Vakti yok yaşamaya, zamanın. Zamanın da kendisiyle çelişkisi budur. Zaman yaşayan bir şey mi, yoksa yaşayanlarla mı bir anlam kazanıyor. Geleceğin zamanına tarih taşıyorlar direnenler. Anlam, o anın kendisinde. Biz ise anlamın cümlelerini nakşediyoruz. Birbirini tanımlayan iki eylem: Biz ve onlar. Onlar ve bizlerle tamamlanıp, anlamlanıyor direniş. Cümlelerimiz ise anın çekilmeyen karesinin fotoğrafı sadece.
STRASBOURG – Bir fotoğraf karesine düşmüş o an. Cümleye baksan, o da bir fotoğraf. Hikayesi, karalanmış bir cümlenin izdüşümü, bir fotoğraf. Sahi bir fotoğraf nedir? Zamanın kısa bir anının dondurulmuş hali mi, yoksa zamanın, bir anının hikayesi mi?
Kısacık anların birleşim kümesi yaşam olarak adlandırılırken; zaman, bütün yaşamın tüm anlarına yayılan anlamları örgütlüyor sadece.
Öyle anlar vardır ki, sonsuza kadar izler bırakır yaşamda. Öyle anlar var ki, asla tanık olamayacak hiç kimse. Bütün mesele, orada, o mekanda, doğru anda olabilmek sadece.
Güneşin sofrasında buluşuyorlar
İlkbahar kendisini hissettirmeye başladı yavaştan. Umarım yalancı bir bahar değildir bizi karşılayan. Güneş milyarlarca yıllık görkemiyle yeryüzüne gönderiyor elçilerini. Yaşamın elçisi, yaşamın kaynağı direniştekileri de selamlıyor baharla birlikte. Onlar da günde bir saat, güneşin sofrasında buluşuyorlar.
Strasbourg eylemcilerinin 86. gününe girmiş direnişlerinin bir tanığıyım sadece. Direnenler onlar, bize düşen sadece tanık ettiğimiz kısa anların cümlesine biçim vermek, o anı ölümsüzleştirmek. Direnişler de böyle, direnişçiler de ölümsüzleşir ve bugünden yarına köprü olurlar.
. Mevsimlerin coğrafyası sanırım varmış. Bu gülümsemeler; yeşillenmiş dağları, ovalarıdır özgür ülkenin. 40 yıldır yan yana, omuz omuza gülümseyerek direnenlerin, savaşanların fotoğrafı, ses vermiş zamana. “Umutsuzluk” tek bir anlarından sızmadı asla. Gülistan, Mustafa, Nimet… Bu gülümseme Ekin Van’ın zamanda yankılanan direnişinin kahkahasıdır. Bu gülümseme, Agit’tir, Sara, Rojbin, Ronahi’dir. Bu gülümseme Arin Mirxan’ın gülerek düşmana zamanı dar ettiği o anda, gökyüzüne bıraktığı kahkahasıdır. Bu gülümseme İmralı’da 20 yıldır büyüyerek zamanın her anını örgütleyen direnişin kahkahasıdır. Bu gülümseme binlerce genç kadın ve erkeğin yıldızlaşarak gökyüzüne renk kattığı anda, sonsuza kadar yankılanacak “özgürlük” haykırışıdır.
Alıp taşıyorum gülümselerinden zamanı. Bir şarkı var, geçmişten taşınan: “Yoldaş senin bir gülüşün, bir dostun yarasını saramıyorsa artık, sen artık kendin değilsin.”
Gülerek direnenlerin kahkahası sarsın hepimizi, iyileşeceğiz durmadan, direnerek boğacağız karanlığı.
Baharı örgütleyen bir direnişe tanıklık ediyorum. Zamanın durduğu bir an. Bir mevsim direniş. Kışı örgütleyenler, bahara rengarenk direnişi taşıdılar. Güneşin binalardan fırsat bulup ışığını yeryüzüne saldığı o anda, Deniz Sürgüt ile Dilek Öcalan, bir saatlik dışarı çıkma izinlerinde sohbet ediyorlar. Yüzlerindeki cümleye bakıyorum, geçmişten şimdiye işlenmiş, noktası daha koyulmamış direnişe, virgül ekleniyor o anda.
İlkbaharın gelmesi, dışarı çıkma nedeni. Kentin gündelik yaşam sesinde boğulmuş kuş sesleri duyulmasa da, yavaş yavaş yeryüzünün uyandığını anlıyor insan. Uzun bir kış sonrası artık güneşe bolca merhaba demek mümkün. Yüksel Koç, erimiş bedenini az süreli de olsa güneşe taşımış. Yalancı bahara aldanmamak gerekiyor. Dile kolay 80. günleri geride bırakmış bir direnişteler. Bedenleri ise iyice zayıflamış durumda. Her türden risk ile karşı karşıyalar. Mart ayının yanıltıcı sıcaklarına aldanmamak için kalın giyinmiş ve yüzünde o candan tebessümüyle, bahçeye umut ekiyor Yüksel Koç.
Bir kış boyunca direniş alanı çiçeklerle süslendi. Ziyarete gelen herkes elinde çiçeklerle geldi. Erken bahar taşındı kış mevsimine. Üç aya yakın zamandır saksılarda bakılan çiçekler, güneşli günlerde Agit Ural ve Nimet Sevim’in kucağında dışarı taşınıyor. Baharın bahçesine çiçek taşıyanlar, özgürlüğün geleceğine Kürdistan’ı işliyorlar durmadan.
Mohammad Ghaderi ile aslında çokça karşılaştık bahçede, ilkbahardan nefes derlediği anlarda fotoğraflayamadım nedense kendisini. Bütün eylem alanının çiçek bahçesine döndüğü mevsimlerin içinde, Rojhelat’tan güneş topluyor bu anda.
Direnişin bahçesinde direnişçi, güneş, çiçek yan yana durmuş. Binlerce yıldır insanların neden güneşe “tanrı” dediklerini bu anda görmek mümkün. Kerem Solhan ile son sohbetimizde “Sağlığımızın sorulması rahatsız edici bir durum” demişti. “Heval biz olası tüm durumları göze alarak bu direnişi başlattık. Direniş Kürt Halkının her bir bireyi içindir. Direnişi büyütsünler, sağlığımızı soranlar. Birlikte kazanacağız.” Dr. Fahrettin Gülşen, eylem ve eylemcilerden sorumlu arkadaşları uyarmasına az bir süre kala fotoğraflıyorum o anı. Kerem Solhan, ziyaretçi ile derin bir sohbete ateş taşıyor.
Direniş zamanından, bir an… Elindeki cam bardağa konulmuş çiçeklerden bir hediye hazırlamış Nurgül Başaran. Kürt halkına en büyük hediyelerinden birisi kendisi. Direnişin destanına anlam katan yücelik. Sesinin kadife rengi gizlenmiş o an’a. Daha yakından bakabilirseniz, bu karede sesini duymak mümkün. Keza fotoğraf sadece görmek için değil, duymak içindir de. Saniyelik zamanda bir yaşam hikayesini de okumak mümkün.
Son iki hafta güneş ısısını esirgemedi. Bulutlar gökyüzünden çekildi. Toprak altındaki tohumların filizlenme zamanın geldiğinde, güneş milyarlarca yıllık kutsal görevini unutmadan, yine dünyayı selamladı.
Yeryüzü ısındıktan sonra, dağılmış bulutlar kolkola girdi yeniden. Yağmur, tam zamanında yağmaya başladı son günlerde, filizlensin diye yeryüzü. Yaşamın döngüsü böyle muhteşem bir şey. Sanırım bütün bu diyalektik içinde görevini tam olarak yapmayan tek varlık biz insanız. Direniş var, onun anlamını büyüterek amacına ulaştırma zamanı. 86. gününe giren bir direnişin amacına ulaşmamasında eksiklik bizim, bunu kabul etmek zorundayız.
Güneşin sofrasında Kardo Bokani oturmuş. Son zamanlarda ışığa hassasiyet, gözlerinde ciddi problemlerin ortaya çıkmasına neden oldu. Küçük Sara ise eylemcilerin moral kaynağı. En son ziyaretinde elinde çiçeklerle geldi yine. Gökyüzüne baktığımda, güneş de gülümsüyordu.
Yeryüzünün bütün sabahları toplanmış, ışık topluyor direnişten. Desen desen işlenmiş, günler doğuyor. Her eylemci ailesi ile bir araya geliyor, belli zamanlar. Ayvaz ve Serpil göz göze geliyor, hikayelerde kalan sevgiler siliyor gözlerimi. O an gözlerindeki kelimeyi yakalamaya çalışıyorum.
Yeni geldiği coğrafyaya, direniş ile merhaba demiş Ekrem Yapıcı. Yaşam ortağı Pelda ile bahçede bir araya geldiklerinde, yaşamdan sohbet derliyorlar. Yüzündeki bahçede dinlendiğim bir an izini bırakıyor sonsuz zamana.
Eylemcilerden Ramazan İmir’in annesi Dayika Qedriye. Kitap yazılacak büyük bir hikaye yaşamı. Sürgünler, acılar ve direnişlerle geçmiş bir ömür. Qedriye anne her gün oğlunun yanında artık. Omuz vermiş kavgasına. Kürt halkının onurlu annesinin başındaki leçeg ise Kürdün barış içerisinde, özgürce yaşam isteğinin sembolü. Biliyorum dokunsam cümlesine, zaman kanayacak. Dirhem, dirhem parçalanacağım. Dayika Qedriye, geride bıraktıklarını gösteriyor telefon ekranında. Hüznün resmine bakıyor, belki de direnişlerin. Sohbetlerini duymasam da, oğluna omuz olmuş yoldaşlığı, sonsuza kadar işleniyor fotoğrafa.
Kaynak: Yeni Özgür Politika/BARIŞ BALSEÇER