HABER MERKEZİ –
Batıyı taklit etme 2. Abdülhamit zamanında başlamıştır
İslam’ı bir inanç ve toplumsal sistem olarak özümseme dertleri olmadığı için, içine girmeleri kadar çıkmaları da zor olmamıştır. Din ve ideoloji değiştirmek Türk egemen sınıfı için ihtiyaç duyulduğunda itinayla yapılır. Ülkeye komünizm gerekirse onu da kendileri getireceklerdir. Yeter ki, egemen sınıfın çıkarına olsun. Hazara devletinde Yahudi olmak, Arap halifelerinin gölgesinde Müslüman olmak ya da son yüzyılda olduğu gibi kapitalist olmak hiç sorun değildir. Bu anlamda Türk egemenlerin taklit etmekte sınırları yoktur. Son yüzyılda kimi zaman Hitler Almanya’sı olmak, kimi zaman Japonya olmak, ABD olmak hep hayallerini süslemiştir. Bu amaçlarını gerçekleştirme konusunda çok fırsatçı, hilekar ve kurnaz olmuşlardır.
Sömürgeci Türk devletinin gerek kuruluş gerekse gelişim sürecinde egemen sınıfın bu taklitçi karakterini her aşamada görmek mümkündür. Jön Türklerle başlayan, İttihat ve Terakki ile devam eden ve Kemalizm’le sonuçlanan Türk ulus devletinin temelleri böyle atılmıştır. Aslında Batı’yı taklit etme daha 2. Abdülhamit zamanında başlamıştır. Ordudan tutalım polis teşkilatının düzenlenmesine, istihbarat örgütünden tutalım idari kuruluşlara kadar Avrupa taklit edilmektedir. Alman imparatoru Wilhelm İstanbul’a geldiğinde, 2. Abdülhamit’e siyasi polis, casusluk konularında yardımcı olabileceğini belirtir. Bu faaliyetleri düzenlemek üzere konunun uzmanlarını Osmanlılara gönderir. Bu uzmanlardan bir polis şefi 1901’de bir gazeteye, “Çalışmalarım başarılı oldu. Türkler bütün geri kalmış toplumlar gibi üstün bir takip ve izleme kabiliyetine sahiptir” demiştir. Burada bir kez daha bu taklitçilik mahareti takdir edilmektedir!
Devletin taklitçi geleneğinde İttihat ve Terakki örgütünün yeri ayrıdır
Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Taklit edilen Avrupa olunca hangi Avrupa devletinin olduğu önemli değildir. Bu bazen Almanya, İngiltere olur, bazen Fransa ya da ABD olur. Türk devleti bir ordu ve istihbarat devletidir. Ordu ve istihbarat teşkilatları Avrupa’dan kopya edilmiştir. Nasıl bir zamanlar bu konuda İran veya Bizans taklit edilmişse cumhuriyet döneminde Batı ülkeleri taklit edilmiştir. Orduda Alman etkisi çok belirgin olmuştur. Osmanlı devletinin son dönemlerinde ordusunun başında Otto Liman von Sanders isimli Alman generalinin olması, orduyu bir Alman’ın yönetmesi bunu göstermeye yeterdir. Cumhuriyet döneminde de Alman ordusu model alınmıştır. Osmanlı polis teşkilatı Fransa gizli polis teşkilatının ünlü ismi François Vidocq’un çalışma sistemine göre düzenlenmiştir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra başta ordu ve istihbarat örgütü olmak üzere tüm devlet yapılanması ABD ve NATO’ya uyarlanmıştır.
İttihat ve Terakki kadar bu konuda pervasız davrananı azdır. Orta sınıftan gelmeleri, onları sonuna kadar faşizme açık hale getirmiş, milliyetçilik yeni dinleri olduğundan en fanatik bir ırkçılığa yönelmeye kapıyı sonuna kadar açık tutmuş, taklitçi karakterleri onları kraldan daha fazla kralcı kılmıştır.
Bu sömürgeci, faşist devletin tarihinde ve bu taklitçi geleneğinde İttihat ve Terakki örgütünün ayrı bir yeri vardır. Enver, Talat ve Cemal paşalar üç kişi değil, bir sınıftır; Türk egemenlerin tarihsel karakterini temsil eden rejimin bunlar şahsında somutluk kazanmasıdır. İçine girdikleri hayalperest ve maceracı politikaları, Ermenileri soykırımdan geçirmeleri, Arap aydınlarını idam sehpalarına götürmeleri, Süryanileri kılıçtan geçirmeleri, Çerkezleri baskınlarla katletmeleri, Pontusları hem katletmeleri hem sürmeleri ve aynı akıbeti Kürtler için düşünmeleri bu gerçekliklerinden bağımsız değildir. Osmanlı devletinin çözülme sürecinde açığa çıkan bir zihniyetin, Türk egemenlerinin tarihsel karakterinin somutluk kazanmasıdır.
Osmanlı devletini Birinci Dünya Savaşı’nın içine bir oldu bitti ile atmak başka türlü nasıl izah edilebilir? Öyle gafletle, bilmemezlikle alakalı değildir. Gözü kara bir hırs, bir koyup on alma hesabı, dağılan bir devleti kurtarmak kadar büyük bir imparatorluğa tekrar dönüştürme hayali ile bağlantılıdır. Hesabın tutmaması ayrı bir meseledir. Hitlerin hesabı da tutmamıştır ama bu onun faşist zihniyet ve karakterini değiştirmemektedir. Bunların da başarılı olmamaları, yenilmeleri tarihsel karakterlerini ve insanlık dışı zihniyetlerini ortadan kaldırmamaktadır.
Putin’in çar, Erdoğan’ın padişah olma sevdası bilinmektedir
Bugün AKP-MHP ittifakı ve Erdoğan-Bahçeli kliği de aynı yolda, onların izinde yürümektedir. İsimler ve maskeler değişse de zihniyet ve karakter aynıdır. Tarih bunların şahsında hem tekerrür etmekte hem de yenilikler eklemektedir. Erdoğan’ın orta sınıftan gelmesi, faşizme kapıları sonuna kadar açık hale getirmiştir. İslam’ın iktidarcı ve kapitalizmle yoğrulan yorumunu da kendinde somutlaştıran bu kişilik, taklit etmede sınır tanımamaktadır. Uzun yıllar Avrupa Birliği’ne girmek için yaltaklanıp durmuştur. Her kesimi bu şekilde oyalamış ve kandırmaya çalışmıştır.
Bu sonuç almayınca bu sefer Rusya ve ABD arasında gidip gelmeye başlamıştır. ABD ve NATO’yu Rusya’ya karşı, Rusya’yı da bu güçlere karşı kullanmaya çalışmaktadır. Şantaj, blöf, komplo ve her türlü yöntemi kullanarak güç dengeleri arasındaki çelişkilerden yararlanmayı esas almaktadır. Erdoğan’ın hayallerinden biri Putin gibi olmaktır. Türkiye’yi de Rusya haline getirmektir. Putin’in çar, Erdoğan’ın padişah olma sevdası bilinmektedir. Erdoğan kişiliksiz bir yapıda olmasına rağmen kendini kabadayı gibi lanse etmesi boşuna değildir. Ancak kabadayının da sahtesi bir yere kadar iş görür. Devletlerarası ilişkilerde kabadayılık değil, güç ve çıkar ilişkileri geçerlidir.
Sömürgeci Türk devletinin bugün taklit etmeye çalıştığı diğer bir güç de İran’dır. İran köklü bir devlet geleneğine sahiptir ve Ortadoğu’da hegemonya peşinde olan bir güçtür. İran kendini bölge düzeyinde örgütlemiş ve gelecek saldırıları ülke topraklarının dışında karşılamayı esas alan bir politika izlemektedir. Ayrıca içte de istihbarat örgütlenmesine dayanarak iktidarını sağlama almaya çalışmaktadır. Halkın içinde Besic türü paramiliter örgütlenmelerle toplumu denetim ve kontrol altına almaya çalışmaktadır. İran özel savaş yöntemlerini topluma karşı yaygın bir şekilde kullanmaktadır. İran devletinin özel savaş yöntemlerindeki mahareti “Pamuk ipliği ile düşmanını boğmak” sözü ile tanımlanmıştır.
Son yıllarda Türk devleti, İran’ın bu politikalarını taklit etmeye çalışmaktadır. AKP-MHP faşist iktidarına kadar Türk devletinin dış politikası devletlerin iç işlerine karışmama ilkesine dayanıyordu. Türk devletinin klasik dış politikası buydu. Ancak son yıllarda bu politika değiştirilmiştir. Başta komşu ülkeler olmak üzere Ortadoğu’da yayılmacı ve hegemonyacı bir dış politika izlenmektedir. Şu veya bu gerekçeyle ülkelerin iç işlerine karışmak ve karıştırmak bir yöntem olarak geliştirilmektedir. Bununla güdülen temel amaç o ülkelerin yeniden düzenlenmesinde başat bir aktör olarak masada yer almak ve pazarlık gücüne sahip olmaktır. Diğer bir neden de iktidarına yönelik olası saldırıları dışarda karşılama ve kendine yönelik tehditleri ülke toprakları dışında boşa çıkarmadır. İran’ın yaptığı politika bu şekilde taklit edilmektedir.
Bunun temel yöntemlerinden biri de dış ülkelerde kendine bağımlı örgütlemeler geliştirmektir. İran nasıl Hizbullah, Husiler başta olmak üzere birçok Şii yapıyı stratejik hesapları doğrultusunda kontrol edip yönlendiriyorsa, faşist Erdoğan rejimi de DAİŞ, El Nusra, İhvan-ı Müslimin ve irili ufaklı birçok çete yapıyla benzer ilişkiler geliştirmektedir. Son yıllarda bunu çok etkili bir şekilde kullandığı da görülmektedir. Bu çeteleri Suriye’ye karşı yıllarca kullanmıştır. Şimdi de bu çetelerden binlercesini Libya iç savaşında kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaktadır. Yine Yemen’deki iç savaşa da bu çetelerin Türk devleti tarafından gönderildiği iddia edilmektedir. Yarın başka bir ülkede de kendi çıkarları doğrultusunda bu güçleri kullanacağı açıktır. Bu çeteleri sadece Ortadoğu’da yaşanan çelişki ve çatışmalarda kullanmakla yetinmemektedir. Başta Avrupa olmak üzere tüm dünyaya karşı bir tehdit aracı olarak da kullanmaktadır. Çetelerin başvurduğu terör ile birçok gücü etkisiz hale getirmeye, kendi politikalarına mahkum etmeye çalışmaktadır.
Ancak bunları da kapsamak üzere Türk devletinin komşu ülkelerin içindeki gelişmelere bu kadar duyarlı olmasının en önemli nedeni; Kürt halkının özgürleşmesini, özgür bir statüye kavuşmasını engellemeye yönelik politikasıdır. Dört sömürgeci devlet içinde bu görevi birinci dereceden üstlenen faşist Türk devletidir. Sadece kendi sınırları içinde değil, Kürtlerle ilgili nerede bir gelişme varsa, özgürleşme imkanı doğmuşsa ona müdahale etme ve saldırılarla tasfiye etme, Türk devletinin temel stratejisi ve öncelikli hedefi durumuna gelmiştir. Kürt halkının özgürlüğünde ve bir statüye kavuşmasında kendi sonunu gören hastalıklı, ırkçı ve faşist bir zihniyet söz konusudur. Kürt halkına soykırım dayatması bununla bağlantılıdır. Kendine bağlı çeteleri yıllarca Kürt halkına ve onun özgürlük mücadelesine karşı kullanmış ancak bu çeteler Kürt özgürlük güçlerince yenilgiye uğratılınca devlet, tüm gücüyle Kürdistan’ı birçok alanda işgal operasyonlarına girişmekten geri durmamıştır. Bu faşist, soykırımcı saldırılar hızından bir şey kaybetmeden devam etmektedir.
Orhan Kendal/Serxwebun