HABER MERKEZİ – Küçük-burjuva koşullarında bir aşka katılmak tehlikeliydi. Köydeyken de, sonra da asla yaklaşmadım. Kız var mı, yok mu, ben erkek miyim değil miyim, bu soruları bile kendime asla sormadım. Bizim 1975-1976 yıllarındaki karşılaşmamız, değişik bir karşılaşmadır. Tarihi nedenleri var, sosyal-siyasal nedenleri var. Ben de artık mücadele için bir adım atmak durumundayım. Ve madem ki, karşımdaki kendini güçlü görüyor, madem ki, bize yaklaşacak kadar kendinden emin, evet ben de bir delikanlıyım. Kaçar mıyım? Aslında çok zorlanıyordum, ama kaçmamak için “olsun, hatta gruba gelsin” demiştim. Tabii, bu büyük bir savaşın başlaması demektir. İşin içinde birçok etken rol oynuyor. Bir yandan siyasal-örgütsel, bir yandan duygusal, bir yandan maddi-manevi, yani ezim ezim geçen bir savaş… Bu savaşta çok olağanüstü, kendime göre bir tarz tutturmasaydım, bırakın PKK’yi, kendimi bir kişi olarak nasıl kurtaracağım hâlâ anlaşılabilmiş değildir.
Büyük bir bela. Derler ya “sağ bırakmaz” o cinsten. Bir de bilmesek “herhangi bir erkek gibi yürüsün ilişkiler” desek, yine bitecek. Ve hayatın temel bir delikanlılık dönemi. Ancak benim ölçülerim, sıradan kişisel ölçüler değildir. Ben çocukluktan itibaren değişik biriydim. Kız arkadaşım çocukken evlendiğinde bile dönüp “oyuna devam edelim mi” diye davet ederdi. Aslında muhafazakarım, ama bir özgürlük arayışımın da devam ettiğini bu tip gelişmeler gösteriyor.
Köy kızlarına bakıyordum; yaşlı başlı adam almış. Örnek olması açısından söylüyorum, çocukluğumda arkadaş olması gereken bir kızdı, fakat bir baktım adamın biri bir kavga yürütmüş, olduysa kendisi için değilse çocuğu için istiyor. Söz konusu kız arkadaşım benden bir şeyler öğrenmek istiyordu. Ancak o zaman anlayacak, bilgi verecek gücüm yoktu. Bana göre bunlar çok büyük haksızlıklardır. Biraz gözde bir kızın kaderi üzerinde, onun kendi iradesi dışında bir kavga niye oluyor? Bırak onu, benim bir bacım vardı; ağaların köyünden bir gün geldiler, istiyorlar. Kimdir bunlar? Hâlâ hatırlıyorum, içime sinmedi. “Kim oluyor bu enişte?” Biraz para, bazı şeyleri bacıma veriyorlar. Ama iyi bir tarz değil ve hâlâ da hor görüyorum. Köle ilişkisidir. Böyle binlerce olay bende birike birike, bir özgürlük anlayışı ortaya çıkardı. Cinsel çirkinlikler, etrafımızda köy delikanlılarının, kızlarının çok kısa süreli evlilik ilişkilerinin ortaya çıkardığı sorunlar… İşsiz-güçsüz, bir çeyiz için, bir başlık parası için bütün erkekliğini, bütün gençliğini kurban edenler…
Bütün bunlar beni sonradan temkinli olmaya itecekti. Bu işin kolay olmadığını, büyük sorun teşkil ettiğini düşünmeye götürecek ve en sonunda bir ilişki denemesine girişecektim. Nasıl? Aslında grubun kaderi söz konusu olmasaydı, böyle bir tedbire ihtiyaç duymayacaktım. Bana göre bir çelişkiyi halletmek için en iyisi, üzerine gitmektir. Bu temelde bir yöntemi esas aldım. Onun savaşımı tam on yıl sürecekti ki, bu da PKK’nin PKK olma dönemidir.
Ankara’da değişik bir savaş vardı. Kuşkulu bir-iki tip yaklaştı. Bunlarla açıkça savaşsam veya açıkça onların dediklerini uygulasam, beni bir gün bile yaşatmayacaklardı. Ama yine de savaşı vermem, grubu kurtarmam gerekiyordu. Tarihidir. 1975’lerde Kürdistan adına devrimci bir grup kurmak, tarihin seyrini değiştirecektir ve benden başka bu işe el atacak adam yoktur. Kaçamam, Deniz Gezmiş’ler, Mahir Çayan’lar gibi birdenbire fırlayıp mücadele edemem, bu gücüm de yok. Durumum farklı, ama yine de devrimci grubu oluşturup savaş vermemiz lazım.
Bir taktik var ve bir inanç var. İnanç var. Biraz sosyalizm, ulusal kurtuluş deneyimleri öğrenilmiş. Evet bunlar sadece işin inanç kısmıdır diyebiliriz. “Yapmak gerekli” deniliyor o kadar. Ama taktik bambaşka bir olay, davranış başka bir olay. İnanç var, bilinç var, fakat taktik olmazsa yaşayamaz.
Artık “Kürdistan sömürgedir” diyen yirmi tane grup vardı. Türk sol grupları da bunları söylüyordu. Daha sonra bunların hepsinin yenildiği biliniyor. Neden yenildiler? Ve en zayıf olan ben nasıl sıyrıldım ve savaşı tırmandırdım. En can alıcı soru budur ve cevabını bulmak için incelemek gerekiyor. Özellikle o ilk grubu kurma ve onu Ankara’dan çıkarma yaşamsaldır. Bence gerillanın özü, ana fikri de buradadır. Anılara sıkı sıkıya bağlı kalınırsa, dağlarda gerillayı geliştirmemek düşünülemez, düşmanı düşürmemek düşünülemez. Ankara’nın merkezinde, kırk kat kuşatılmış bir çemberin içinden çıkış yapan bir PKK militanlığı-önderliği, bugün dağlarda neredeyse hakim olmuş ve neredeyse düşmanı kuşatmaya almış durumda.
O zamanın Ankarası’nda, karşımdaki düşmanın gücü sadece siyasi, polisiye ve istihbari değil, aynı zamanda maddi-manevi ve duygusal açıdandır da. Yani mutlak egemendir. Ama buna rağmen ben yine bir mücadeleciyim.
Tek kişilik bir orduyum.
Tek kişilik bir ordu. “Böyle olur mu?” demeyin, böyle olduğu ortaya çıktı. Buna imkan veren neydi veya hangi taktik bunun başarısını sağladı? Görülmesi gereken budur. Ben bu grubu kurdum, ama bununla ben ne yapabilirim? Ben da- ha o bugünkü savaşın düzeyinden uzak koşullarda bile fır dönüyordum. Her hareketi deniyordum. Grubu oluşturmaya çaba gösterirken, en değme arkadaşımızın bir saatini alıp bir işe sarf ettirmek meseleydi. Gidiyordum, hepsi dersini okuyor. Ulusal kurtuluşla ilgili bir kitabı verinceye kadar çatlıyordum. Onu bir tartışmaya çekmek mesele oluyordu. Yani adam günlük olarak vaktinin yirmi dörtte birini bile vermiyordu. Bir yandan bunu sağlamaya uğraşırken, öte yandan birkaç kuruş para. En önemlisi de inancı yaratmak için “neden haklıyız, neden grup kurmak gerekli?” sorularının cevaplarını aktarmak için bin dereden su getiriyordum. Hatta Kürdün olup olmadığının tartışıldığı, ulusal sorunun olup olmadığının tartışıldığı bir dönemde, bunun neden çok belirleyici bir sorun olduğunu ortaya koymaya çalışıyordum.
1975’lerde herkes dergi çıkarıyordu. Çok iddialı ve büyük dergiler çıkarıyorlardı. Renk vermek için her şeyi yapıyorlardı. Bizim ise ne maddi olarak, ne de niyet olarak fazla dergi çıkaracak halimiz de yoktu. Fakat olsa bile, renk vermemek gerekiyordu.
Bu tarzı anlatmak için, tempo meselesini anımsatmak gerekiyor.
1975’ler Ankarası’nda bana hakim olan duygular vardı. Ben neden o kadar muğlak olma gereği duydum? Veya öyle çok bilinçli olmasa ve kendiliğinden de olsa, orada bir tarzım söz konusuydu. Yalnız gizlilikten dolayı değil, gelişim tarzında da kendini fazla açığa vurma imkanı yoktu. Gerçek tam açığa çıkmamış, uç veriyor. Çizginin belirtileri var. Devlet kokusunu hissediyor, ama neyle yargılayacak? Örgüt diye tutacak hiçbir yanımız yoktu. Ta 1977’ye kadar bunun böyle olmasını sağladım. Örgüt hem var, hem yok. Bu bir çalışma tarzıdır aslında ve hâlâ da onu sürdürüyorum. Şimdi çok daha gelişmiştir. Kimsenin bizden öyle fazla anlayamaması da bu yüzdendir.
Tek boyutlu insan vurulur. Deneyimin rolü nedir? İşte bir Rızgari de çok deneyimliydi. O zamanki liderinin zindan tecrübesi de vardı. Zengin sosyalitesi de vardı. Çıkıyor, iniyor ve önder olmaya kesin iddialı. Fakat arpa boyu yol alamıyordu. Bir tek eylem bile çıkaramıyordu. Bunu bırakalım, Türk solu da öyleydi. Büyük mirasına, binlerce taraftar kitlesi- ne rağmen fazla gelişme şansı bulamıyordu.
Ama biz de öyle kantinlere kapaklanmışız ki, bizim çıkış yapacağımıza da kimse inanmıyordu. Devlet de inanmıyordu. Biz de belir- ti olmaktan öteye bir şey göstermiyoruz. Yani bu bir siyasi oluşum değil yalnızca, bir cemaatin oluşumu, biz sosyal bir çevre de oluşturmak istiyoruz. PKK ailesine giriş dönemi. Yıllarca uğraş veriyoruz. Dönüp duruyoruz, ama çok az bir gelişme kaydediyoruz. Önemli olan burada yine devlettir. Devletin Ankara’dan çıkışımıza tavrıdır.
Ben devlete 1966’dan itibaren maddi olarak dayanmışım ve ancak 1977-1980’lerde kopuşa geçeceğiz. Tam 12 yıl, devletin maddi olanaklarıyla, yarattığı ortamla belli bir mesafe almışım. Ve çıkış yapmaya çalışırken çevremize dolanlar var. Yenilmiş veya kemalist sol etkilemeye çalışıyor. Ankara’da Kürtçülük yapmak isteyen KDP temsilcileri var. Onlar da dolaylı olarak kontrol altına almak istiyorlar. Biz kabul etmiyoruz. Ama grubumuzun da devletten fazla ken- dini kolayca kurtaracağı söylenemez. Devlet adam-akıllı yöneliyor ve 1977’de doğrudan imha eylemine girişiyor.
Daha 1975’in sonundan itibaren tamamen değerlendirmeye alıyorlar. Hatırladığım kadarıyla, emniyette “Kürdistan Halk Ordusu” kurulmuş deniyor ki, bunu o zaman DDKO sorumlusu bize iletti, “kendine dikkat etsin” demişti. O zamanlar biz manifestoya başlamıştık. 1975’in sonu ve 1976’nın başlangıcı olan kışta, manifestoyu Hayri ile birlikte hazırlamıştım. Emniyette “Kürt ordusu kuruluyor” diye tartışılması, devlet adamlarının bazı yüzeysel bilgilere sahip olduklarını gösteriyor.
1976’da ADYÖD’den sonra grubu ayrıştırmaya çalışıyoruz. Pilot da denetleyici olarak tam 1976’da işin içine giriyor. Görünüşte ben tam kucaklarındaymışım gibi veya devletin tam istediği pozisyona girmiş durumdayım. Devletin müdahalesi gelişiyor. Kürt işbirlikçileri, çeşitli ajan kesimleri devreye sokuyor. Çok ilginçtir, bunlarınki sızma da değil, adeta ben tutuyorum “gelin birlikte yürüyelim” diyorum. Tarzım “rahatlıkla görevini yapabilirsin” dercesine bir üslubum var. Yani örgütleniş tarzında çok farklı bir model var. İlişkilere yönelimim çok önemli bir siyasal yaklaşımdır. Özünde devlete karşı çok büyük bir hareketin çekirdeğini atıyorum. Tehlikenin büyüklüğünü bilerek, dolaylı da olsa bu tiplere rahatlıkla o kadar tehlikeli olmadığımızı sezdirecek veya yanılgıya kaptıracak bir düzeyde karşılıyorum.
Bu adamlar 1976’da beni adamakıllı ele geçirmeye çalışıyorlar. Daha önceki dolaylı yollar yetmedi. Şimdi tehlikeli olmaya başlıyo- ruz. Pilot çok tehlikeli, Pilot çok paralı. “Grubunu besleyeyim abi” diyordu. “Şu eylemi de yapalım, bu eylemi de yapalım. Ben parayı mutlaka bulup getiririm” diyor. “Abi” diyordu, “emret kendimi 4 katlı bu binadan aşağı atayım.” Atabilirdi de, o kadar yiğitti. Hem de havada parende atarak. Bir gün geliyor “abi yolda iki-üç polisi vurdum, devirdim” diyordu. Kendini o kadar etkili biri gibi göstermek istiyordu. Ve herhalde “istediğin gibi bir militanım, her işi yapabilirim” demek istiyordu. Zaten soygun planlarını ve önerisini getirmişti. Talimatını benden hemen çıkarmak istiyordu. O talimatı önceden polisten aldığı anlaşılıyor. Sonuna kadar para harcıyor, sonuna kadar güç gösterisinde bulunuyor. Gelecek vaat ediyor. Kaldı ki, Kemal Pir bu durumu hemen değerlendirmek istiyordu. “Hayır” diyordum, “şimdi eylem zamanı değil.” Yani biz Pilot ile bir yıl ve- ya bir buçuk yıl, 1977 sonlarına kadar belki de beraber olduk. Çok dikkate değerdi, bizi erkenden provokasyona getirmek isti- yordu. Eğer günü geçiren Türk solu gibi olsaydık, daha 1976’da boğacaklardı.
Büyük duruş.
Her şey bana sunulduğunda, ben kendime gerekli olduğu kadarını alıyordum. Bizi bitirecek ne varsa getirmek istiyordu, ama ben “dur” diyordum. Ama bizi besleyecek ne varsa da “getir” diyordum. Müthiş bir taktikti, uyguladık ve işte ortadadır sonuçları. Grubu düşmanla besledik. Adam da bizi yemek istiyordu, yemek için bütün planlarını yapmıştı. Ama yine de dengeli bir yaşamımız vardı.
Düşmedik. Ve kadın da bu amaçtaydı. Düşürmek, bitirmek, öldürmek… Mahir’in yanında yüzbaşı İlyas mı vardı? O da alay yüzbaşısıydı. Herhalde bu alay yüzbaşıları en vurucu olanlarıdır. Özel savaşın adamları oldukları anlaşılıyor. Böyle seçiliyorlar. Sanırım Mahir’leri eyleme çekenler bunlardı. Hizbi eylemliliğe çekmekte bazı tahrikler önemli rol oynar. Aynı yönetim sanırım bizde de denenmek istendi. Pilot, günlük eylem planları hazırlıyordu. Hâlâ çok iyi hatırlıyorum ki, kesin çalışkandı. Ama benim tarzımın çok değişik olması, o temelde tasfiye edilemeyeceğimizi gösterdi. Fakat çok ilginçtir, bizim o zaman grubumuzdaki bayanın durumu için ne söylenebilir? Onun da devlet olma ihtimali yüksekti, devletin dayatmasıydı.
Aileden dolayı veya özellikle, doğrudan devletle ilişki yönü çok kuvvetli. Ankara’dan çıkış yapmamızın en temel ayaklarından biri de o oluyor. Yani ya eylem yapacaksın, ya boğulacaksın. Eylemliliğe girmiyorsan, o ilişkide boğulacaksın. İki yandan güçlü devlet yönelimi var.
Nasıl oldu da bu ilişkiye girdim? Çok ilginç bir giriş tarzı. Devlet bizi iki kanattan tam bir kıskaca almış oluyor. Biri duygusal kaynak, biri maddi kaynak. Çıkış yapma isteğimize karşı devlet bu iki güçlü etkileme yoluyla önümüzü kesmeye çalışıyor. İkisi de 1976’da, eşzamanlı giriyor.
Eşzamanlı ve kesin devletten, hiç kuşku yok. Adam o dönemin imkanlarına göre avuç avuç para saçıyor. Yalnız beni değil, tüm grubumuzu lokantaya götürüyor. Her gelen “abi, beni de bir lokantaya götürün, bana da bir tatlı alın” diyor. Sayemizde milletin karnı doyuyor. Aslında bu bir ilişki tarzı, bu meşhurdur. Uğur Mumcu da diyordu ya: “MİT Apo’yu besledi.” İşte beslenme hikayesi böyledir. Acaba bayanın cephesi temel olarak hangi oyunla bizi karşılamak istedi? Önemlidir ve irdelenmesi gerekiyor. Hem sosyal, hem siyasal giriş bölümüdür. Pilot ise askeri giriş bölümüdür.
Benim kadın ve para zaafımı tespit etmiş olabilirler mi? Zaafım olsa, hem kadın ve hem de para, kullanmak için her şey var. Adam “sen yeter ki iste” diyordu. Bayan da sonuna kadar gruba girişi dayatıyordu. Öyle sanıyorum ki, bizim eğilimimizi fark etmişti. 1974’ten 1976’ya kadar iki yıl boyunca izledi. Hatta ne tür bir sol olduğumuzu da anlamak istedi. Türk solu mu, Kürt solu mu? Ve da- ha sonra grubumuza tercihini yaparken, sanıyorum tamamen ele geçirmek istiyordu. Bu tartışmasızdır.
Hazırlanmış bir devletti. İdeolojik hazırlığı vardı, siyasal hazırlığı vardı. Kişilik hazırlığı ve para gücü vardı. Zaten Pilot da, “abi sen hangi evde kalacaksın?” diyordu. Benim adıma, ben daha görmeden “bir yerde ev tuttum ve eşyaları götürdüm” diyordu. “Abi yeter ki sen iste!” 1977’de bu adamın evinde (1 Ocak 1977), en ileri bir toplantı da yaptık. Grubun Kürdistan’da oluşturduğu zemin ve en üst düzeyde diğer sorunlar değerlendiriliyordu. Sobamızın ağzı açıktı. Polisin basması halinde konuşmalarımızı oraya atacaktık. Gelirse “basit bir yılbaşı gecesi düzenliyoruz” diyeceğiz. Düşmanın bilgisi dahilindedir. Fakat bizim yakalanma gibi bir durumumuz yok. Kullanacağımız kadar kullanıyoruz. Sonradan düşmanın şöyle bir değerlendirmesi gerçekleşti: “Biz 1978’de büyük bir hata yaptık.” Özel savaşın kolordu komutanı İsmail Selen “biz PKK’ye karşı sürekli hata yaptık” diyordu, ki adam sonradan istihbaratın başındaydı. PKK taktiğinde, PKK gelişmesinde baştan beri hata işliyorlardı. Ancak öyle kendiliğinden değil, bizim yaşama verdiğimiz anlamı biz dayatmasak, bir kaşık suda boğarlardı. Adamın eli nefesimizde, dakika dakika kontrol ediyor. Bin yıldır aynı hikayedir. Ve taş çatlasa ömrü üç ayı aşan isyan yoktur.
Pilot ısrarla eyleme sevk ediyor ve en değme arkadaşlarımız, işte Kemal Pirler, vuralım diyorlardı. Ki, çok para getirecek birkaç tane eylem önerisi vardı. Üstelik o zaman bu kadar ajandır sonucuna varmamıştık. Ben eylem amacıyla para getirme önerisine karşı çıktım. Yine birkaç militan arkadaşımızın hepsine böyle öneriler götürüyordu. “Apo, sen bize çok lazımsın; canımız, ruhumuzsun” diyordu.
Bir eylemci yönüyle ortaya çıkıyor, diğer yandan benim yaşamı- mı düzenlemeye çalışıyordu. “Abi sen bundan sonra nasıl yaşayacaksın?” İşte o zamanki evlilik senaryosu üzerinde çok duruldu. Ankara’da şöyle yaşanacak, böyle altın gerekli, buzdolabı gerekli… O da bir senaryoydu. O senaryonun içinde çok iyi oynamaya çalışı- yordu. Bayağı da görevini yerine getirdiğine inanıyordu. Bu izle- nimleri veriyordum ve daha sonra da bunu bilinçli yaptım. Sezgilerini bile kontrol ediyordum. TC şimdi kavramıştır ama çok geç, artık iş işten geçti. Verdiğimiz görünüm; Ankara’da kalıp grupçuluk yapacağız, bir yayın çıkaracağız, bir de yayın dükkanı kuracağız.
Yine bayan özel ilişkiyle bağlamış. Devlet daha ne istiyor? O, günlük rapor alıyor: “Kucağımızda!” Kendimi dört dörtlük devlete bağlamış oluyorum. Uğur Mumcu’nun dile getirmek istediği olay biraz da budur. “Apo’yu MİT mi besledi?” diye soruyor. İşte biz kendimizi MİT’e böyle beslettirdik. Güvenliğimizi sağlattırdık, paralarıyla grubumuzu finanse ettirdik, evlerinde en önemli toplantılarımızı yaptırdık ve o entellektüel gücünü de biraz kullandık. Bazı ilişkilere öyle uzandık ve zamanında sıyırdık. Bunu da öyle bir çırpıda değil, tahrike gelerek, en değme arkadaşlarımız gibi “vuralım” diyerek yapmadık. İşte burada, ajan bile olsa vurmak şurada kalsın, kullanma tarzı nasıl oluyor, görülmeye değerdir. Vuracak mısın, beraber mi yürüyeceksin? Bu büyük bir olay, büyük bir sorun. Herke- sin kolay kolay yürüteceği bir tarz değil.
Şimdi Kürdistan’da her ilişki biraz böyledir. Benim bunu açıklamamın nedeni, hemen her ilişkinin bizi benzer özelliklerle karşı karşıya getirdiğini anlatmak içindir. Bu düzenlediğimiz bir film senaryosu değil, yaşamımızın bir gerçeğidir. İşte içinde duygu var, özel ilişki var, sosyalizm var, içinde her şey var. Ama öte yandan, benim yaptığım değişik bir şey de var. Herkesin yaptığından çok değişik yaklaştım. Bıraksam en iyi arkadaşlarım eylem yapacaklar. Eylem öneren Pilot “beni Kürt olduğum için pilotluktan attılar” di- yor. Deneyeceksin. Diğeri ise ekonomik, sosyal, siyasal, hatta entelektüel olarak ve kadın olarak da mutlaka etkilenmem beklenen bir olay, bir kişi… Yani birileri mutlaka grubu denetim altına alacak. Savaşın bu olduğunu söylemek istiyorum. Bunu genelleştirirsek, ne anlama gelir? Kürdistan’daki işbirlikçi sınıf, yine ajan yapısı, halkı nasıl kıskıvrak bağlamışlarsa, nasıl nefes aldırmıyorlarsa bizim grubun şahsında da kıskıvrak bağlanma amaçlanıyor.
Bugün Türk sol gruplarını zaten bağladılar, bitirdiler. Kürt grupları zaten ajanlaştırılıyordu ve bizi de onlar gibi yapmak istiyorlardı. Burada değişik olan benim. Burada kendini sıyıran yalnız benim durumumdur. Ben büyüklüğümü veya biraz başarımı bu tarz yaklaşımıma borçluyum. Kadınla ilişki kurmuşum, erkekle ilişki kurmuşum, idare etme durumum var, idare ediş tarzım başarıyı getirmiş. Şimdi başka bir arkadaşa bıraksam, ne bayanı, ne erkeği kesinlikle 24 saat bile sağlam bırakmayacaklar. İki yılı bunlarla nasıl uzattım, üzerinde durulmaya değer. Bunları ilişki ustalığıyla tuttum. Yani adama öyle bir şey veriyorum ve üstüne de öyle bir yaklaşım sunuyorum ki, “işte tuttuk” diyor.
Bu benim tuhaf bir özelliğim. Bir çocuk bile beni kontrol edeceğini sanır, hatta beni kullanacağını sanır. Bu büyük bir esneklik sorunu. Tamam sen beni kullanabilirsin bu hakkın, ama benim de kendimi dayatma tarzım, ilişki tarzım var. Kim kimi kullanır? Tabii be- nim amaçlarım, deneyimlerim, tarzım var. Karşımdakinin de var.
PKK içinde o kadar provokatör çıktı, “PKK ha bitti, ha bitirdik” iddiasında olanlar vardı, aldandılar. Hâlâ da beni kullanmak isteyen içte ve dışta tonlarca adam var. Kimler beni kullanmak istemiyor ki… Hem de karasevda adı altında, kardeşlik, yarenlik adı altında!.. Sonuç, son çözümlemede, bu ilişkiden çarpıcı sonuçlar çıkarılmış- tır. Belki psikolojik olarak büyük bir gerginlik altına alındık, belki de kadın-erkek ilişkilerinde hiçbir biçimde yaşanılmayacak, kabul edilemeyecek bir statüyü büyük bir tahammülle biz yaşadık. Ama Kürdistan’da mutlaka yararlanılması gereken bir ilişki tarzını ortaya çıkardık veya onunla mutlak atlatılması gereken bir süreci atlattık.
Kürt için başka türlü çıkış yapılır mı? Bana göre imkansızdır. Başka türlü Ankara’dan grubu sağ çıkarmak mümkün değildir. Kanıtlarıyla belli. Bu anlamda bence iki defa başarı oluyor. Yalnız 70 yıllık cumhuriyet tarihinde değil, Osmanlı, hatta Selçuklu tarihi de dahil ilk kez bu oyun böyle tersine çevriliyor. Yalnız grup değil, emek, sosyal olarak emekçilerin önderliği de kurtarılıyor. Bu da öyle sıradan bir olay değildir. Kadın özgürlüğü açısından da büyük bir kurtuluş var. Mutlak anlamda kadın özgürlüğünü boğan, kadın-erkek ilişkilerindeki özgürlüğü çok tehlikeli bir biçimde saptıran, erkeği ve kadını da imha etmekten as- la vazgeçmeyen bir yaklaşımın aşılması var.
1975’i 1976’ya bağlayan kışı ben, bu hareketin ilk yazılı belgesini geliştirmekle geçirmiştim. Hâlâ hatırlıyorum, Ankara’da bir evde, ben böyle konuşuyordum. M. Hayri Durmuş yazıyordu. İlk manifestomuzdur. Elinize geçerse ne kadar kapsamlı olduğunu görecek- siniz. O kış, işte böyle bir başlangıç yapmıştık.
Ankara’daki gruplaşmamız, 1976 ve ardından 1977’de Kürdistan’a serpilmişti. 1977 1 Ocak toplantısında, denilebilir ki, en kapsamlı tartışma ve bazı görevlere daha da netlik getirildi. Bilindiği gibi, 1977 yılı mücadele tarihimizde çok önemli bir karar yılıdır. Bu yılda benim, baharla birlikte iki ay süresince Ağrı, Kars, Der- sim, Elazığ, Diyarbakır, Urfa ve Antep’i kapsayan bir Kürdistan turum vardı ki, ben bu turun ardından artık var olan tehlikelere “ölüm de olsa fazla anlam ifade etmez” diyordum. O zaman gerçekten düşman da izliyordu ve Haki Karer katliamı o biçimde kendini dayatmıştı.
Önder APO