HABER MERKEZİ-
Ağustos kızıllığında büyüttüğüm düşlerimin kapısı, gerçeğe 1995 yılında açılmıştı. Gerillaya Jiyan adında bir arkadaşımla katılmıştım. Şafakları kıskandıran dağ çocuklarının kahkahalarında kızıllaşan dağlara nihayet ulaşmıştım. Özgürlük hareketine yabancı olmasam da, gerillaya olan özlemimle, dağ ve kavga sevdamla gelmiştim. Yaz ortasında bile karın hiç terk etmediği Şehidan alanına ulaşmıştık.
Hani şu çıkmadan özlemi giderilemeyen, ulaşıldıktan sonra da her karışı, her vadisi, soluk soluğa ulaşılan zirvesi daha fazla coşturan, her adımında gerilla kokan dağlar…
Gerillaya katılmadan önce adını duyduğum ve hayalimde gerçekmiş gibi canlanan bir dağ vardı: Xakurkê…
Xakurke’nin ırmaklarını, dağlarını, vadilerini, üzümünü, cevizini, incirini, bahar tenli genç kız ve oğlanlarının kavgasını henüz dağlara ulaşmadan büyük bir hayranlık ve coşkuyla okuduğum bir gerilla anısında tanımıştım. Her dağın bir hikayesi vardı. Xakurkê’nin de bir hikayesi vardı ama bunu bilmiyordum. Bildiğim yeni hayatlara dergahlık yapan ülkemin dağlarından biri olduğuydu.
İlk adımımı uzaktan tanıdığım, gezdiğim, düşlediğim Xakurkê dağlarına basmamıştım, ama onu aratmayacak güzellikte bir yere gelmiştim. Şehidan da beni tıpkı Xakurkê gibi büyülemişti. Yüksek tepeleri, derin vadileri ve bir de ilk gördüğüm gerilla yoldaşlarımın gülüşleri ile beni kucaklamıştı. Hani bir zamanlar düşlerimde sarıldığım dağların şimdi bana sarıldığını ilk günlerimin heyecanlı soluk alışverişimde ne çok ve kaç kez yaşadım, yaşadık.
Şehidanda bir takım bayan arkadaş bulunuyordu. Takım komutanları Berçem Serhat arkadaştı. Berçem Serhat arkadaş Önderlik sahasından yeni gelmiş bir arkadaştı. Bayan arkadaşların takımı savaşan bir güç için çok önemli olan cephaneye bakıyordu. Dağlara gelmeden eğitim aldığımız için arkadaşlar bana ve Jiyan arkadaşa eski arkadaşlar gibi yaklaşıyorlardı. Biz de çok fazla zorlanmadan yaşama katılmıştık.
Gerillaya katıldıktan yirmi gün sonra Türk ordusunun Güney Kürdistan’a operasyonu başlamıştı. Savaş daha çok Xakurke alanında yoğunlaşmıştı. Bu yüzden bütün arkadaşlar ön cephe konumunda olan Xakurkê’ye geçmek istiyorlardı. Ancak o yazı Şehidan alanında geçirmiştik. On altısı kadın yirmi altı yoldaşımızla Kasım’ın on birinde Xakurkê’ye geçecektik.
İşte ayaklarımız bizi Xakurkê’ye, Xakurkê’nin kartal yuvalarını barındıran yüksek zirvelerine götürüyordu. Oysa ben daha öncesinden Xakurkê’ye, Xakurkê’den habersiz ne çok yolculuk etmiştim. Şimdi düşlerim gerçeğe mi dönüşüyordu? Şehidan gibi Xakurkê de bana sıcak kucağını açacak mıydı? Bütün bunlar diğer gerilla arkadaşlarımdan habersiz yolculuğumda bana eşlik eden sorularım, meraklarım ve bekleyişlerimdi.
Dağ sabrında bir yolculuğun bizi beklediğinden habersiz yirmi altı gerilla yoldaşımla yola çıktık. Geride gerillacılığımın bütün ilklerini, ilk ayak izlerimi taşıyan, ilk suyunu içtiğim pınarları, güneşin doğuşunu ilk selamladığım zirveleri ile Şehidan arkamızda kalıyordu. Xelila dağı karlı zirvesiyle uzaktan bizimle yolculuk etmeye hazırlanır gibi bekliyordu.
Xelila tepesini altı saat yürüdükten sonra arkadaşlara ulaşacaktık. Ancak Xelila’yı saran kar yolculuğumuzun daha ilk yarım saatinde bize engel çıkarmıştı. Grubumuzdaki Delila Muş adındaki arkadaş bir an yürüyemeyerek olduğu yerde oturdu. Henüz yolun başındaydık ve bizi uzun bir yolculuk bekliyordu. Bütün grup Delila arkadaşla durmak zorunda kalmıştı. Bir süre kuryemiz olan Şervan ve adını hatırlayamadığım diğer iki kurye arkadaş Delila arkadaşı yürütmeye çalışıyorlardı. Karda nasıl yüründüğünü, karda durmanın ne demek olduğunu, o gün, Xelila’nın karlı eteklerini tırmanırken ve Delila’nın bir an önce kalkmasını bekleyen yirmi dört gerilla arkadaşımın gözlerinden okumuştum. Karda durmak ölümdü. Kar sessizliğinde bir tufandı durmak. Önce sıcaktan bir uyku sarardı seni ve o an en büyük isteğin karın soğuğunda sıcacık bir uykuya dalmaktı.
Dağları, karlı dağları ilk kez geçiyordum. Ama sürekli kendime moral vermeye ve kendimi cesaretlendirmeye çalışıyordum. Çünkü tek bir kişinin gruptan yürüyememesi demek bütün grubun büyük zorlanmalar yaşaması demekti. Bu yüzden durmadan kendime yükleniyordum. Ama bir süre sonra iki kolumda taşıyamayacağım bir ağırlık gibi beni düşmeye zorluyordu.
Zifiri karanlık içinde yol alıyorduk. Gecenin içine gizlenen karın iliklerimize kadar bizi üşüten soğuğu ondan kurtulamadığımızı, her adımda bizimle olduğunu gösteriyordu. Yavaş yavaş yürüyorduk ama aklım hala Delila’daydı. Delila yaşayacak mıydı, Xelila’yı geçecek miydi?
Bir söre sonra Delîla toparlanmış, durumu iyileşmişti. İçim rahatlamış adımlarım biraz daha hızlanmıştı. Dağ başlarının nişanesi ateş neredeydi. Bir daha sıcak bir aleve ellerim dokunabilecek miydi? Ateş sabrında gözlerimi, yüreğimi arındırabilecek miydi, solmaya yüz tutmuş közlerin başında. Sıcak çayı bekleyen yoldaşlarım için kara çaydandan çay koyabileceğim bir gerilla ateşe yakabilecek miydim? Bir anda kendimi ateş hayalleri içinde bulmuştum. Acaba diğer arkadaşlarım da ateşi düşünüyorlar mıydı? Ya da ne düşünüyorlardı? Biraz mahcup biraz da özlemle ateşi düşlemekten kendimi alıkoyamadım. İşte uzaktan kızıl alevler görünmeye başlamıştı. Xelila’nın, zirvesinde bizi ateşten bir bahçeyle selamlayacağı hiç aklıma gelmemişti.
Bu kadar soğuğundan, karından yedikten sonra hoş geldiniz kızıl alev soframa der gibiydi Xelila. Çölde serap gibi bir şey miydi benim gördüklerim. Ama hayır az ilerde yüzümüze vuran Zagros rüzgârları hayallerde değil, gerçeğin tam ortasında ilerlediğimizi durmadan hatırlatıyordu bize. Ama önümüzde gittikçe bize yakınlaşan ateşlerin neyin nesi olduğunu anlayamamıştım hala. Birazdan bütün yoldaşlarım Xelila’nın üzerinde yanan bu ateşlerin etrafında toplanmıştı. Uzun ömürlü olmayan, yanmasıyla sönmesi arasında geçen zamanın kısalığından bunun guni ateşi olduğu hemen anlaşılıyordu. Karların içinden başını uzatan gunileri önden giden kuryemiz yakmıştı. Ateşi gören yoldaşlarımızın daha hızlı yürümesi için bu yolu denemişti. Ellerimizi doya doya ısıtacak kadar olmasa da yüreğimizi, gözlerimizi ısıtmıştı gunilerden yükselen alevler.
Xelila’nın altı saatlik yolunu on iki saatte alabilmiştik. Artık kendimizi aşağıya bırakacaktık. Ancak kar donduğundan sürekli düşme tehlikesi ile adımlarımızı atıyorduk. Bir ara aşağı doğru kaydığımı fark ettim. Ama kendimi yere atamıyordum. Çünkü önümde derin bir vadi vardı ve vadinin içine düşmek içten bile değildi. Arkamdan gelen Çiçek arkadaş beni tutmak istedi ancak o da benimle birlikte kaymaya başladı. Artık kendimizi tutabilecek durumda değildik. Aşağı doğru kayarak ilerliyorduk. Önümüzde uzanan vadinin derinliğini göremiyorduk bile. Tam o sırada kurye arkadaş önümüzden dönerek elindeki sopayı kara sapladı ve kendisini bize siper etti. İkimizde kurye arkadaşa tutunmuştuk. Neyse ki Xelila’nın karından, soğuğundan sonra gelen bu son tehlikesini de atlatmıştık.
Artık Zagroslar önümüzde uzanıyordu. Delila arkadaşın ayakları donmuş bir vaziyetteydi. Hemen durduğumuz yerde çoraplarını çıkarıp ayaklarını ovmaya başladık.
İki saatlik dinlenmeden sonra yeniden yola çıktık.
Beş günlük yürüyüşten sonra Xakurke’ye ulaşmıştık. Hiç görmeden gönlümde taht kuran Xakurkê cehennemden cennette açılan kapının ardından bize koşuyordu sanki. Karın soğuk ölümlerini atlatarak yaşamın yeşil tadındaki sıcaklığına dokunmuştuk Xakurke’nin zirvelerinde. Binlerce kez yüreğimi uzaktan baktığım zirvelerine sürdüm. Tek tek her vadisinden yürüdüm. Irmaklarından soğuk sular içtim. Ama ta eskilerden ruhuma yerleşen özlemi ilk karşılaşmamızda bir türlü gitmemişti.
Kaynak: PAJK.org