HABER MERKEZİ- Tarihi bilgilerimizi tazeleyelim ve doğru tarih bilinci oluşturalım. Önder Apo’yu hedefleyen 9 Ekim 1998 uluslararası komplosu, Kürt soykırım zihniyeti ve sisteminin bir saldırısıydı. Kürt soykırım zihniyeti ve sistemi de küresel kapitalist modernite sisteminin zihniyeti ve sistemiydi. Önce Cemiyet-i Akvam adlı kuruluş bu zihniyeti ve sistemi yürüttü. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra da Birleşmiş Milletler adlı kuruluş bu zihniyeti ve sistemi yürütüyor. Dolayısıyla BM içinde yer alan tüm devletler, söz konusu zihniyeti ve sistemi esas alıyor. Bu zihniyet ve sistem, son 26 yıldır Kürt soykırım savaşını İmralı tecrit, işkence ve soykırım sistemi temelinde yürütüyor ve yönetiyor.
9 Ekim uluslararası komplosu, Önder Apo’yu ‘kim vurdu’ya getirerek imha etmeyi amaçlayan bir saldırıydı. Bu amacını bir günde, 9 Ekim 1998 günü gerçekleştirmeyi hedefliyordu. Ancak 15 Şubat 1999’a kadar bu amacını başaramayınca, kendini 15 Şubat komplosuna dönüştürerek Önder Apo’nun Türkiye’de idam edilerek imhasını öngördü. Komploya karşı Önder Apo öncülüğünde yürütülen mücadele sonucunda idam da gerçekleştirilemeyince, komplo bu sefer “İmralı çürütme politikası” ile sonuç almayı, yani fiziki varlığı yok edilemeyen Önder Apo’nun düşünsel, ideolojik, siyasi ve örgütsel varlığını yok etmeyi hedefledi.
Söz konusu İmralı mücadelesini de Önder Apo kazanınca, yani fiziki olarak imha edilemediği gibi, ideolojik ve politik olarak da imha edilemeyince, komplocu sistemin işleri karıştı. Sonuç almak için, İmralı zindanında Önder Apo’ya karşı çok çeşitli baskı ve hileler geliştirdiler. Zorla saç kazıtmaktan ölüm tehditlerine kadar uygulanan baskı yöntemlerini, ‘Çözüm süreci’ adlı hile yöntemleri izledi. Bunlarla birlikte dışarda da PKK’yi ve gerillayı yok etmek, Kürt halkını PKK’den ve Önder Apo’dan uzaklaştırmak amacıyla çok çeşitli baskı ve hile yöntemleri uyguladılar.
Bunların hepsini BM çatısı altındaki devletler birlikte yaptılar. Kuşkusuz AKP Hükümeti ve NATO devletleri ile CPT, AK ve AİHM gibi kurumlar bunda daha çok rol oynadılar; ancak diğer tüm devletler de buna göz yumup onay vererek söz konusu suça ortak oldular. Sonuçta süreç ilerleyip de İmralı sistemi 25’inci yılına yaklaşınca işler daha çok karıştı. Çünkü İmralı sistemi aynı zamanda bir Avrupa sistemiydi ve Avrupa hukukuna göre en ağır cezalı olanların durumu 25’inci yılda yeniden yargılanıyor ve fiziki özgürlük yolu açılıyordu. Dolayısıyla 25’inci yılda bu durumun Önder Apo’ya da uygulanması gerekiyordu. Gerçi TC hukuku bunun önünü kapatmaya çalışmıştı, ancak Avrupa Konseyi temelinde Avrupa hukukunun uygulanması gerekiyordu. Zira AİHM çok daha önceden Önder Apo’nun yeniden yargılanması gerektiğine karar vermişti, ancak bunu Tayyip Erdoğan Yönetimi uygulamamıştı. 25’inci yılda da uygulamaması TC-AB ilişkilerini zorlayacaktı. Bu durumda CPT ve benzeri Avrupa kurumları ile TC kurumları bir araya geldiler ve bu duruma hukuki bir çare, yani kılıf aradılar. Sonuçta söz konusu uyduruk “disiplin cezalarını” buldular. İmralı’yı pratik olarak yöneten TC mahkemeleri peş peşe uyduruk disiplin cezaları verip Önder Apo’nun zaten “Sürekli suç işlediğini, bunun mahkeme kararlarıyla sabit olduğunu, dolayısıyla yeniden yargılamaya gerek olmadığını” Avrupa’daki muhataplarına ilettiler, onlar da uygun görüp mevcut sonucu ortaya çıkardılar. Yani 38 aylık mevcut durum ve mutlak iletişimsizlik bu temelde birlikte geliştirildi ve buna karşı Önder Apo’nun hukuki mücadele etmesinin engellenmesi için avukat görüşüne engel kondu.
Bunları neden böyle ifade etme gereği duyduk. Son dönemde İmralı üzerine yapılan tartışmaların ve de açıklamaların doğru anlaşılması için. İşte CPT’nin 2023 raporu da, TC Adalet Bakanlığı’nın skandal niteliğindeki ve hakaret dolu açıklamaları da, Önder Apo’ya yeni üç aylık disiplin cezası verildiği açıklaması da bu durumu ifade ediyor ve açıklıyor. Örneğin CPT raporuna bakalım: CPT kendisini raporunu bile yayınlayamayacak kadar zayıf ve hatta devlet yönetimlerine bağlı bir kurum olarak gösteriyor. O zaman işkenceyi önleyemez, çünkü işkenceyi devletler yapıyor ve yaptırıyor. CPT, AK devletlerinin bir kurumu ise, o zaman işkenceyi önleyemez, ancak gizleyebilir. Ve zaten İmralı örneğinde yaptığı da budur. Fakat avukatlar ve çeşitli kişi ve kurumlar CPT’nin rolünün bunun ötesinde olduğunu, esas rolünü İmralı’da bilinçli olarak oynamadığını belirtiyorlar ki, böylesi insana daha mantıklı geliyor. Yoksa adına ‘işkenceyi gizleme kurumu’ denirdi. Zaten CPT açıklamalarındaki tutarsızlıklar ve panik de bunu gösteriyor. Söylediği tek doğru şey, AİHM’in bu işle görevli olduğunu ve görevini yerine getirmediğini söylemesidir. Fakat herhalde AİHM’in görevini yerine getirmesi de CPT’nin tutum ve istemine bağlıdır, dolayısıyla AİHM ile birlikte CPT de bu işten sorumludur. Açığa çıkan en önemli husus ise, İmralı’daki hukuksuzlukları Tayyip Erdoğan Yönetimi ile Avrupa kurumlarının birlikte yürütmüş ve de yürütüyor olmasıdır.
TC Adalet Bakanlığı’nın açıklamaları ise, cevap vermeyi gerektirmeyecek kadar aşağılıktır. Adam açık bir biçimde Kürt halkıyla ve onun şahsında tüm insanlıkla, yine BM ve Avrupa sistemiyle dalga geçmektedir. Herkesin bu olayın içinde ve suç ortağı olduğunu bildiği için böyle rahat ve hayasızca konuşabilmektedir. Fakat ona şu söylenebilir: Çok iyi bilmeli ki, bir gün gelir ortaya birileri çıkar ve dalga geçenle dalga geçilir.
Son açıklanan sözde disiplin cezası bir yönüyle görüşmeleri engelleme amaçlıdır, fakat aynı zamanda Önder Apo’nun yeniden yargılanmasını da önleme amaçlıdır. Zaten daha önemli olan da budur. Yeniden yargılamayı önlemek için, artık sürekli disiplin cezası vereceklerdir. Çünkü yeniden yargılama her yıl yapılması gereken bir işlemdir. Dolayısıyla her yıl bu tür uyduruk cezalarla hukuka kılıf uydurup yeniden yargılamayı engelleyerek Önder Apo’nun fiziki özgürlüğüne kavuşmasını hukuken önlemeye çalışacaklar.
Şimdi gelelim Önder Apo’nun 25 Mart 2021 tarihinde kardeşi ile yaptığı telefon konuşmasına ve söylediği çok sert uyarıya! Ne demişti Önder Apo söz konusu kısa telefon konuşmasında? “Avukatlarım gelsin, neden gelmiyorlar?” demişti. Peki ne yapacaktı avukatları görüşe gitse? Çok açık ki, yukarıda belirttiğimiz hukuki hileyi önlemek için mücadele edecekti. Avukatlarla görüşememesi, Önder Apo’nun hukuki mücadele etmesini engelledi. Diğer yandan, bir de “Hepiniz suç işliyorsunuz” demişti. Suç işlemek, işte söz konusu hukuki hileye zemin olmak anlamına geliyordu. Çok açık ki gereken hukuki ve siyasi mücadele yürütülmeyerek ve söz konusu hile önlenemeyerek hepimiz bu suça şu ya da bu biçimde ortak olduk. O halde, öncelikle bu durumu anlamalı ve özeleştiri vererek suçlu konumdan kendimizi çıkarmalıyız.
Diğer yandan ise, hukuki ve siyasi boyutlu yetersizliklerimizi hemen aşmalıyız. Çok açık ki, mevcut hukuki ve siyasi-eylemsel mücadele düzeyi söz konusu hileleri bozamıyor ve Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünün önünü açamıyor. O halde bu mücadele düzeyini her yönden aşmak gerekiyor. Söz konusu baskı ve hileyi kıracak düzeyde, süreklilikte ve kapsamda mücadele yöntemleri geliştirmek gerekiyor. Hani derler ya, kıyameti koparmak lazım! Gerçek durum işte böyledir ve gerçekten de her yerde kıyameti koparmak gerekir. Artık durulamaz ve bu duruma razı gelinemez. Gün mücadele günüdür, İmralı baskı ve hile sistemini paramparça etme günüdür. Herkes böyle yaklaşırsa, o zaman kesinlikle sonuç alınır. Çünkü uluslararası komplo ve İmralı saldırısı defalarca yenilmiş ve başarısız kılınmıştır. Şimdi çok daha zayıf konumdadır. Yıkacak düzeydeki mücadele kesin sonuç alacak, İmralı mücadelesinin finalinde de Önder Apo ve özgürlük kazanacaktır.
Kaynak: Yeni Özgür Politika