AMED – Mezopotamya Ajansı’nın yaptığı habere göre Tahir Elçi cinayetinde tanık olduğu öne sürülenler, tanık yapılma sürecinde kamu görevlileri tarafından nasıl yönlendirildiklerini anlatırken, olayın tanığı olduğu iddia edilen ve duruşmaya gelerek ifade vermek istemesine rağmen talebi kabul edilmeyen Deniz Ataş, yaşanan süreci Diyarbakır Barosu’na gönderdiği mektupla anlattı.
Bolu F Tipi Cezaevi’nde tutuklu bulunan Deniz Ataş, Sur’da yaşanan çatışmalar sırasında tahliye edilirken gözaltına alındığını, olay yerine gelen ve Sur’daki çatışmaların soruşturulmasında görevlendirilen Cumhuriyet Savcısı Kenan Karaca tarafından serbest bırakılma karşılığında yönlendirildiğini kaydetti.
Deniz Ataş’ın gönderdiği mektubu Diyarbakır Baro Başkanı Nahit Eren, mahkemeye sundu.
Nihat Eren’in mahkemeye sunduğu Deniz Ataş’ın mektubu şöyle:
“Merhabalar. İyi olmanız dileğiyle kolaylıklar dilerim.
Tahir Elçi davasıyla ilgili mahkemede tanık sıfatıyla çağrılmıştım. Takip ettiğiniz gibi talep etmem üzerine beni fiziki olarak duruşmaya çağırmadılar ve bu yönlü bir tebligat da yollamadılar. Sizlere mahkemeye sunmak için hazırladığım savunmamın bir örneğini yolluyorum, bu cinayetin tüm gerçekleri aydınlatılmak için bu yüzden bildiğim, tanık olduğum ve üzerimde oynanan süreçleri dile getiren temelde bir savunma hazırladım. Ola ki mahkemeye çağrılamasam aynı ifadeyi verip yazılı savunmamda sunacağım. Fazla gecikmemesi adına baronuza verip ulaştırmayı önemli gördüm. Asıl failler belli ama benim gibiler üzerinden olayı başkalarına yıkma çabaları çok açık ortada, hal bu iken bildiğim gerçekleri anlatmayı çok gerekli ve doğru buldum. Zira Tahir Elçi halkımız için önemli biri ve bu uğurda korkusuzca dik duruş sergilemiş biri. Failler açığa çıkmalı, en kısa zamanda elinize ulaşmasını umuyorum. Tekrardan çalışmalarınızda kolaylık diliyorum görüşmek dileğiyle.
SAVCI KARACA AJANLIK DAYATTI
9. Ağır Ceza Mahkemesi’ne Diyarbakır
Konu: 13.07.2021 günü mahkemenizde görülen Tahir Elçi davasına tanık olarak çağrılmamam dönük karşı savunmamdır.
A)- Mart 2015 yılında saat 20.00-21-00 civarında Sur’da yaşayan çatışmalı bölgeden 4-5 kişilik bir grupla tahliye edildim. Özel timler tarafından Cemal Yılmaz Mahallesi (sokak adı anlaşılmıyor) Sokak’ta bulunan Protestan Kilisesine götürüldük. Polis ve askerler bizlere insanlık onuruna sığmayan bir biçimde işkence etmeye başladılar. Çırılçıplak soyulduk ve o soğuk havada saatlerce bize işkence ettiler. Bulunduğumuz yere Diyarbakır Cumhuriyet Savcısı Kenan Karaca da yanında operasyon bölgesi askeri yetkilisiyle geldi ve yapılan işkencelere aldırmadan tarafıma dönük ajanlık, itirafçılık dayatmasında bulundu. Gözleri önünde yapılan işkenceye ses çıkarmayan savcının daha baştan düşman muamelesi yaptığının en somut kanıtıdır.
OLAYI GÜRKAN VE YAKIŞIR’A YIKMAMI İSTEDİ
Savcı bana hukuka aykırı bir biçimde, “Tahir Elçi cinayetini Mahsun Gürkan ve Uğur Yakışır’a mal etmem için ifade vermemi, ayrıca Kurşunlu Camiinin yakılmasını üstlenmemi, yakıp yıkılan okulların sorumluluğunu üstelenmemi ve askerlerce öldürülen yaşlı engelli bir insanın olayını üstlenmemi” diye bana dayatmada bulundu. Aksi takdirde öldürüleceğimi belirtip tehdit etti ve peşinden ‘Bunları arkadaşlarınızın yaptığını söyleyin ben de sizi bırakacağım, söz veriyorum” diyerek vaatte bulundu. Daha ilk andan savcı aleyhime kullanacak biçimde hareket etmemi dayatıp, ayrıca öldürmekle tehdit ederek kendini mahkeme yerine koymuştur.
Hem asker ve polislerce yapılan işkence, psikolojik baskı, hakaret, dayakla yıldırma hem de savcının bırakılacağıma yönlü vaadi karşısında sıkışık, korkulu ruh halimle, söylenen biçimiyle hareket edeceğimi belirttim.
PKK’NİN ÜZERİNE YIKMA BASKISI
Savcının işlemlerini bitirmesinin ardından, eziyet, işkence ve hakaretler eşliğinde hastaneye götürüldük. Bedenimde darp izleri (şişkinlik, kesik vs.) olduğu halde özel harekat polislerinin dayatmasıyla hastane hekimi üstünkörü bir incelemeyle beni tekrardan polislerin eline bıraktı. Diyarbakır TEM Şubesi’ne götürüldüm. Hücreye alındım. Bir odaya Cumhuriyet Savcısı ve polisler tarafından etrafı camla çevrili, karanlık bir odaya götürüldüm. Savcı orada da ‘Korkma, şerefim ve namusun üzerine seni bırakacağım. Bu olayları PKK’nin üzerine yıkmamıza yardımcı ol. Avukat gelirse bu konuşmalardan bahsetme. Senin de avukatının da başı ağrır. Yoksa hiç kurtulamazsın’ dedi.
SAVCININ DEDİĞİ GİBİ YAPTIM
Ben sorgudayken avukat beni görmeye gelmiş. Dışarıda planlı bir biçimde çeşitli bahanelerle bekletilmiş. İki- üç saat sorgu esnasında baskı altında olduğumdan denileni kabul ettim ve önüme bir kağıt getirdiler. Okumam-yazmam olmadığından imzalayarak parmak basmamı söylediler ve ben de öyle yaptım. Kağıtlarda ne yazdığını bana okumadılar. Avukattan destek almam da tehditle engellendi. Ardından avukat görüşüne gittiğimde bana ‘Neden geç bıraktılar, bir şey yaptılar mı? Bir şeye imza attın mı?’ mealinde sorular sorsa da savcının dediği gibi yapıp bir şey anlatmadım.
Yaşanan hukuksuzlukları sıralarsam o koşullarda okuma-yazmam söz konusu değildi ve baskı-tehdit altında bir an önce kurtulayım diye söylenenleri kabul ettim. Durumu şimdi ele aldığımda;
1- Cumhuriyet Savcısı (Kenan Karaca) soruşturma ilk ve mantığına aykırı davranıp düşmanca yaklaştı.
2- CMK’nın 147. maddesi ifade ve sorgu tarzına ilişkindir. Savcılık bana yüklenen suçu anlatmalıyken, suç diye üretilen yanlış bilgileri zorla kabul etmem temelli yaklaşılmıştır. Avukatım sorgumda hazır edilmesi kuralına uyulmamıştır.
3- Tutanağın içeriğini hem bana hem avukata okutulması gerekirken, imzamın öyle alınması gerekirken bu yapılmamıştır. CMK 148/C der ‘Yasak usullerle elde edilen ifadeler rıza ile verilmiş olsa da delil olarak değerlendirilemez’ somut olayda bu yaşanmıştır. Çünkü kötü muamele, işkence, yorma aldatma, şiddet, tehdit uygulanarak bedensel ve ruhsal müdahalelere maruz bırakıldım. Kısaca bu aşamada soruşturma aşamasında Savcılık, emniyetteki alınan ifadelerim baskı, aldatma, işkence altında olmadığımdan CMK’nın 147 ve 148. maddelerine aykırı davranıldı.
İSTİHBARATTAN GELDİLER
B)- Savcılığa çıkarıldığımda ifade vermeyerek susma hakkımı kullandım. Aynı savcı yeniden baskı, tehdit, şantajda bulundu. Tutuklanıp Diyarbakır D Tipi Cezaevine konuldum. Tek başıma, tutuklulardan, hükümlülerde uzak tecrit altında tutuldum. Tutukluların arasına verilme talebim geri çevrildi. 4-5 gün sonra mahkemeye götürüleceğim belirtilip Sincan 1 No’lu F Tipi Cezaevine götürüldüm. Çıplak aramaya maruz kaldım. Odaya götürülene kadar da Savcılığın emri denilip kameraya videoya alındım. Odaya alındıktan bir saat sonra ‘Seni görmek isteyenler var’ denilip odadan alındım. İçeride takım elbiseli ve tanımadığım iki kişiyle karşılaştım. Bana ‘Bizi Cumhuriyet Başsavcılığı (Ankara) yolladı. İstihbarattan geliyoruz. Tahir Elçi cinayetini tekrardan bize anlatmalısın. Kameraya alacağız ve basına-medyaya vereceğiz. Senin için de bizim için de yararlı olacak. Hiç korkma hiç kimse sana bir şey yapamaz. Seni çıkartacağız…’ dediler. Ben de ‘Bir şey bilmiyorum, beni kandırıyorsunuz. Ben de ne istiyorsunuz, konuşmak istemiyorum’ diyerek cezaevi personelini beni odama geri götürmesi için çağırdım ve ifadeleri reddedip odama döndüm.
İki gün sonra yine ‘Diyarbakır’dan polisler gelmiş, seni görmek istiyorlar’ diyerek odadan çıkarıldım. Odaya (ziyaret) girdiğimde aynı kişilerle karşılaştım. Kendilerine, ‘Benden ne istiyorsunuz, konuşmayacağım, odama dönmek istiyorum’ dedim.
BİZE YARDIMCI OL!
Gelenlerden biri ‘savcılık bize baskı yapıyor. Deniz akılsızlık etme, bize yardımcı ol biz de sana yardımcı olur, ihtiyaçlarını karşılarız’ gibisinden söylemlerde bulundu. Ben de bir şey belirtmeden odama geri döndüm. İki gün sonra bu sefer cezaevi başgardiyanı elinde bir tebligatla gelerek, okuma yazmam olmadığından kendisi bana ‘Cumhuriyet Başsavcısının hakkında tedbir kararı var. Aile, avukat görüşü yasak. Odadan çıkarılman yasak. Tecride alınma kararı var’ deyip tebligatın içeriğini anlattı.
Bu bölümde de birçok hata ve hak hukuk ihlalleri söz konusu. Bu durumdan hareketle de;
1- Kanunen soruşturması sona erdiği halde kovuşturma evresi başlayacakken, soruşturma evresinin iddianamesini keyfi, kendine göre düzenlemek isteyen savcılık, görev ve sorumluluk ilkesine aykırı hareket etmiştir.
2- Kanunen tabi olacağım mahkeme süreci ortadayken kanuna aykırı olarak tanımadığım, kim oldukları belirsiz kişilerce yapmadığımı görmediğimi bir fiil sebebiyle, üzerime olayın bir şekilde atılması için baskı vaatte bulunma kanuna aykırıdır.
CİNAYETİ İŞLEYENLER DEVLET GÖREVLİLERİDİR
3- Kürt ve Türkiye halklarının tanıdığı insan hakları mücadelesiyle tanınmış hukuki ve siyasi kimliği bulunan ve en önemlisi de Kürt olduğu için bunları çekinmeden dile getiren Tahir Elçi’nin öldürülmesi olayını ısrarla Mahsum Gürkan, Uğur Yakışır üzerinden PKK’ye mal edilmesi/mal edilmeye çalışması gerçekliklerden kaçıştır ve büyük bir yanılgıdır. Herkesin de bildiği gibi Tahir Elçi bizzat devlet içinde yer alan özel güçlerce suikast edilip bir komploya kurban edildi ve bu cinayeti ısrarla PKK’ye mal etmeye çalışmaları suçlarını örtbas etmeye çalışmadır. Diğer yandan Kürtler arasında çelişki yaratarak Kürt kamuoyunu, halkını PKK’ye karşıt hale getirme planıdır. Israrla Tahir Elçi olayını benim üzerimden tanık olmam yoluyla PKK’ye mal etme hesapları devlet politikasının dışavurumudur. Hem barolar hem kamuoyu hem de gerekli incelemeler bu siyasi cinayeti işleyenin PKK olmadığını somut olarak ortaya çıkarmıştır. Cinayeti işleyenler bizzat devlet tarafından görevlendirilmiş özel güçlerdir.
4- Cumhuriyet Başsavcılığının gerek avukat görüşüme tedbir koyması, yasaklaması kararı olması da; söz konusu bölgede cami, okul yakılması, evlerin tahrip edilmesini, yaşlı ve engelli bir insanın evin içinde askerlerce öldürülmesine rağmen benim yaptığımı, Tahir Elçi’nin katledilmesini PKK’ye mal etmeyi kabul etmediğim için bir cezalandırma yönetimidir. Suçları örtbas etme çabalarının benim nezdimde sonuç almamasına dönük cezalandırmadır. Bunun yapılması başlı başına genel durumu açıklıyor ve yaşanan hak ihlallerini, kirli amaçları ortaya koyuyor.
TANIKLIĞIM SÖZ KONUSU OLAMAZ
5- Olayda(larla) ilgili tanıklık sıfatım söz konusu olamaz. Tanık beyanım diye ifade edilen, tamamen baskı altında alınan ifadelerim olduğundan görmediğim olayların tanıklığını mantıken zaten yapamam. Olay(la) esnasından nasıl ki tanıklığım yok ise olmayan tanıklığımı mahkemeniz huzurunda yapamam. Yaşanan tüm bu hukuksuz, onursuzluk dayatmalarını açıkça ifade etmeyi de insani bir görev olarak görüyorum. Gerçeklerden kaçmakla kurtulanamaz.
Savcılığın olay(lar), zorla benim tanıklığım üzerinden PKK’ye yıkma gayretleri dikkate alındığında uydurma-yalan şeyler ile hukuka aykırı davranıldığı açıktır. Dolayısıyla sorguda konuna aykırı olarak alınan ifadelerim ne delil sayılabilir ne de tanıklık olarak nitelendirilebilir.
Dolayısıyla söz konusu yaşananlar adil yargılama ilkesine de aykırılık oluşturmaktadır. Baskı, zor kullanılarak alınan ifadelerimin hükme konu edilmesi de kanuna aykırıdır. Bu nedenle delil kanuna aykırı biçimde oluşturulduğundan CMK’nin 206/2 (a) bendine göre mahkemenin bu durumu ele alıp ret etmesi gerekmektedir.
GERÇEK TANIKLIKĞIM BUDUR
Bu durumda gözaltı sorgu sürecindeki ‘tanıklığımın’ hukuki bilimsel bir dayanağı bulunmamaktadır. Tüm göstergeler savcılığın siyasi amaçla hareket ettiğine delalettir. Söyleyeceklerim gerçek tanıklığım budur. Gereği bilginize sunulur.
Deniz Ataş”