HABER MERKEZİ
Bu konunun savaşla çok yakından bağlantılarını görerek kadro yapımıza açıklık getirmek gereklidir. Yaşanılan ilişki ve yaklaşım durumları ordumuzu boğuntuya getiriyor, siyasi çalışmalarımızı felç ediyor ve ortaya çıktı ki, birçok gelişmenin bu sorunla bağlantısı var. Taptığı veya bağlandığı bir ilişkisi varsa, bu ilişki dilediği gibi çözümlenmedi mi orduya, partiye karşı bir protestocu olup çıkıyor. Bağlanmış, ancak kölece mi, özgürce mi bağlandığı belli değil. Bunları, suçlamak için de belirtmiyorum, fakat savaş gerçeğiyle karşı karşıya gelindiğinde ilişki felç oluyor, büyük soruna ve tepkiye yol açıyor. Savaş yasasıdır, siyasi yasadır, “kendimi bunlarla bütünleştirmeliyim” demesi gerekiyor. Ancak buna da gücü yetmiyor. Evinden, köyünden kaçmış kadın veya erkeğin siyasete, askerliğe gelme durumu budur. Gerçeklikle karşılaşma hayli çarpıcı oluyor.
Sorunun kolay çözümü olmadığı için bunları belirtiyorum. Sorunu daha da çarpıcı ortaya koyacağım; kolay ilişki, kolay duygu, kolay cinsellik, kolay aşk olmaz. Bütün bunların gerçekliğine ve bizdeki olası gelişmesine veya nasıl gelişmesi gerektiğine değineceğim. Sizin kişiliğiniz bunları ne kadar kaldırabilir, ne kadar kavrayabilirsiniz, kavradığınızda ne kadar gereklerini yerine getirebilirsiniz. Durumlarınız belki de yürekler acısı olur. Durumlarınızı dengelemeye çalışıyorum.
Bir yandan savaşın mutlak gereksinmeleri var; parti yapımızı askeri olarak mı tutacağız, siyasi olarak mı? Yoksa sizin çok zorunlu dediğiniz sosyal ihtiyaçlar, ailesel ihtiyaçlar, duygusal ihtiyaçlar düzeyinde mi tutacağız? Bütün bunların iç dengesini bulmak gerekir. Bununla da iş bitmiyor, bizim ulusal düzeyimiz var. Ulusal ve toplumsal düzeyimiz tıkanmış durumda. Ulusal ölçüleri ortaya koyup, ulusal düzeye hizmet eden duyguyu, topluma örnek teşkil edecek ilişkiyi bulup ortaya çıkarmak gerekir. Bunlar olmadan soruna çözüm getiremezsiniz. Ulusal düzeyi, topluma öncülük edecek düzeyi, ordu yasalarımızı, siyasi mücadelemizi, örgütlenmeyi bir tarafa iterek duyguları, cinselliği ve aşkı konuşturamazsınız. Diğer yandan konunun kaba bir inkarı da doğaya aykırıdır. Çarpıtarak, maskeli bir biçime, yalana, her türlü bunalım teorilerine dönüştürerek de sorunun altından çıkamazsınız. Gerçeğimizi bütün yönleriyle ortaya koymakla doğruyu bulabiliriz. Duygulardan önce gerçeklerimiz ve gerçeklerimizi dikkate alan duygular gelişmeli. Gerçeklerimiz ise, örgüt, parti, ordu ve düşman gerçekleridir. Düşman da cinselliği, kadını, erkeği, aileyi kullanıyor. Bu konuda büyük bir ajanlık faaliyeti var. Bizim gerçekliğimiz objektif ajanlığı müthiş yaşatıyor. Bunlar gerçeklerdir. Bu gerçeklere gözümüzü kaparsak, neyi çözebiliriz?
Saflarımızda bazı kişiliklerin gözü kara duygulara kapıldığını, ne kadar bela olduklarını, duygularına öncelik verdiklerini, savaşın dışında yaklaşım gösterdiklerini örnekleriyle biliyoruz. Birçok komutan ve savaşçı bu yüzden kaçtı, çalışmaları sabote etti. Biraz örgüt denetimimiz olmazsa, yapımız bu gerçeklere dayanmayan duygusal, çarpık, sakat ve ölçüsüz ilişkiler nedeniyle allak bullak olup kendi kendini bitirebilir. Sorun bütün bunların anlatımıyla da tam ortaya konulmuyor.
Sevgi veya aşk hiç olmayacak mı? Sömürgecilik, bizde bu yönlü de büyük bir tahrip etme, büyük bir saygısızlık, büyük bir aşksızlık durumunu yaratmıştır. Hatta sevgi ve aşk sömürgeciliği de var. Bunu çok çarpıcı anlatabiliriz. Sizin bağlandığınız aşkların ve duyguların hepsi Yeşilçam patentlidir. Yeşilçam, Anadolu halkını ve bütün halkları sermaye düzenine kul-köle etme karargahıdır, özel savaş karargahıdır. Bazı istisnaları bir tarafa bırakırsak, duygu ve aşk sömürgeciliği yapan birçok karargah var ve hepsinin de özel savaşça kullanıldığını çok iyi biliyoruz.
Sırf duygu yönlendirmeciliği altında, halkların tutsak edildiğini çok rahat ortaya koyabilirim. Emperyalizmin dünya çapında, özellikle son yıllarda cinselliği gündemleştirerek muazzam bir sömürüyü imkan dahiline soktuğunu ve insanlığı en büyük sorunlarla karşı karşıya bıraktığını da söylemek gerekir. Kadının çok değişik bir kullanım tarzını ortaya çıkardılar; reklamcılığı, gösteri olayını, pornoculuğu, hatta seksolojiyi geliştirerek insanları hiçbir dönemle kıyaslanmayacak kadar bir ideolojik baskı altına aldılar. Bu konuda hepinizi de baskı altına aldı. Şu anda çok iyi anlaşılıyor ki, emperyalizm bu son döneminde, insanların çok doğal olan güdüleriyle, cinselliğiyle oynayarak, özellikle kadını bu konuda yeniden sömürmeye tabi tutarak -metalaştırarak- muazzam bir ideolojik baskı kadar bir sermayeye yolu da açtı, hatta sermaye birikimi de muazzam yapılmaktadır.
Türkiye’nin son yıllarda yaptığı duygu sömürgeciliğini ele alalım. Duygu sömürgeciliğini yapan sanatçılar var. Bunların geliştirdikleri duygusallıklar, yalnız ideolojik baskı altına alınmayı değil, muazzam sermayeyi de oluşturdu. Bu yönüyle de halkı soyup, soğana çevirdiler. Sınıf baskısının en gelişkin ve çok değişik yeni bir boyutu da burada ortaya çıkıyor. Bu baskı daha vahşice, insan düşüncesini ve yeteneklerini esir eden bir biçimdedir. Hiç şüphesiz devrimci yaklaşım, bütün bunları görmek, görmek gerektiği kadar olası doğru yolları da ortaya koymak durumundadır. Kaldı ki bizde, emperyalizmin bu çağdaş sömürü ve ideolojik baskı altına alıcı biçimlerin de ötesinde geleneksel dayatmaların etkisinden bahsetmek büyük önem taşır. Bazı bağlılık türleri var ki, emperyalizmin dayatmalarından bin kat daha tehlikeli sonuçlara götürüyor. Evlilik kurumunda olup bitenler, evliliğin öncesi, sonrası durum bunlardandır. Aslında ailenin nasıl bir kurum olduğunu anlayan da yok. Zaman zaman “neden evlendin” diye sorulduğunda, “merak ettim” diye cevap verenlerin sayısı çok. Hemen hemen herkesin meraktan bu işe girdiğini biliyoruz. Sonuçları ne olur, ne olmaz farkında bile değil. Kaldı ki, geleneklerin ağır etkisi altındaki yaklaşımlar eleştirilse, karşı çıkılsa bile, yerine ne konulacak? Yine emperyalizmin geliştirdiklerine karşı çıkılsa bile, doğrusu nasıl ortaya konulacak? Burada da büyük bir çözümsüzlük etkilidir.
Ağır duyguların, hatta güdülerin etkisi altında olmayan veya gerçeklerimizin derin etkisi altında kaç tane ilişki geliştirebilirsiniz? Cinselliğin en doğal veya en benimsenebilir bir biçiminden tutalım en reddedilmesi gerekenine, yine geleneklerin en reddedilmesi gereken biçimlerinden tutalım emperyalizmin, sömürgeciliğin körüklediği biçimleri reddetmeye kadar ve tüm bunlara rağmen, özgürce geliştirilmesi gereken bir yaklaşıma ne kadar güç getirebilirsiniz? İki yüzlülüğe baş vurmadan, zaaflarına esir olmadan, insani ve yaşanılması gerekeni yaşatacak yönü açık olana ne kadar güç getirebilirsiniz? Devrimin bununla bağlantısını ne kadar ortaya koyabileceksiniz? Kendine güvenen bütün bu sorunlara açıklık getirmek durumundadır. Kendine güvenmeyen çarpıklığı yaşar. Rahibe ve papaz olmanızı önermiyorum, ama baktınız tehlike var, başınız belaya girecek, doğruyu buluncaya ve imkanı yakalayıncaya kadar kendinizi kontrol edeceksiniz. Beyinle ilişkisi kesilmiş bir cinsellik tehlikelidir. Yine siyasi amaçla bağını koparmış cinsel, hatta ailesel yaklaşım, en az düşman kadar zararlı sonuçlara yol açar. Kadro bu konuda da kendini disipline etmesi gereken kişidir. Kaldı ki, bizim kadronun sadece kendini disipline etmesi gereken bir kişi olması değil, çok önemli bir çözümü yaratması gereken kişi olduğunu da belirtmemiz gerekir. Çözümü kendisi için değil, toplum için üretmesi gerekiyor. Bütün bu konularda değil soruna cevap olmayı, bütün boyutlarıyla ele alınmayı dayattığımızda, “gücümüz kaldıramıyor” diyeceksiniz, fakat sorun bu kadar kapsamlıdır. Hiç olmazsa ucuz çözüm yollarına başvurmayın. Bütün bunlar ciddiyeti geliştirmek içindir. Daha somut sorunlarınız, özellikle de yakıcı savaş gerçeklerimizi tehdit eden sorunlarınız nedir? Bunları daha çarpıcı görüp değerlendirmek, halletmek zorundayız.
Geliştirdiğimiz kadın ordulaşması ne anlama geliyor? Kadın, ordulaşmayla fiziki, ruhi ve düşünsel olarak biraz güçlenebilir. Bu bir çerçeve ve çözümdür. Çünkü güç kazanmayan kişiyle fazla özgür ilişki imkanı yaratılamaz, çaresizlerle toplumsal sorunlar çözümlenemez. Çaresiz insan sevilmez, çaresiz insana ağlanır. Devrim bir ağlama sanatı değildir, devrim aynı zamanda gülme olayıdır. Gülmek için sevilmek gerekir. Sevilmek ve sevmek için güç sahibi olmak gerek. Gücü olmayan sevilemez. Gücünün olabilmesi için örgütlenmeyi, ordulaşmayı bileceksiniz. Bunun olabilmesi için ciddi siyasi amaçlarınız ve o amaçlara bağlılığınız olacak. Bu, sevginin bir konusu oluyor. Yoksullar neden sürekli ağlar ve ah-vah ederler? Çünkü sevgilileri yok, varsa da hepsi “elimden kaçtı, kaçırdım, sevdiğim oğlan, sevdiğim kız şöyle oldu, gitti” diye kıyameti koparırlar. Güçsüz adamın sevgisi, ağlaması, türküsü kaç para eder? Zaten onun için parti bir çözümdür dedik. Partinin siyasal güçlenmesi ve örgütlenmesi bir çözümdür. Önce güçlenin, böylece sevgi imkanını yakalarsınız. Sanıyorum belirtiklerimizden de fazla bir şey anlamıyorsunuz. Gerçekleri belirttim, ama siz nasıl anladınız? Komutanlarınız, siyasi önderleriniz nasıl anladı? Biraz güçlendiklerinde yanı başındaki sömürgeci ağayı örnek alıyorlar, kendileri de ilişkiyi hemen öyle kullanıyorlar. Biraz güçlenme imkanı bulanlar; kadınsa hemen yöneticiye koşuyor, yönetici ise kadını kendisine hemen kölece bağlıyor. Güçlenmenin başına da bu geldi. Partimizin içindeki güçlerin ve güçsüzlerin durumu eski köleci topluma göre yeniden şekilleniyor ve bu oldukça da etkili. Biz şunu belirtik; neden bir Kürt sevgisinden, hatta aşkından bahsedilemez. Çünkü bu kadar düşmüş bir Kürt, sevgi sahibi olamaz. Bu, aynı zamanda toplumsal bir olgudur, size sevgi imkanını vermez de. Bir de sizin sevebileceğiniz bir kişilik fazla ortaya çıkmaz. Sevmek isteyeceğin kişilik tarumardır, düşüncesi, maddiyatı ve maneviyatı dağılmıştır. Sevebilecek, sevilebilecek bir durumu yoktur. Fiziği biraz güzel olsa bile, ruhu kapkara, düşüncesi yok, başa bela olur. Düşüncesi olsa bile bunun biraz siyasete ve savaşa dökülmesi gerekir. Belki biraz çözüm burada olabilir. Güçlenen ağalar, beyler de, polis, jandarmalar da kadını sadece düşürmekte kullanmışlar, kadınsa kendini satarak erkeği düşürmüş. Bir sonuç belirteyim; bir cinsi böyle kullanırsan, o cins de seni daha aşağılık bir biçimde kullanır. Cinsi böyle bastırırsan, o da kendini pazarlayarak seni daha da içinden çıkılmaz bir duruma getirir. Rezillik de diz boyu geliştikçe gelişir, ahlak sorunu dev boyutlu olur.
Eğer bazı ilişkilere sonuna kadar özgürlük tanınsaydı, bizim bu öngördüğümüz tanımlamalara göre değil, düzenin öngördüğü biçimlerde sürdürüleceği çok açıktı. Parti imkanlarının, özgürlük ortamımızın biraz saptırılarak kullanılması, değme ajandan daha fazla zarara uğratması içten bile değildir. Zaten saflarda bu biraz kendini gösterdi. Duygu tanımı, sevgi tanımı yapılmış mı? Aşık olanlar, aşkı ele alırken herhangi bir bilinçliliğe, ciddi siyasi temellere dayanmışlar mı? “Seni gördüm tutuldum, ben sana, sen bana tutuldun” gibi bir alışkanlıkla ilişki geliştiriliyor. Bu, çok sıradan bir ilişki tarzıdır. Biz bununla başlangıç yapamayız. Bununla başlangıç yapmak, daha sonra bunu gözü kara bir anlayış olarak da kendini yenilemeden sürdürmek demek; bütün pisliklere veya bütün çözücü, boğucu, örgütsüzleştirici, savaştan uzaklaştırıcı tutumlara yol açmak demektir.
Halklar Önderi Abdullah Öcalan