HABER MERKEZİ- Selahattin Erdem yazdı
“Burada şu gerçeğin altını son bir kez daha net ve açık bir biçimde çizmekte yarar var: Kürtleri Türkiye ile barıştırabilecek tek kişi Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’dır. Aslında bu gerçeği başta devlet yöneticileri olmak üzere Türkiye’nin aydın, yazar, sanatçı ve siyasetçilerinin hepsi de bilmektedir. Fakat öyle bir yalan ve korku rejimi oluşturulmuş ki, hiç kimse bildiği bu gerçeği doğru bir biçimde ifade edememektedir. İfade ettiği zaman başına gelecekleri, öyle bir durumda ölümlerden ölüm beğenmesi gerektiğini bilmektedir.
Çünkü ortada Cumhurbaşkanı Turgut Özal örneği vardır. Turgut Özal “Kürtlerle federasyonu bile tartışmalıyız” demiş, bu sözlerinin bedelini hayatıyla ödemiştir. Yine ortada Başbakan Necmettin Erbakan örneği vardır. Necmettin Erbakan, her sabah çocuklara okutulan “Türküm, doğruyum…” andını hatırlatarak, “Sen öyle dersen, birisi de çıkar ben de Kürt’üm, daha doğruyum…der” demiş, bu sözlerin bedelini siyasi hayatıyla ödemiştir. Sırf bunları söyledi diye Necmettin Erbakan’ı ölümlerden ölüm beğen noktasına getirmişlerdir.
Bunları burada niçin yazıyoruz? Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile DEM Parti Heyeti arasında yapılan görüşmelere ve Önder Apo’nun verdiği mesajlara ciddi ve açık yaklaşılmıyor da onun için. Örneğin AKP iktidarı “Hemen PKK’nin feshedildiği açıklansın” diyor da başka bir şey demiyor! Peki ne olacak PKK feshedilirse? Elli yıl önce PKK mi vardı? Oysa Kürtler, “Kürt Teali Cemiyeti”nden bugüne yüzlerce örgüt kurdular. Örgütü bırakalım, aşiret ve kabile örgütlülükleri var, binlerce yıldır kendini yaşatan örgütlü bir toplum. Yeri geldi aşiret ve kabile olarak direndiler, yeri geldi şexler ve seyitler olarak direndiler, yeri de geldi modern siyasi ve askeri örgütler kurup direndiler. Yani bu PKK feshedilirse Kürtler yenisini kuramazlar mı? Kendini birçok biçimde örgütleyip özgürlük direnişi yürütemezler mi?
Yine DEM Parti Heyeti’nin ziyaret ettiği parti merkezleri, sonuçta “Bunlar kıymetli çabalar, biz de iyi buluyoruz, destek veririz” diyorlar; fakat “hangi çaba kıymetli, neyi iyi buluyorlar, neye destek verecekler?” bunu bir türlü söyleyemiyor, adını koyamıyorlar. Çünkü korkuyorlar. Özal ve Erbakan gibi örnekleri akıllarına getirerek Kürt gerçeğini ifade etmekten uzak duruyorlar. Bunu da “siyasi ustalık” olarak görüyorlar. Elbette bu tutum da her şeyi kendi iktidarına bağlayan Tayyip Erdoğan’ın iktidar ömrünü uzatmasına hizmet ediyor.
Türkiye’de bugün dil ucuyla da olsa ‘Barış’ söyleniyor ve İmralı’dan bazı beklentiler içinde olunuyor, ama buna uygun bir düşünce, siyaset, söylem ve eylem yok. AKP’nin yaptıklarına bir bakalım: Tayyip Erdoğan ve diğer AKP sözcüleri durmadan “PKK’nin gömüleceğinden” söz ediyor. Bağdat’a ve Şam’a giderek, PKK’yi “terör örgütü” olarak ilan ettirmeye ve PKK’yi yok etmeyi amaçlayan yeni saldırılar planlamaya çalışıyorlar. DEM Parti’nin seçilmiş belediyelerini gasp edip kayyum atıyorlar. CHP ile ortamı gerginleştirmek için her yola başvuruyorlar. Gazetecileri, siyasetçileri, muhalefet eden herkesi tutuklayıp zindana gönderiyorlar. Tişrîn ve Karakozak’da Kürtleri, sivil halkları bombalayıp katliam yapıyorlar. Belli ki AKP iktidarı savaştan nemalanıyor, savaşa dayanarak ayakta kalıyor.
Peki tüm bu tutumlarda bir ciddiyet ve açıklık var mı? Olmadığı ortada. Oysa Kürdistan üzerinde savaş kızışıyor. İsrail ve İran’ın çabaları gittikçe artıyor. Suriye’de Baas iktidarı düştü, sıra Türkiye’ye geldi. Türkiye’yi dışlayan yeni enerji yolu temelinde tüm Doğu Akdeniz temizlendi, sıra Kıbrıs’a geldi. Artık 24 Temmuz 1923 tarihindeki Lozan Antlaşması’nda Kürtlere karşı İngiltere ve Fransa ile anlaşıldığı gibi, şimdi Kürt karşıtı anlaşma yapacak ciddi bir güç de ortada yok. Açık ki Kürt karşıtı ve düşmanı politikalar Türkiye’yi çöküş noktasına getirdi ve tam bir felâketin içine attı. Bu felâketten Türkiye’yi kurtaracak tek güç, Kürt özgürlüğü temelindeki Türkiye demokratikleşmesidir. Bunu da gerçekleştirecek tek kişi Önder Apo’dur.
Çok net olarak görülüyor ki, Önder Apo’nun çözüm projesi Türkiye’nin tek kurtarıcısıdır, Türkiye için son şanstır. Fakat ne yazık ki bu son şans da heba edilmektedir. Türkiye’yi bu noktaya getiren zihniyet ve siyaset devam ettirilmeye çalışılmaktadır. Bu noktada ciddi ve açık olunmamakta, Kürt halk gerçeğine ve demokratik haklarına doğru yaklaşılmamaktadır.
Denebilir ki “Türkiye barış istemiyor, yüz yıldır olduğu gibi bundan sonra da Kürtlerle savaşarak kendini var edecek!” Elbette bu da bir düşünce ve siyasettir, ama yüzyıllık uygulama ile sonuçları açığa çıkmış olan bir zihniyet ve siyasettir. Peki bu zihniyet ve siyaset Türkiye’ye kazandırmış mıdır? Kazandırmadığı, Türkiye’nin geldiği ekonomik, sosyal ve siyasi krizlerle ortadadır. Kaldı ki mevcut Türkiye’yi ayakta tutan geçen yüzyıldaki gibi bir dünya da ortada yoktur. TC’nin içinde yer aldığı mevcut dünya, Ortadoğu’daki ulus-devlet sistemini Arap sahasında yıkmış, şimdi sıra TC ulus-devletine gelmiştir. TC’nin mevcut zihniyet ve siyasetle gideceği bir yer, yaşayacağı bir gelecek yoktur.
O halde, başta iktidar olmak üzere Türkiye’deki herkes artık ciddi ve açık olmalıdır. Ciddiyet ve açıklık her şeyin başında gelir. Çünkü bu devletin yüz yıldır yapmadığı kalmamıştır. Yüzlerce ve binlerce insanın nasıl öldürüldüğü ve kemiklerinin nerede olduğu bile belli değildir. Ciddi bir geçmişle yüzleşme sorunu vardır. Bunun için de en başta ciddi ve açık olmak, geçmişle yüzleşmeye cesaret etmek, buna da yetkili bir komisyonu mecliste oluşturarak başlamak gerekir.
Eğer iktidarı ve muhalefetiyle Türkiye ciddi olacaksa, o zaman Önder Apo’nun sorumluluk üslenmek istediği barış ve çözüm inisiyatifini geliştirmek için öncelikle nereden başlamak gerekir? Çok açık ki, bunun için birinci şart, iki taraflı bir ateşkesin ilan edilmesidir. Ateşkes olmadan, mevcut savaş ortamında rahat ve açık tartışma yapılamayacağı ortadadır. Yine geçmişte çok kez ilan edilen tek yanlı ateşkesler tecrübesi gösteriyor ki çift taraflı ateşkes olmazsa ciddi bir tartışma ve kararlaşma yapılamıyor.
Nereden başlamanın ikinci şartı, Türkiye’nin Kürt halk varlığını ve demokratik haklarını zihniyet ve siyaset düzeyinde gerçekten kabul etmesi ve anayasa ve yasal düzenlemeleri buna göre oluşturma çabası içine girmesidir. Anayasal ve yasal düzenleme olmazsa, dil ucuyla “Kürt realitesini tanıyoruz” demek somut bir sonuç vermiyor. 1992 yılında Başbakan Süleyman Demirel böyle söyledi, “Kürt realitesini tanıyoruz” dedi, ondan sonra da cumhurbaşkanı olarak yedi yıl Kürt soykırım savaşını koordine etti. Yine Kürtlerin halk olarak varlığı zihinsel ve siyasi olarak, ciddi ve samimi bir biçimde kabul edilmezse, sorunun çözümünde bir adım bile atılamaz. Çünkü herkes “Sorun” kavramını kendine göre anlıyor. Dahası Kürt halk varlığını inkâr edebilmek için tarihsel Türk varlığı da inkâr ediliyor. Örneğin bir kavim olarak Türkler gerçekten Orta Asya’dan mı geldiler? Yoksa Sümer’in devamı bir devlet midirler? Ya da şimdiki anayasanın belirttiği gibi, “Türkiye Cumhuriyeti Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olanlar Türk’tür” tanımlaması mı geçerlidir? Yani aslında Kürtlerin tarihsel tanımlanmasında ciddi bir sorun yoktur, sorun aslında Türk gerçeğinin tanımlanmasında yaşanmaktadır. O halde, öncelikle doğru ve bilimsel bir Türk tanımına ulaşmak gerekir.
Nereden başlamanın üçüncü şartı da, mevcut İmralı tecrit ve işkence sisteminin lağvedilmesi ve Önder Abdullah Öcalan’ın güvenlikli yaşar ve özgür çalışır koşullara kavuşmasıdır. Mevcut İmralı ortamında Önder Apo nasıl bir açıklama yapabilir ve bunu kimlere nasıl ulaştırabilir? PKK dahil herkesle görüşmeden ve bilgiler almadan mevcut tecrit ortamında ne yapabilir? Kaldı ki sürekli bir psikolojik baskı ve işkence altındadır. Örneğin Devlet Bahçeli ile AKP Yöneticilerinin “Hemen açıklama yapılmalı” biçimindeki tekrarlanan açıklamaları Önder Apo üzerinde somut bir baskı ve işkence değil midir? Baskı ve işkence altında sorunların çözülemeyeceği, demokratik çözüm için özgür çalışma ortamının gerektiği açıktır.”
Kaynak: Yeni Özgür Politika