HABER MERKEZİ – Selahattin ERDEM yazdı
DEM Parti heyeti Önder Apo ile ikinci görüşmesini 22 Ocak günü yaptı. Yoğun ve ciddi bir ön çalışma ve hazırlık temelinde yapılan bu görüşmenin 4 saat sürdüğünün ilk elden basına yansıması herkeste çok ciddi bir heyecan yarattı. Heyetin dönüşünde buna denk bir açıklamanın olmaması ise, kaygılı bir beklentiye yol açtı. Daha sonra bunun Bolu’daki yangın nedeniyle olduğunun açıklanması ve Önder Apo’nun yangında yaşamını yitirenlerin ailelerine baş sağlığı dilediğinin duyurulması durumu anlaşılır kılıp söz konusu kaygıyı kısmen giderdi.
Anlaşıldı ki, söz konusu yangın nedeniyle Türkiye’de değişen tartışma gündemine uygun hareket edilmişti. Bu sefer de gözler daha çok Bolu yangınına çevrildi ve söz konusu yangın daha yoğun ve derin tartışılır oldu. Öyle ki, söz konusu yangını, İmralı görüşmelerinin Türkiye’de oluşturduğu tartışma gündemini değiştirmek ve Kürt sorununa çözümün tartışılmasını engellemek için bilinçli ve planlı çıkartılmış bir özel savaş saldırısı olduğunu ifade edenler bile oldu.
Zaman ilerleyip Türkiye’de ilan edilen yas süreci aşıldıkça DEM Parti heyetinin ikinci İmralı görüşmesine dair bazı bilgileri de parça parça basına düşmeye başladı. Peki basına düşen önemli başlıklar nelerdi? En başta Önder Apo’nun hazırlık çalışmalarını kapsamlı olarak devam ettirdiği ve hazırlıklar tamamlanırsa gereken açıklamaların yapılacağıydı. Yine tecridin devam ettiğine dair açık vurgu vardı. Sorunun ancak demokratikleşme ile ve tüm Kürdistan’da ele alınarak çözülebileceğiydi. Önder Apo’nun rol oynayabilmesi için uygun yaşam ve çalışma koşullarının yaratılması gereğiydi ve bu temelde gereken yasal düzenlemeleri yapması için meclis göreve çağrılıyordu. Ancak bu biçimde emperyalist planların bozulabileceği ve iç sorunlarını kendisi çözerek Türkiye’nin kendi kurtuluşunu sağlayabileceği vurgulanıyordu. Yine heyetin başlattığı görüşmeleri sürdürerek farklı toplumsal kesimlere yayacağı ifade ediliyordu.
Heyet tarafından basına açıklanan bu bilgiler, çalışmaların sürdüğünün ve sürecin daha kapsamlı ele alındığının belirtilmesi oluşan kaygıları kısmen giderip beklentileri az çok karşılamış olsa da ilk görüşme ardından oluşan düzeyde bir tartışma gündemi yaratmadı. Kuşkusuz bu durumda iki etken rol oynadı: Birincisi, öncekine göre açıklamaların yetersiz ve düzensiz olmasıydı. İkincisi ise, birinci görüşme ardından yapılan tartışmaların kendine göreliği ve somut duruma uygun olmayan beklentiler yaratmasıydı.
Öyle ki, yüz yıldır oluşan Türk milliyetçiliğinin etkisi altında olan çevreler “Hani niye silahların bırakıldığı ve PKK’nin dağıtıldığı açıklaması yapılmadı” diye bir tür hayal kırıklığı benzeri bir durumu yaşarken, Kürtler ve demokratik çevreler ise bu iktidar altında demokratik çözümlerin gelişmeyeceğine dair kuşku ve kaygılarını daha açık bir biçimde ifade eder hale geldiler. Kuşkusuz her iki durumda ciddi bir yanılgıyı ifade ediyordu: Birincisi “PKK kendini feshetsin, biz de kurtulalım” biçimindeki bir yanılgı olurken, ikincisi de “Devlet sorunu çözsün, Kürtlerin hakkını versin ve her şey bitsin” gibi bir yanılgı oluyordu.
Peki sorunlar böyle dar, basit ve yüzeysel bir biçimde ele alınabilir mi? Kuşkusuz alınamaz. Kürtlerin özgürlüğü ve Türkiye’nin demokratikleşmesi sorunları öyle dar ve basit sorunlar değildir ve dolayısıyla çözümleri de öyle kolay ve kestirmeci tarzda gerçekleşmez. Her şeyden önce bunun zihniyet boyutu var ki, yüzyıldır Kürtleri yok sayan ve yok etmeye çalışan faşist, sömürgeci ve soykırımcı zihniyetin aşılması, zihniyet devrimi temelinde demokratik bir zihniyete ulaşılması gerekir. Böylesi bir zihniyet değişimi temelinde de stratejik ve taktik düzeyde siyaset değişimini ve tüm siyasi çevrelerin katılımını gerektirir. Bu da mevcut anayasal ve yasal çerçevenin değiştirilip yeniden oluşturulmasını ve söz konusu yeniden yapılanmanın anayasal ve yasal çerçeveye oturtulmasını gerekli kılar. Belli ki bunlar olmadan gereken çözüm adımları atılamaz ve istenip beklenen çözüm gerçekleşemez.
Açık ki, tüm bunların hepsi de birlikte ve bir anda olmaz. O halde işin en başından başlamak ve adım adım ilerlemeyi bilmek gerekir. Dikkat edilirse, Ortadoğu’da yaşanan üçüncü dünya savaşının Lübnan ve Suriye’ye yayılmasını ve bunun Türkiye üzerindeki etkilerini değerlendirerek MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ekim ayı başından itibaren yeni bir politik yaklaşım geliştirmiş, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin beka sorunu olduğunu belirtip Türkiye içi birliği gerekli görmüş, bu temelde Türk-Kürt kardeşliğini ve birliğini yaratabilmek için Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın gelip mecliste DEM Parti grubunda konuşması için bir çağrı yapmıştır.
Bu yeni politik yaklaşıma uygun olarak da 23 Ekim günü yeğeni Ömer Öcalan’ın İmralı’ya gidip Önder Apo ile görüşme yapmasına izin verilmiştir. Söz konusu görüşmede Önder Apo, uygun koşulların oluşturulması durumunda süreci şiddet ve çatışma durumundan siyasi ve hukuki zemine çekebilecek teorik ve pratik güce sahip olduğunu açıklamış, bir yerde Bahçeli’nin çağrısına böyle cevap vermiştir. Ardından da 28 Aralık günü görüşme yapan DEM Parti Heyeti üzerinden bu durumu yedi maddelik bir deklarasyona kavuşturmuştur. 22 Ocak tarihli görüşme ile de Önder Apo’nun kendi çalışmasını yürüttüğü ve süreci kendi çerçevesinde ilerlettiği bilgisi basın üzerinden kamuoyuna iletilmiştir.
Bu durumda hala Önder Apo’dan beklentili olmak doğru ve anlamlı değildir. Açık ki Önder Apo kendi çalışmasını yürütmekte ve kendisi açısından yapılması gerekenleri fazlasıyla yapmaktadır. Ama sorun sadece Önder Apo’nun sorunu değildir, herkesin ve hepimizin sorunudur. Dolayısıyla çözümü de sadece Önder Apo’nun çalışmasıyla değil, hepimizin çalışmasıyla ve üzerimize düşen görevlerin gereğini yerine getirmemizle olacaktır.
Açık ki burada da en çok sorumluluk devlete ve AKP iktidarına düşmektedir. Çünkü İmralı sistemini sürdüren ve Önder Apo’yu böyle bir tecrit, işkence ve soykırım sistemi içinde tutarak Kürt soykırımını yürüten bu güçlerdir. Türkiye’nin çok fazla ihtiyaç duyduğu iç birliğin yaratılmasında Önder Apo’dan rol oynamasını istemişlerdir, o halde bu rolü oynamasının koşullarını da hemen yaratmalıdırlar. Önder Apo’yu gelip mecliste DEM Parti gurubunda konuşmaya çağırmışlardır, o halde Önder Apo’nun bunu yapabileceği yasal koşulları yaratmalıdırlar. Yoksa bunlar yapılmadan, en ağır tecrit koşullarında tutulan Önder Apo nasıl rol oynayacaktır?
Önder Apo, mevcut İmralı koşullarında 2 Ağustos 1999 tarihinden bu yana defalarca ateşkes ve çözüm çağrıları yapmış, ancak tek yanlı olduğu ve yasal zemini oluşmadığı için bu çağrıların hiçbiri istenen sonucu vermemiştir. Şimdi de aynı durumun yaşanmaması için, devlet ve iktidarın daha ciddi yaklaşması, üzerine düşen sorumluluğun gereğini yerine getirmesi ve Önder Apo’nun güvenli yaşar ve özgür çalışır koşullara kavuşmasının gerektirdiği yasal düzenlemeleri yapması gerekir.
Kuşkusuz bunlar devlet ve iktidar güçlerinin yapması gerekenlerdir. Fakat biz çok iyi biliyoruz ki, devlet ve iktidar güçleri kendi başlarına ve durup dururken bunları yapmazlar; ancak toplum tarafından buna zorlandıkça bu tür adımları atarlar. Bu bakımdan da kadınlar ve gençler başta olmak üzere tüm Kürt toplumunun, özellikle de Türkiye’nin tüm demokratik güçlerinin ve tüm Kürt dostlarının, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü hedefleyen Küresel Özgürlük Hamlesi çerçevesindeki eylemlerini daha çok, yaygın ve etkili hale getirmesi gerekir. Hamle bitmemiş, mücadele sona ermemiştir; tersine daha kapsamlı, etkili ve somut hedefli eylemlere ihtiyaç vardır.
Eylemlerle birlikte talepler de somut olmalı ve yüksek sesle ifade edilmelidir. Önder Apo’nun demokratik çözümde rol oynayabilmesi için mevcut İmralı sisteminin hemen lağvedilmesi istenmelidir. Önder Apo’nun güvenli yaşar ve özgür çalışır koşullara kavuşturulması talep edilmelidir. Tecridin tümden sona ermesi ve Önder Apo’nun istediği herkesle görüşebilmesi gerektiği haykırılmalıdır. Devlet ve iktidar üzerinde baskı oluşturan eylemler her alanda büyütülerek geliştirilmelidir ki, Önder Apo rol oynayabilsin ve de yeni bir süreç gelişebilsin! Yoksa sadece kaygı ifade etmenin pratik hiçbir anlamı ve karşılığı olmaz.