HABER MERKEZİ –
Simurg Kuşu! Onun adını pek çok farklı kültürden, mitolojiden, hikâyeden tanıyoruz. Kimi hikayelerde ölümsüzlüğün, kimilerinde sonsuzluğun, kimilerinde ise bilgeliğin temsilcisidir Simurg! Rivayet der ki; Simurg tam 1700 yıl yaşar, kendi yaşam döngüsünün sonuna geldiğinde ise, kendini alevlerle donatır, kendi küllerinden, yeniden yaşamı donanır. O kadar kadim bir kuştur ki, dünyanın 3 defa yıkılıp yeniden kuruluşuna tanıklık etmiştir. Bilgi Ağacı’nın dallarında konaklayan Simurg kuşu, gücünü özünden almaktadır. Bu öz tarihselliğin ateşinde sürekli pişerek güçlenmekte, dünyanın tüm öyküsüne yarenlik etmektedir. Tüm zamanların bilgisine tanıklık etmiş olan Simurg, var olmuşların, var olanların ve var olacakların süregelen tanıklığı gibidir adeta…
Simurg’un öyküsü, direnişi giyinmiş kadınlar ve kadın özgürlük geleneği için bir mitoloji değil, yaşamın kendisi haline gelmiştir. Varoluşundan bugüne soluk soluğa büyüyen ana-soylu demokratik uygarlık çizgisi, tüm tarihsel akışın öyküsünü yaşarken yazmış, yazarken özgürce yaşanılası bir dünyanın kalbi, beyni olagelmiştir. Aynı zamanda 5bin yıllık erkek egemenlikli merkezi uygarlık çizgisinin tüm saldırılarına da tanıklık etmiş; varlık ve yokluğu, baskı ve direnişi, ölümü ve yaşamı iç içe yaşamıştır. Sümerlerin büyüyen iktidar kargehlerinde İnanna’nın direnişi, Marduk’un kötücül ihanetinde Tiamat’ın bedeni parçalara ayrılsa da verdiği savaşı, Muaviye’nin savaşına karşı Fatma’nın yürüyüşü, Freikorps’un saldırılarına karşı Rosa’nın direnişinde büyümüştür. Var olma, varlığını koruma savaşının içerisinde, Simurg misali dünyanın 3 defa yıkılışına tanıklık etmiştir.
Üç büyük tarihi cinsel kırılmaya, Simurg ’un öyküsüne atıfla dünyanın üç kez yıkılıp yeniden kuruluşuna tanıklık eden kadın özgürlük mücadelemiz, tarihin her bir köşe başında, zamanın her bir köşe taşında direnişi diriliş kılmayı başarmıştır. Bunu tüm zamanların kadın direniş öykülerinden okumak mümkündür. Henüz yazılmamış ve yazılmayı bekleyen tarihimizin her bir anı, her bir günü, her bir yılı büyüklüğümüzün suretimizden okunuşudur.
8 Mart 1857 bu tarihsel nehrin, dönüm noktalarından birisidir. Bir katliam öyküsünün, kadın direniş mirası içinde nasıl da bir diriliş bayramına dönüştüğünün ispatıdır. 8 Mart 1857 tarihinde ABD’nin New York kentinde bir tekstil fabrikasında çalışan 40bin dokuma işçisi kadın, daha insani çalışma koşulları talebiyle greve başladı. O dönemde kadınlar, erkeklerle aynı iş yükü ve saatini paylaşsalar bile, iş gücü eşit olmadığı gerekçesiyle daha düşük ücretlerle karşı karşıyaydı. Grevin bir talebi de buydu. Bu asgari taleplere ve greve kapitalizmin bekçilerinin müdahalesi kendilerinden beklenen düzeyde vahşiydi. Grev acımasızca bir saldırıya uğradı, fabrika kapıları işçilerin üzerine kilitlendi. Fabrika içerisinde çıkan yangından, polis barikatı sebebiyle kaçamayan 129 kadın yanarak can verdi. Bu katliam eril-kanlı tarihin karanlık tarih defterinde yeni bir sayfaydı. Fakat aynı zamanda o yıllarda dalga dalga yükselen sosyalist ve feminist direniş için de yeni bir direniş ivmesi demekti. Kadınların cenaze töreni, büyük bir eylem dalgasına dönüştü.
1910 yılında Danimarka- Kopenhag’da İkinci Enternasyole bağlı, Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansında, Almanya Sosyal Demokrat Partisi önderlerinden Clara Zetkin, 8 Mart 1857’de katledilen kadınlar anısına 8 Mart’ın International Women’s Day (Dünya Kadınlar Günü) olarak anılması önerisini getirdi ve bu öneri oybirliğiyle kabul edildi. 1921’de Moskova’da gerçekleştirilen 3. Uluslararası Kadınlar Konferansında bu anmanın ismi ‘Dünya Emekçi Kadınlar Günü’ olarak belirlendi. Pek çok ülkede yıllarca gündeme alınmayan ya da çoğunlukla yasaklanan 8 Mart, 16 Aralık 1977’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından, Dünya Kadınlar Günü olarak kabul edildi. Resmi olarak benimsenmesine rağmen BM kararnamesinde hala bugünün fabrikada vahşice katledilen kadınların anma günü olduğu belirtilmemektedir.
On yıllardır 8 Mart, pek çok farklı coğrafyada, pek çok farklı kesimden kadının buluşma noktası haline geldi. Dilimiz, dinimiz, rengimiz, siyasal yönelimimiz ne olursa olsun, bizi bu eril dünyada birleştiren bir gerçeklik olan kadın mücadelesi 8 Mart etrafında bir kenetlenmeye dönüştü. Herkesin rengiyle, kültürel motifleriyle, var oluş ve direniş dinamikleriyle karşıladığı 8 Mart, 129 candan milyonlarca cana uzanan bir nefes oldu.
Tarihte öyle sıçrama anları olur ki, bir kayıp binlerce doğuma, bir ölüm binlerce yaşama, bir katliam milyonlarca artan ortak bir kadın direnişine vesile olur. 8 Mart dünyanın farklı coğrafyalarında büyüyen kadın direniş öykülerinin aynı kanalda buluşmasının baş vesilelerinden birisi olabilmiştir. O günden bugüne dalga dalga büyüyen özgürlük ateşimizde artık hiçbir kadın yalnız değildir.
Dünyanın her bir yerinde, farklı gerekçelerle, farklı motivasyonlarla patriyarkaya karşı yürüyen özgürlük mücadeleleri, bugün her zamankinden daha fazla omuz omuzadır. Kadın mücadelesi açısından Şili’yle Kobane, İstanbul’la Maxmur, Yunanistan’la Tahran arasındaki mesafe her zamankinden daha kısadır. Kadınlar yürüdüğü yolda, omuz başında milyonlarca kadının yürüdüğünü bilmektedir. Silahla, sazla, sözle, şiirle, siyasetle, dansla… Her bir kadın kendi var oluşunu, kendi cevheriyle örmekte, 21’inci yüzyılın kadın yüzyılı olacağı belirlemesinin pratiğine adım adım yaklaşmaktadır.
Simurg’a dönersek… Onun öyküsü bizim öykümüzdür. Simurg ’un öyküsünde 3 kere yıkılıp yeniden var olan dünya, kadınlar için geçtiği, kırılmalara uğradığı tarihsel dönemeçleri özetler gibidir. Fakat Simurg ölümsüzdür. O kendi yaşam döngüsünde büyür. Bitti denilen her anda küllerinden yeniden doğar, yeniden süzülür. Tıpkı bizim gibi… Tıpkı kadın özgürlük mücadelemiz gibi…
Aryen Roni/PAJK Online