HABER MERKEZİ
Birbirine zıt kavramlar olarak bilinse dahi maalesef günümüz dünyasında şiddet denilince ilk akla gelen şey şiddete maruz kalmış kadınlar olmaktadır. Ve dilimizde dökülen kelimeler bize zor da gelse “yine mi kadınlar şiddetle yüz yüze kaldı” demekten kendimizi alamayız. Tek tek bu kavramları ele almak isterim ya da birbirimize hangi kavram neyi ifade etmektedir hatırlatmasını yapmakta yarar vardır diye düşünmekteyim.
Evet, şiddet belki de günlük yaşamda en çok kadınlar olarak maruz kaldığımız hissiyatlar, duygu, düşünce ve olaylar toplamıdır. Şiddeti çok yönlü ele alabilmek mümkündür. En dar anlamda şiddet bir kadının gözü önünde oluşmuş morluğu ifade eder ve belki de en fazla şiddetle eş değer görülen yan olmaktadır. Ama biz kadınlar biliriz ki, gözle gösterilemeyecek ve görülemeyecek kadar inciten ve hafızalarda silinemeyecek tarzda büyük şiddetlere maruz kaldığımız gerçeğidir. Kadınlar şiddet kavramıyla tanışmadan önce hem kendileri ama aynı zamanda toplum eşit ve özgür bir toplumsallık içerisinde huzurlu bir yaşam sürmekteydi. Ama ne zaman ki, kadının oluşturduğu toplumsallığın yaşam biçimi kurnaz ve güçlü enki erkeği tarafından çalındıktan sonra yaşam ters yüz olmuştur. İşte o zaman tarih tersine döndü ve kadın tüm hakikatinden uzaklaştırıldı. Kadının toplumsallığı insanlığın yaşam garantisiyken, erkeğin zihniyeti ve iktidarı ise insanlığın şiddeti olmuştur. Şiddet erkek akıl ve zihniyetin yaşam bulduğu zaman diliminde yaşamımıza, dilimize ve hafızalarımıza yeni ama korkunç bir kavram olarak geçmiştir. Şiddet bir erkek icadı olduğu gibi devletin derinleştirdiği bir baskı yöntemi olmuştur. Ve dolayısıyla insanlık şiddetle devlet dönemlerinde tanışmış ve şiddetin en büyüğünü elbette tarihinin güzelliklerini kaybetmiş kadın ilk karşılaşan özne olmuştur. Şiddetle ilk tanışan kadının karşılaştığı şiddet biçimlerine bir bakalım mı? İşte Şiddet çeşitleri;
Toplumsal cinsiyetçiliğin yaşam bulduğu devlet-iktidar zihniyeti içerisinde en başta kadının öz irade ve düşünce yapısına karşı yürütülen şiddetin en açık ifadesi kadınlar hakkında karar almak olmuştur. Yine kadınlar hakkında düşünmek, kadınların yerine sevmek, kadınlar için tercihte bulunmak, kadınların örgütlenme modeline bile karışabilmeye kadar uygulanan düşünsel şiddet belki de ilk elden şiddet olarak görülmeyebilir. Ama en büyük şiddetin kadınlar yerine düşünmek olduğunu bilmek belki de tüm bilmelerin esas kaynağını göstermektedir. Neden? Çünkü “kadın düşünen değil uygulayandır” algısı maalesef ki hiçte azımsanmayacak kadar halen çok düşünülen düşünce biçimidir. “Benim yerime düşünme ve karar verme” diyen Lilit mitolojisinde de yaşandığı gibi erkeğin gazabına uğrayan ve başkaldırmış kadın olarak “şeytan” ilan edilerek, cennetten kovulan düşünen kadın figürü bize tarihin günümüzde de ne kadar canlı olduğu gerçekliğini kanıtlayan hakikattir. Ama lilitin esas amacı düşünerek yaşama istemiydi. Kovmakla yetinmeyen erkek aklın vicdansızlığı lilitin adının dahi hiç anılmaması için onu kötüler, yargılar ve hiç düşünülmemesi için sıradanlaştırır. İşte düşüncenin yarattığı şiddet biçimi için sadece küçücük bir örnek.
Tarihte ilk aklıma gelen örnek lilit olsa dahi aslında günümüzde kadınlar yerine düşünen o kadar çok koca, baba, ağa, abi, sevgili ve devlet var ki, olayları anlatmaya çalışsak belki de altından çıkamayız. Ama kadınlar olarak şöyle bir yaşamımızı gözümüzün önüne getirelim ve ne kadar çok bizim yerimize düşünen erkeklerin olduğunu görelim. Hele de bunu bizim iyiliğimiz için olduğunu söyleyenler eminim “en iyi” gözükmeye çalışanlardır. Çünkü erkeğin algısına göre “kadınlar doğru düşünemez ya”…
Hukuksal olarak karşılaştığımız şiddet biçimlerine şöyle bir bakalım. Bu dünyada hemen hemen birçok ülkede kadınların hak ve hukukundan bahseden devletler ve yasalar vardır. Peki, bu devletlerde her gün kaç kadın cinayete kurban gidiyor? Kaç kadın intiharla yüz yüze kalıyor? Kaç kadının emeği çalınıyor? Kaç kadın aldatılıyor? Kaç kadın fuhuş’a bulaştırılıyor? Ve daha birçok hukuksuz uygulamaya günde kaç kadın maruz kalıyor biliyor musunuz? Elbette en genel anlamda dünyada kadınların toplumsal cinsiyet ayrımcılığından kaynaklı ikinci cins olarak ele alındığını bilmektesiniz. Peki, sizler hiç neden bu kadınlar tecavüze uğruyor, neden bu kadınlar intihar ediyor, neden bu kadınlar öldürülüyor, neden bu kadınların emeği sömürülüyor diye mücadele veriyor musunuz? İşte önemli olan gerçek burada gizlenmektedir. Yani birçok kadın eğer yukarıda sıraladığımız sorularla birebir yüz yüze gelmiyorsa ciddi anlamda bu durumun değişmesi için mücadele etmemektedir. İşte hak hukuk denilen anlayışın aslında ahlaktan yoksunluğu bu kadar haksızlığı beraberinde getirmektedir. Ama bu haksızlıklara karşı koyuşun elbette ki, yol ve yöntemleri vardır. Onun için kaçınız toplumsal cinsiyetçilik anlayışı karşısında gerçek anlamda mücadele yürütüyorsunuz diye sordum? İlle de bire bir biz bu sorunlarla karşılaşmak zorunda değiliz. Ama toplumun % 80’ni belki de daha fazlası bu sorunlarla bir biçimiyle karşılaşmaktadır. Karşılaşmayan % 20’lik sayı ki, ben öyle olduğunu düşünmüyorum ama yine de bu tür haksızlığa uğramayan kesimlerin ortak mücadeleye haydi demesiyle sorunun çözüme doğru evrileceğine ben inanmaktayım. Hak hukuk kavramı da aslında sonradan türetildiği için şiddeti beslediğini görebilmekteyiz.
Nihayetinde hak ve hukuk devlet gücünü ve iktidarını koruduğu için tabi ki, kadınların ahlaklı yaşamını dizayn etmesini bekleyemeyiz. Çünkü bu hak ve hukuk olarak belirtilen yasalar tecavüzcüsüyle zorla evlenmeyi meşrulaştırmakta, hak ve hukuk tecavüz sonrası oluşan çocuğu doğurmaya mecbur kılmakta, hak ve hukuk kadınların maruz kaldığı cinsiyet eşitsizliğini doğurmaktadır. Bizler hak olgusuna böyle bakmamaktayız. Çünkü hak herkese ait olan bir gerçekliktir. Birilerine hak birilerine haksızlık yoktur. Ama maalesef erkek aklı ve zihniyeti hakkı erkeğe haksızlığı kadına sunmaktadır. Buda şiddetin yazılı hale hak adına getirilmesinin ifadesi olmaktadır.
Şiddetin diğer bir boyutu ise psikolojik şiddet olmaktadır. Bu şiddet boyutunun kendi içerisinde çok çeşitleri vardır. En başta karşıdaki canlının varlığını yok sayarak uygulanan yöntem olmaktadır. Bunu şöyle formülleştirebiliriz varken, yaşıyorken, hissediyorken seni yok sayma anlayışı bu formülün yöntemi olmaktadır. Bu yöntem birçok canlıya yapılırken en fazlada bu yönteme maruz kalan yine kadın olmaktadır. Kadın yaşamın yaratıcısı, koruyucusu ve öznesiyken kadını nesne biçimde ele alıp yok sayan anlayış psikolojik şiddet içermektedir. Bir evde o evin esas öznesi olan kadın ve annenin hiçbir biçimde görüşü alınmadan, iradesine saygı duyulmadan yaşamın örgütlenmesi elbette orada psikolojik şiddetin dozajını göstermektedir.
Bir iş yerinde bir patron tarafından emeği sömürülen işçi bir kadının yaşam ve iş garantisi yokken ama çalışmaya mecbur bırakılan kadın gerçekliği psikolojikmen o kadının şiddete maruz kaldığının yegâne örneğidir. Belki de bu konuda emek alanı içerisinde en fazla psikolojik baskı ve şiddete maruz kalan kadınlar olmaktadır. Hem evde hem işte emek harcayan ama emeğinin karşılığını alamadığı gibi her türlü sömürüye maruz kalan kadın psikolojik şiddetle her gün karşılaşmaktadır. Yine kapitalist modernite anlayışının kadında yarattığı sahte güzellik anlayışının da psikolojik şiddet boyutu sorgulanmalıdır. Böyle giyinmezsen demodesin, böyle makyaj yapmazsan çirkinsin, böyle yürümezsen kadın değilsin, böyle konuşmazsan köylüsün, böyle gülmezsen kölesin deyip kadınları gerçek anlamda kadınlık değerinden uzaklaştırıp tamda erkeğin istediği “oyuncak ve kukla” haline getiren zihniyetin tek ifadesi psikolojik şiddettir.
Psikolojik, hukuksal, toplumsal şiddetin yanı sıra hepimizin bildiği kaba şiddetlerde aslında sıkça farklı biçimlerde karşılaştığımız şiddet biçimleri olmaktadır. Bütün diğer şiddet biçimlerinin yanında belki da kaba şiddet en hafif kalan şiddet biçimi olmaktadır. Çünkü diğer şiddet biçimleri toplumsallaşmış ve kalıcı normlara kavuşmuş şiddet biçimi olmaktadır. Ama kaba şiddettin kadınlar üzerinde yarattığı etki bence geçici ve belki de en rahat ortadan kaldırılabilecek şiddet yöntemidir. Kadın öz savunmasını geliştirdikçe kaba şiddet karşılığını alır diye düşünüyorum. Önemli olan zihniyet olarak var ola gelmiş erkek egemenlikli savaş ve iktidar yine devlet ve iktidar anlayışının yarattığı şiddet olgusunun toplumsal travma gerçeği olmaktadır.
Peki, bütün bu şiddet biçimleri ve olgularıyla nasıl savaşacağız? sorusu burada oldukça anlamlı olmaktadır. Elbette konumuzun başlığında da var olduğu gibi şiddet ve kadın kavramlarını ciddi anlamda ele alıp sorgulayıp, çözüm üretmekle olacaktır.
Çözümün sorunun kendisinde olduğunu görmek ve buna göre çözümü doğru okumak önemli olmaktadır. Nedir çözüm dediğinizi duyar gibiyim. Çözüm; KADIN olmakta, kadınca yaşamakta, kadınca hissetmekte, kadınca düşünmekte, kadınca sevmekte, kadınca bakabilmektedir. İşte çözümün şifresi JİN, JİYAN AZADİ…
Sloganlaşmış JİN, JİYAN, AZADİ’nin aslında slogandan öte yaşam pradigmamız olduğunu doğru okumamız gerekmektedir. JİN kelime anlamında yaşamı ve yaşamında kadın etrafında örüldüğünü ve bu örülen ilk yaşamın aslında toplumsallığın olduğu hakikati bizi özgürlükle buluşturacaktır. Onun için jin, jiyan, azadi bizim kölelikten, şiddetin her türlüsünden, devlet ve iktidar aklından kurtulmamızın önemli yaşam ve özgürlük formülasyonudur. Kadının tarihten köklü olarak silinmesi için kadının yarattığı toplumun yanına egemen erkek neyi geliştirdi? Tabi ki, devlet toplumunu geliştirdi. Kadının özgür toplumsallığı içinde var olan özgür düşünce ve iradenin yanına erkek neyi inşa etti? Devletli toplumu ve onun köleleştirilmiş, karılaştırılmış, düşünmeyen, itaat eden kadın ve erkeği yarattı. Kadının özgür, eşit toplumsallığı karşısında erkek neyi oluşturdu? Savaşı, şiddeti, eşitsizliği, yoksulluğu, köleliği geliştirdi.
Demek ki, kadınlar olarak ne yapacağız? Bu tersine çevrilmiş, doğruluğu yalanlanmış, toplumsallığımızı yeniden yaratacağız. Zor mu? Evet, oldukça zor peki, İmkânsız mı? İmkânsız diye bir doğru yoktur bizim nazarımızda. Her şey imkan dahilindedir.
Yeter ki istemesini ve örgütlemesi için varız diyelim. Çünkü eril zihniyet tarafından örülmüş toplum, gerçek anlamda 12 bin yıllık ana kadın, ana tanrıça kadının toplumsal değerleri tarafından oluşturulmuş toplumsallığın tüm değerlerinin çalıntılarıyla yaratılmış toplumdur. Ama gerçek bir toplum değildir. Çünkü kaynağı ve esas hakikati olan bir gerçeğin yaşanması ya da daimi olması imkânsızdır. Onun için biz ana tanrıçalarımızın bize miras bıraktığı toplumsal hafızamızı zorlayarak, çalınmış değerlerimizi tekrardan geri alarak kendi toplumsallığımızı yeni pradigmamız olan “ekolojik, demokratik, cinsiyet özgürlükçü yaşam modeline kavuşturarak gerçekleştireceğiz. Ve inşa edilmiş 5 bin yıllık erkek aklının kötülüklerini, şiddetini, iktidarını, devletini tarihin çöp sepetine atacak güç ve mirasın sahipleri olduğumuzu mücadele biçimimizle göstereceğiz. Bunun için var mıyız güzel kadınlar. Varız, alanlardayız, güçlüyüz, güzeliz, savaşmaya hazırız değişinizi duyar gibiyim. O zaman hadi bakalım sokaklara çıkalım, başta haykıralım, sonra da yeni yaşamımızın inşası için kolları sıvayalım. Elimizde imkanlarımız dünden daha fazla, mirasımız yeni bir dünya yaratacak kadar fazla ve değerli, kaybedecek bir şeyimiz yok ama kazanacak özgür yarınlarımız vardır.
Özgür bir toplumda özgür kadınlar olarak demokratik yaşam koşullarımızı inşa etmenin zamanı içerisindeyiz. Bizler herkesle her canlı varlıkla, tüm cinslerle yaşayabilecek kabiliyette varlıklarız. Kadınlar olarak bizler demokratik ulus zihniyetini zaten yaşamış topluluklarız. Onun için “özgür kadınla demokratik ulus” şiarını güncelleştiriyoruz. Çünkü kadınlar için ulus olabilmek, özgür olabilmek, özgür yaşayabilmek için sadece aynı kanı taşımak, aynı dili konuşmak, aynı coğrafyada yaşamak olmadığını biliyoruz ve kadın olduğumuz için bilmeyenlere ve bilmek istemeyenlere de öğretmeye hazırız deyip sahneye çıkmamızın zamanı belki de geçmek üzeredir. Zamanı daha fazla harcamayalım…
Şiddetsiz bir toplum ancak özgür zihinlerin oluşumuyla gerçekleşir. Bu yeni zihniyetin oluşması içinde kadının ahlaki ve vicdani toplumsallığının tüm değerlerini güncelleştirmesiyle olacak bir hakikat olmaktadır.
Evet, güzel ve yürekli kadınlar demokratik ulusa özgür kadınlar olarak yürüyelim ve peşimizde yürümek isteyenlere de doğru yolda olduğumuzu ve bu yola devam etmek istediğimizi, onun için yol boyunca önümüze geçecek tüm engelleri kaldırmaya hazır olduğumuzu anlatalım, öğretelim ve gösterelim. Dünya şiddetsiz yaşamaya hazır ama yeter ki, bunun öncülüğünü yapabilecek öncüler olan biz kadınlar hazır olduğumuzu örgütlülüğümüzle, özgür irade ve düşüncemizle ortaya koymasını bilelim. Yolumuza çıkacak çok fazla enkilerin, şamanların, devlet düşünceli erkeklerin olacağını bilerek kendimizi örgütlü ve savunmalı bir hale getirerek yolumuza devam diyelim.
Savaşan kadın güzelleşen kadındır, güzelleşen kadın da özgürleşen kadındır. Haydi kadınlar savaşmaya, güzelleşmeye ve özgürleşmeye yol alalım…
Şiddetsiz özgür toplumlara doğru JİN-JİYAN-AZADİ diyelim…
Rotinad Amed