HABER MERKEZİ- Sima Çirav yazdı.
Teknolojik gelişme, söz ile küçülen beyinler
“İnsanı diğer canlılardan ayıran şeyin akıl olduğu söylenir. Doğanın ya da hayatın en son halkası olarak gelişen insan, aklı sayesinde hayattadır. Dünyada pek çok canlı türünün çeşitli nedenlerden dolayı neslinin tükendiğini biliyoruz. Bu nedenlerin başında iklim değişikliği, salgın hastalık geliyor. Örneğin dinozorların iklim nedeniyle yok oldukları düşünülüyor. Fakat insan, özellikle de bizim türümüz olan homo sapiens, iklim koşullarına, salgın hastalıklara direnmiş ve günümüze kadar neslini sürdürmüştür. Bundaki en önemli etken insanın yaşamını idame ettirecek, neslini sürdürecek aletler icat etmesidir. Çakmak taşından ateş yakmaya, keskin bir taştan bıçak yapımına, bir tahta parçasından ya da kemikten icat edilmiş çuvaldızla dikilen deri parçalarına, iğ ya da Kürtçedeki ismiyle teşînin bulunuşuyla yün kıyafetler yapacak alete kadar pek çok alet, insanın neslini sürdürmesini kolaylaştırmıştır.
Günümüz dünyasından bakınca belki bunlar basit görülebilir. Bir el değirmeninin (Kürtçe destdar) bir un fabrikası karşısında ne önemi var diye düşünülebilir. Ya da “Mızrak yapmakta ne var” diye sorabilirsiniz. Devasa traktörlerin olduğu bir dünyada çapa ya da sabanın önemi anlaşılmayabilir veyahut bir teknoloji harikası olarak algılayamayabilirsiniz. Yani günümüzden geriye baktığımızda pek çok şeyi küçük ve önemsiz görebilirsiniz. Fakat dönemlerine göre onlar çok büyük teknolojik buluşlardır. Ve “ilkel” diye düşündüğümüz pek çok alet aslında insanın neslini sürdürmesinde, hayatını idame ettirmesinde çok büyük rolü oynamıştır. Ora ve çekiç bu yüzden sosyalist görüşe sahip insanlar için kutsaldır. Emeği simgeler ve en önemlisi de hayatta kalmamızdaki en etkili teknolojik araçlardandır.
Burada değinmek istediğimiz olgu teknoloji ve teknik aletlerin yaşamımızı sürdürmedeki yardımcılığıdır. Bir alet, insan için ne kadar yararlıysa, çok yönlüyse o kadar değerlidir. Aletlerin icadı da zaten ihtiyaçtan doğmuştur. Fakat günümüz için aynı şey söylenebilir mi, teknik araçlar, teknoloji bilimi gerçekten insana hizmet ediyor mu? Ne ne kadar ihtiyaç, ne kadar arzuları tatmin üzerine kuruludur? Ya da icat edilen buluşların hayata, topluma kattığı bir şey var mıdır? Elimizdeki teknolojik aletler mi bizi, yoksa biz mi teknolojik aletleri kullanıyoruz? Kim, kimi yönlendiriyor; teknolojik aletler mi insanı, insan mı teknolojik aletleri yönlendiriyor? O teknolojik aletin ötesindeki akıl kime ait? Ve bu akılla daha ne yapabilirler? Tüm bunlar yüksek sesle olmasa da tartışılıyor? Özellik de “üretken yapay zeka” denilen “teknoloji harikası” insanın geleceğini nasıl belirleyecek? Peki biz “üretken yapay zekanın” sonuçlarını kaldırabilecek miyiz? Elbette bunları çok geciktirmeden tartışmalıyız. Özellikle de yeni nesil gençliğin yaşamını yakından ilgilendiren bu durum çok iyi analiz edilmeli.
Şimdi insan olarak yaşamımızı sürdürmemizi sağlayan, ihtiyaç temelinde geliştirilen ve zamanla evrimleşen teknoloji ile günümüzdeki teknoloji arasındaki farklılıkları ve ortaklıkları incelememiz lazım. Günlük hayatımızı derinden etkileyen telefon, internet, dijital platformlar, dünyanın öbür ucuna sanal olarak ulaşma “heyecanı”, bizi nereye sürüklüyor? Zihnimiz, yüreğimiz neyle doluyor? Neden teknoloji bu denli hayatımızın ortasında? İnsan-doğa, insan-insan ilişkimiz nereye eviriliyor? Teknolojik aletler nasıl tapındığımız şeyler haline dönüştü? Tüm bunları araştırmamız, iyi incelememiz ve yeni bir bakış açısıyla çözümlememiz lazım. Eğer tekniksiz yaşayamayacaksak o vakit kölesi olmamak için insan doğa, insan insan ilişkilerini dengeye oturmamız lazım. Aksi durumda hızla gidersek, bilim kurgu olan başka dünya arayışı gerçek olabilir. O yüzden her şeyi yeniden bir inceleyelim.
Teknoloji nedir?
Birçok kaynak, teknoloji kavramını Yunancaya dayandırmaktadır. Téchni (sanat) ve logia (bilme) kelimelerinden türetilmiştir. Kavramın Latincesi de benzerdir. Techni-logia; sanat bilimi olarak çevrilebileceği gibi, “akıl yürütme sanatı” da denilebilir. Yani insan eliyle işlenmiş, biçim kazanmış aletler de diyebiliriz. Bazı sözlüklerde teknoloji, insanlara yardımcı olan alet, araç ve gereçleri kapsayan bilgi denilirken, bazılarında “insanlığın hayatını devam ettirebilmek amacıyla doğaya ve toplumun ürünlerine kattığı her tür maddi yaratı” olup, “insanın maddi çevresini denetlemek ve değiştirmek amacıyla geliştirdiği araç gereçlerle bunlara ilişkin bilgilerin tümü” olarak tanımlar.
Teknolojik
bilginin gaspı
Bu tanımdaki düşündürücü nokta ilk tanım ile ikinci tanım arasındaki ayrımdır. Yani “maddi çevreyi denetlemek ve değiştirme” tanımı, buna “egemen”, “hakim” olma arzusu da diyebiliriz. Demek ki insan bir yerden sonra yolundan sapmıştır. Artık salt yaşamak yetmemiş bir de çevresini denetime alma ve değiştirip-dönüştürme hedefi edinmiş. Bu kesin olarak nerede ve ne zaman başladı bilemeyiz. Fakat bazı tahminlerde bulunmak mümkündür. Örneğin; arkeolojik kazılarda bulunan bazı tabletlerde tanrıça İnnana’nın çalınan 104 M’sinden söz edilir. Bu 104 M’nin, icat edilen teknolojik aletlerin bilgisi, toplumun yaşamı sürdürmesini sağlayan, bir arada tutan temel yapı taşları olduğu düşünülmektedir.
Neolitik de bu noktada önemli bir duraktır. Bugün kullandığımız ve yaşamımızı kolaylaştıran pek çok icat, neolitik köy ve tarım devrimi dönemine aittir. Ana-tanrıça kültürünün hakim olduğu neolitiğin teknolojik bilgisinin, birikiminin ataerkil bir sistemin eline düşmesi onun kullanım amacını da değiştirmiştir. Yani topluma ait olan teknolojik bilgi ana-kadından çalınarak erkeğin yani ataerkilliğin eline düşmüştür. Sömürü düzeninde teknolojik bilgi, iktidarın elinde güce dönüştükçe, toplum üzerinde bir kılıç rolü oynamıştır. Kendisini doğadan, çevresinden üstün gören insanoğlu bu güçle hem doğayı hem insanı denetime almaya çalışmıştır.
Elbette ki teknolojik araçların gelişimi salt insanın yaşamını idame ettirmesini sağlamamış aynı zamanda çevresini de değiştirmiştir. Bu durumu bir yere kadar doğal kabul etmek mümkündür. Fakat insanın doğayla arasına mesafe koymasına, insanın kendini diğer canlılardan üstün görmesine yol açması bence tüm kötülüklerin başlangıcı olmuştur.
Teknolojiyle
değişen dünya
Yeni teknolojik aletler edinen insan, onunla doğayı denetime almaya çalışmıştır. Sadece denetleme değil aynı zamanda zor yoluyla tahrip etmiştir. Elindeki güçle doğayı nesnelleştirmiş, cansız, zekası olmayan bir varlığa indirgemiştir. Bu da doğayı sömürmeye, talan etmeye kadar varmıştır. Kendisini doğaya üstün gören insan, elindeki teknolojiyle doğaya boyun eğdirmeye çalışmıştır. Bunun nedenini salt beslenme, kendini koruma olarak tanımlamak insan aklının kurnazlığıdır. Bu sömürü, talan ve yok etmek için uydurulmuş fikirdir.
Yiyeceğinden fazla hayvan avlamak, salt açlık güdüsüyle izah edilecek bir durum değildir. Dolayısıyla yiyeceğinden daha fazlasını üretim, stoklamak, güç aracı haline dönüştürmek sömürünün gelişmesini ve derinleşmesini sağlamıştır. İnsanoğlu doğadan çaldığını bir başka insana, o insandan aldığını da bir başka insana karşı kullanmıştır. Eldeki teknolojik bilgiyle doğaya boyun eğdirdiğini düşünen insan, aynı şeyi insana karşı da kullanmaya başlamıştır. Yani insanı doyuran, yaşatan teknoloji aynı zamanda onu özgürlüğüne el koyan bir araca dönüşmüştür.
Yeni ‘Tanrı’nın doğuşu’
Teknoloji insanlık tarihi boyunca sürekli gelişmiş, çeşitlenmiş ve yaşama etki etmiştir. Yaşattığı kadar öldürmüştür. Teknolojik bilgi, ataerkil sistemin eline düştüğünden bu yana en çok silahın üretiminde kullanılmıştır. Mızraktan kılıca, baruttan tüfeğe, toplardan atom bombasına kadar hepsi “bir teknoloji harikasıdır.”
Bugün kullandığımız bilgisayardan, internete kadar pek çok teknoloji “harikası” alet, önce savaş sanayisi için geliştirildiği bilinmektedir. Gizli iletişim ağı olarak geliştirilen internetin ilk olarak 1950’li yıllarda geliştirdiği söylenmektedir. Dünyanın bunu öğrenmesi ise 1989 yılına uzanmaktadır. İlk telefon 1876’da bulunurken, ilk cep telefonu ise 1973 yılında icat edilmiş. Fakat dünyanın cep telefonuyla tanışması 1990’lı yıllara dayanmaktadır. “Akıllı” olarak tanımlanan ilk cep telefonu ise 1993 yılında yayılmıştır. Tabi daha da erken olabilir. Elbette cep telefonlarına paralel olarak dünyada pek çok teknolojik araç üretilmiştir. Örneğin uçaklar, arabalar, ileri teknoloji robotlar, uzaya uzanan araçlar, dev teleskoplar, uzayı dinleyen “ulaklar” vs… Silah sanayisi için ise söylenecek çok şey var. Muhtemelen insanlığın daha tanışmadığı, haberi olmadığı silahlar üretilmiştir. Tabi bir de “klonlama” olayı var. Es geçtiğimiz, üzerinde durmadığımız ve insan klonlamasına kadar varan durumlar var.
Her ne kadar internetin doğuşu 1989 kabul edilse de, onun tarihi de 1950’lere dayanıyor. “Akıllı” telefonla buluşan internet hayatımıza bir “tanrı” olarak doğuşu ise 2000’li yıllara tekabül ediyor. Yani paradan sonra “teknoloji harikası akıllı” telefonlar, ikinci bir “tanrımız” olarak yanı başımızda, kalbimizin üzerindeki cepte duruyor. Hatta şimdilerde onu boynumuza asıyoruz. Onunla her yeri geziyoruz, buna tuvalet de dahil.
Yönlendiren insandan
yönlendirilen insana
Yani gündelik hayatımızın bir parçası haline gelen internetin tarihi çok eski değildir. Cep telefonları da aynı şekilde. Konuşma için, uzaktaki akrabalarımızın durumunu öğrenmek için zorlukla bulunan telefonun şimdi cebimizde olması yeni jenerasyon için şaşırtıcı gelmeyebilir. Ama 45 yaşındaki bir insan için son derece şaşırtıcıdır. Lakin 25- 30 yaşındaki biri için bu böyle değil. Hatta bir insanın telefonsuz olması ya da internet kullanmaması, her hangi bir dijital platform adresinin bulunmaması çok şaşırtıcı gelir. Öyle ki, böyle biri hayal dahi edilemez. Eğer varsa muhtemelen “zihinsel” engelidir ya da a-sosyaldir.
“Akıllı telefon” kullanımı öyle bir hale gelmiştir ki, bir insanın telefonsuz yaşaması neredeyse “imkansız” hale gelmiştir. Şimdi bir bağlılık sıralaması yapsak, din, afyon, alkol veyahut sigaradan önce “akıllı telefon” gelecektir. Bu bir iddia değildir. İnsanlar toplu taşıma araçlarında alkol veya sigara içmezler ama toplu taşıma araçlarından hangisine binerseniz binin, sürekli telefonlarına bakan insanlar görürsünüz. Kafeteryada tek başına oturan insanların biri elinde kahve fincanı varsa mutlaka öbüründe telefonu vardır. Başparmağıyla sürekli ekranı kaydırıyordur.
Çevresinden soyutlanmış ama telefonuyla “sosyalleşmiş” insanlar topluluğu, çok uzak ülkelerdeki olayları, insanları takip eder. Birkaç saniye de o kadar çok şeye bakar ki, zihni onları kayıt bile edemez. İzlediği şeylere bakarak bir dakika içerisinde güler, hüzünlenir, iç geçirir, mutlu olur, sinirlenir ve sıkılır. Her şey bu sıkılma anına kadardır. Bir süre sonra gördüğü hiçbir şey onu tatmin edemez. Daha fazla şeye yönelir. “Akıllı” telefonunda adrenalin arar. Yeni “heyecanlar” yeni buluşlar peşine düşer. İnsanlara internet üzeri yardımcı olur. Fakat yanı başındakinin acısını görmez, hissetmez. Zihinsel olarak çok hızlı yaşar ve yaşam sevinci hızla tükenir. “Akıllı” telefonu ona o kadar çok görüntü, olay, beğeni vs şey gönderir ki, kişi ona yetişemez. Yetişmek için tüm zamanını ona harcar. İnternet dünyasında hiçbir şey kaçırmamak isteyen insan, kendi zamanını, kendi yaşamını yitirir. Durum böyle olunca her şey anlamını yitirir. Gerçek yaşam kişiye anlamsız gelir. Aslında kişi gerçeklikle bağını yitirir. Gerçeklikle, zamanla ve mekanla bağını yitiren kişi için yaşam anlamsız hale gelir. Oysaki bu hayata hiç kimse kolay gelemez. Bunun için bin bir badire atlattır. Bu yüzden insanlığın evrensel hukuka aldığı en güzel ve anlamı kanun ya da hak; yaşama hakkıdır. Yaşama hakkı en kutsal haktır. Bu hakka saygı göstermek onu sevmekten ve sevilir, yaşanılır düzeye getirmekten geçer. Oysaki günümüz gençliğinin en kolay vazgeçtiği hak maalesef yaşam hakkıdır. Teknolojinin, teknolojik aletlerin insanı sürüklediği en dip nokta muhtemelen budur, yani yaşama sevincinin yetersizliği…
Geçmişte insanların bir, bilemediniz iki fotoğrafı vardı. Gönül isterdi tabi daha fazla olsun. Fakat imkanlar o kadardı. O yüzden çekilen her kare fotoğraf değerliydi. O anı çerçevelemek ve evinin duvarında yaşatmak kadar güzel bir şey yoktu. Şimdi ise her an ve her saniye fotoğraf çekiyoruz. “Akıllı” telefonumuz, bilgileri sıralayan computerimiz fotoğraflarla doludur. Selfi çekmek, yediğimiz yemekten, içtiğimize kadar her şeyimiz internette. Paylaştığımız şeylerin beğenilmesi yani like edilmesi neredeyse ölüm kalım meselesi olmuş. Sırf bu yüzden sevilmediğini düşünen binlerce insan var ve bu yüzden intihar edenlerimiz bile mevcut.
Sanal hayatın
gerçek karşılığı
Tabi sanal ya da dijital bir “hayat” oluşunca bunun hukuku da oluştu. Şimdilerde siber suçlar diye bir kavram devletin hukukuna yerleşmiş durumda.
İnternet platformları üzerinden oluşan ilişkiler, bu ilişkilerin getirdiği tehlikeli boyutlar gündelik haberler içerisinde yer almaya başladı. Özellikle hakaret, taciz internetin sıradanlığı oldu. Bir insanın günlük gerçek hayatta işitemeyeceği binlerce küfrü bir anda ve bir arada dijital platformda karşılaşması ya da maruz kalması o insanın şoka girmesine neden olabiliyor. Yanında olmayan, dokunmadığı bir insanı gerçek hayatın bir parçası olarak görebiliyor. Bu durum aslında iyi incelendiğinde, çözümlendiğinde çok enteresan bir gerçeklikle karşılaşırız. O da; şizofrenidir. Acı olan şu ki; henüz bunu kabul edebilecek ruhsal, düşünsel olgunluk da değiliz. Bir kere her şey üstün gelen “biz”, bu kadar acınası olduğumuzu kabul etmeyiz. Ama kabul etmememiz bu gerçekliği değiştirmez. Düşünmüyorsunuz diye hayat sizin dışınızda akmıyor mudur? Böyle mi sanıyorsunuz? O vakti kendi varlığınıza bir dönüp bakmalısınız.
Ne yapmalıyız?
Evet, bir bilgisayardan küçük bir cep telefonuna yerleştirilen interneti, mini bir bomba gibi üzerimizde gezdirirken çoğumuz artık bu telefon olmadan ne uyuyabiliyor, ne hareket edebiliyor. Şimdilerde yeni bir teknolojik gelişme hayatımıza girmiş durumda. Tabi burada “gelişme” sözü olumlu anlamda kullanılmış bir söz değildir. Her gelişmeyi olumlu değerlendirmek bir yanılgıdır. Evet, teknoloji de devasa bir gelişme vardır. Yapay zekadan, “üretken yapay zekaya”, bunun sayesinde gelişen elektrikli, şoförsüz arabalara, her birkaç kilometreye konulan mobese kameralara, dijital banka kartlarına, telefonundaki konum bildirimine, tüm bunların takibini sağlayan, ileten uydulara kadar pek çok teknolojik gelişme var. Sağlıktan, ekonomiye hayatımızın her alanına teknoloji sızmış durumda. Şimdi teknoloji gelişmesini hepten kötülemek mümkün değil. Fakat bu teknolojiden en çok kimin faydalandığına bakmak lazım.
Yine kimin ürettiğine, kimin faydasına çalıştığına bakmak lazım. Gerçekten tüm bunlar hayatınızda yokken, hayatınız anlamsız mıydı? Şimdi varlar diye yeni bir anlam mı kazandınız? Sizin beğenileriniz, ölçüleriniz, hayata bakış açınız nasıl geliyor? Ne kadar kitap okuyorsunuz, ne kadar gazeteye dokunuyorsunuz? Gerçeklik nedir? Tüm bunları yeniden sorgulamalı, tartışmalıyız. Elbette ki tekniği her yönüyle reddetmek, devrimcilik olmayacağı gibi, onun hizmetinde birer fügür de olmamak gerekir. Egemenin eline düşen bu teknolojik bilgiyi yeniden halkların, toplumların hizmetine. Koymalıyız İnsanlığa hizmet etmeyen, özgür kılmayan hiçbir teknik, teknolojik üretimi, gelişme, ilerleme saymamalıyız.
Günümüz teknolojisinin kullanım yoğunluğunu, hızını, ulaştığı insan yapısını, etkilediği insan sayısını, ruhsal derinliği araştırma, inceleme ve çözümlemelerle yeniden analiz edip, insanın özgür gelişimin, demokratik bir zeminin hizmetine sokmalıyız. Tabi ki şu an kullanılan biçim, mantalite ve zihniyetle değil. Hizmet ettiği kapitalist sistem tüm algı ve yapılanmalarından arındırmak ve en sıradan insanın dahi anlayabileceği, üretebileceği düzeye getirmek, hayatın anlamı değil, aracı haline indirgemek gerekiyor. Fakat bunu doğayla, çevreyle uyumlu, dengeli hale getirmeden kullanmak hem insanlığın hem de doğanın sonunu getirir. Mutlak anlamda teknoloji ve teknolojik aletlerle doğayı dengelemek, herkese yaşam hakkını tanımak stratejik bir amaç olmalıdır. Başka türlü yaratılan teknolojik canavarın elinden kurtulmak mümkün değildir.”
Kaynak: Xwebûn Ağustos sayısı