HABER MERKEZİ –
Efrin hem tüm Kürtler için hem de işgalci Türk Devleti için özgünlüğü olan bir bölgedir. 2018 yılında gelişen işgal ve ona karşı mücadele her zaman Kürt halkının ana gündemlerinden biridir. Türk Devletinin de Efrin’i farklı ele aldığı, işgal altında tuttuğu bölgelerden daha farklı yaklaştığı biliniyor. Bu temelde hem yaptığı manevralarda hem diplomatik görüşmelerinde Efrin’i daha değişik bir çerçevede ele alıyor. İşgalci sömürgeciliğin en vahşi pratiklerini burada sergilerken, istihbarat ve özel savaş çalışmalarını da derinlikli ve bir konsept çerçevesinde burada pratikleştiriyor.
Yaz ayları boyunca Türk Devleti Efrin’de dikkat çekici bazı uygulamalar devreye koydu.Hazırladığımız araştırma dosyamızda Türk devletinin genel stratejisinde Efrin ‘nin kendileri için nasıl bir önem taşıdığını ne anlama geldiğini yorumlamaya ve daha önce kamuoyuna yansıyan bu pratiklere değinmeye çalışacağız.
Efrinlileri Geri Dönüşe Özendirme Çalışmaları
Bu yılın Mayıs ayında Efrin’in tümünde doğrudan kendi güçleri ve çeteleri ile kimlik kontrollerini sıkılaştıran işgalci Türk Devleti başka bölgelerden Efrin’e göç edip kendilerine bağlı kurumlardan kimlik almamış Arapları Efrin sınırlarının dışına çıkarmaya başladı. Aynı zamanda meclis adı verilmiş yerel işgal kurumlarına Araplara yeni kimlik verilmesini durdurma ve sadece Kürtlere yeni kimlik verme talimatı verdi. Neredeyse Suriye’nin her yerinden kendine bağlı çeteleri ve aileleri Efrin’e getirmiş Türk Devleti’nin bu yeni uygulamasının geçici mi yoksa sürekli mi olduğu şu an için net değildir. Fakat Efrin’e kendi perspektifi dışındaki göçü engellemeye çalıştığı açıktır.
Bu süreçte Türk Devleti 2018’deki işgal sonrası Şehba ve Halep’e göç etmiş Efrinlileri kandırarak geri döndürme çalışmalarına da hız verdi. Daha önce de yürüttüğü bu çalışmaları Efrin’de izlediği işkence ve vahşet uygulamaları gölgesinde hüsrana uğramış olan Türk Devleti bu politikasında başarılı olmak için işbirlikçi Kürt kesimlerine başvurdu. Kendileri ile birlikte halklarına savaşmış bu ihanet şebekelerinin halk üzerinde bir ağırlığının olmaması sonucu etkiledi. Yaz aylarında ise ENKS ile bağlantıları bilinen bu kesimler işkence uygulamalarının bittiğini ve demografi değişimini durdurmanın tek yolunun işgal bölgelerine dönmek olduğu demagojisini tekrardan yaymaya başladı. Faşist Türk devleti bu propagandanın etkili olabilmesi için bu işbirlikçi kesimleri çeşitli adlarla örgütlemeye başladı. İşgalin başından itibaren bu tür ihanetçileri zaman zaman sahneye sürmüştü.
“Efrin Ulusal Özgürlük Hareketi” adında bir örgütün Suriye Muhalefeti ile ilişkili olarak Efrin’de çalışma yürüttüğü tam da bu tarihlerde basına yansıdı. Toplumsal sorunları çözümünde kanaat önderi konumundaki kesimleri komiteler şeklinde bir araya getirmeyi esas alan bu örgütlenmenin köy muhtarlardan aktif destek aldığı da öğrenildi. Aynı çerçevede MİT’in daha çok Efrin dışında yaşayan kişilerden Ulusal Özgürlükçü Hareket(Tecemül El Watani El Ehrar Efrin) isimli başka bir oluşum kurduğu öğrenildi. ENKS ile Türkiye arasında ilişkiyi sağlama misyonu da verilen bu örgütlenmenin esas yöneticilerinin Almanya ve Türkiye’de yaşaması dikkat çekti. Bu yöneticilerden Eli Sino ve Aras Alo Almanya’da, Ebu Rêber ise Türkiye’de yaşıyor. Yardım komitesi adıyla Efrin’de çalışma yürüten bu oluşumda doğrudan MİT üyelerinin de olduğu tahmin ediliyor. Daha çok internet üzerinden çalışmayı esas alan bu örgütün de Türk işgalciliğini övme misyonu üslendiği görülüyor.
Haziran ve Temmuz aylarında ise Türk devletinin temsilcileri Efrin’de yaşayan Ezidilerle özel toplantılar yaptı. Özellikle Cindiresê ilçesinde gerçekleşen bu toplantılarda Türk devleti Ezidilerden Avrupa ve Şehba ile Halep’te yaşayan akrabalarını geri çağırmalarını istedi. Dönüş durumunda Ezidilere her açıdan yardım edecekleri vaatlerinde de bulundular. Toplantıya katılanlar Ezidilerden sadece çok az bir kesiminin bu görüşlere ikna olduğu ve bu çerçevede akrabaları ile iletişime geçtiği de öğrenildi. Ezidilerde çok cılız bir etki yaratan bu vaatlerin cihadist çetelerde rahatsızlığa neden olduğu da öğrenildi.
Güler Yüzlü İşgalcilik Algısı
Uzun bir süredir Türk devletinin işgalini “insani” gösterme dışında bir faaliyeti olmayan sözde yardım kuruluşları Efrin’de maddi yardımları sadece çeteler ve aileleri ile sınırlı tutuyordu. Bu sahte insani yardım kuruluşlarından olan “Şafak Derneğinin” Kürtlere de insani yardım yapma kararı aldığı öğrenildi. Bu kararda belirleyici olan MİT olsa da sözde yerel meclislerin de bu kararın alınmasında etkili oldu. Bu şekilde tüm alt yapı ve üst yapı zenginliklerini çaldıkları Efrinlilerde yardım adı altında minnet yaratmayı hedefledikleri görülüyor. Topraklarını gasp ettikleri insanları el açan konuma getirmenin sömürgeciliğin en kirli yüzlerinden biri olduğu açıktır.
Bununla birlikte daha önce denedikleri bir özel savaş mekanizmasını daha devreye koydukları öğrenildi. Bu yöntem halkın şikâyetlerini kabul ederek, sözde haksızlıkları giderecek komiteler kurmaktı. Köy muhtarları, ilçe meclisi üyeleri, Türk devlet temsilcilerinin yanında çete gruplarından kişilerle oluşan bu komitelerin Haziran boyunca köyleri dolaştığı kamuoyuna yansıdı. Bu komiteler köylerde yapılan işkenceleri ve şikâyetleri not aldı. Kendi yaptıkları zulümleri birde halktan dinlemek gibi insan aklıyla alay eden bu komitelerin halktan göç etmiş Efrinliler ile ilgili bilgi toplamayı da hedeflediği bu yönlü sorular sormalarından anlaşıldı.
İlhakın Temellerini Oluşturma
Yine Haziran ayında Türk Devleti Efrin’den göç eden Kürtlerin arazilerine el koyduğunu ilan etti. Kendisine bağlı çetelere bu arazilerin artık Türk Devletine ait olduğu bu nedenle arazileri yakmama ve ağaçları kesmeme talimatı verdi. O zamana kadar her tür yağmaya açık arazileri Raco ilçesinden başlayarak kendi mal varlığı olarak duyurması ve Efrinlileri bu arazilere hiçbir şekilde sokmaması işgal ettiği toprakları kendi mülkü konumuna getirmenin ilk adımı olarak kayıtlara geçti.
Uluslararası Kurumları Etkileme Çabaları
Son olarak 26 Haziran 2021 tarihinde Efrin’in Raco ilçesinin Meydan Ekbas köyündeki tren istasyonundaki çete merkezinde uluslararası bir derneğin heyetinin toplantı yaptığı basına yansıdı. Yaklaşık bir saat süren toplantıyı gerçekleştiren derneğinin geliş amacının Raco ilçesi ve Meydan Ekbas köyü etrafında inceleme yapma olduğu anlaşıldı. Efrin savaşı esnasında yıkılan evlerin fotoğrafını çeken heyeti doğrudan Türk polisinin koruması dikkat çekti.
Türk Devletinin Faaliyetlerinin Arka Planı
Bu gelişmeleri birkaç noktadan tahlil etmek ve Türk devletinin kirli yüzünü takmaya çalıştığı maskelere karşın görmek mümkündür. Öncellikle belirtilmesi gereken halkının katili olan kişilerle yani kendi maşaları eliyle halkta bir yanılsama yaratmaya çalıştıklarıdır. İnsan oldukları bile şüpheli kişilerin kendilerine “Özgürlükçü” demeleri de sanırız işin en ironik kısmı olmaktadır. Kendileri Avrupa’da sömürgeciliğin sunduğu imkânlarla yaşarken halka Türk işgalciliğinin ne kadar insani olduğunu anlatacak kadar düşmüş olan bu kişilerin toplumda bir etki yaratmayacağı açıktır.
Bu örgütlenmeler eliyle soykırımcı Türk devletinin Kürtleri Efrin’e, kendi işgal sistemlerine çekmeyi istemeleri onların uzun vadeli planları ile ilgilidir. Türk devleti Efrin’i kendi topraklarına katarken sadece oradan buradan topladığı çetelerin yaşadığı bir bölgeden ziyade kendi sistemine boyun eğmiş Kürtlerin yaşadığı bir kent olarak sunmak istemektedir. Göç edenleri kendi topraklarına çağırmaları bunun için kendi faşist Türk İslam zihniyetinin “ötekinin ötekisi” olarak gördüğü Ezidilerle de cihadist çetelerin homurtularına rağmen toplantılar yapması bu nedenledir. Buna yaşamak denirse tabi köle Kürdün yaşadığı Efrin’i kendi sınırlarına katmak istemektedirler. Türk Devletinin soykırımcılığında her zaman fiziki soykırımın yanında daha fazla hasar veren zihni soykırımı pratikleştirmiştir. Bu nedenle kendine itaat etmiş ve beyni kazanılmış Kürt’ü tercih etmesinde şaşırılacak bir şey yoktur. Her koşulda Türk Devletinin isteklerine göre olan soykırıma uğramış madden yaşayan fakat manevi olarak ölü bir Kürt vardır.
Kendilerine bağlı STK’larla Kürtlere sadaka dağıtımını artırmalarını da bu çerçevede düşünmek gerekir. Birçok değişik adla örgütlense de (en bilineni ve aktif olanı İnsan Hak ve Hürriyetleri İnsani Yardım Vakfı ya da kısaca İHH İnsani Yardım Vakfıdır.) MİT merkezli yönlendirilen bu STK’ları işgalci Türk Devletinin temel stratejik araçlarından biri olarak düşünmek yanlış olmayacaktır. İşgal bölgelerinde fiziki olarak yaşamı sürdürme imkânın sürdüğü algısını yaratmanın temel araçlarından biri de bu yardım tiyatrolarıdır. Sadakalarla toplumu terbiye etme yöntemini AKP-MHP faşist hükümetinin tüm Türkiye’de ama özellikle de Bakurê Kürdistan’da yoğunca kullandığı bilinmektedir.
Türk devletinin arazileri kendi mülküne geçirmesi ise üzerinden atlanmayacak ya da sıradan bir olay olarak görülmeyecek bir gelişmedir. Çünkü bu şekilde aslında ilhakın sözde hukuksal alt yapısı hazırlanmaktadır. İşgalci Türk Devleti aylar önce arazi sahiplerinin mülkiyet haklarını kullanabilmesi için son bir başvuru tarihi ilan etmişti. Ardından da başvurmayanların arazilerine el koyan kararını açıkladı. Bu yöntemle bu toprakların hukuksal olarak kendisine ait olduğunu iddia edebilmeyi istemektedir. Yapılanın neredeyse tüm evrensel hukuk ilkelerine aykırı olduğu açık fakat Türk devleti minareyi çalarken kılıfını hazırlamaya çalışmaktadır. Bu bariz hukuksuzluğun geçerli olmadığı söylenebilir ama zaten Türk işgali herhangi hukuksal bir dayanağı olmadan 3 yıldır sürmektedir. Dahası Türk Devletinin Kıbrıs’ta yaptıkları, Rumların topraklarına el koyması hatırlanırsa bunun daha önce de yaptığı bir uygulama olduğu ortaya çıkacaktır. Uluslararası hukuku gözetmekle yükümlü kuruluşların bunu nasıl ele alacağı ise ne yazık ki tamamen güç dengesi içerisinde belirlenecektir. Ayrıca bu uygulama ile İsrail’in Arapların topraklarına el koyma biçimini de yinelemektedir.
Şikâyet komitelerinin kurulması ya da bazı çetelerin göstermelik olarak cezalandırılması faşist Türk devletinin çeteler ayrı Türk askerleri ayrı sahte argümanını yaymaya çalışması dışında bir anlamı yoktur. Halkla yapılan toplantılarda ya da uluslararası kurumlara verdikleri cevaplarda işlenen suçlarda, işkencelerde sürekli çeteleri ve onların başıbozukluğuna işaret etmesinin arkasında yatanda budur. Sanki çeteler Türk Devletinin talimatları dışında hareket ediyormuş gibi yaparak herkesin gözünün önünde işlenen suçlarda kendini aklamaya çalışmak tipik bir ikiyüzlülüktür. Talimatla Libya’dan Karabağ’a birçok yerde ölüme yollayabildikleri bu paralı çeteleri Türk Devletinden ayrı düşünmek mümkün değildir. Efrin’de işlenen en ufak suçta bile sorumluluk tamamen Türk devletine aittir. Oysa inkâr edemedikleri süreklileşen vahşete karşı Türk devletinin tek savunması bu ayrımı vurgulamaktır. Kurulan mekanizmalardan hiçbir olumlu değişimin çıkmayacağını, bir süre sonra bu komitelerin tekrardan çalışmayı bırakacaklarını tahmin edebilmek güç değildir. Sadece son aylarda 300 yakın kişi fidye amaçlı kaçırılırken şikâyet komitelerinin ne anlamı olabilir? Yaşam hakkı bile olmadan şikâyet hakkından ya da herhangi bir hukuktan bahsedilebilir mi? Türk Devleti Efrin’de zora dayanmaktadır ve başka da dayanacağı bir zemin yoktur. İşgalin sona ermesi de ancak aynı yöntemle olacaktır. Zora dayalı işgal diplomatik görüşmelerle değil, direnişle sona erecektir.
Türk devleti ve çetelerinin Efrin’deki suçlarının tam dökümünü yapmak mümkün değilse bile binlerce yurttaşın işkenceye uğradığı, sebepsiz yere tutuklandığı ve fidye almak için kaçırıldığını ifade edebiliriz. Soykırımcı, sömürgeci, işgalcilerin saldırılarının yol açtığı manevi kaybı ise aktarabilmek mümkün değil. Samimi bir şekilde insan hakları ihlali amacına yönelik çalışmalar yürüten uluslararası insan kuruluşların yanında, Kürtlere karşı işlenen suçlarda sessiz kalmaları neredeyse standart hale gelmiş bazı kuruluşlar bile Efrin’deki suçları sürekli vurguluyor. Bu açıdan Efrin’de Türk Devletinin işgalciliğinin insanlık dışı pratiklerinin üstü kapalı kalmadı. Ne içerde ne dışarda kendini herhangi bir hukuki ilkeye bağlı saymayan AKP-MHP hükümetinin bu uygulamaları faşist niteliğinin doğal sonucudur. Fakat bu hükümet bile gelişen eleştirilerden zor duruma düşmektedir. Bu durumdan kurtulmak için bazı uluslararası kuruluşu Efrin’e davet etmeleri, orada gözlerini boyamaya çalışmaları gerekiyor. Uluslararası heyetlerin Efrin’e gelişlerini bu şekilde ele almak gerekir. Yoksa son zamanlarda artan bu tür ziyaretleri yapılan vahşete geri adım atacak şeklinde yorumlamak doğru olmaz.
Sonuç; Türk Devletinin Efrin Planı
Kürt soykırımını kendi varlık sebebi sayan AKP-MHP faşizmi bilindiği gibi Rojava Kürdistan’ın ilk olarak Efrin kentini işgal etti. Fakat Türk Devleti sadece ilk işgal edilen bölge olmasının ötesinde Efrin’i her zaman farklı değerlendirdi. Efrin’i kendi sömürgeci hayallerinin yol haritası olarak işaret ettiği Misaki Milli içerisinde ele aldı. Bu bölgeyi işgal etmekle yetinmeyeceğini ve nihai hedefinin ilhak olduğunu(Hatay’a yapılan göndermelerle) birçok uygulama ile gözler önüne serdi. Demografi değişiminden altyapısını yağmaya kadar sömürgeciliğin kirli pratiklerini bir bir sergilerken yüksekokul açmadan Türk devlet mekanizmalarını Efrin’de oluşturma gibi uygulamalarla bu bölgeyi kendi devlet sınırlarına katmanın ilk adımlarını da attı. İşkence, adam kaçırma gibi halkı yıldırma faaliyetlerine ise ara vermeksizin devam etti. 3 yıldır Türk Devleti ve çetelerinin Efrin’de insanlığa karşı suç işlemedikleri bir gün dahi görülmedi.
Bu çerçevede Faşist Türk Devleti Efrin’de özel savaş aklının en ince planlamalarını devreye koymaktadır. Zaman zaman “iyi polis-kötü polis” politikası izlerken zaman zaman da ENKS ve benzeri örgütlerle görüşerek farklı beklentiler yaratmayı amaçlamaktadır. Fakat akıldan çıkarılmaması gereken genel stratejisidir. Türk Devleti Efrin’i başta çetelerine peşkeş çekerek Kürtsüzleştirmek istemektedir. Bunun yanında iradesi kırılmış ve beyaz soykırıma tabi tutulmuş Kürtlerin önünü açmak istemektedir. Sonuç olarak da her biçimde bu bölgeyi kendi sınırları içerisine katmayı hedeflemektedir. Bu genel politik hattı doğrultusunda farklı taktiksel hamleler yapabilir fakat nihai amacından vazgeçmez. Onu bu amacından vazgeçirip, faşist sürülerini Efrin’den çıkarmanın tek yolu direniştir ve her geçen gün büyüyen kurtuluş mücadelesi bunu er geç sağlayacaktır.
Yasin Kılıç/Kürdistan Strajik Araştırmalar Merkezi