HABER MERKEZİ- Bitlis’in Adilcevaz ilçesinde 1970 yılında ortahalli bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir. Daha 8 yaşındayken babası memur olduğu için Ankara’ya göçerler.
Ankara’da Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü’nü kazanıp, orada öğrenimine devam eder. Üniversite yıllarında kısa sürede yurtsever gençlikle tanışır. Aktif katılımı ve iyi bir örgütçü olmasından dolayı ’92’de YCK komitesinde yer alır. Kürdistan’daki sıcak savaşım hep ilgisini çektiğinden kısa sürede, hiç görmediği ülkesine gitmek ve mücadele yürütmek istediği için gerillaya katılma kararını verir.
92 Mayıs sonunda Ağrı üzerinden katılım yapmak için gittiği Tendürek’te sınırı geçerken pusuya düşer ve tutuklanır. Sorguda direniş sergiler, işkenceye rağmen ifade vermez. Sorgudan sonra yedi ay Nevşehir cezaevinde tutuklu kalır. Serbest bırakılır bırakılmaz tekrar çalışmalara katılır.
1994 yılının başında ülkeye yönelen Yerlikaya, mücadelenin zorlu yıllarını sıcak savaşın içerisinde yaşar. Yerlikaya, güçlü bir kadın komutan olur. 1994-97 yılları arasında Garzan eyaletinde kalır.
1997 yılının başında Amed’e geçer. Amed eyaleti Dorşin Alanı’na bölge YAJK sorumlusu olarak gider.
Oradan da Ş. Remzi alanına, Eyalet konferansı ardından da Akdağ’a takım komutanı olarak atanır.
1998 sonbaharında Amed’den ayrılıp Güney sahasına geçer. Delege olarak PKK VI. Kongresi’ne katılır.
Başkanın esir düşme sürecinde fedai eylem gerçekleştirme önerisi yapar. Başarılı gelişimiyle birlikte Tabur Komutanlığı’na yükselir. Bir Kürt kadını olarak karma gücün komutanlığını başarıyla yerine getirir.
Uluslararası komplonun tüm dayatmalarına karşı mücadeleci bir duruşu sergiler.
Yerlikaya, KADEK kuruluş kongresinin ardından PJA 4. Kadın Kongresi’ne delege olarak katılır.
Yerlikaya, kongre sürecine denk gelen 7 Haziran 2002 tarihinde uluslararası komplocu güçler tarafından katledilir.
KIZKARDEŞİ SİPAN KAPLAN TARAFINDAN YAZILAN YAZI İSE ŞÖYLE:
BİTMEYEN ŞARKIMA…
Çocukluğunda hani kendini kocaman hissettiğin zamanlar, insan yüreğini alacakaranlığa benzetirdin. “Üzerine ay gibi doğmalı bu yürek, gizemi, ayıbı, cesaretsizliği ışıkla vurmalı” derdin. O yüzdendir ki, adın “Ay yüzlüydü” senin. Toprağı, karıncayı, günü, karanlığı, çiçeğin rengini yaşamaya dair varolan herşeyi kapalı gözlerle adlandırırdın. O kadar yüreğinle konuşur, hissederdin.
İşte öyle bir gecedeyim. Gökyüzü karanlık yağmur çiseliyor dışarıda. Ve ben sigaranın tadında, çayın kokusunda seni andım, ay yüzlüm. Hainlik dediğin gibiymiş, öyle çıktı. Doğanın asi rengi sarıyı, karanlığı yırtan sen, ay ışığını vurdu. Göğsünde kıpkırmızı bir karanfil oldu ölüm.
İçimde seni dindirecek bir şiir, bir şarkı aradım. Ne kadar zamansız yaşandı her şey, kaç mevsim geçti. Yıllar sonra da bugün gibi gidişin. Bitmeyen bir hasrettin. Türkülerin boğazda düğümlendiği sözlerde vardın, gözümün alamadığı sonsuzlukların ardında, uzaklarda saklı kaldın. Bazen közleşen hasretin ayak seslerini duyurur bana, yüreğimin en derinliklerinde deniz gözlerindeki ışıltı canlanır.
İnatla topladığın bilgelik, cesaretten, senden kendimi topladım. Tek yorumlamadığın sevdaydı. ” O yaşanmalı, tüm kirliliklerde Munzur gibi berrak akmalı, sevda yaşamın kendine yakıştırdığın tarafındır” derdin.
Sohpetlerinde gözlerindeki ışıltıya kilitlenmeyi çok özledim. Yıllarca sitem ettiğim hasreti öylesine kutsallaştırdın ki, beklemenin hasretin ayrıcalığını tattım. Kardeştim… Yoldaştım… Senden sonra ana oldum…
Şimdi düşünüyorum da, insanı yaratan biziz, yüceyi, kutsalı, ulaşılmazı, unutulmazı ve bir de haini… Hangi ninnidir ki, bebeği hain büyütür? Ya da analık sütünden mi? Senden anladım ki, insanın sonrası yoktur. Herşey doğa gibi baştan oluşumla olur. Küçüklüğünde fedakar, duygu yüklü, kimseyi hiçbir canlıyı incitmezdin. Yokluk karşısında var olmayı direnmeyi ve diretmeyi incitmeden yapandın. Doğruları büyük bir sabırla arar ve büyük bir inatla yapardın. Asla bencil olmadın, herşeyi duyguyla karıştırıp paylaşmayı severdin. Haine de sadece acır ve aciz görürdün. Ta ki sevdan yüreğinde isimleninceye dek. Sarp dağlarda, ulaşılmaz yollarda, uçsuz bozkırlarda ölümle dans ettiğin ana dek…
Sevdasına bir “nazlı gelin” gibi uğurladık seni. Bize “dur” demeye kıyamazken hain kara elleriyle bir çınarı kökünden sarsmaya kıydı. Oysa ki tüm kutsallıklardan sevdalılara yüreklilere canlara güç dilemiştik. Hain pusudaydı. Anı bekliyordu. Kana susamış gözlerini sulandırmak için çünkü O, bir ana kucağında ninni ile ak sütle büyümemişti. Bilmezdi bekleyeni ya da sevdalının umut ettiklerini. Dilindeki sevda şarkısı bitmeden kara eller, yağlı kurşunlar kırmızı karanfil oldu göğsünde. 7 Haziran gökle yerin bir olduğu an… Kanayan ırmak misali…
Ülkende bozkırlara can veren dere yatağısın artık. Gökteki ay ile Güneş misali her günün doğuşu ve bitişinde ülkenin üzerindeki hainleri yine boğacak, sevdalılara ışık saçacaksın. Yine dağ çiçekleri reyhanlar, yasemenler… Sen kokacak ve ben her sarı çiçekte senin asiliğini hatırlayıp siyah saçlarından dağ kokan teninden öpeceğim. Siyah saçlarında düğümlenmiş umudum.
Kızkardeşin Sipan Kaplan
(7 Haziran 2003 tarihli Özgür Politika gazetesinden alınmıştır.)