‘Tarihi bütün bilimlerin anasıdır.’ Tarihi; insanın zihniyet birikimi olarak değerlendirirsek, insan eliyle yaratılan her şeyin de bu zihniyet birikimine dayalı olarak gerçekleştirildiğini görürüz. O halde bütün pozitif ve beşeri bilimlerin hepsi tarih bilincinden, tarih biliminden, tarih olarak ifade ettiğimiz insanın zihniyet birikiminden kaynaklanmış ve ona dayalı olarak geliştirilmiştir. Bu ne anlama geliyor? Tarih bilimi ne kadar gelişirse, diğer bilim dalları o kadar çok geliştirebilir. Tarih biliminde ne kadar zayıf kalınırsa, diğer bilim dallarında da o kadar geri kalınır. Diğer bilim dalları gelişir, tarih bilimi geride kalır diyemeyiz. Öyle olsa önceliği diğer bilim dalları alır. Halbuki hem realite hem de tarihsel gerçeklik öyle değildir. İnsanın tarihsel bilincin gelişim durumu kesinlikle böyle değildir. Bu nedenle değişik bilim dallarında gelişmek için tarih bilimini geliştirmemiz gerekiyor. Tarihsel olarak insan aklının en ileri gelişim düzeyine ulaşmamız gerekiyor. Zihniyet dünyamızı güçlü, zengin yaşam gerçeklerinin çeşitli boyutlarını anlayabilir hale getirmemiz gerekiyor.
İnsanın aklı, toplumsal akıl, oluşan tarih bilinci oluyor. Başka bir yerden insanın yaşam gerçeğini çözebilme, anlayabilme durumu yoktur. O halde insanın kendini, toplumu, doğayı tanıması toplumsal bilinç sayesinde oluyor. Toplumsal bilince dayalı olarak gelişiyor. Hem toplumsal doğanın (ikinci doğa) hem de doğanın (birinci doğa) kavranmasında en temel yeri tarih bilimi tutuyor. Diğer yandan toplumsal gerçekliğin, yaşam gerçekliğinin anlaşılması açısından özgür yaşam gerçeğinin özelliklerinin bilinmesi önem kazınıyor. Onlara bağlı, onu yaşar hale gelinmesi de tamamen tarih bilincine bağlıdır.
Bir insan veya bir toplum ne kadar tarihsel olarak bir zihniyet birikimini doğru şekilde gerçekleştirmiş olursa o kadar hakikate yakındır. Yani yaşamı o kadar doğru anlamaya, onun gereklerine uygun hareket etmeye, özgür iradeli olmaya yakın demektir. Yaşamı bilerek, anlayarak, planlayarak, örgütleyerek gerçekleştiriyor demektir. Bunun tersi de tarih bilincinin zayıf ya da olmaması da insanı hakikatten, özgür yaşamdan, yaşam gerçeğinden o kadar uzak kılar, basitleştirir. Anlayarak, planlayarak bir yaşam sürdüren değil de refleksleriyle, çevrenin yönlendirmesiyle, sürüklenerek bir yaşam sürdüren hale gelir. Öyle bir yaşamın da verimi olmaz. İnsan ve toplum yaşamına herhangi bir katkısı ortaya çıkmaz. Ne kadar tarih bilinci, o kadar bugün ki yaşamın çözümlenmesi, özgür yaşam hakikatinin anlaşılması ve ona ulaşılması demektir.
Tarih bilincinden yoksunluk insan ve toplum olmaktan çıkmayı ifade eder
Bu konu toplumların var oluşuyla, özgür yaşamıyla ilgili bir konudur. Bir toplumun toplum olarak var olma, toplum olarak kalma ve özgür yaşama ulaşmada başta gelen unsur; tarih bilincidir. Toplumların bugünün yaşamını anlayacak, çözümleyecek, örgütleyecek bir bilince ulaşması demektir.
Tarih bilinci merkezi uygarlık döneminde üzerinde en çok tartışılan, mücadele edilen bir konudur. İnsan aklının ve emeğinin ürettiği ‘artık değer’ üzerinde mücadele, hırsızlık, egemenlik arayışı ortaya çıkmaya başladığından itibaren bunun yapılabilmesinde iki temel yöntem izleniyor. Birisi ‘zordur’ çok çeşitli biçimlerde zor kullanımı, şiddet uygulama, oluşmuş artık değeri böyle bir zor gücüne dayanarak ele geçirme, yağmalama, talan etmedir. Diğeri ise bilinç ve düşünce gücü olarak bir insanın veya toplumun kendi emek gücüne sahip çıkar durumdan uzaklaştırılmasıdır. Ya da emek gücünün değerini yeterince anlayamaz ve ona yeteri düzeyde sahip çıkamaz hale getirilmesi oluyor. Zorla ‘artı değer’ sömürüsü gerçekleştiği gibi bilinç çarpıtmasıyla da gerçekleştiriliyor. Hatta tarihsel olarak bilinenin aksine daha fazla artık değer sömürüsü bilinç çarpıtılması ile gerçekleşiyor. Özellikle günümüzde kapitalist modernite sistemi bunu çok daha fazla uyguluyor, liberalizm denen ideolojik yapılanmanın bütün marifeti bunun üzerine kurulmasıdır.
Önderlik, “Kapitalizmin gücü, silahından ya da parasından değil, liberalizminden geliyor” dedi. Bununla insan zekâsının, onu ifade eden tarihsel olarak birikmiş bilincin çarpıtılmasını, zayıflatılmasını ifade ediyor. Öyle ki emek değeri güçlenmiş ama onun ne anlama geldiğini bilemeyen, ona sahip çıkamayan bir duruma getirilen birey veya toplum sömürülmeye, egemenlik altına alınmaya, egemenlik altında tutulmaya açık bir toplum veya birey haline getirilmiş oluyor. Herhangi bir zora ihtiyaç kalmadan neredeyse kendi rızasıyla sömürülür, baskı altına alınır hale geliyor.
Bu bakımdan merkezi uygarlık güçlerinin, iktidarcı ve devletçi güçlerin elinde baskı ve sömürü uygulamada iki temel silah var. Biri zor aygıtları, diğeri bilinç çarpıtma aygıtlarıdır. Bilinç köreltme; saptırma, zayıflatma durumudur. Bunun da başında tarih bilinci geliyor. Çünkü bütün bilimlerin anası tarih bilimidir. Eğer her şey biraz da tarih bilincine bağlı olarak gerçekleşiyorsa; insanın ve toplumun varlığı, özgürlüğü buna dayalı olarak var oluyorsa, o halde insanı ve toplumu baskı ve sömürü altına almanın önemli bir yöntemi olan bilinç saptırmasında da en başta gelen tarih bilincinin saptırılması, tarih biliminin köreltilmesi olur. Bunu, egemen uygarlık güçleri çok bilinçli, örgütlü ve oldukça planlı şekilde yapıyorlar. Özellikle kapitalist modernitenin ulus-devlet sistemi, Önderliğin savunmalarda toplum kırım olarak tanımladığı bir düzeyde bilinç köreltme, bilinç saptırmayla uğraşıyor.
Toplum kırımın özü, zihniyet kırımıdır
Bir kere özgür zihniyet yapısı kırıldı mı, insan ve toplum daha rahat sömürülür olmaktan da öteye, gönüllü, istekli, kendi rızasıyla sömürülür, egemenlik altına girer hale geliyor. Bu, köleliğin katmerleşmiş ve derinleşmiş halidir. Bu nedenle bütün egemen, iktidar ve devletçi güçler bilinç köreltmeyle, özellikle de tarih bilincinin zayıflatılmasıyla uğraşmışlardır. Bunu kuşkusuz tarihi yok ederek, tarih gerçeğini toplum yaşamının gündeminden çıkararak yapmaya kalkmıyorlar; öyle yapsalar hileleri daha açık görülebilir. Neyle yapıyorlar? Tarihin içini boşaltarak özünü saptırıyorlar. Tarihi canlı bir yaşam gerçeği olmaktan çıkarıyor, ölü, kendisinden yararlanılamayan, aslında biraz yük durumuna düşen, yine nostalji olarak tanımlanan tatlı veya acı anılar biçiminde yaşanmış sayılan kronolojik bilgi yığını haline getiriyorlar. Kendileri tarihin canlı özünden yararlanır, insan ve toplum gerçeğini derinliğine anlayacak bir bilinç durumu ortaya çıkarırlarken, toplum içinse tarihi öldürülmüş, içi boşaltılmış, posa haline getirilmiş bilgi yığınları biçiminde sunarak, onunla oyalıyorlar. Tarihin içini boşaltıyorlar, tarih bilinci bu biçimde köreltiliyor.
Bu maksatlı ve bilinçli bir durumdur. Dolayısıyla tarihi bu biçimde anlamak yanlıştır. Tarihi sadece kronolojik bilgiler yığını olarak görmek değil de insan ve toplum gerçeğini yaşayan, bugünü aydınlatan, geleceğe yön veren birikimi olarak görmek; yaşanmış olanın gelecek yaşam için içerdiği dersleri görebilmek, onları açığa çıkarabilmek tarih bilinci oluşturmanın esasını, özünü ifade ediyor. Tarih bilincine sahip olalım derken, bunu görmemiz, anlamamız gerekiyor.
Tarih bilinci, bugünü çözmemizin, anlamamızın en temel yöntemidir. Onsuz insan ve toplum var olamaz. İnsan ve toplumu tanımlayan zihniyet gücü oluşamaz. Tarih bilinci sadece kronolojik bilgiler, olay ve olguların yer ve zamanların bilinmesi değildir. Bu yaklaşım tarih bilincinin özünü boşaltmaktır. Dolayısıyla canlı, insan ve toplum yaşamına yön veren, onun geleceği hakkında öngörü oluşturmasını sağlayan bir bilinç durumudur. İnsana bugünü anlayıp geleceği tasarlama gücü veren bilinç durumudur.
Sömürgeci egemenliğin sadece ekonomik, siyasi boyut içermediğini, diğer iktidar ve devlet egemenliğinden öte ulusal ve kültürel boyutlar içerdiğini biliyoruz. Kürdistan üzerindeki ‘sömürgeci egemenlik’ diye ifade ettiğimiz devlet ve iktidar sisteminin sadece siyasi tahakküm ve ekonomik sömürü amacı gütmediğini, tümüyle ulusal ve kültürel bir egemenliği, sömürüyü ve asimilasyonu içerdiğini iyi biliyoruz. Önder Apo buna, “Kültürel soykırım rejimi” dedi. Sadece siyasi, ekonomik gücü sömürme değil, dil, tarih, kültür olarak toplumun ortaya çıkardığı birikimleri sömürme, ele geçirme ve kendi hizmetine koşmayı amaçlıyor. Bu tarz, sömürülerin en kapsamlısı, en katısıdır. Bundan daha ağır bir sömürünün topluma dayatılma durumu yoktur. Toplumun sadece emek ve artık değer gücüne dönük bir sömürü değil, dil-tarih-kültür olarak toplumun yarattığı her şeye dönük bir sömürü durumunu ifade ediyor. Toplumun tarih boyunca var ettiği bütün değerleri, toplumsal özü sömürmeyi, emmeyi, kendi egemenliği altına almayı ve geriye posası çıkmış bir toplum bırakmayı öngörüyor. Bu kadar çok boyutlu ve derinlikli bir sömürüyü yürütmek için de topluma buna uygun bir egemenlik biçimini, buna uygun bir saldırı biçimini yöneltmesi gerekiyor. Kültürel soykırım rejimi böyle ortaya çıkıyor. Birey ve topluma saldırının en katmerlisi böyle gerçekleştiriliyor. Birey ve topluma normal artık değer sömürüsünün çok ötesinde bir saldırı yöneltiliyor. Fiziki ve zihni saldırılar en uç noktada uygulanıyor. Zor boyutunun soykırım, katliam düzeyinde uygulanması; fiziki katliamı, yok etmeyi öngörecek, içerecek bir düzeye çıkarılması yaşanıyor. Bilinç saptırma ise, tümüyle tarih bilincinin yok edilmesi olarak gerçekleşiyor. Bir bireyi ve topluluğu birey ve toplum olmaktan çıkarmanın en etkili yolu onu tarihsiz kılmaktır; kendine ait bir zihniyet birikiminden yoksun bırakmaktır.
Tarih bilincine saldırı demek, zihniyete ve düşünceye saldırı demektir
Bir toplumu ulusal, kültürel varlık olarak yok etmek; ulusal, kültürel değerlerini sömürebilmek için onu tarih bilincinden yoksun bırakmak bu işi yapmanın en kolay yöntemi oluyor. Bu anlamda en çok tarih bilincine saldırı oluyor. Tarih bilincine saldırı demek, zihniyete ve düşünceye saldırı demektir. Bireyin ve toplumun kendine ait bir zihniyetinin, düşünce birikiminin bırakılmaması, bu temelde oluşmuş her şeyin yok edilmesi, sömürülmesi demektir. Böyle olunca birey ve toplum kendi gerçeğini göremez, kendisi için düşünemez, çıkarlarını bilemez, kendisi açısından özgür gelecek tasarlayamaz, planlayamaz, ona yönelemez hale geliyor. Bu da başka değerlere bağlanmayı, toplumsal başkalaşmayı, başka toplumlar haline dönüşmeyi getiriyor.
Kürdistan’da en çok uygulanan budur. Kültürel soykırım rejiminin en çok saldırdığı alan burasıdır. Hedefledikleri kültürel soykırımdaki başarıyı tarih bilincinin yok edilmesindeki başarıya bağlıyorlar. O nedenle ayrı bir tarih anlayışı ve bilincinin oluşmasına fırsat vermek istemiyorlar. Kürtleri toplum olmaktan çıkartarak özümseyebilmenin, ulusal başkalaşıma uğratabilmenin temel yöntemi olarak tarih bilincinden yoksun kılmayı öngörüyorlar. Bunu bilinçli yapıyorlar; öyle plansız bir olgu değildir.
Tarih bilincinin yok edilmesi; özgürlük bilincinin, vatan bilincinin yok edilmesidir
Önderlik savunmaları ayrı bir tarih bilinci oluşturuyor; Kürt toplumunu tarih bilinci temelinde tanımlıyor. Kültürel soykırım rejiminin bütün çabalarını ve planlarını yıkıyor, boşa çıkarıyor. Öyle oldukça siyasi-askeri bakımdan yöneltecekleri hiçbir saldırıyla sonuç alamayacaklarını görüyorlar.
Bilinç birikimi olarak tarih, yurtseverlikle, halkçılıkla, toplum olma gerçeğiyle bağlıdır. Tarih bilincinin yok edilmesi; özgürlük bilincinin, vatan bilincinin yok edilmesidir. Ortadan kaldırılması ya da böyle bir bilincin ortaya çıkıp, gelişmesine imkân tanımama olarak değerlendiriliyor. Bütün bunlara karşı Önder Apo, baştan beri iktidarcı-devletçi egemen sistem gerçeğini, yine sömürgeci, kültürel soykırım gerçeğini derinden idrak etti. Böyle bir sistemin saldırı oklarını tarih bilincine yönelttiğini, toplumu tarih bilincinden yoksun kılarak ve toplumu buna dayanarak toplum olmaktan çıkarmayı öngördüğünü bildiği için, kültürel soykırım rejimine karşı mücadelenin merkezine tarih bilincini oturttu.
Kültürel soykırıma karşı varlık ve özgürlük mücadelesinin temeline tarih bilincini koydu. Tarih bilincinden yoksunluğu insan ve toplum olarak yok olma, biçiminde değerlendi. Varlık ve özgürlüğü de tarih bilincinin oluşumuna dayandırdı. “Ne kadar kapsamlı ve derin bir tarih bilinci oluşturulur, tarihten dersler çıkarılırsa o kadar toplum olarak var olunabilir, toplum haline gelinebilir” dedi. Toplumun tarih bilincini oluşturmak için bütün düşüncelerini, arayışlarını tarihsel temellere oturttu. Yeni bir tarih bilinci, çizgisi, tezi geliştirmeye yöneldi. Önder Apo’nun savunma ve çözümlemelerinde yoğunca bu konu üzerinde durması bu nedenledir. “Toplumu tarihsiz olarak tanımlamak, tarihten koparmak asla mümkün değil” dedi. Toplumu, tarihin yarattığı bir realite ve olgu olarak gördü. Kürt toplumunun da var ve özgür olmasının kendi tarih bilincine bağlı olarak gerçekleşeceğini değerlendirerek tarih bilinci üzerinde önemle durdu. Tarih bilinci oluşmadan, sömürgeciliğin hiçbir saldırısına karşı doğru ve yeterli mücadele edilemeyeceğini değerlendirdi.
Bir toplumun, varlık alanlarına saldırı karşısında direnmesi için, onu var eden gerçekliğe tümüyle sahip olması gerekiyor. İşte bu da tarihsel toplum olma bilincidir. Tarih içinde şekillenmiş dil, kültür ve yaşam ortaklığında kendini ortaya koymuş bir bilincin var olması, yaratılması olarak gördü. Bütün mücadelelerinin temeline bunu koydu. Temel mücadeleyi zihniyet mücadelesi olarak gördü. Önderlik baştan beri Kürt toplumuna dayatılan sömürgeciliğin en tehlikeli yönünün zihniyete, düşünceye yöneltilen boyutu olduğunu, sömürgeciliğin en tehlikelisinin zihniyet ve düşünce kırımı olduğunu değerlendirdi. En tahrip edici asimilasyonun, zihniyet asimilasyonu olduğunu ifade etti. İnsanların toplum olma bilincinden yoksun kılındığını, bundan yoksun olan, kendini tanımayan ve dolayısıyla gelecek öngöremeyenin de var olamayacağını, özgür olamayacağını, fiziki olarak var olsa da bunun başkalarına hizmet etme temelinde, kölelik tarzında bir var oluş olacağını açıkça ortaya koydu. Bütün çalışmalarının merkezine tarih bilinci oluşturmayı, yeni bir zihniyet oluşturmayı koydu. Mücadelesinin merkezine ideolojik mücadeleyi, zihniyet mücadelesini yerleştirdi. Bütün çabalarını, toplumun tarih bilincini yeniden oluşturmaya yöneltti. Burada başarı sağladığı, gelişme yaratabildiği oranda da topluma yöneltilmiş ekonomik ve siyasi saldırılara karşı bilinçlenme, örgütlenme ve mücadeleyi geliştirdi. Siyasi ve askeri mücadele boyutları aslında tarih bilincinin gelişmesine dayalı olarak ortaya çıktı, gerçekleşti, gelişti. Başarı, tarih bilincindeki derinliğe bağlı oldu. Ne kadar tarih bilincinin doğru gelişimi, derinliği oluştuysa o kadar siyasi ve askeri mücadelede doğru yöntem, tarz geliştirme ve başarıyla uygulama gerçekleşti.
Kaynak: Yurtsever Gençlik Dergisi