HABER MERKEZİ
Özgür birey olmanın birinci koşulu bireyciliğin tersine, kişinin toplumsal geleneği bilmesi, ona saygılı olması, onun içinde varolma mücadelesi vermesiyle çok yakından bağlantılı olmaktadır. Toplumsallık inkar edilerek birey olunamaz. Çünkü toplumsallık reddedilirse, birey insan olmanın tarzını reddetmiş olur. Ancak toplumun gücü de bir insanı rahatlıkla yok edebilir. Bireyden topluma saygılı olmasını istemek kadar toplumun da bireylerine merhametli davranmasını istemek gerekir. Rastgele toplumun herhangi bir kuralını reddetmek ya da bir toplumun bireyimi özgürleştiriyorum adı altında onu serbest bırakması da doğru bir toplum birey ilişkisi olmamaktadır. Bireysel duruşlara izin verecek doğru bir toplumsallığa, toplumu güçlendirecek gerçek bir bireysellik için de özgür birey olmaya ihtiyaç vardır. Eğer bir toplumsal biçimleniş, kendi fertlerinin azami insani ihtiyaçlarını dahi karşılayamıyorsa, o toplumsal biçim birey olmaya imkan sunacak özellikleri kendi içinde taşımıyor demektir. Beslenme, barınma, sosyal güvenlik gibi zorunlu ihtiyaçların giderilmesi için, toplum ya da topluluk gerekli giderici mekanizmalara sahip değilse, orada birey olma değil, basit insan olarak yaşamanın imkanları da olmaz. İşte toplum bireye karşı bu biçimde olumsuzluğu farz kılan bir yöntemi de geliştirebilir. Bu durum ya tamamıyla bireyin teslimiyetini getirir ya da bireyin başkaldırısına neden olur. Diğer taraftan fertler birey olma adına, toplumsallığın en temel taşlarını yani temel ahlaki örgüsünü sarsacak anlayışlarıyla kendilerini özgür kıldıkları sanısına kapılırlarsa, bu da bireysellik değil, bireycilik olur.
Özel mülkiyetçi ve bireycileştiren duygu ve düşünceler ile sistemin iktidarcı olan yapılanışı dışında kalmayı başararak, gelişmiş toplumsal değer yargıları bir insanı ne kadar çok yapılandırmış ise o kişi özgür birey olma yolunda o kadar avantaj sahibidir. Bu ilke üzerinden bireyin hangi aşamalardan geçtiğini az çok çözümlemeye tabi tutmak imkanlar dahilindedir. Binlerce yıllık insanlık tarihine ışık tutacak somut verilerden hareketle, bugünkü toplum ve birey tanımlamamızın gerçekçi olması, geçmişi ele alış tarzımızla yakından bağlantılı olacağı için önemli olan özgür birey derken neyin kast edildiğidir
Özgür birey, tek bir insan olarak toplum dışında var olamayacağını bilen bireydir. Çünkü toplum dışında yaşamak kişilik kazanmak teorik olarak da mümkün değildir. Özgür birey toplumsal yaşamın tek bir kişideki gerçekleşmesidir. Özgür bireyin toplumsallıkla bağından söz ederken bu toplumun herhangi bir toplum değil demokratik komünal toplum olduğunu bilmek gerekir. Yani bu toplum inanç ve ahlak ilkeleri üzerinden kurulmuş toplum biçimi demektir. Özellikle devletçi toplumun kendini meşrulaştırmak için köleci ve feodal dönemlerdeki aşırı toplumsallığı ile kapitalizmin ahlaksızlaştırdığı toplum gerçeği özgür bireyin kabul edeceği ve saygı duyacağı toplum biçimleri olamaz. Dolayısıyla özgür birey -günümüzde bu zorunluluktur- devletçi topluma karşı irade kazanma mücadelesi vermekle gerçekleşir. Bu mücadeleden kaynaklı özgür birey sorumluluk duyan insan demektir. Bireyciliğin tarihten kopmuş köksüzlük ifade eden yanı; yine bencil ve haklılık terazisindeki ölçüsü “ benim faydam ne kadardır” mantığını aşan düzey gerçekleşmeden özgür birey olunmaz. Toplumun bir parçası olarak var olduğunu bilen ama toplumun geriliklerine boyun eğmemeyi de içeren özgür birey, zihniyet düzeyi en gelişkin insan olma anlamına gelmektedir. Dil, din ve ırk ayrımı gözetmeden tüm kültürlere saygılı, tüm dünyayı yurdu kabul eden aynı zamanda kendi toplumu ve yurduna da derinden bağlı olmayı köklerine sahiplik olarak bilmekte özgür birey tanımlamasına girer. Kadın ve erkek olarak cins bilincinden evvel insan olmayı ve kadının günümüzdeki toplumsal düzeyini kabul etmemekte bu çerçeve içine alına bilinir.
Bu tanımlamalarla bakıldığında özgür birey olmak için daha çok yol alınması gerektiği ortaya çıkacaktır. Toplumsallık içinde ona kimi noktalarda karşı olacak tek bir insan duruşuyla tanımlanacak “bireysellik oldukça çelişkili bir kavramdır.” Birey toplum ilişki ve çelişkisinde bireyin toplumu reddeden, ona saygı göstermeyen duruşunun neye yol açacağı son yüz yılda defalarca ispatlanmıştır. Hem toplum içinde hem de onun dışına çıkmanın kolay bir durum olmadığının en iyi örnekleri atom bombasını insanların başında patlatma kararı alan insanlarda ortaya çıkmıştır. Demek ki birey yaklaşımında önemli olan birey ve bireyciliği karıştırmamaktır. Bu sorumluluk ile sorumsuzluğu, tarihselliği ile köksüzlüğü karıştırmamak demektir. Birey daha doğrusu özgür birey toplumsallaşan insandır. Bireycilik ise tek bir insanın sadece kendi çıkarları için hemen her şeye saldırmasıdır. Bireyci kişinin yaşam anlayışını belirleyen içinde yaşadığı toplum gerçeğidir. Bunun için bir model olarak çok az sayıda zorda olsa özgür birey olmak mümkün ise de genel bir bireysellik için uygun toplumsal koşullar gerekmektedir. Bozulmuş, yozlaşmış, güç ve iradeden düşmüş bir toplumdaki fertlerin bireysel olmaları çok zordur. Bu biçimdeki toplumlarda bireysellik önünde çok engel vardır. Eğer bir toplumda toplumun kendisi ağır toplumsallıkla yaşıyorsa yani inanç ve ahlaki kurallar dogmatik ve katıysa bu toplumlardan çıkan bireyler küçük bir adım atmayı özgür birey olmakla eş tutabilir. Konuşurken hitap değiştirmek hatta fiziksel biçim değişikliği dahi tatmin olmaya neden olabilir. Tersi toplumlarda yani toplumsal ahlakın yozlaştırıldığı, bireyciliğin hâkim olduğu toplumlarda da basit insani görevler yerine getirilirken sanki bireyin toplumla olan bağından kaynaklı görevlerini yerine getiriyormuş gibi algılaması ve tatmin olması yaşanabilir. Batı insanında görülen çevrecilik anlayışı, duyarlılık düzeyi, yoksul toplumların sorunlarıyla ilgilenme biçimi buna örnek olarak verilebilir.
Bu noktalardan hareketle ulaşacağımız sonuç doğru bir toplum tanımlaması ve kuruluş gerçeği olmadan genelleşmiş bireyselliğin gerçekleşmeyeceğidir. Kavram olarak toplumun ne olduğu ve neden toplumsallık biçiminde insanların maddi bir varlığa dönüştüğü az çok bilinmektedir. Toplum konusunda daha önemli olan toplumsal yaşamı var eden değerlerin içinde temel olanlarının hangileri olduğu ve toplumsal yaşamın kuruluşunun temeline hangi değer yargılarını almamız gerektiğidir. İnsanlık tarihi değerlendirildiğinde insanın biyolojik evriminin tamamlanmasından sonra toplumsal olarak yaşadığı evrelerde yarattığı değerler bugünün düşünce gücüyle rahatlıkla analiz edilebilir. Böylelikle hangi değerin ya da hangi toplum biçiminin daha çok insani olduğu ve insana hizmet ettiği de rahatlıkla ayrıştırılabilir.
İnsanın bir tür olarak insanlaşmadan önce, primatlar biçiminde hayvanlar âleminin bir kolu olarak yaşadığı bilinmektedir. Başta biyolojik evrim buna paralel olarak gelişen toplumsal evrim ile insanlaşmanın başarıldığı, bu başarının kendisini doğal toplum biçiminde ifadeye kavuşturduğu tespitlidir. Bu gelişme, maddi olguların değişim ve dönüşüm yasalarının bilimsel izahı olarak ele alındığında, tür olarak insanın var olmasının ilk hali, insanın varoluşunun tezi olmaktadır. Gelişme için maddi olgularda tespit edilen özellik, olgunun içinde olan ikililik halidir. Bilimsel yorumlamada bu tez antitez olarak ifadeye kavuşturulmuştur. Doğal toplum döneminde komünal tarzda var olmuş insanlık durumu, bir tez olarak ele alındığında, devletçi toplum bunun antitezi olmaktadır. Devletçi toplumun toplumsallığın kendisinden bir sapma olduğu onun anti tez karakterinden ileri gelmektedir. Anti-tez karakteri gereği tezi durumundaki olgu ile çatışır. Ona karşıt anlam ve değerler yaratır. Özellikle temel belirleyenlerde bir farklılık yaratma anti-tezin karakteri gereğidir. Bilimsel olarak tez anti-tez çatışmasında karşıtların birbirini tümden yok etme hali gerçekleşmeyen bir durum ise de sentez ağırlıkta anti-tezin karakterini taşımakla kendini ifadeye kavuşturur. Toplumun komünal biçiminde eşitlik, özgürlük, adalet, ortakçılık ve toplumculuk gibi özellikler toplumun kendisi olmaktadır. Devletçi toplumda bu özellikler farklı bir içeriğe kavuşturularak yeni anlamlar yaratılır ve topluma yeni bir şekil verilir. Buna benzer ilişki ve çelişkilerle yaşanan yenilenme şekli, bu aşamayla toplumsal tarihe yerleşerek hep devam ede gelmiştir.
Bir maddi varlık olarak insanın en önemli ayırt edici özelliği, değişim dönüşümüne kendisinin cevap olmasıdır. İnsan kendi iradesi oranında, değişimin nerede, ne zaman, nasıl olması gerektiğini, belirleme güç ve yeteneğine sahiptir. Kısaca mücadele dediğimiz bu özellik, en önemli insan özelliği olmaktadır. Bu temel kuraldan hareketle, insanın yarattığı gelişmelerin sonuçları bir zorunluluk veya mutlaklık olarak değil, o sonuçları ortaya çıkaran insanların duygu ve düşüncelerine göre ele almak gerekmektedir. Değişimin zorunluluğu yanında bu değişimin ihtiyaçlara azami cevap olması da gerekmektedir. Toplumsal sistemlerde meşruluk ihtiyaçlara verilen cevapların oranı kadardır. İnsan aynı zamanda eğitilip yetiştirilen bir varlık olduğu için, her zaman olması gereken ihtiyaçların yanında, sonradan oluşturulmuş, suni ihtiyaçları da yaratabilmektedir. Durum böyle olunca, en zor olan şey, neyin insan için gerektiği ya da gerekmediği noktasında yapılması gereken ayrım noktaları olmaktadır. Bu karmaşıklığın giderilmesi için insanın bulduğu çare, yöntem olmaktadır. İnsan olgusunu, toplumsallığın komünal biçimini esas alarak yöntem belirlemek üzerinden ele almak, bu karmaşayı en aza indirgeyecektir. Önderlik paradigmasına göre esas alacağımız bu yöntem, toplum tanımlamasını doğru yapma yöntemidir. Toplum doğru tanımlanır ve esas bileşenleri yerli yerine oturtulursa, yaşamı belirleyen ayrıntılar da, bu tanımlamaya göre değişmek durumunda kalacaklardır.
Toplum tanımlamamızın özü, doğal toplumun komünal tarzdaki var olma biçimidir.
Bugünkü ‘büyük toplum’un karmaşıklığı, bu toplumun zihinlerde yarattığı tahribatlardan kaynaklanmaktadır. İnsanın karmaşık bir varlık olduğu doğrudur. Tek başına bile karmaşık olan insanın, bir arada yaşamaya başlamasıyla oluşan toplumun daha karmaşık bir hal alması kaçınılmaz olur. Ancak insanın karmaşıklığı yanında sade ve saf olan yanı da vardır. Burada önemli olan toplumun kendi ilkelerini insanın bu sade ve saf yanı üzerinden mi, yoksa karmaşık yanı üzerinden mi kuracağı meselesidir. Her insanı çok ayrı bir şey olarak ele almanın sonuçları, toplumsal buhrandır. Oysa toplum özünde tüm insanlarda var olan zayıf yanların–beslenme, koruma, çoğalma- giderilmesinden doğan güçlenme durumudur. Sade ve saf insanlığın ortaklaşmasının yaratacağı bir çeşitlilik ile toplumu ele almak daha doğrudur. Burada çeşitlilik; farklılık, zenginlik gibi ayrım noktalarını ifade etmektedir.
Devam edecektir..
ABDULLAH ÖCALAN SOSYAL BİLİMLER AKADEMİSİ