HABER MERKEZİ
Türk milliyetçilerinin en fazla kullandıkları sözlerden bir tanesi, ‘Kabile Devleti Değiliz, Çadır Devleti Değiliz’ sözleridir. Kabile ve çadır devleti derlerken de güya çağ atladıklarını, modern bir devlet olduklarını ima etmeye çalışmalarıdır.
Peşinen belirtelim ki, her devlet; kirli ve mayasında faşizm vardır, çalandır-çırpandır, hırsızdır ve bir sömürü aygıtıdır. Dolasıyla biz her türlü devlete, -bu arada kendisini demokratik görene de -ideolojik ve felsefik olarak karşıyız. her türlü devlet yapısına karşı duruşumuzu da sürdürüyoruz.
Bu yazımızda devleti değil, devlet yalanından daha büyük olan ‘Çadır Devleti Değiliz’ yalanına değinmeye çalışacağız.
Türklerin -özelde de milliyetçilik ve dincilik sosuna bandırılmış olanları- sürekli bir şekilde ‘Kabile ve Çadır Devleti’ olmadıklarını, modern bir devlet olduklarını söyleme ihtiyacı duyuyorlar. Modern olduklarını söylerlerken de, devletlerini belli hukuki prosedürlere göre yönettiklerini ima ederek güya Kabile ve Çadır devlet yapılarını aştıklarını belirtmeye çalışırlar.
Halbuki kabilelerin, aşiretlerin bu bağlamda Çadır Devleti diye tabir ettikleri yapıların idare etme biçimleri; ağırlıklı olarak demokratiktir, halkçıdır, toplumsaldır. Tarihe indiğimizde göreceğiz ki kabile ve aşiret yapıları ağırlıklı olarak kendi toplumsallıklarına dayalı olarak komünal yaşarlar, karar organları da tek kişiye yani bireye dayalı değil kendi aşiret yapılarına ya da kabilelerine dayalıdır.
Biliyoruz ki, kabilelerin ve aşiretlerin ak sakallıları yani akil insanları vardır. Söz konusu aşiret ise kabilelerin büyüklerinde oluşan şuraları vardır. Kabile ise geniş ailenin büyüklerinde oluşan şura misali akil heyetleri bulunur. Kürtlerde bu yapıya Ruspî yani ak sakallılar denilmektedir. Ve bu heyet ya da şuralarda kararlar ortak alınır. Burada ne kabilenin büyüğü ne de aşiretin reisi –eğer söz konusu Türkler ise boyun reisi- kendi başına karar alamaz ve son sözü de kendi başına veremez. Bu da demokratik bir özü ifade eder.
Kabile ve aşiretler de ya da daha büyük toplumsal yapılarda, eğer o yapıya liderlik, öncülük ya da reislik yapan kendi başına -şuurası dışında- karar alacak olursa, başına geleceklerini iyi bilir. Türklerin tarihinde buna iyi bir örnek Büyük Selçuklu Devletinin Sultanı olan Sultan Sancar’ın başına gelenlerdir. Sultan Sancar kendi başına buyruk yani boyu’nun büyükleri dışında hareket ettiği içindir ki boyu tarafından kafese alınmış ve kendi başına buyruk ve bildiğini okuyan bir tarzda hareket etmemesi için kendileri ile dolaştırılmıştır. Bunun daha ötesinde demokrasi var mıdır acaba? Demokratik öz denilen gerçeklik tam da budur.
Benzeri yaklaşımları bizler nerede kabile, aşiret, konfederasyon yapıları varsa, görürüz. Örneğin, zamanında Almanların; Germen, Teuton, Got, Alaman aşiret yapıları da benzer demokratik özellikleri göstermişlerdir. Benzerini Hz. Muhammed’in içerisinde çıktığı Arap kabileleri için geçerlidir. Ne zaman ki, bu kabile, aşiret yapıları sözde medeni diye bilinen devletler gibi yapılara özendiler, orada demokratik özelliklerini yitirerek, sözde medeni olan devlet yapılarına yani tekçi ve anti demokratik yapılara dönüşerek; kral, sultan, kayser, melik, şah, padişah, king ve benzeri sömürgen haline geldiler.
Gerçeklik böyle olduğu halde TC’nin başındaki faşist şefin iki de bir ‘Çadır ve Kabile devleti değiliz’ diye söylemlerde bulunmasının bir anlamı var mıdır? Gerçekten de Erdoğan ve onun ruh ikizi olan Bahçeli’de dahil, bunların Kabile ya da Çadır Devleti yapılarıyla hiç alakaları var mıdır? Kaldı ki Çadır ve Kabilelerin idari yapılarına ne kadar devlet denir, o da ayrı bir tartışma meseledir. Ancak her hâlükârda açıktır ki, Erdoğan ve Bahçeli adındaki; sonuna kadar tekçi, kendi dışında kimseyi dinlemeyen, bir kendilerinin doğru olduğunu inanıpta söyleyenlerin çadır ve kabile yapılarıyla bir alakaları yoktur. Çünkü çadır ve kabilelere dayalı idari ya da toplumsal yapıların çok belirgin bir şekilde demokratik özellikler taşıdıkları açıktır.
Son derece keyfi, kendine yöneleni hedefleyen, tutuklayarak tasfiye eden, eleştiriye tahammülsüz, ağzı ve dili bozuk, komplocu, entrikalarda sınır tanımayan, ahlaki değerlerden uzak, sadece ve sadece kendini ve çıkarlarını düşünenlerin değil Kabile liderleri olması, böyleleri olsa olsa ancak birer çete lideri olabilirler. Çünkü çeteler hata yapmaktan çok korktukları için, hatalarının söylenmesini ve eleştirilmesini kişiselleştirirler. En basit eleştiriyi kişiliklerine yapılmış bir müdahale olarak gördükleri için kendilerini aşağılanmış hissederler. Bunun içindir ki, böylelerinin ağızları bozuk olur. Böyleleri evin şımarık çocukları gibi herkese, her tonda, her düzeyde söz ve hakaret etme hakkını kendilerinde görürler. Bunun için böyle olanlar saldırgandırlar, saldırmadıklarında kendilerinin yerine saldıracakları hazırlarlar, saldırtırlar.
Çetecilik işte tam da budur. Çetelerin tümü eleştirilere kapalı oldukları gibi hep başkalarını harekete geçirerek, yapmak istediklerini onların elleriyle yaptırırlar. Çeteciliği anlamak ve çeteci yönetim tarzının ne anlama geldiğini anlamak için son zamanlarda Yunanistan’ın sınırına bir an’da binlerce, on binlerce mültecinin yığılmasına bakmak yeterlidir.
Özcesi, çadır ve kabile denilen hiçbir toplumsal yapıda böyle ahlak ve toplum dışı eylemler olamayacağı gibi insanın yaşamını böyle ucuzca ortaya seren ahlak dışılıkta görülemez. Bu tür ahlak ve toplum dışılık olsa olsa, Çete Devletlerin işi olabilir ki, Erdoğan ve Bahçeli tam da bu tür çetelerdir!
Yeni Özgür Politika/Kasım ENGİN