatışmalı durumdan kontrol dışı çıkan bir savaş olmayı aşan yeni bir savaş sürecinin Irak’ta başlama olasılığıydı.
1992’DE ÖNDER APO’DA TEMSİLİNİ BULAN KÜRTLÜĞÜ BİTİRMEYİ HEDEFLEDİLER
Bölünen Irak, parçalanan güçler arasında da karşı karşıya bir savaşın da damgasını vuracağı bir sürecin başlanmasına neden olacaktı. ABD ve koalisyon güçleri bunu göze alamadı. Çünkü böylesi bir savaştan en fazla yararlı çıkacak olanın Kürtler olduğunu gördüler. Fakat bu savaştan en fazla yararlı çıkacak olanın Kürtler olduğunu görmeleri, bu herhangi bir Kürt’ü ya da tüm Kürtleri içine alan bir belirleme değildi. Çünkü savaş sürecinde ABD ile yakın ilişki içerisinde olan Kurdistan güçleri vardı. Bu güçler ABD politikasını uygulamayı peşinen üstlenmişlerdi. O savaşın parçaları olmuştu. Baştan ABD ile birlikte olan, ittifak eden Kürtlerin, ABD için, koalisyon güçleri için bir tehlike olma durumları söz konusu değildi.
Burada en büyük tehlike olarak gördükleri Kürt, Önder Apo şahsında temsilini bulan, direniş içerisinde dirilen Kürt gerçekliğiydi. İdeolojik doğrultu kazanmış, politik bir hatta sahip ve buna uygun bir ruhi kültürel şekillenme içerisine girmiş olan Kürt gerçekliğiydi. Önder Apo’da temsilini bulan Kürtlerdi bunlar. ABD ve koalisyon güçlerinin de kendileri için tehlike olarak gördüğü Kürtler bunlardı. Ama bunun yanında kendisiyle işbirliği yapanlar, güçlendirilmesi gereken kesimler arasında yer alıyordu. Bunun sağlanması için de koşulları yeniden oluşturmaları, ona göre bir planlama yapıp harekete geçmeleri gerekiyordu. Irak savaşı belli bir anlaşmayla durduktan sonra bu doğrultuda harekete geçtiler. Hedeflerinde ise, ABD ve koalisyon güçleri ile işbirliği yapan Kürtlerin güçlendirilmesi ve bunun karşısında da kendileri için engel ya da tehlike olarak görülen Kürtlerin etkisizleştirilmesi, zayıflatılması vardı. Zaten ABD ile Irak arasındaki anlaşmanın ardından böylesi bir süreci başlattılar. TC’nin 1991 Ağustosunda Başûrê Kurdistan’a yapmış olduğu işgal saldırısı var. Daha sonra 1992’de TC’nin KDP’yi de yanına alarak, kimi Kurdistanlı güçlerin de desteğini alarak başlatmış olduğu işgal saldırısı var. 4 Ekim 1992’de başlattıkları saldırılar… Bu saldırı da 3. Dünya’nın başlangıcından sonraki sürecin bir parçasıydı. Hedefinde PKK’yi zayıflatmak, giderek etkisini kırmak vardı. Önder Apo’da temsil bulan Kürtlüğü bitirmek vardı. Ve bu temelde de saldırılar başladı. 1991’de başladı, 1992’de şiddetlendi.
1992’nin sonlarına doğru, 93’le birlikte de saldırılar Bakurê Kurdistan’da çok daha ileri aşamalara getirildi. Bir yanda 1992 ile beraber Başûrê Kurdistan’a yönelik askeri işgaller sürekli bir hal alırken, aynı zamanda Bakurê Kurdistan’da da topyekun bir özel savaş sürecine girildi. Milyonlarca Kürt yerinden yurdundan erildi, binlerce köy boşaltıldı. Kitlesel tutuklamalar başladı, kitle katliamları başladı. Bunların hepsinin hedefinde 3. Dünya Savaşı ile birlikte ulaşılmak istenen hedeflerin önünde engel olarak gördükleri, Önder Apo’da temsilini bulan, dirilen Kürt gerçekliğinin, kurtuluşu artık önüne hedef koyan Kürt gerçekliğinin zayıflatılması vardı. Uluslararası Komplo da öyleyse bir planlamanın belli bir aşamasını ifade etmişti. Artık kendilerine göre PKK’yi zayıflattıklarını düşündüler. Önder Apo’yu sınırlandırdıklarını düşündüler. Başûrê Kurdistan’daki işbirlikçi yapıyı güçlendirdiklerini düşündüler. Bunlara uluslararası alanda meşruiyet kazandırdıklarını düşündüler. Kendilerine göre koşullarına en uygun olduğu bir süreçte Uluslararası Komplo’yu gerçekleştirdiler.
Uluslararası Komplo 3. Dünya Savaşı’nın belli bir aşamasını ifade eder. Ki dikkat edilirse Uluslararası Komplo’dan sonra 3. Dünya Savaşı Irak’la yapılan anlaşmayla birlikte durdurulmuştu. O an yapılan anlaşma geçerliliğini yitirdi. Geçerliliğinin de yitirmesinin koşulları oluşturulmuştu. Uluslararası Komplo ile tehlike olarak gördükleri Kürtleri devre dışında bırakacaklardı. Etkisiz kılmak istedikleri Önderliği devre dışında bırakmış olacaklardı. Öyle zannettiler, buna kendilerini inandırdılar.
KUVEYT SALDIRISI DA İKİZ KULELER OLAYI DA TARTIŞMALIDIR
Zaten ardından da bilinen 11 Eylül İkiz Kuleler saldırısı gündeme geldi. Tartışmalı bir saldırıdır bu. Çünkü nasıl Saddam Hüseyin yönetiminin Kuveyt’e saldırısı tartışmalıysa, ABD provokasyonu olma özelliğini taşıyorsa İkiz Kuleler olayı da böyle bir anlam ifade etti. İkiz Kuleler olayı bir gerekçe haline getirilerek önce Afganistan’a müdahale ardından da Irak’a müdahale gündeme getirildi. Bu aslında 3. Dünya Savaşı’nın belirli bir aşamaya girdiğini gösteriyordu. Bu yönüyle 3. Dünya Savaşı’nın Uluslararası Komplo ile bağının doğru görülmesi gerekir. Uluslararası Komplo ile neyin hedeflendiğinin doğru çözümlenmesi gerekir. İçinde bulunduğumuz koşullarda İmralı direnişini ele alınırken, değerlendirilirken ya da İmralı direnişinin anlamı ve önemi üzerinde durulurken bu gerçekliğin mutlaka görülmesi gerekiyor.
İmralı direnişi sadece Önder Apo’nun Kurdistan sorununa çözüm bulma temelinde gerçekleştirdiği bir direniş değil. Aynı zamanda tüm Uluslararası Komployu gerçekleştiren güçlere karşı bir direniştir. Bu uluslararası komplocu güçlerin ulaşmak istedikleri hedefler karşısındaki bir direniştir. Yeni dünya düzenini oluşturmak istiyorlardı. Yeni dünya düzenini oluşturmak için Ortadoğu’yu temel bölge olarak seçmişlerdi. Büyük Orta Doğu Projesi de, temel üst bölgesi olarak seçilen bölgede yeni dünya düzenini oturtmayı hedeflemişti.
Önder Apo’nun direnişi tüm bunlara karşı bir direniş anlamına geliyor. Bu direniş aynı zamanda reel sosyalizmin çözülmesiyle birlikte tek kutuplu hale getirilen dünyada zaferi ilan eden küresel sermaye güçlerine karşı, emperyalizme karşı bir karşı duruş olma özelliğini taşıdı. Bir nevi küresel sermaye güçleri kendini zafer kazanmış olarak görürken, ona karşı yeni bir devrim dalgasının başlatılmasını ifade etti. İmralı direnişi dünya ölçeğinde yeni bir devrim dalgasının başlamasını da ifade ediyor. Bu direnişin bu özelliğini görerek, burada Haziran ayı direnişlerinin de nasıl bir anlama geldiğini doğru çözümlemek gerekiyor.
15-16 HAZİRAN DİRENİŞLERİNDE HERKES YER ALDI
15-16 Haziran direnişlerinden bahsettik. Gezi Parkı direnişinden bahsettik. Yine bunların herhangi bir direniş olmadığını söyledik. Bu direnişlerin, gerçekleştikleri dönemde ifade ettiği tarihsel anlam değerlendirildiği zaman bu görülecektir. Örneğin 15-16 Haziran direnişi, 1970 yılında yaşanıyor. O dönemde Türkiye’de devrimci mücadelesi belli bir gelişme kaydetmiş durumda. Devrimci örgütler kurulmuş. Bunlar devrim mücadelesini geliştirmeyi önlerine temel hedef olarak koyuyorlar. Ve bu giderek kitleler içerisinde etkili hale geliyor. Öğrenci gençlik içerisinde de etkilidir. Öğrenci gençlik içerisindeki etkili olan bu hareket, daha sonra işçiler içerisinde de, köylüler içerisinde de etkili hale geliyor. O dönem gelişen toprak işgalleri var. Yoksul köylülerin gerçekleştirdiği toprak işgalleri var. İşçilerin geliştirdiği büyük grevler var. Binlerce işçi grev halindedir. Öylesi bir süreçte gelişen devrimci mücadeleye karşı, toplumsal mücadeleye karşı dönemin hükümetleri, oligarşik yönetimleri saldırıya geçiyorlar. Geçmiş oldukları bu saldırılar bütünlüklüdür. Hedefinde hem iktidara karşı, devlete karşı devrim mücadelesini öngören devrimci örgütler vardır. Hem işçiler vardır hem de köylüler vardır. İşte böylesi bir süreçte işçilerin temel hakları vardır; örgütlenme hakları vardır, sendikal hakları vardır. Bu alanlara sınırlama getiriyorlar. Toplu sözleşme haklarını, grev haklarını sınırlandırıyorlar. Bunları yaparken de burjuvalara ve patronlara lokal haklarını daha geniş bir uygulama yetkisini getiriyorlar. Bununla birlikte o dönemin sarı sendikası var; Türk İş. Hala günümüzde de var, etkisini de sürdürüyor. Ve bunun karşısında da bir devrimci demokratik muhalefeti, işçileri kucaklamaya çalışan DİSK örgütlenmesi var. DİSK gelişme kaydediyor. Türk İş’ten de işçiler, DİSK’e doğru kayış içerisine girmiş durumda. Türk İş’ten ayrılan, Türk İş’e bağlı sendikalardan ayrılan, DİSK’e bağlı sendikalara geçen işçiler var. Tüm bunları çıkartılan yasalarla engellemek istiyorlar. Ve bu yasaların gerçek alındığı, yasaların da uygulamaya konulduğu andan itibaren buna karşı gelişen direnişler var. 15-16 Haziran, böylesi bir direniş gerçekliğini anlatıyor.
Ama bu direniş, sadece direnişi gerçekleştiren işçilerle sınırlı değil. O dönemde birçok iş yerinde grevler var. O grevlerde yer alan işçiler de bu direnişlere katılıyor. İlk direnişin gerçekleşmesine göre gösteri İstanbul’da başlıyor. Ama o direniş sadece İstanbul’la sınırlı kalmıyor. İşçi sınıfının yoğun olduğu tüm alanları kapsıyor. Daha çok da Marmara’daki işçi sınıfının bütünlüğünü kapsıyor. Böyle iki güne yayılan bir direniş var. Biri esnaf olmak üzere 4 emekçi o direnişlerde yaşamını kaybediyor, şehadete ulaşıyor. Ve bunun ardından da TC, o günkü koşullarda sıkı yönetim ilan ediyor. Yani bu, Türkiye’deki oligarşik yönetimin sınıf mücadelesine karşı, devrimci mücadeleye karşı, demokratik mücadeleye karşı başlatmış olduğu saldırılara bir cevap olma özelliğini taşıyor. O nedenle Türkiye’deki sınıf hareketi açısından en büyük direnişler arasında değerlendirilmesi gerekiyor.
Bu sadece Türkiyeli emekçiler açısından değil aynı zamanda TC devleti sınırları içerisinde kalan Kurdistan ve Türkiye emekçileri, Anadolu emekçileri açısından da böyle bir anlam ifade ediyor. Bir bütünlüğü ifade ediyor. Çünkü 15-16 Haziran’da kültürel kimliklerine ya da etnik yapılarına bakmadan tüm işçilerin, tüm emekçilerin direnişidir. Kürt de yer alıyor, Türk de yer alıyor, Çerkez de yer alıyor. Yani bu coğrafyada kim yaşıyorsa onların hepsi bu direnişte yerini alıyor.
Aynı şekilde o dönemin devrimci mücadelesi için de geçerlidir. Bir devrimci gençlik hareketi vardır. Türkiye devrimci gençlik hareketi olarak da bilinir. Ama onun içerisinde Kürt de, Çerkez de, Ermeni de yer alıyor. Yani bu coğrafyada yaşayan halklardan herkes, o kimliklere sahip olan devrimciler bu mücadele içerisinde yer alıyor. Başta belirttik; Hüseyin Cevahir Dersimlidir. Bulunduğu örgüt yapılanması var; Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi. O örgütün yönetim düzeyinde görev alan kadrolarındandır. Aynı zamanda ulusal sorun üzerine de en büyük yoğunlaşması olanlardandır. Yine Ömer Ayna, Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu’nda yer alıyor. Kendisi Amedlidir. Daha bu şekilde vereceğimiz birçok örnek var.
GEZİ DİRENİŞİNİ ORTAYA ÇIKARAN KOŞULLARI BİLMEMİZ GEREKİR
Gezi Parkı direnişinin de Kurdistan ve Türkiye emekçileri açısından büyük bir yeri, büyük bir anlamı var. Bunu da gerçek anlamıyla değerlendirmek, ona göre anlamlandırmak gerekiyor. İlk başta da Gezi Parkı direnişi hangi koşullarda ortaya çıktı, bunu bilmemiz gerekir. Bunun doğru anlamlandırılması gerekir. Gerek Türkiye gerek Kurdistan açısından 2013 yılı büyük bir öneme sahiptir ve anlamlıdır. Çünkü TC ile bir diyalog süreci başlamıştır.
TC’nin amacı neydi, bunlar tartışılabilir. TC’nin amacı bir diyalogu başlatmak değildi. Öylesi bir görünüm altında özel kirli savaşını geliştirmek, gelişen devrim mücadelesini boğmaktı. Bir özel savaş hamlesi, özel savaş taktiği olarak öylesi bir sürecin yaşanması, o görüşmelerin başlaması temelinde kendisini bir taraf haline getirdi. Yoksa Kürt sorunu demokratik, barışçı yollardan çözeyim diye bir yaklaşımı yoktu. O günkü koşullarda Kurdistan devriminde 1 Haziran Hamlesi var. 2010 yılında da 1 Haziran Hamlesi var. Devrimci operasyonların başladığı bir süreçtir. Başlayan bu süreçte işgalci, sömürgeci TC devletine büyük darbeler vurdu. Beklemediği anda gerilla eylemlilikleri başladı. TC’nin karakolları, taburları gerillanın saldırı, eylem, tehdidi, hedefleri altında kaldı. Büyük eylemler gerçekleştirdiler. Bu, o dönemin mevcut AKP hükümetini çok derin sarstı. Gerilla eylemlilikleri, gerilla hamlesi karşısında çözümsüz kaldı. Yine zindanlarda gelişen büyük kitlesel eylemler, açlık grevleri yaşandı. Kurdistan’ı ve Türkiye’yi saran toplumsal hareketler gelişmeye başladı. Bütünlüklü bir eylemlilik süreciydi. Bu eylemlilik sürecinde AKP hükümeti, Önderlik’le görüşmek zorunda kaldı.
O dönemde Önderlik üzerinde izolasyon vardı. Tehdit uygulanıyordu. Bunu gevşetmek zorunda kaldı. İmralı duvarlarını o gelişen direnişler çatlattı. Çatlayan duvarlar içerisinde, duvarların çatlama gerçekliği içerisinde 2013 yılındaki o görüşmeler başladı. Önder Apo bunu farklı bir noktaya getirmek istedi. Demokratik barışı bir çözüme, bir diyalog sürecine dönüştürmek için çaba sarf etti. Gezi Parkı direnişi böylesi bir süreçte ortaya çıktı. O dönemin yarattığı koşullar vardı. O koşullar Kurdistan’da olsun, Türkiye’de olsun belli kesimlere nefes aldırdı. Yasal demokratik siyaset güçlerine nefes aldırdı. Ağır baskılama altında bulunan devrimci demokratik güçler nefes aldı. Kendilerini daha farklı şekilde ifade etme imkanlarına kavuştu. Nasıl ki 15 Ağustos 1984 gerilla hamlesi Kurdistan’da toplumsal dirilişin gelişmesinin önünü açmışsa, yine aynı şekilde devrimcilere, demokratlara, sosyalistlere ya da 12 Eylül faşizmine karşı belli muhalefet oluşturan kesimlere nefes aldırmışsa, kendilerini örgütleme imkanlarına ortaya çıkarmışsa ve bunun sonucu olarak da 1988-89-90’ların başında Türkiye’de büyük toplumsal hareketler gelişmişse, aynısı 2013 yılında da yaşandı. İmralı’da başlayan görüşmeler, öncesinde yaşanan gerilla eylemlilikleri, toplumsal hareketler, zindan direnişlerinin ortaya çıkarttığı zemin üzerinde Gezi Direnişi başladı.
ERDOĞAN GEZİ DİRENİŞİ’NDE KENDİ SONUNU GÖRDÜ
Böyle bir zeminde başlayan Gezi Direnişi, Türkiye devrimci, demokratik, sosyalist hareketleri için, sistem dışı, sistem karşıtı güçler için büyük bir imkan ortaya çıkardı. Yani 89-90’lardakine benzeyen olanaklar gibiydi. O zaman da çok büyük gösteriler, direnişler yaşandı. İşçi grevleri gösterileri yaşandı. O direnişlerde “Zonguldak-Botan el ele” sloganları atıldı. Kamu çalışanları o direniş içerisinde sendikalaşma hakkını elde etti. O dönemde artan faşist saldırılar, sömürgeciler saldırılar karşısında Kurdistan’da gelişen bir direniş vardı. O direniş, Türkiye toplumsallığı içerisinde de karşılığını buldu. Yaygın işçi, öğrenci eylemleri, kamu çalışanların eylemleri de bunun bir ifadesiydi. Gezi Parkı’nda da aynı güçler harekete geçtiler. Sistem karşıtı güçler, işçiler, devrimci-sosyalist yapılanma ve örgütlenmeler, feminist, ekolojik çevreler harekete geçti. Yani Önderlik paradigmasında ifadesini bulan sistem dışı, sistem karşıtı güçler, demokratik modernite düşüncesinin hitap ettiği tüm güçler harekete geçti. O güç de direnişiyle büyük bir etki yarattı. Ve bu etki de Erdoğan faşist yönetimini korkuttu. Geri adım atabilecek bir noktaya getirecek koşulların oluşmasını sağladı. Bir yanda İmralı’da görüşmeler yapılıyor, Türkiye’deki o soykırımcı, sömürgeci, faşist özel rejimin geri adım atmasına neden oluyor. Geri adım atmıştır gerilla karşısında, Önder Apo karşısında. Bir bütün olarak özgürlük mücadelemiz karşısında geri adım atmıştır. Geri adım attığı bir süreçte öyle bir mücadele ortaya çıkıyor. Bu fiilen, objektif olarak Kurdistan’daki devrimci mücadeleyle Türkiye’deki demokrasi mücadelesinin birleşmesini, buluşmasını ifade ediyor. Bu da o koşullarda Erdoğan faşizmini, Türk özel savaş rejimini korkuttu. Ve o direnişte, yani Kurdistan’da gelişen direnişle, onun ortaya çıkarttığı sonuçlarla birleşen, Türkiye’deki gelişen o devrimci mücadelenin birleşmesinde kendi sonunu gördü. Kendi sonunu gördüğü içindir ki Gezi Parkı direnişine saldırdı. Gezi’nin daha farklı sonuçlar ortaya çıkartmasını engelledi. Çünkü Gezi Parkı direnişinde Türkiye’nin geleceği temsil ediliyordu. Türkiye ve Kurdistan halklarının ortak geleceğinin hangi temellerde ortaya inşa edileceğinin temsili söz konusuydu. Ve bu, Türk özel savaş rejiminin de yıkılması, çözülmesi, yerle bir edilmesi anlamına geliyordu.
Kurdistan devrimi karşısında geri adım atan Türk özel savaş rejimi, Gezi’de aynı geri adımı atmamak için de saldırısını en uç noktalara çıkardı. Bunun doğru görülmesi gerekir. Niye soykırımcı TC devleti bu kadar Gezi Parkı direnişine yöneldi derken, bu direnişin Kurdistan ve Türkiye halklarının geleceği açısından ifade ettiği anlam nedeniyle böyle bir yaklaşım içerisinde girdiğini görmek gerekir. Bir yanda Kurdistan’da devrimci kabarış kendi toplumsal inşasını gerçekleştirirken, onun mücadelesini yürütürken, Gezi Parkı’ndaki direnişin ortaya çıkarttıkları da bunu tamamlayıcı bir özellik ifade ediyordu. Gezi’de sadece direnilmedi, Gezi’de bir komün yaşamı inşa edilmek istendi. Gezi direnişi boyunca da bir komün yaşamı hakimdi. Orada ortak aşevleri, revirler, kütüphaneler kuruldu. Yaşamın ortaklaşa üretilmesine, ortaklaşa yürütülmesine, ortaklaşa yönetilmesine örnek teşkil edebilecek büyük adımlar atıldı. Bu, mevcut sömürgeci sistem karşısında yeni bir toplumsallığın ifadesiydi. Bu toplumsallık soykırımcı, sömürgeci TC devletini, Erdoğan faşizmini korkuttu. O nedenle de şiddetli saldırdı.
DİRENİŞİ TERÖRİZE ETMEK İSTİYORLAR
Gezi Parkı direnişi sadece İstanbul’la da sınırlı kalmadı. Bayburt ve Bingöl dışında TC devleti sınırları içerisindeki 79 ilde de etkisini gösterdi. Bu demektir ki Gezi’deki başlayan direniş, orada yanan ateş, TC devleti sınırları içerisindeki her yeri de içerisine aldı. Bu, TC için çok büyük tehlikeydi. Kendi sonunu gördüğü bir direnişti. Kurdistan Devrimi ile birleşen bir direnişti. Bunu engellemek için o kadar saldırdı.
Daha sonraki süreçte de açılan davalar var. O direniş davasının da bu şekilde sonuçlanmasında TC’nin duymuş olduğu korku var. Normal hukuk kuralları içerisinde değerlendirildiği zaman, orada gerçekleşen direniş, mahkemede bir yargılanmayı gerektirmiyor. Hatta yargılanması halinde de tarihin beraat ettireceği bir direniş olma özelliğine sahip. Bunu onlar da biliyor. Ama korktuklarının başına gelmemesi için öylesi bir cezalandırma yoluna girdiler. Aslında bu cezalandırmayla direnişi terörize etmek istediler. İşte mahkemeler de, yasalar da bunu suç olarak kabul etti. TC devleti “terör” diyerek bilinçlere kazımaya, tarihte o şekilde yer etmeye ve toplumun bir daha böyle bir direnişe girmesinin de önünü almaya çalıştı. Bugün insanlara en ağır cezalar verilmişse -ki uluslararası mahkemeler de bunları reddediyor, kabul etmiyor-, TC bunda ısrar ediyorsa nedeni bu. Direnişin etkisinden korktular. Direnişi terörize etmek istiyorlar. Kurdistan ve Türkiye halklarının birleşik bir mücadele içerisine girmesini engellemek istiyorlar. Asıl nedeni bu. Ki bugün Osman Kavala’nın yargılanması, en ağır cezalara çarptırılması, Erdoğan’ın onu ısrarla zindanda tutmak istemesinin temel amacı bu. Ki onunla birlikte yargılananlar için de bu geçerlidir.
Yine Kurdistan’da başlayan 7-8-9 Ekim 2014 tarihindeki Kobanê direniş süreci var. Kobanê direniş süreci de Türk özel savaş rejimi üzerinde aynı etkiyi yaratmıştır. Nasıl Gezi’de devlet son bulmuşsa, halk iradesi, toplum iradesi ortaya çıkmışsa Kobanê direnişinde de öyledir. Devlet sokaklarda yoktur. Toplumsal irade ortaya çıkmıştır. Bugün Kobanê davası sonuçlandı. En ağır cezalar verildi. Sözde uydurulan o mahkemelerde nasıl Gezi davasında öyle bir sonucu ulaşmışlarsa, Kobanê davasında da böylesi bir sonuca ulaşıldı. Kobanê mahkemesi, kumpası deniyor. O sözde mahkemesinin kurulması, böyle bir karara ulaşmasının nedeni bu. Kurdistan halk açığa çıkan halk iradesinin terörize edilmesidir. Bir terör suçu olarak tarihe geçirilmesidir. Bu da Erdoğan faşizminin ikinci korkulu rüyası haline gelen bir direniştir. Gezi Davası sonuçlarından nasıl belli sonuçlar elde edilmişse, Kobanê mahkemesinde de aynı sonuçları almaya yöneliktir. Bu, şu açıdan önemlidir.
Gelişen direnişler, her dönemin gelişen toplumsal hareketliliğini, toplumsal mücadelesini, o mücadelenin hedeflerine ulaşma, içerisinde oldukları aşamayı, süreci anlatır. Gezi direnişi böylesi bir süreci anlatıyor. 15-16 Haziran yaşandığı süreçte böylesi bir süreci anlattı.
Ve böylesi bir süreçte tabii ki bu direnişlerin doğru anlamlandırılması ve sahiplenilmesi gerekiyor. Bunun Kurdistan ve Türkiye halkları açısından neyi ifade ettiğinin bilinmesi ve ona göre sahiplenilmesi gerekiyor. Ona göre de sahiplenilerek yaşatılması gerekiyor. Ki bu, günümüzde çok daha fazla öne çıkmış bir zorunluluk halini almış bulunuyor. Çünkü özel savaş rejimi sadece devrimci demokratlara, sosyalistlere ya da böylesi bir mücadeleye öncülük edenlere, etkin olanlara yönelik saldırılarla kendini sınırlandırmıyor. Tüm toplumu karşısına almış durumdadır.
TOPLUMSAL DİRENİŞLERİN İMRALI DİRENİŞİ İLE BAĞINI DOĞRU KURMALIYIZ
Buna karşı gelişecek mücadele de, özel savaş rejiminin karşısına yer aldığı Kurdistan ve Türkiye halklarının mücadelesidir. Burada görülmesi gereken en temel nokta bu. Bunun, Önderliğin İmralı’daki direnişiyle de doğrudan bağı, ilişkisi görülebilmeli. Eğer Önder Apo’nun İmralı’daki direnişiyle toplumsal direnişler arasındaki bağı doğru kuramazsak, o direnişlerden istenilen sonuçların elde edilmesi mümkün değil. Belli bir dönem yaşanmıştır. Etkisi, yaşandığı dönemlerle sınırlı kalmıştır. Ama sonraki dönemlere taşırılamamıştır. Ama Gezi Parkı direnişi, İmralı direnişinin geliştiği bir noktada yaşanmıştı. Kurdistan’da gelişen toplumsal mücadelenin belli bir aşamaya geldiği noktada yaşanmıştı. Ve onu tamamlayan, bütünleyen bir gerçekliği ifade ediyordu. Şimdi de İmralı direnişi bu özelliğini koruyor ve o direnişi en üst düzeyde temsil ediyor. Bunun bir sonucudur ki, bugün İmralı’daki Önder Apo’nun direnişi uluslararası bir direniş haline geldi. Önder Apo’nun özgürlüğünü esas alan, Kürt sorunu çözümü esas alan bir mücadele haline geldi. Kürt sorununun çözümünü, Önder Apo’nun özgürlüğünü hedefleyen bu mücadele, bu direniş, aynı zamanda tüm dünya halklarının, devrimci demokratlarının, sosyalistlerinin desteklediği, sahiplendiği bir direniş haline geldi. Şimdi böylesi bir direniş gerçekliği içerisinde elbette Gezi direnişlerine sahip çıkmak, ancak Önder Apo’daki direnişinde ifadesini bulan bu küreselleşmeyi de doğru temsil etmekle, bu küreselleşmeye doğru sahiplenmekle bunun Türkiye ve Kurdistan halklarına doğru mücadele edilmesiyle mümkündür.
Kurdistan’da belli bir sahiplenme var, Türkiye’de de devrimci demokrat kesimler içerisinde bir sahiplenme var. Ama bu sahiplenme bununla sınırlı kalma boyutlarının çok ötesine geçiyor. Bu da nasıl ki gelişen toplumsal mücadeleler halkları yan yana getiriyorsa, burada da Önder Apo’yu sahiplenmenin böyle bir anlam ifade ettiğinin bilinciyle hareket edilmesini zorunlu kılıyor. Eğer bu sağlanır ve gerekleri yerine getirilirse, halkların direnişlerini yaşatması, sahiplenmesi de o kadar olanaklı hale gelecek. Bu somut bir olgudur.
Çünkü Uluslararası Komplo Önderliğe yönelik yapılmıştır. Bu yönleriyle Önder Apo’nun direnişiyle Gezi Parkı direnişi arasındaki bağ doğru görülebilmelidir. Yine Kurdistan’daki gelişen toplumsal hareketlerle, kitlesel kabarışlarla Önder Apo’nun direnişi arasındaki bağ doğru görülebilmelidir. Eğer doğru görülmezse, aradaki bağ doğru kurulmazsa, o zaman o direnişleri kendisiyle sınırlı olarak ele almış oluruz. Kendisiyle sınırlı kaldığı için de sadece dönemi üzerinde etkili olur. Sonraki süreçlere bunların taşınması olanaksız hale gelir.
Tarihe mal olmuş, yaşandığı dönemlerde büyük etki yaratmış, büyük gelişmelerin önünü açmış olan direnişler sürekli kılınmalıdır. Bu da onun sahiplenilmesiyle, yaşatılmasıyla mümkündür. Sahiplenilmesi için, yaşatılabilmesi için de onun hangi köklere, hangi temellere dayandığının ve bunlar arasındaki bağın koparılmaması gerektiğinin bilincinde olmayı gerektirir. İşte burada karşımıza çıkan Önder Apo’nun direnişidir. Önder Apo, bugün direnişini tüm dünya insanlığına örnek olabilecek şekilde sürdürüyor. İzolasyon koşullarındadır. Yaşamı her gün tehdit altındadır. Ama bu sadece fiziki bir saldırı olmanın da ötesinde bir anlamı ifade ediyor. Önder Apo düşüncesiyle, görüşleriyle, etkisiyle tüm dünya insanlığını etkiliyor.
İMRALI DİRENİŞİNİ DOĞRU TEMSİL EDELİM
Bu açıdan Önder Apo üzerindeki bu izolasyon, aynı zamanda tüm dünya insanlığına karşı da bir saldırıyı ifade ediyor. Nasıl ki Uluslararası Komplo Önder Apo’nun şahsında somutlaşmış, o temelde bazı sonuçlara ulaşmak istemiştir; küresel sermaye güçleri şimdi de aynı sonuçları elde etmek istiyor. Önder Apo’nun direnişi de buna karşı bir anlam ifade ediyor. Bu da beraberinde sahiplenmeyi gerektiriyor. Ama onun sahiplenilmesi, o direnişin doğru temsiliyle mümkündür. Bunun bilinciyle hareket edilmesi, o direnişi sahiplenen herkesin de önünde bir görev haline gelmiş oluyor. Eğer o görev sahiplenilmezse direnişleri de sahiplenilmez. Belki anılabilir, belki tarihe yaşandığı süreçteki yaşanmışlıklarıyla geçebilir ama ondan fazla bir ifade etmez. Ama şimdi onların daha ileriye taşınması gerekir. Daha ileriye taşınacaksa demek ki o direnişin yaşandığı dönemde ona neden olan, o direnişin gelişmesine koşul sağlayan o özelliklerin temsil edilmesi, savunulması gerekir. Onların başında da Önder Apo’nun direnişi geliyor.
Önder Apo’nun bugünkü direnişi uluslararası alanda sahipleniliyor. Bu anlamda küresel bir sahiplenmeye dönüştü. Ve bu küresel sahiplenme içerisinde de Önderliğin özgürlüğü ve Kürt sorununun çözümü hamlesi yaşanıyor. Bu hamle, küresel sahiplenmeyi sağlayan en önemli hamledir. Ve bu uluslararası alanda büyük bir etkiye sahip. Bu etki sadece Önderliğin özgürlüğü ile, Kürt sorununun çözümü ile de sınırlı kalmıyor. Uluslararası alanda devrimci demokrasi güçlerine, sistem karşıtı güçlere de kendini ifade etme, kendini örgütleme, daha geniş alanlarda etkili olma imkanı sunuyor. Bu anlamda onlara belli bir ivme kazandırıyor. Karşılıklıdır, simbiyotik bir ilişkiyi ifade ediyor. Bir yanda sahiplenmedir ama diğer tarafta o sahiplenmenin de gelişmesine neden oluyor. Onun da önünü açmasına imkan sunuyor.
Bu gerçeği de ele aldığımız zaman, doğal olarak Gezi Parkı direnişinin günümüzdeki sahiplenilmesi 1970’lerin başını ifade etse de, 15-16 Haziran’ın direnişinin sahiplenilmesi, günümüzde Önder Apo’nun direnişinin sahiplenilmesini gerektiriyor. Bu da Türkiyeli devrimcilerin, demokratların, sosyalistlerin, sistem karşıtı olan tüm güçlerin önünde duran bir görev ve sorumluluktur. Çünkü kendi gelecekleri, kendi hedefleri, ütopyaları Önder Apo’nun direnişine bağlıdır. Ya da direnişinden ayrı olarak düşünülemez. O direnişi tamamlıyor. O direnişin gelişimi içerisinde kendi etki gücünü arttırıyor.
Nasıl Gezi Parkı direnişinin etki gücünü arttırmışsa, Önderliğin mevcut direnişi de, aynı şekilde Türkiyeli devrimcilerin, demokratların direniş mücadelesinin etki gücünü arttırmasına olanak sunuyor. Bu aynı zamanda Kurdistan ve Türkiye halklarında ortak kurtuluş için önemli bir hamlenin başlatılması anlamına geliyor. Öyleyse “Önder Apo’ya Özgürlük, Kürt Sorununa Çözüm” hamlesinin Türkiyeli devrimci, demokratik, sosyalist güçler tarafından sahiplenilmesi gerekiyor.
Gerekiyor demek yeterli midir? Hayır. Bunun sağlanması için de yerine getirilmesi gereken görev ve sorumluluklar var. Bu da Türkiyeli ve Kurdistanlı devrimci, demokrat ve sosyalistlerle; bunların oluşturduğu ortak mücadele zeminleri, platformlarıyla; bunlar arasında gelişecek ortaklıklara dayalı örgütlenmelerle, mücadelelerle ancak sağlanabilir. Burada da temel görev halkların devrimci öncülerine, emekçilerine, gençlere, kadınlara düşüyor. Bunların birlikte ortaklaşa geliştireceği mücadelenin sağlanmasına düşüyor. Böylesine geniş bir alanda bir sahiplenmeyi gerektiriyor.
Eğer bu sahiplenme sağlanırsa, bunda belli bir mesafe kat edilirse amacına da ulaşacaktır. Türkiye’deki devrimci demokrasi güçleri daha geniş bir alanda örgütlenecektir. Kendisini toplumsal bir irade haline getirecektir. Kurdistan halkının yerleştirmiş olduğu özgürlük mücadelesiyle ortak zeminde buluşarak, birlikte özgürlüğe kavuşmanın imkanlarını çok daha fazla aşmış olacaktır. Bunun bilinciyle hareket ederek Haziran direnişlerine sahip çıkmak gerekir.
Haziran ayı direnişler ayıdır. Büyük gelişmeler ortaya çıkartmıştır. Ama bu gelişmelerin tarihselliği içerisinde sürekli kılınması, daha büyük kazanımlara dönüştürülmesi önümüzde bir görev olarak duruyor. Öyleyse bu görevin yerine getirilmesinde Kurdistan ve Türkiye halklarının ortak mücadelesi, bu ortak mücadelenin geliştirilmesinde İmralı’daki direnişin sahiplenmesi, onun daha da geniş bir alanda bir mücadele zeminine dönüştürülmesi, tabii ki Gezi Direnişinin, Haziran direnişlerinin sahiplenilmesi, Haziran ayında şehit düşenlerin sahiplenilmesi en temel bir görev ve sorumluluktur.
Bu temelde Haziran şehitleri ve Haziran direnişlerini ele almak, ona göre anlam ve değer biçmek, ona göre sorumluluk ve görev üstlenmek ve bunları yerine getirmek en temel görev halini almış oluyor. Bu temelde direnişiyle tarih yazan, ezilenlere, sömürülenlere, mazlumlara, direnenlere yol gösteren Önder Apo’yu selamlıyor, 15-16 Haziran’dan Gezi direnişine, Hüseyin Cevahir’den Zeynep Kınacı’ya, Haziran ayında şehit düşen tüm devrimciler şahsında tüm devrim ve sosyalizm şehitlerini saygı ve minnetle anıyorum.