HABER MERKEZİ
Kutsal Aile Aşkına!
Uygarlık sistemlerinin eş yaşamı “özel yaşam” alanı olarak kutsaması, toplumsal hakikatin en ters yüz edilmiş bir yargısıdır. Aslında kamusalın özel, özelin kamusal olarak kavranması toplumun doğasına daha uygundur…
Doğduğu andan itibaren evlendirilmeye “müsait” hale getirmek için yetiştirilen kızlar. Baba evinden en uygun koca evine transfer edilmekten daha öte ne yapabilir ki bir anne-baba kızları için! Bu geçiş süreci içinde, bir kadının “yeni bir aile” kurabilmesi için gerekli bütün meziyetleri edinmesi için elinden geleni yapar ailesi. İyi bir aşçı, iyi bir terzi, iyi bir eğitmen, hatta iyi bir müzisyen… Marya Alekseyevna, küçük burjuva bir ailenin kadını olarak, kızı Vera için bütün bunları yapmıştır.
Şimdi evlenecek yaşa gelmiş Vera, uygun eş bulmak için vitrine çıkarılmıştır. Vera’nın duygusu ve iradesi dışında babasının da onayıyla annesi tarafından sürüklendiği, görücüye çıkarıldığı operalar, yemekler vs. Vera, çaresiz sürüklenmektedir annesinin peşinden. Annesinden tiksinir. Kendinden tiksinir. Birbirlerini aldatmaya, aşağılamaya, parayla yaşam satın almaya çalışan sosyetenin arasında Vera çıkıntıdır.
Bir yandan boyun eğer ama bir yandan asidir, annesinin Vera’ya uygun koca olarak gördüğü Storeşnikov’dan kurtulmak için çare arar sürekli. Annesi bu direnci anlamak istemez çünkü aile içinde geliştirilen ilişkiler, aile üyelerinin selameti içindir: “Bana gücenme Veroşka. Seni sevdiğim için söylüyorum. Senin iyiliğin için. Bilirsin anneler çocuklarını ne denli çok sever. Tam dokuz ay karnımda taşıdım seni. Nankörlük etme Veroşka, söz dinle. Göreceksin yaptığım her şey senin iyiliğin içindir. Sana söylediklerimi kulak ardı etme, dediğim gibi davran. Göreceksin yarın seni isteyecek.”
Bu hikaye bir ailenin özel hikayesi gibi görünür ancak değildir. Toplumsaldır ve politiktir. 1860’ların Rusya’sında geçen bu hikayenin günümüzü de anlatması tam da bundandır. Şüphesiz Marya kızının iyiliğini düşünmektedir. İyiliğin ölçüsünü belirleyen, sistemle ne kadar uzlaşabileceğidir. Üretim ilişkileri bakımından Çarlık Rusya’sında feodalizmin veya kapitalizmin olması esas belirleyen olmamaktadır. Sonuç itibariyle, insan ilişkilerinin karakteri hayatta kalmak için mücadele etmek, daha fazla kar etmek, dolayısıyla bir çeşit mal alışverişinin ötesine geçmediği müddetçe iyiliğin ölçüsü değişmeyecektir.
Bu bakımdan ailenin en özel yaşam alanı olarak ele alınması, mülkiyetçi uygarlık sisteminin kendini sürdürmesinin en ucuz yoludur. Tabi burada mülkiyetçi uygarlık sisteminin yasalarını işlettiği “özel yaşam” denen alanda dönen bütün hesaplar, kadının varlığının alışveriş konusu olması etrafında döner. Kadınların namuslu olması gerekir, alımlı olması gerekir ve donanımlı olması gerekir ki ailenin pazarlık gücü artsın. Bir yandan müthiş bir kutsal aile söylemi geliştirilirken bir yandan da mülkiyet ve statünün yeniden bölüştürülmesi mücadelesinin bu kadar herkesin bildiği kurallar etrafında gelişmesi, özel yaşam denilen şeyin hiç de özel olmadığını gösteriyor. Evlenilecek kadın, gönül eğlenilecek kadın ve arkadaşlık edilecek kadın imgeleri ta Antik Yunan’dan bu yana dillendiriliyor ve kadınla doğru temelde arkadaşlığı savunanlar divane sayılıyor. Kutsal ailede, kutsal sayılan şey ise olsa olsa riyakarlığın kendisi oluyor. Bir yandan sevmediğin hiç kimseyi öpme tavsiyesi yapıp, öte yandan -bütün adiliğine rağmen- Storeşnikov’un en iyi koca adayı olduğuna Vera’yı ikna etmeye çalışan Julie ile Vera’nın diyaloğu, bu riyakarlığın en sade dışa vurumudur. Vera, itirazını geliştirirken nasıl bir çirkinlik içinde yaşadığını ifade eder.
“Bana düş kuruyor diyorsunuz, yaşamdan ne beklediğimi sanıyorsunuz? Ben ne bir insana hükmetmek, ne de kimseye kul köle olmak isterim. Ne kimseyi aldatmak, ne oyalamak, ne de olduğumdan başka türlü görünmeyi gözetirim…. Başkaları zengin olmanın iyi bir şey olduğunu düşündükleri için, ben ne diye onlar gibi düşüneyim.
”Mülkiyetin ve bu temelde baba soyunun devamı üzerine kurulan ailelerde sevgi-saygı ve özgür iradeye dayalı bir birliktelikten ziyade aile bireylerinin statülerinin sürekliliği önemlidir. Ailedeki statülerin sürekliliği, hiyerarşik, mülkiyetçi, ataerkil devlet sisteminin sürekliliği demektir. Dolayısıyla ister feodal geniş aile olsun, ister kapitalist çekirdek aile olsun en evrensel olan bu kural en özel ilişki biçimiymiş gibi yansıtılarak ataerkinin üretim ilişkileri, toplumsal ilişkiler üzerindeki kurucu/ daha doğrusu kadın aleyhine yıkıcı etkisi, sanki salt kapitalizmin veya feodalizmin etkisiymiş gibi yansıyabiliyor.
Öyleyse kadın-erkek ilişkilerinin özel yaşam ilişkisi olduğunu dolayısıyla genel toplumsal sistemi belirlemeyecek düzeyde olduğunu iddia etmek, sosyalist yaşamın -Çernişevski’nin deyişiyle “yeni yaşam”ın üzerine filizleneceği toprağı çoraklaştırmanın ötesine geçmez. Zincirlerinin farkında olmayan için “aile” adı altında kutsallaştırılan ve sevimli kılınan yaşam, en özel, en özenilen yaşamdır. Üstelik başka yol bilmediği için, alıştırıldığı gibi yaşamayı çok iyi becerir insan, çünkü hayatta kalması gerekir. Ama ya başka bir yol varsa? İşte bu sorgulandığı zaman huzursuzluk baş gösterir. Çıkış yolu bulunduğu halde çıkılamıyorsa ölümcüldür. İşte Vera’nın düşlerinin başladığı aralık burası.
Yazar, yer yer kendisi doğrudan okuyucuyla konuşarak, yer yer karakterleri konuşturarak mevcut düzenin çelişkilerini, kişilik yapılanmasını ortaya koyar. Marya, Julie, hatta Stoşernik parçalanmış kişiliklerdir. Maskeleri vardır. Çirkindirler ama çirkin olmak zorundadırlar yaşamak için. Ancak bütün bu çirkinliğin tam göbeğinde güzel düşünceler de yeşermektedir. Üstelik sadece düşünce değil, güzel insanlar da yeşermekte ve çoğalmaktadır. Kitabın ana karakterlerinden tıp öğrencisi Lupuhov, bu güzel insanlardan biri olarak sahneye girer. Girdiği yeri etkiler, dönüştürür. Vera ve Lupuhov tanıştıktan sonra Vera’nın hayatı değişir. Bu değişimi Vera’nın düşlerinden takip ettiriyor Çernişevski.
Elif Berk