HABER MERKEZİ
a-)Kök Doğal Toplum
İnsanın, toplum olarak kendini var etmesini bilinç ve buna dayalı olarak oluşan örgütlenme gerçeğinden ayrı olarak ele almak mümkün değildir.
Dikkat edilirse insanın atası olarak kabul edilen Homo Sapiens için düşünen insan tanımında bulunulmaktadır. Yine primattan kopuşla birlikte insanlaşmaya doğru adım atılmaya başlanıldığı zaman, sahip oldukları yaşam biçimine önce sürü daha sonra da topluluk yaşamı adı verilmektedir. Ne zaman devreye dil, düşünce ve en kabataslak haliyle de olsa iş aletlerinin yapımı ve üretim girmiş, o anla birlikte de insanlaşmadan ve bunlara dayalı olarak yaşamın örgütlendirilmesinden bahsedilir hale gelinmiştir.
İnsan türünün içerisine girmiş olduğu bu yaşam ilişkisine/biçimine ise, daha önceleri kimi toplum bilimciler tarafından ilkel komünal topluluk, barbarlık vb. adlar verilmiş olsa da, öz olarak buna ?kök toplum? denilmesi daha doğrudur. Burada dikkat çeken yön ise, toplumsallaşmanın, sınıflaşma ile birlikte başlamadığı gerçekliğidir. Bazı toplum bilimciler toplumsallaşmayı sınıflaşma ile birlikte ele alıp ve köleci toplum olarak adlandırmış olsalar da, bunun insanın nasıl kendini toplum olarak var ettiği gerçekliğini anlatmaya yettiğini söyleyemeyiz.
Burada çok açık bir şekilde sınıflaşma=toplumsallaşma biçiminde yapılan tanımlama ret edilmelidir. Çünkü sınıflaşma, toplum içerisinde önce bir yarılmaya ve bu yarılma içerisinde de, insanların o güne kadar kendileri arasında var olan ilişkilerinin değişmesine ve üst sınıfların kendilerini iktidar/devlet olarak örgütlendirerek onları toplumdan kopuşa götürmesine neden olmuştur. Oysa toplum kendisini, içerisinde bilince ve buna dayalı olarak gelişen örgütlenmeyle var edebilmiştir. İçerisinde de hâkim olan bir yaşam biçimi, görev ve iş bölümü vardır ve bunlara dayanarak kendini var eder. Temel prensip ise; herkesin yeteneğine ve ihtiyacına göre? olduğu için, içerisinde hiçbir zaman sınıflaşmayı barındırmaz/kabul etmez.
Burada insanlar eşit, özgür yaşarlar ve kendi kendilerini yönetirler, kendi ürettikleri üzerinde yaşamlarını sürdürürler. Üretilen her şey topluma ait olarak kabul edilir. Toplum içerisinde yer alan her birey, ancak kendi ihtiyacı oranında olanı alır ve fazlasına tenezzül etmez. İhtiyacından fazla olana benim olmalıdır demez. Ki, ihtiyacından fazla olanı elde etmeyi aklının ucundan bile geçirmez. Üretimi yaparken ancak karnını doyurabilecek oranda, ihtiyacı kadar olanı üretir. Onun dışında olan fazlalığa ihtiyaç duymaz. Onu bir fazlalık olarak görür. Böyle bir davranış biçimine sahip olanı da ayıplar. Kadın ve erkek arasında herhangi bir egemenlik ilişkisi yoktur. Doğayla uyumlu yaşar. Doğa üzerinde baskı, sömürü, egemenlik kurma gibi bir amacı yoktur. Doğada var olanın, doğa üzerinde olan herkes için/her şey için olduğunun bilinci ile hareket eder. Buna göre her şeye anlam ve mana verir ve bunu da kendi hakikati olarak benimser ve öyle yaşar, eylemini ve yöntemini de buna göre belirler. Der ki; akan su, üzerinde var olunan toprak, kubbesi altında yaşanılan gökyüzü benim olduğu kadar, diğer varlıklara; bitki ve hayvanlara da ait.
Kök toplumda geçerli olan da böyle bir yaşam biçimidir. Aynı zamanda insanın kendi eliyle yaptığı barınaklarda yaşamaya, çanak-çömlek yapmaya başladığı ve köy devriminin yaşandığı ve neolitik olarak adlandırılan bu dönemde, insan ancak var olan böyle bir yaşam içerisinde ihtiyacı kadarını doğadan alır. İhtiyacın ötesinde olanı almaz ve bu davranış biçimini de, bunlarda doğadaki diğer varlıkların hakkıdır diyerek açıklar. Bu şekilde oluşan bir bilinç, ona göre bir anlam gücüne sahip olan insanlar, yaşamlarını da buna göre sürdürürler. Doğal olarak burada ekonomi de, yaşamsal maddi ihtiyaçların karşılanması faaliyeti olarak anlam kazanmış olur ve bundan başka bir anlam da ifade etmez. Böylesi bir yaşam içerisinde de doğal olarak insanlar; özgür ve birbirine eşit bir şekilde yaşarlar. Hiçbir şekilde de biri diğerinden farklı, biri diğerinden üstün bir konumda bulunmaz.
Böyle bir gerçeklik ve süreç içerisinde sömürü, egemenlik ve baskı da söz konusu değildir ki, hiçbir şekilde bunun koşulları da yoktur. Burada toplumsal bir varlık olarak kendini örgütlendirmeye başlayan insanın temel sorunu; yaşamını koruma, tür olarak varlığını sürdürme, beslenme, barınma gereksinimlerini karşılama ve bunun çabası içerisinde olmadır. İnsanın kendini toplum olarak var etmesi, esas amacı ve yaşam biçimi de buna göre belirlenmektedir. Buna dayalı olarak da yaşamsal olan ihtiyaçlarını doğanın kendi dengesi ve uyumu içerisinde karşılamaktadır.
Sosyolojik anlamda topluma dair yapılan tanımlarda dile getirilenlerde, bu gerçeklikler içerisinde anlam kazanmaktadır. Buradan hareketle de toplum; insanlar arasındaki, kendi yaratımlarının bir sonucu olarak gelişen ahlaki, politik, kültürel ilişkilerin toplamı, bu yönleriyle doğada bulunan diğer biyolojik varlıklardan ayrışarak kendisini var etmesi olarak bir tanım kazanmaktadır.
Sınıflaşma ise, insanın kendini toplum olarak var etmesinden sonra ortaya çıkmış, devletleşmeyle birlikte de derinleşmiştir. O zamana kadar da insanlar arasında doğal ve toplumsal olan iş bölümleri dışında her hangi bir üretime ve yaşamın örgütlendirilmesine ilişkin olarak rol ve görev dağılımı bulunmamaktadır. Toplum kendini yine kendi hakikatleri; bilinci, öz yönetimi, ekonomisi ve estetiği üzerinde var etmiştir. Anacıl özellikler taşıyan toplum içerisinde erkek- kadın ve yaşlılar arasında doğal bir işbölümü vardır. Çoban ve tarım aşiretleri ile zanaatçılar arasında da gerçekleştirilen üretime ?toplumsal? olarak bakılan iş bölümleri yaşanmaktadır. Yaşam tamamen komünal ve demokratik işleyiş esaslarına göre bir örgütlülük içerisindedir.
İlkel klan toplumu, sınıflı devlet veya uygarlık toplumu ile demokratik çoklu toplum arasında bir yerlerde duran hiyerarşik topluma kadar da bu böyle devam etmiştir. Aslında bu her iki toplumun bazı özelliklerini taşıyan bu ara toplum(hiyerarşik) da insanlığın tarihinde önemli bir yere sahiptir.
Her ne kadar daha sonra toplumun alt ve üst sınıflar diye yarılmasında önemli bir yere sahip olsa da, hiyerarşinin insanın toplum olarak kendini var etmesinde bir rol sahibi olması da söz konusudur. O nedenle de toplum içerisinde oluşan ilk hiyerarşi olumlu olarak kabul edilmiştir. Ana kadının toplum içerisindeki belirleyici rolü, yaşlı bilgelerin ve yeteneklerine göre toplum içerisinde yapılan görevlendirmelerin böyle bir rolü olmuştur. Ancak daha sonra bu rol değişmiş ve toplum içerisindeki yarılmanın önünü açmıştır.