HABER MERKEZİ
Türklerin halk olarak değil de egemenlik biçimi bu topraklara uymamaktadır. Türk egemenliği yaklaşık sekiz yüz yıldır doğu batı çelişkisine, gerginlik ve çatışmalarına dayanarak yaşamaktadır. Kazanç elde etmek istemektedir. Yirminci yüz yıldan sonra ise SSCB ile batı kapitalist dünyası arasında doğan yapay çelişkiye dayanarak var olmaya çalışmıştır.
Doğu batı çelişkisi ulus devletlerin kendi iç ilişki ve uzlaşıları ve kapitalist sistemin tahrip edici etkisinden ötürü halkların ulus devletlerle çelişkisine dönüşmüş bu da demokratikleşme ya da faşizan sistem çelişki ve çatışmasına evrilmiş olup evrenselleşmiştir. Yani artık sadece doğu batı çelişkisi değil, demokratik taleplerin her yerde gelişmesi halklar ve egemen sistem çelişkisi şeklini almıştır. Bu sonuç doğu batı çelişki ve çatışmasını yumuşatmış en azından bölgesel olmaktan çıkarmıştır. Türk egemenliği bu tarihsel gelişme sürecinde tüm egemen sistemler adına halkların demokratik taleplerine saldıran barbar bir güç olmuştur. Bu barbarlık sadece kendisini değil tüm ulus devlet egemenlerini tehlikeye sokacak kadar ileri bir düzeye varmıştır. Halkların vicdanı ve bir kesim egemen sistem temsilcilerinin Türk barbarlığının, soykırımcı işgal saldırılarını kabul etmemesi bundandır. Bu barbarlık her faşist rejim gibi saldırganlıkla sonunu getirecektir. Yeter ki halkların direnişi sürsün.
Türk ulus devleti SSCB’nin kurulması ile kapitalist sistemin yaratmak zorunda kaldığı yapay bir oluşumdur. Sosyalist devrim olmadan önceki Sykes-Picot anlaşması, Türk devleti resmiyet kazanmadan önceki Sevr anlaşması gibi daha birçok görüşme, açık gizli anlaşmalardan çıkarılacak sonuç, sosyalist devrim olmamış olsaydı, kapitalist merkezlerin sosyalist devrim korukları olmasaydı bu devletin kurulamayacağıdır. Bu devletin bu nedenle kurulduğunun bir diğer kanıtı Balfour deklarasyonunca 1917’den sonra kurulması gereken İsrail devletinin geciktirilmesidir.
Türk ulus devleti, SSCB batı kapitalist sistem çelişkisini halkları katlederek kullandı. Büyük suçlar işledi. Bu devlet, kuruluş mayasındaki ‘sosyalist devrimi engelle, Ortadoğu’ya yayılmasını durudur, halkları ve inançları katledebilirsin’ görevini Ermeni, Asuri-Keldani, Rum, Laz, Çerkez, Arap ve Kürtleri fiziki ve kültürel soykırımla yok etmenin eşiğine getirerek yerine getirdi. Böylece tarihin en büyük insanlık suçunu işlemiş oldu. Bu görevini bugün Kürtleri yeni bir soykırıma uğratarak sürdürmekte ve suçlarına yeni suçlar katarak devam etmektedir.
Kapitalist merkezin Türk ulus devletine 1923’ten sonra ‘soykırım serbestisi’ izni verdiğini bilelim. Bugün yapılanlar da bu serbestinin devam ettiğini göstermektedir. Örneğin Trump yönetimi halen bu çizgide hareket etmektedir. Türk devletinin Kürtleri terörist görmesine çok az devletin o da utanarak karşı çıkmasının da nedeni ABD yönetimidir. Çünkü 2. Dünya savaşından sonra Türk ulus devletini ‘yedirip içiren, besleyip giydiren’ ABD’dir. Türk faşist ve soykırımcı devleti Kürtleri ABD başta olmak üzere AB devletlerinin kendisine NATO bağlamında verdiği silahlarla katletmektedir. ABD ve AB Kürtlere terörist muamelesi yaparak Kürtleri savunmasız bırakmaktadır. Kürtlerin imkanları dahilinde silah elde edip Türk sömürgeciliğine karşı savaşmasını engelleyerek Türk soykırımcılığını desteklemektedir. Her halkın sahip olduğu kendi kendini yönetme hakkını talep eden Kürt halkına terörist diyen ABD ve AB Kürt soykırımından birinci derece sorumlu tutulmalıdır. Türk devletini bizler de tanıyoruz. Türk egemenlerini ve toplumsal kişiliğinin ne olduğunu bizlerde biliyoruz. Bunların ABD’siz ve AB’siz tek bir adım atmayacaklarını her gün ettikleri propagandandan biliyoruz. Her şeyden önce ABD ve AB’nin değişen dünya siyasal dengelerine, biten soğuk savaşa, gelişmiş teknik teknolojinin yeniden biçimlendirdiği toplumsal yaşama rağmen sanki 1923’de yaşıyormuşuz gibi Türk devletini ve Türkleri ele alması Kürt soykırımında bu devleti desteklediklerinin en açık ifadesidir.
Dünyamız değişmiştir. Değişmemiş çok az şey kalmıştır. Bu değişmezlerin başında devletlerin destekledikleri Türk rejiminin Kürt halkına dönük inkar ve imhacı siyaseti gelmektedir. Bu insanlık olarak büyük bir ayıptır. Ahlaken büyük bir vicdansızlık ve haksızlıktır. Siyaseten kanun dışılıktır.
Değişen dünyamızda Ortadoğu halkları da kendilerine yeni bir yol arayışı içindedir. Bölge halkları içinde de Kürtlerin bu yol arayışında öncü olması tabiidir. Bu hususta Kürtlerin önünü almak, Türk sopası ile tehdit etmek büyük bir insafsızlıktır. Değişen dünyamızda tartışılması gereken bir gerçeklik varsa o da Türk egemenliği, Türk ulus devletidir. Bu devlet en az yüz yıldır sistem sahiplerinden hak etmediği kadar destek almakta ve adeta sistemden en ucuz maliyetle beslenmektedir. Örneğin bu kadar gelişmiş teknik ve teknolojiye rağmen halen Türkiye’nin jeo-sratejik önemi demek büyük bir abartıdır. Gerçekleri saptırmaktır. Artık fiziki olarak mekanlar değil halkların kültürel mirasları, esas aldıkları ideolojik kodları, demokratik taleplerinin düzeyi stratejiktir. Bunu bizzat birçok batılı entelektüel dilendirmektedir. Kürtlere birde bu konuda haksızlık edilmektedir. Jeo-stratejisi denilen topraklar da Türklerin değil Kürtlerin topraklarıdır. Ermeni ve Rumların topraklarıdır. Anadolu’nun Türklere verilmesi daha yüz yıl olmadı. Bunun için Türklerin halk olarak değil de devlet olarak Anadoludaki varlığı yeniden tartışmaya açılmalıdır. Bu devlet ne Anadolunun ne de Ortadoğu’nun geçmiş mirasına göre değildir. Kuşkusuz ki Irak ve Suriye Baas rejimleri gibi Ortadoğu’daki diğer devletler de katliam yapmıştır. Çok baskıcı ve zorba yöntemler kullanmıştır. Ancak dikkatinizi çekerim ki bu rejimlerin hiçbiri halkları ve değişik inançları inkar etmemiştir. İnkarcılık Türklere ait bir sistem olarak bu topraklara girmiştir. Hiçbir rejim katlettiği bir halkın ismini küfürle eşit bir algı olarak kullanmamaktadır. Hitlerden sonra Almanlar Yahudilerden ve insanlıktan özür dilemiştir. Türkler katliamcı olduklarını katlettikleri milyonlarca insana rağmen kabul etmeyecek kadar insanlıktan uzak düşmüş, siyaset denilen realiteyi inkar ederek insanlık değerlerini tehlikeye atmaktadır. Böyle bir barbarlığın ve alçaklığın bu topraklardaki halklara ve kültürlerle yakından uzaktan bir ilişkisi yoktur. Bu sistem sosyal manasıyla ‘piçlere’ kurdurulmuş bir sistemidir. Artık bu ‘piçlere’ destek olanlar desteğini çekmelidir. Halkların öfkesiyle baş başa bırakmalıdır. Bu herkese hayrı dokunacak sonuçlara yol açacaktır. Çünkü bölgemizin asil, hakiki gerçek sahibi halkları vardır.
Mehmet GÖREN
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi