HABER MERKEZİ-Zin Malatya’nın Kaleminden
“Sosyalizm özgürlük inancı ve bilincidir. Devletli uygarlığa dayalı olarak sınıflı topluma geçişle birlikte ezilenler ve sömürülenler eşitlik ve özgürlük içerikli bir fikriyat doğrultusunda mücadele etmiş, komünal yaşam düzenlerini savunma temelinde direnmişlerdir. Tarih boyunca dile getirilmiş olan bu sosyalist fikirler
ve komünal-demokratik değerler, 19. yüzyıla gelindiğinde artık bir ideoloji ve siyasal harekete dönüşmüştür. Sosyalist ideoloji de ağırlıkta Avrupa kapitalizminin 18. ve 19. yüzyıllarda beraberinde getirdiği çelişkilerin eleştirisi üzerinden kendini sistemleştirmiştir. Kavram olarak sosyalizmin ilk önce 1800’lü yıllarda İngiltere’de kullanılmaya başlaması tesadüf değildir. 19. yüzyılda sanayi devrim denen süreç ile birlikte İngiltere’de makineleşmiş endüstri, sermayenin kazancı açısından ilk sıraya oturur. Bunun sonucu olarak fabrikaya dayalı şehir üretimi tarım ve hayvancılığa dayalı kır üretimini geçer, bundan ötürü de köylerden kentlere büyük göç hareketleri yaşanır, sonuç olarak burjuvazinin egemenliği ile sonuçlanan sınıfsal dönüşümler meydana gelir. ‘Ütopik Sosyalizm’in öncülerinden sayılan Galli Robert Owen (1771-1858), 10 yaşındayken Manchester’de bir kumaşçı dükkanına çırak olarak girip keskin zekası sayesinde 19 yaşındayken bir pamuk işleme fabrikasına idareci olur. Ancak klasik bir işverenden ziyade işletmesinde komünal bir sistem geliştirmeyi esas alır, işçilerin durumunda düzeltmelere gider, onlara eğitim olanakları sunar, fabrikası bünyesinde İngiltere’nin ilk ana okulunu açar, ziraat alanında kooperatifçiliğin geliştirilmesi için çabalar. ‘Sosyalist’ kavramı ilk olarak 1827 yılında, Owen’in takipçilerini adlandırmak için kullanılır. Hemen akabinde Fransa’da da Henri de Saint-Simon (1760-1825) ve Charles Fourier (1772-1837) gibi fikir insanlarının takipçileri için de sosyalist denilmeye başlar. İngiltere’de Owen, Fransa’da Fourier ve Saint-Simon gibi düşünürlerin kitapları geniş ölçüde okunur, konuşmaları büyük dinleyici kitleleri çeker ve bu da sosyalizm fikrinin giderek daha fazla yayılmasını beraberinde getirir. Bu dönemki sosyalizmde genelde ütopik sosyalizm denilir. Ütopik sosyalistler bir yandan mevcut hakim sistemi eleştirirken, diğer yandan toplumsal düzenin nasıl olması gerektiği konusunda fikir yürütür. Ütopik sosyalizmin en temel eksikliği, hedeflenen toplumsal düzene nasıl ulaşılacağını net ortaya koyamamasıdır. Yani eleştiri var, hedef var ama yol-yöntem yok. Bu eksikliği, 1800’lü yılların ortasında -ikisi de Alman olan- Karl Marks (1818-1883) ve Friedrich Engels (1820-1895) öncülüğünde geliştirilen bilimsel sosyalizm giderir. Marks ve Engels’in yaşadıkları ve siyasi iktidara ilk muhalefet yaptıkları 1840- 1850’li yıllar, kapitalizmin ilk ciddi bunalımını yaşadığı dönemdir. Köylü ve emekçiler öncülüğünde geliştirilen ve daha sonra burjuva tarafından gasp edilen- 1848 Avrupa halk devrimleri, sistemin hemen
yıkılabileceğine dair umutlar yaratır.
Böylesi bir ortamda Marks ve Engels, emekçilerin mücadelesini bilimsel temele dayanan bir ideolojik kılavuza kavuşturmahedefler. Ki bilimsel sosyalizm kavramı yı ilk kez 1848’de, o dönem devrimlerinin genel programı olarak düşünülen Komünist Manifesto’da ifade edilir. Fakat halk devrimleri bastırılınca Marks ve Engels kapitalizmi daha derinliğine inceleme ihtiyacını duyar. Bu temelde 3 ciltten oluşan (2. ve 3. ciltler Marks’ın ölümünden sonra Engels tarafından notlarının düzenlenmesi temelinde yayımlanır) Das Kapital (‘Sermaye’) 1867’de kaleme alınıp basılır. Marks burada ‘kapitalist toplumun en temel hücresi’ olarak gördüğü metanın çözümlenmesinden başlayarak kapitalist üretim ilişkilerini bütün boyutlarıyla inceler. Tarihsel akımları ve olayları sosyal, ekonomik ve nesnel koşullar çerçevesinde inceleyerek bugün için olası sonuçları ve gelişmeleri anlamak ve öngörmek için bilimsel bir metot -diyalektik tarihsel materyalizm sunar. Marks bu anlamda kapitalist üretimin sistematik analizini geliştiren ilk büyük toplumcu düşünürdür. Sosyalizmi bulutlar üzerinden yere indirerek bir ütopya olmaktan çıkarıp bilim haline getirir. Bununla birlikte ütopik aşamasında program ve eylem kılavuzundan yoksun kalan sosyalizm, 19. yüzyılın ortasından itibaren ortak örgütlenme ve ideolojik mücadele olarak geliştirilir. 1847’de Engels öncülüğünde kurulan ilk genel enternasyonalist örgüt olan Komünist Birlik ya da 1864’te kurulan Birinci Enternasyonal/Uluslararası Emekçiler Birliği buna örnektir. 20. yüzyıla gelindiğinde ise Ekim Devrimi’nin lideri Vladimir Lenin (1870-1924) sosyalizmi politikleştirerek bir ileri adım atar, en temel katkısını bu temelde sosyalist devrime pratik-politik gelişme sağlatarak yapar. Lenin’den sonra Sovyetler Birliği’nin başına geçen Josef Stalin (1878-1953) döneminde ise ‘sosyalist devlet’ adı altında sosyalist ideoloji neredeyse politika ve ekonomi içinde eritilir, ideolojik ve moral bir güç olarak parti, devlet içinde yok olur. Bütün bu tarihsel süreçler ve genel olarak reel sosyalizm deneyimleri [Önder Apo reel sosyalizm derken salt 1917-1991 arası Sovyetler Birliği’ni değil, 1789 Fransız Devrimi ile başlayan 200 yıllık sosyalist mücadele ve devrimleri kast ediyor] Önder Apo tarafından özellikle 1980’li yıllardan itibaren tahlil edilerek sorgulanırken, buna 1990’ların sonu ve 2000’lerin başında Marksizm’e dayanan bilimsel sosyalizm de dahil edilir. Bu sorgulamaları sonucunda Önder Apo, reel sosyalizmi ve Marksist düşünceyi kapsamlı bir eleştiriden geçirir. PKK’nin ideolojisini oluşturan demokratik sosyalizmin farkı, bu eleştiriler temelinde daha iyi anlaşılıyor. Önder Apo’nun temel bir eleştirisi, reel sosyalist hareketlerin devlet ve iktidara
yaklaşımına ilişkindir. Bu hareketler, devlet ve iktidar gücü olarak sosyalizmi inşa edeceklerini düşünmüşlerdir. Temel paradigmaları şöyle olmuştur: Devrim-iktidar-sosyalizm. Yani önce devrim yapılacak, ardından iktidar -yani devletolunacak, sonra da sosyalizm kurulacak! Oysa iktidar ve devlet en az demokrasi kadar sosyalizmle zıtlık içindedir. Devlet eliyle sosyalizm inşa edilemez.
Bu konudaki yanılgı PKK’nin üzerinde de etkili olmuş, Kürt sorununda devletçi çözüm ile demokratik çözüm arasında bir muğlaklığı beraberinde getirmiştir. Aslına bakılırsa Önder Apo 1990’lı yılların ikinci yarısında bu konudaki kuşkularını çok somut dile getirirken, 2000’lerin başındaki paradigmasal değişim ile birlikte devletçi ve demokratik çözüm biçimleri ayrıştırır. Sovyet deneyiminden çıkarılacak en önemli ders olarak Önder Apo, sosyalizmi devlet aracından kurtarıp demokrasi ile bütünleştirir. Formülümüz şöyle: Sosyalizm = özgürlük + eşitlik + demokrasi. Demokratik sosyalizmin diğer temel bir farkı da, sosyalizmi geleceğe ilişkin bir proje veya devrimden sonra yaşanacak bir toplum biçimi olarak görmemesidir. Bu anlamda demokratik sosyalizmde ‘devrimden sonra’ diye bir şey yoktur, devrim şimdi’dir. Sosyalizm de anlık özgürleştiren, eşitliği ve adaleti gözeten, ahlaki ve politik bir yaşam tarzının hakikatleştirilmesidir. Bu anlamda Önder Apo, sosyalizmi ‘hakikati ifade eden bilinçli bir yaşam tarzı’ olarak tanımlıyor.
Sosyalist toplum bu yönüyle ne ‘eski’ ne de ‘yeni’ toplumdur. Sosyalist toplum, ahlaki ve politik toplumdur. Ahlaki ve politik toplum da yok edilmemiştir. Kapitalist modernite tarafından ciddi düzeyde sınırlandırılmış olsa da tamamen ortadan kaldırılmamıştır. O nedenle mühim olan ahlaki ve politik toplumun buna demokratik komünalite, demokratik toplum, eko-endüstriyel toplum, demokratik konfederal toplum da denilebilir} anlık olarak yeniden inşa edilmesidir. Yani sosyalizmin gerçekleşmesi için demokrasinin bütün boyutlarda yaşanması gerekir. Demokratik toplum olmadan sosyalizm inşa edilemez. Burada ele alınması gereken temel nokta, sosyalizm ve kadın ilişkisidir. Önder Apo, gerçek sosyalizmin ancak kadınla özgür yaşam temelinde inşa edilebileceğine vurgu yapar ve bu tanımı geliştirir: “Sosyalizm, insanlığın yabancılaşmasının ortadan kalkmasıdır; cinsler arası en özgür ortamın, ifade ve ilişki tarzının ortaya çıkarılmasıdır; bin yıllardır süren cinsler arası uçurumun, eşitsizliğin ve duvarların yıkılmasıdır; yeni, özgür ve eşit ilişkiler temelinde birbirine yaklaşım gösterilmesidir.” 200 yıllık reel sosyalist deneyimler bu yönüyle incelendiğinde görülecektir ki esasta kaybedilen nokta, toplumsal ilişkilerin özgürleştirilmemiş olmasıdır.
Dikkat edilirse Önder Apo henüz 1996 yılında Mahir Sayın ile söyleşisinde egemen erkekliğin öldürülmesini sosyalizmin ilk şartı olarak tanımlamıştı. Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü adlı son savunmasında ise Önderlik bu yaklaşımını Özgür Eş Yaşamı kuramıyla sistematikleştiriyor. Eş yaşamın sosyalistçe inşasını açımlarken şu vurguyu yapıyor. “Eş yaşam ilişkilerinde geliştirilecek düzey ne denli bilimsel, sanatsal ve felsefi olursa o denli sosyalist topluma yol açabilecektir. Sosyalizmin öncelikle eş yaşam ilişkilerinde gerçekleşmesinin vazgeçilmez ilkesel ve pratik bir değeri vardır. Bu tarz ilişki dışında sosyalizme götürebilecek bir yol yoktur.” Dikkat edilirse egemenlik ve kölelik, sömürü ve baskı en çok da kadın-erkek ilişkilerinde yaşanmaktadır. Dolayısıyla iyi-güzel-doğru-özgür yaşam için -ister tikel ister kolektif düzeyde öncelikle anlam gücü, estetik ve ahlaka dayalı sosyalist ilişkilerin inşa edilmesi gerekir. Bu hiçbir ilişkinin toplumsal cinsiyetçilik kadar egemen sistemi taşıma gücünde olmadığı unutulmamalı anti-kapitalist olmanın ancak bu tarz cinsiyetçi yaşamı reddetmek ve aşmakla mümkün olduğu iyi bilinmelidir. Önder Apo’nun geliştirdiği sosyalizm ideolojisinin çok önemli bir başka boyutu da, liberalizm karşıtı konumudur. Liberalizm, kapitalist moderniteni ideolojisidir. Son 200 yıllık reel sosyalizm tarihine baktığımızda yaşanan yenilgilerde liberalizmin etkisine girmenin, hatta bir versiyonu haline gelmenin ya da kuyrukçusu olmanın payının ne denli yüksek olduğunu görürüz. Aynı durum bugün açısından da geçerlidir. O yüzden teori ve pratikte, öz ve sözde 24 saat liberalizmle radikal mücadeleye dayanmayan sosyalizm karşıtına hizmet etmekten kendini kurtaramaz. Önderlik bu noktayı şu sözlerle dile getirmektedir: “Liberalizmin ahlak düşkünlüğünü ifade eden bireycilik özgürlük olmayıp, sahte bilinçle yaşatılan en aşağılık kölelik biçimidir. Anti-liberalizm olarak sosyalizm, özgürlüğü kolektif eylemde ve ahlakta yaşamanın ideolojisidir.
Genel anlamda gençlik kuşağı, özelde ise genç kadınlar açısından bu son nokta çok önemlidir. Çünkü kapitalist olarak bizleri sahte özgürlük algılaı modernite, liberalizm yoluyla anlık ile bombardımana tabi tutarak kadın kölelik kültürünü aklımıza ve kalbimize yedirmeye çalışmaktadır. Sosyalizm ise bunun karşısında özgürlük bilimi ve ideolojisidir; özgürlük inancı ve bilincidir.”
Kaynak Yurtsever Genç Kadın Dergisi: https://t.me/yurtsevergenckadin