HABER MERKEZİ
Kimi zaman yapılan taktik veya stratejik hatalar ya da düşülen yetersizlikler yüzlerce yıl boyunca acılara sebep olur. Ezilenlerin öncülüğünü yapan siyasi öncü bu konuda çok daha dikkatli olmak durumundadır. Öncü değişim fırsatını yakaladığında tüm enerjisini bu kanala ayırmalı ve tüm hazırlıklarını buna göre yapmalıdır. Çünkü yaratılan imkanlar kolay yaratılmış değildir ve halkın inanılmaz bedeller ödemesine sebep olmuştur. Kürtlerin makus talihi/tarihi bize dünyanın en büyük devletsiz halklarından birisi olarak, çok zaman temel hak ve hürriyetlerden dahi yoksun bir şekilde yaşamayı miras bıraktı.
Kobanî saldırısının acı günleri hala aklımızdadır, dost düşman herkes DAİŞ çetelerinin küçük bir bölgeye sıkıştırdığı Kürt savaşçıları nasıl infaz edeceğini konuşuyordu. Ancak öyle olmadı, Kobanî Direnişi Kürdistan’ın dört parçasında ve diasporadaki Kürtlerin ve dostlarının her yeri Kobanî’ye çevirmesi ile kırıldı. Kobanî direnişi DAİŞ’in yenilebileceğini kanıtladı ve nitekim Kobanî savaşının üzerinden 3 yıl geçti ki YPG savaşçıları DAİŞ’in başkenti olan Raqqa şehrini kuşattı ve 134 günün sonunda cihatçı terör örgütü DAİŞ’in elinden Raqqa kentinin tümüyle alındığını duyurdu. DAİŞ için hilafetin başkenti olma özelliğini taşıyan bu merkez aynı zamanda Rojava’nın güvenliği açısından da kritik bir önemdeydi. Raqqa’nın düşmesi ile birlikte DAİŞ’in ‘alan kontrol etme’ yeteneğinin oldukça düştüğü, dolayısıyla cazibesini kaybedeceği ve bir sonuç olarak Suriye, Irak ve Rojavayê Kürdistan’da uyuyan hücreler ya da ile saldırılarla var olmaya çalışacağını tahmin etmek zor değil.
Aynı gün maalesef Şii milisler (Haşbi Şahbi) tarafından desteklenen Irak ordusunun daha önce DAİŞ’in elinden peşmerge tarafından özgürleştirilen 140. Maddeye göre tartışmalı bölgeler içerisinde olan Kerkük kentini ve çevresini işgaline tanıklık ettik. Şehir daha önce Kürdistanlı yetkililer tarafından yapılan sert açıklamaların aksine bir direniş yaşanmadan saatler içerisinde işgal edildi. Güney Kürdistan yönetiminin (Kürdistan Bölgesel Yönetimi) yapısal sorunları yaşanan bu olay ardından tekrar tartışmaya açılmalıdır. 24 Eylül 2017 düzenlenen bağımsızlık referandumu duygusal anlamda Kürtleri KDP lideri ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesud Barzani etrafında toplamış ve yapısal sorunların göz ardı edilmesine neden olmuştu. Yapılan dostça eleştiriler dahi referandumun ortaya çıkardığı duygusal ortam içerisinde çok ağır hakaretlere maruz bırakılmıştı.
Oysa politika bilimi öngörülebilir bir yapıdadır. Kerkük’te ve ardından Şengal-Maxmur hattında yaşananlar için Güney Kürdistan’ın iki büyük partisi YNK ve KDP birbirini suçluyor. YNK kanadından da yapılan resmi açıklamalarda YNK içerisindeki bir grubun Irak ve dolayısıyla İran ile anlaşarak ihanette bulunduğunu ve mevzileri terk ederek yenilgiye sebep olduğunu vurguluyorsa da, Şengal ve Maxmur hattında KDP’li peşmergelerin de savaşmadan geri çekilmesi tartışmaların odağını değiştiriyor. Koalisyon güçleri ve ABD yaşananları ‘anlaşmalı bir değiş-tokuş’ olarak nitelendiriyor. Nitekim Celal Talabani’nin oğlu Pavel Talabani’nin kişisel ve ailesel çıkar gözeterek Irak hükümetiyle anlaştığı çokça işleniyor. Erbil-Duhok ve Süleymaniye’de her biri ayrı bir devlet gibi örgütlenmiş KDP ve YNK’nin ayrı ayrı istihbarat teşkilatları, asayişi ve kendine bağlı peşmergeleri ile yaklaşan tehlikeyi öngörememiş olması mümkün görünmemektedir.
Bunun yerine KDP ve YNK’nin ya büyük bir uluslararası baskıyla karşı karşıya olduğu ya da kendi ailesel çıkarlarını her şeyin üzerinde tuttuğu sonucu çıkıyor. Bu iki ihtimalin birbirini tamamlıyor olması da bunca toz duman içerisinde en mantıklı görünen seçenektir. Haşbi Şabi tehlikesi ya da peşmergenin ulusal bir ordudan çok dağınık bir milis gücü gibi örgütlenmiş bulunması ve bunun yol açacağı zayıflıklar daha önce defalarca eleştirilere konu olmuştu. Askerlik bilimi konusunda yetkin herkes bu şekilde bir peşmergenin bölgesel şartlara dayanamayacağı konusunda hemfikirdi.
Geçmişte YNK ve KDP iç savaş tehlikesine karşı kendilerine bağlı bir askeri güç konusunda ısrarcı olsalar bile, devletleşme sürecinde bu tür bir askeri yapılanma dönemin ne siyasi, ne de askeri ihtiyaçlarına cevap olmaktaydı. Silah genellikle ‘uzaktan veya yakından canlıları öldüren ya da yaralayan, cansızları ise parçalayan veya yok eden her türlü alet’ olarak tanımlanır. Başlangıçta insan-doğa ve sonrasında insan-insan çelişkileri silah teknolojisinin oldukça gelişmesine ve çeşitlenmesine yol açmıştır. Gerek bireysel anlamda, gerekse de kurumsal anlamda silah bulundurma caydırıcılık gücü ile açıklanmaya çalışılsa da, silahın bir tür iktidar sağladığı da kesin gibidir. Ortadoğu siyasetinde silah oldukça belirleyici ve hatta neredeyse tek belirleyici etkendir. Bu noktada sorulması gereken soru Güney Kürdistan halkının siyasi öncülüğüne soyunan YNK ve KDP’nin silaha nasıl yaklaştığıdır.
Saddam güçlerinin Kürdistan’ın dışına atıldığı Raperin (1991) ve hala sürmekte olan Rojava devrimi silahın nasıl kullanılması gerektiği konusunda aydınlatıcı niteliktedir. Raperin, Çekiç Güç sonrası Irak uçaklarının Güney Kürdistan hava sahasına girememesi sonucu, peşmergelerin ve halkın Ranya’dan başlayarak düşmanı tartışmalı bölgelere kadar itmesiyle gerçekleşmişti. Raperin sonrası ise peşmerge gücü ulusal bir ordu gibi örgütlenmekten çok, partilere bağlı milis gücü olarak kalmaya devam etti. Erbil ve Süleymaniye’de kurulan iki ayrı yönetim (iç savaş sonrası) peşmerge güçlerinin tek bir çatı altında ulusal ordu olarak örgütlenmesini sağlayamadı ya da sağlamak istemedi. Dolayısıyla bugünlere gelmemiz pek çok açıdan bir sürpriz değil.
KDP ve YNK silaha kendi ekonomik sistemlerinin güvenlikleri olarak yaklaşmaktadır. Uluslararası güçlere duyulan aşırı güven gerek halkta, gerekse de peşmerge güçlerinde bir disiplinsizliğe yol açmış durumdadır. DAİŞ Güney Kürdistan’a ve özellikle Şengal’e ilk saldırdığında peşmergenin mevzileri direnmeden terk etmesi, milisleştirilmiş yerel grupların ise daha büyük bir katliamın önüne geçmesi her şeyden önce bir felsefi yaklaşım noksanlığına işaret ediyor. Peşmerge güçleri uluslararası güçlerden gerek eğitim, gerekse de ağır silah yardımı almaktaydı ancak kendi içerisinde gruplaşmış peşmergenin savaşmaya pek niyeti olmadığı açıktı. Yerel milis güçleri ise bu destekten yoksun olmasına karşılık tam bir yurtseverlik bilinciyle büyük bir disiplin içerisinde hareket etmişlerdi.
Güney Kürdistan halkının ve yurtsever kamuoyunun bugün kendi kendisini savunabilen bir askeri ve siyasi yapıda ısrar etmesi gerekiyor. İşlevsizleştirilmiş parlamento, çift başlı yönetim gibi sorunların bir an önce çözüme kavuşturulmasının yanı sıra, özsavunma perspektifinin geliştirilmesi gerekiyor. Askeri alan silah sorunundan çok bir mobilizasyon sorunudur. Peşmergenin kendisi bir asimetrik savaş gerçeğine dayanmaktadır, düşman hem sayıca hem silahça üstün olmasına karşılık peşmergenin yapacağı hazırlıklar Kerkük’ün düşmesine engel olabilirdi. Şüphesiz gerek uluslararası güçlerin gerekse de bölgesel güçlerin tüm itirazlarına rağmen referandumda ısrar eden Güney Kürdistan yönetimi sınırlarını nasıl savunacağını da hesaba katmak zorundaydı.
Uzun dönemli gerilla savaşının mucitlerinden Mao Zedong muhtemelen bu tablo karşısında ‘’Kargaşa var, durum çok iyi.’’ Derdi. Yaşananların telafisinin ve bir daha tekrar edilmemesinin tek bir yolu vardır o da Kürt Ulusal Ordusunun profesyonel bir ordu olarak kurularak askeri güçler üzerindeki parti hükümranlığının son bulmasıdır. Tabi profesyonel orduyu yönetecek ve gereğinde tüm halkın seferberliğe kalkmasını sağlayabilecek, diplomatik alanda da Kürdistan Özgürlük Mücadelesini yükseltecek bir ulusal kongrenin toplanması da bu noktada şarttır. DAİŞ yenildi, eninde sonunda fiilen bölünmüş bulunan Irak ve Suriye devletleri de tarih sahnesinden silinecek.
Kürtler Ortadoğu’da silahla korunamayan hiçbir kazanımın gerçek kazanım olmadığının en çok bilincinde olması gereken halktır. Güney Kürdistan bundan önce de defalarca statü kazanıp, defalarca kaybetti. Bölgesel değişim sürecinde bu kez 100 yıl önceki treni kaçırmamak için, tüm Kürt örgütleri ve halkı ulusal bilinçle hareket etmeli ve özgürlüğünü garanti altına almalıdır.