HABER MERKEZİ- Kemal Söbe’nin Kaleminden
“Türkiye’nin şimdiki hali, 1910’lardaki Osmanlı’nın hastalıklı haline benziyor. Sorunların varlığını ve sorunların çözülmesi gerektiğini kabullenmek Osmanlı’dan Türkiye’de zihniyet mirası olarak kalmış. Hastalıklı bir insan, hasta olduğunu kabul ettiği ve tedavi olduğu sürece sağlıklı olabilir. Aksi durumda, ölmesi, yok olması kaçınılmazdır. Temelinde hakikat olmayanların ömrü kısa olur. Türkiye’de resmi Türklüğün devşirme olması, kimliksel olarak hakikatten ne kadar uzak olduğunu gösteriyor. Kendi tarihsel hakikati üzerinde yukselen bir kimlik yapaylığa ve sahteliğe ihtiyaç duymaz. Türkiye’nin ulus devlet olarak her şeyi sahteliğe dayalıdır, çünkü yağmaya ve talana dayalı olarak var oldu. Başkalarının yokluğuyla var olmaya çalışanlar başkalarının varlığını kabul etmezler, çünkü bunu kendi yokluğu olarak görür. Kendi öz değerleriyle var olanlar başkalarının değerlerine saygı duyarlar ve bir zenginlik olarak görürler.
Bakın, Kürtler, kendi öz değerleriyle varoluşu yaşıyorlar, bundan dolayı farklılıklarla yaşamayı bir insanlık zenginliği olarak görüyorlar. Türkiye, Irak ve Suriye devletlerinin başına gelenlerden hiç ders çıkarmış değil. Kürt sorunundan kaçmakla sorundan kurtulacağını düşünüyor. Oysaki Kürt sorunuyla yüzleşmek ve Kürt ulus gerçekliğini anayasal olarak kabul etmek Türkiye’yi sağlıklı adam haline getirir. Her tarafı sorunlarla kuşatılmış olan Türkiye’nin herhalde sığınacağı son liman Kürtler olacaktır. Ve sığınacağı son liman Kürtlere, ben ettim sen etme diyecek ve af dileyecek. TC’nin Kürtlere yaptıkları normalden af edilecek şeyler değildir. Kürtlerin yerinde, ulus devlette ısrar eden başka bir halk olsaydı Türkiye alabora olmuştu. Kürtler inandıkları demokratik ve insani değerlere bağlı kalarak insanlık kimliğini ön plana alıyor, ulus devlete tenezzül etmiyorlar. Çünkü insani var oluş devletle ve iktidarla olmuyor toplumsal insani değerlerle oluyor. Dünyada, ulus devletlerin kullandığı siyasal milliyetçiliğin en katısı denebilir ki Türkiye’de yaşanıyor ve başka bir ülkede başka bir örneği yoktur.
Bu faşizan ve Kürt düşmanı katı ulus devletin böyle devam etmesi neticesinde sanırım kendi katılığıyla kendi sonunu getirir. PKK’nin varlığını kendi varlığının sonu olarak görüyor. Çünkü PKK’nin varlığının hakikate dayalı geliştiğini biliyor. Kendi varlığının talana ve yalana dayalı olduğu için hakikatle yüzleşmeye korkuyor. Bütün ulus devletler toplum ve özgürlük karşıtı olarak var olurlar, ancak başka bir ulus devletin TC gibi bir sahteliğe sahip olduğu görülmemiştir. Mesela birçok ulus devletin etnik olarak tarihi bir geçmişi var, ancak TC’nin tarihi geçmişi etnik olarak sahteliğe, devşirmelere ve yalana dayalıdır. Tabiri caizse, TC’nin etnik ve ideolojik mayası bozuktur. Bu kadar vahşi ve anlayışsız olmasının nedeni budur. TC’nin Kürt halkına yönelik düşmanlığı TC’nin sonunu getirir. Önder Apo ve PKK, Kürt sorununun ideolojik bir çizgiden çıkıp Filistin/İsrail çatışması gibi kör bir sokak kavgasına dönüşmemesi için çabalıyor.
Kürtler, başka uluslar gibi, ulus devlette ve milliyetçilikte ısrar etselerdi, evrensel insani değerleri değil de sadece kendi geleneksel ulusal hedefleri içinde kalsalardı çoktan ayrı bir ulus devlete sahip olmuşlardı. Ancak Önder Apo’nun ve PKK’nin insanlık için bir ışık olmaları ulus devleti ve iktidarı insanlık için olmaması gerekenler olarak görüyor ve insanlık değerlerini temsil ediyor. TC devletini yönetenlerin zerre kadar insanlıkla ilgileri yoktur. Kürtlere karşı bu kadar vahşilik bunu açıkça gösteriyor. Ancak ne yaparlarsa yapsınlar, Kürtlerin insanlık mücadelesi TC’yi ıslah edecektir. Zaten başka çareleri de yoktur. 1914/1923 arası içine girdikleri o yok oluş sürecinde Kürtlerin desteği olmasaydı yok olmaktan kurtulamazlardı. Şimdi, 102/110 yıl öncesi gibi, TC, Orta Doğu’da büyük bir çıkmazda olup demokrasi sorunu yaşıyor ve bu demokrasinin anahtarı Kürtlerin elindedir. Eğer Kürtlerin elini tutarsa, Kürtlerin varlığını kabul ederse yok oluştan kurtulur. Başka türlü, bu düşmanca kafayla devam ederse sonu Osmanlı gibi olur. Kürt halkı bir şekilde var olur. Ama Kürtleri kaybeden bir Türkiye’nin var olamayacağını şimdiden söyleyelim. O açıdan, TC’nin Kürt sorununundan kaçışı yok ve Kürt sorununu çözmek zorundadır. Aksi halde kendisi derin bir çözülmeyi yaşar.”