HABER MERKEZİ – İran’da genç Kürt kadını Jîna Emini’nin devlet güçleri tarafından katledilmesi üzerine başlayan “Jin Jîyan Azadî” serhildanı ikinci ayında da devam ediyor. Kadınların ve İran toplumunun bir anda özgürlük serhildanına kalkması herkesi şaşırttığı gibi, şimdi söz konusu serhildanın ikinci ayında da devam ediyor olması da herkesi şaşırtıyor. ‘Fazla sürmez’ diyerek küçümseyici yaklaşanlar, şimdi herkesten daha çok şaşkınlık yaşıyorlar.
İran halklarının kadınlar öncülüğündeki serhildanı, ikinci ayında açık bir kadın ve halk özgürlük devrimine dönüşmüş bulunuyor. Daha şimdiden bütün dünya kadınlarına yayıldı ve her alandan destek gördü. İran İslam Devletinin tüm engelleyici ve bastırıcı yaklaşımları sonuç vermedi. Olaylar hem sürüyor ve hem de giderek daha çok şiddetleniyor. Devletin, eylemcilere karşı baskı ve katliamları artırdığı bilgileri geliyor. Fakat yine de son sözü kadınların ve halkların söyleyeceği anlaşılıyor.
Irak’ta 10 Ekim 2022 tarihinde yapılan seçimlerin birinci yıldönümünde nihayet yeni cumhurbaşkanı ve başbakan seçilebildi. Yeni bir hükümet kurulacak gibi görünüyor. Fakat İran ve ABD yanlılarının ittifakı ile kurulmakta olan söz konusu hükümetin akıbetinin ne olacağı şimdiden bilinemiyor. Basına yansıdığı kadarıyla, yeni hükümette İran yanlısı Şiiler ile ABD yanlısı Sünniler ve KDP yer alıyor. Bu durumda Sadr Hareketi ile YNK’nin dışlanmış olduğu anlaşılıyor.
Çok açık ki, İran içinde kadınlarla ve halklarla uzlaşmayan, tersine onlara katliamı dayatan Hamaney Yönetimi, Irak’ta ABD ile rahatlıkla anlaşabiliyor. Benzer anlaşmanın Lübnan ve Yemen gibi alanlarda da yaşanmakta olduğu gözleniyor. Bu durumda Irak’ın istikrar bulup bulamayacağı pek belli değildir. Bağdat’ta yönetim kurulsa da bu sefer Hewlêr’de hükümet krizinin başlaması en yüksek olasılıktır. Diğer yandan, Kürt yurtseverlik siyaseti açısından TC ve KDP saldırılarının artması ihtimaline karşı Süleymaniye’nin savunulması kesin bir zorunluluk haline gelmektedir.
TC işgali altındaki topraklarda çetelerin birbirine girdiği Suriye’de durumlar çok daha karmaşıktır. Astana’da Putin’le görüşen Tayyip Erdoğan’ın, Kuzey-Doğu Suriye’ye yönelik yeni bir işgal saldırısı için izin ve destek talebinde bulunduğu kesindir. Tayyip Erdoğan’ın seçim kazanıp iktidarda kalmasını herkesten çok isteyen Putin’in de son tahlilde buna onay vereceğini bilmek gerekir. O halde, ABD ve İran’a rağmen, süreç ilerledikçe Kuzey-Doğu Suriye’ye dönük yeni TC işgal saldırısı ihtimali azalmamakta, tersine artmaktadır.
Kuşkusuz bölgede dananın kuyruğunun kopacağı yer Türkiye’dir. 12 Eylül 1980 faşist-askeri darbesinin 43’üncü yılının yaşandığı Türkiye’de artık antifaşist demokratik devrim zorunludur. 43 yıl yaşayan faşist diktatörlük ömrünü daha fazla uzatamaz. Kaldı ki Kemalist Cumhuriyetin önceki dönemi de bu 43 yıldan pek farklı değildir. Yine ömrünü dolduran AKP-MHP faşizminin yerine yeni bir faşist yönetimin gelmesinin de pek bir anlamı ve kabul edilir yanı olamaz. Dolayısıyla Türkiye’nin ekmek, su ve havadan önce bir demokratik yönetime ve radikal bir demokratik dönüşüme ihtiyacı vardır.
Günümüz Türkiye’sinin acil demokratikleşme ihtiyacını çok büyük çoğunluk kabul etmektedir. Fakat bunun, yani AKP-MHP faşizminin yıkılışının savaşla mı, yoksa seçimle mi olacağı tartışılmaktadır. TC Devletinin Kürt halkıyla her alanda amansız bir savaş içinde olduğunu artık herkes kabul etmektedir. Efrîn’den Xakurkê’ye kadar 800 km boyunca adeta bir cephe savaşı yaşanmaktadır. Savaş alanının diğer çaprazı ise İstanbul’dan Süleymaniye’ye kadar uzanmaktadır.
Yaşanan savaşın büyüklüğünü ve can alıcı önemini tüm AKP ve devlet yetkilileri ifade etmektedir. Altı ayını tamamlamış olan Zap, Avaşîn ve Metîna savaşında artık zafer hamlesine gelindiğini HPG Merkez Karargah Komutanlığı ilan etmiş bulunmaktadır. Bu temelde başta Kürt gençleri ve kadınları olmak üzere tüm Kürt halkı ve dostları daha etkin bir mücadeleye çağrılmıştır.
Çok açık ki, büyük bir savaş yaşanıyor ve aslında ekonomik kriz dahil her şeyi bu savaş belirliyor. Söz konusu savaşı dikkate almayanların ciddi bir siyasi etkinlik gösteremeyecekleri açıkça belli oluyor. Buna rağmen, “Türkiye’nin yeni bir seçim sürecine girdiği” de birçok çevre tarafından dillendiriliyor. Tayyip Erdoğan ile Kemal Kılıçdaroğlu’nun günlük faaliyetleri bu yönlü düşünmeyi daha da güçlendiriyor.
Peki can alıcı önemde bir savaş yaşanırken, seçim nasıl olacak? Bazı çevreler, bu durumda seçim olamayacağını, dolayısıyla seçim söylemlerinin bir aldatma olduğunu düşünüyor ve ifade ediyor. Kuşkusuz bu düşüncenin de geçerli dayanakları var ve bir biçimde dikkate almak gerekir. Bu bakımdan, mevcut Türkiye’de seçim yapmanın çok güç olduğunu kabul etmek lazım. Bugün seçim startı vermiş gibi görünen Tayyip Erdoğan’ın, yarın çok daha büyük bir savaş veya neden yaratarak seçimden kaçması da olasılık dışı değildir. Fakat tüm bunlara rağmen, savaş ile seçimi tümüyle karşıt kutba koymamak, birlikte olabileceğini öngörmek, savaşı esas almakla birlikte seçimi de ona bağlı yapılabilir görmek gerekir.
Bu anlamda, Türkiye’de faşizmin yıkılıp demokratikleşmenin köklü biçimde gerçekleşmesinin, devrimci savaşa dayanan ve seçimi de gerektiğinde kullanan bir mücadele ile olacağını öngörmek esas olmalıdır. Bu çerçevede de esas olarak antifaşist demokrasi savaşını yürütürken, buna bağlı olarak demokratik siyaseti geliştirip seçimle de başarı elde etmeye çalışmak gerekir.
Peki mevcut Türkiye siyaseti bu açıdan nasıl bir görüntü vermektedir? Açık ki Türkiye’de mevcut haliyle ittifaklar vardır ve seçim çalışmaları da bu ittifaklar temelinde yapılmaktadır. ‘Cumhur İttifakı’nın adayının Tayyip Erdoğan olduğu açıklanmıştır ve T. Erdoğan durmadan Soçi veya Astana’ya giderek, neredeyse her hafta telefonla ve her ay ise yüz yüze Putin ile görüşerek seçim kazanacak gücü devşirmeye çalışmaktadır.
‘Millet İttifakı’nın müstakbel adayı Kemal Kılıçdaroğlu ise, adaylık icazeti alabilmek için Washington yollarını tutmuştur. Tıpkı 2002’de Tayyip Erdoğan’ın yaptığı gibi. Yani biri Putin’den, diğeri Biden’dan icazet ve onay almaya çalışıyor. Böylece kimlere dayanarak cumhurbaşkanı olmak istediklerini ortaya koymuş oluyorlar. Türkiye siyasetinin içine düşürülmüş olduğu acıklı durumu herkese gösteriyorlar. Halbuki sonucu Türkiye halkları ve kadınları belirleyecek. Kürtler, Aleviler, işçi ve emekçiler belirleyecek. Peki Erdoğan ile Kılıçdaroğlu bu insanlara ne diyor? Belli ki yaşanan sorunların çözümü için diyecekleri hiçbir şey yok. Aslında ABD ve Rusya’dan destek alarak tüm bu halk kesimlerini ezip sömürmeye hazırlanıyorlar.
Üçüncü ittifak olarak ‘Emek ve Özgürlük İttifakı’ oluşturulmuş bulunuyor. HDP öncülüğünde altı parti tarafından oluşturulan bu ittifakın önemli bir demokratikleşme programı var. Başta Kürt ve kadın özgürlüğü olmak üzere yaşanan bütün sorunlar için ciddi çözümler öngörüyorlar. Mevcut programlarıyla Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu demokratikleşmeyi gerçekleştirebilirler. Bu konuda sorunları yok. Fakat, örneğin henüz epeyce dar ve zayıflar, kendilerini büyütüp güçlendirmeleri gerekiyor. Yine önlerinde çok uzun bir zaman yok, Türkiye 2023 baharında değişmek zorunda, ancak kendilerini buna göre pratikleştirmiyorlar. Sanki kendileri sökerek kazanmayacak da birileri kendilerine yönetimi verecekmiş gibi davranıyorlar. Yani yeterince sorumlu ve bu nedenle çabacı değiller.
Başta Kürtler, kadınlar ve emekçiler olmak üzere tüm toplum, her üç ittifakın da ne söylediğine ve gerçekten ne yapacağına bakıyor.
Belli ki oylarını ona göre verecek, yaşadığı sorunları çözecek olanları yönetime getirecektir. Halkın oyları hiç kimsenin çantasında keklik değildir. Açık ki sorunları çözecek olan ve yüksek tempo ile çalışan kazanacaktır. Halk tanıdığına ve inandığına oy verecektir. O halde, gerçek bir demokratik devrim için çok fazla çalışmak ve mücadele etmek gerekir.