HABER MERKEZİ
HSToday’den Anne Speckhard ve Ardian Shajkovci’nin 18 Mart’ta “Türkiye’nin DAİŞ Büyükelçisi” başlığıyla yayınlanan haberinde işgalci Türk devleti ile DAİŞ’in ortaklığına dair ciddi bilgi ve belgeler yer alıyor.
Haber şöyle:
“Benim Rakka’daki işim uluslararası olaylarla ilgilenmekti” diyor IŞİD için üç yıl çalışan Abu Mansur al Magrebi. “Görevim IŞİD’in Türk istihbaratıyla ilişkilerini yönetmekti. Hepsi Türkiye elçiliği görevine sahip emir rütbesine yükselmeden önce sınır bölgesinde çalışırken kendiliğinden oldu.”
HSToday’den Anne Speckhard ve Ardian Shajkovci’nin haberine göre Fas’tan Suriye’ye gelen Abu Mansur bir elektrik mühendisi. Görüştüğümüz çok sayıda yabancı mücahit gibi o da Müslümanları diktatörlerin otoritesinden kurtararak İslami kurallara uygun bir Halifelik düzeni kurma umutlarıyla gelmiş.
Kazablanka üzerinden İstanbul’a gelerek el Nusra ile IŞİD arasındaki çatışmaların ilk başladığı dönemde Türkiye’nin güney sınırından Suriye’ye geçmiş. Çatışmada kendini IŞİD tarafında bulan Mansur’a verilen ilk görev Türkiye sınırından geçerek IŞİD’e katılmak isteyen, kendisiyle aynı hayalleri paylaşan yeni üyeleri denetlemek olmuş.
“Görevim Türkiye’ye gelen yabancı mücahitleri karşılayan ajanları yönetmekti. Bu kişiler İstanbul’a gelen yabancı katılımcıların Suriye sınırındaki Gaziantep, Antakya, Şanlıurfa gibi şehirlere yolculuklarını organize eden, IŞİD’den para alan fakat ideolojik olarak taraf olmayan kimselerdi, tek amaçları para kazanmaktı. Türkiye’dekilerin çoğu IŞİD’e biat eden ancak silahsız gruplardı”.
“Gelenlerin büyük çoğunluğu Kuzey Afrika’dandı, Avrupa’dan gelenlerin toplamı 4 bin civarında olmalı.”
“Tunus’tan 13 bin, Fas’tan 4 bin kişi geldi. Libya’dan az katılım oldu çünkü orada bin kişilik farklı bir cephemiz vardı. Bu söylediklerim sadece 2015 yılına kadar olan rakamlar.” IŞİD’e katılmak için gelen yabancıların sayısını bu kadar kolay ezbere söylüyor olması oldukça ilginç.
IŞİD istatistiklerine bu kadar hakim olmasından dolayı daha büyük görevleri olabileceğinden şüphelenerek sordum: “İşin sadece IŞİD karşılama merkezinde yeni gelenleri kaydeden bir yazıcı pozisyonu muydu?”
Gülümseyerek “Görevim Suriye ile Türkiye arasındaki sınırı korumak ve yeni milisleri karşılamaktı. Tel Abyad, Halep, İdlib ve bu şehirlere ait tüm sınırlar benim gözetimim altındaydı.”
Yetkinin onda olduğu belliydi. “O zaman, IŞİD içinde emir rütbesinde miydin?”
Gerçek statüsünün ortaya çıkmasına sevinmiş gibi görünerek “Evet” dedi, “İlk başlarda sadece kayıt tutuyordum, daha sonra gözetmen oldum, yani bir IŞİD emiriydim.”
Daha sonra Türkiye üzerinden gelen kadınları konuştuk. “Bekar kadınlar Rakka’daki bekarlar merkezine gönderiliyordu. Evli kadınlar kocalarıyla birlikte misafirhanelerde kalıyordu. Aile oldukları için kocalarının eğitimi bitene kadar birlikte yaşıyorlardı. Bu eğitimde erkeklere kafirlere ve inançsızlara karşı şiddet kullanımını haklı gösteren tekfir ideolojisi öğretiliyordu.”
Abu Mansur’un söylediğine göre karşılama merkezlerinde yeni katılanlar geçmişleriyle ilgili çok detaylı formlar dolduruyordu. “Herkesi geçmişine ve eğitimine uygun pozisyonlara yerleştiriyorduk. Bir nevi insan kaynakları merkezi gibiydi. Formlardaki tek fark “şehit olmak istiyorum” cümlesiydi.
İsteyerek ve sadece şehit olma amacıyla gelenlerin durumunu sordum. “Onlarla ilgilenen farklı merkezler vardı. 2014-15 öncesi sadece şehit olmaya gelenlerin sayısı çok fazlaydı. Yaklaşık 5 bin kişi sadece ölmeye geldi. Onları merkezlere almadım, intihar görevlerine gönderilmek üzere farklı yerlerde tutuldular. Rakka’da bu iş için bir merkez vardı, o iş bana ait değildi.”
Abu Mansur’a göre “şehadet” için gelenlerin sayısı Halifelik yerine oturduktan sonra azaldı. “Rakka’da durum sakinleşince sadece yaşamaya gelenlerin sayısı arttı. Şehit olmaya gelenlerin oranı çok azaldı.” Mansur’un tuttuğu kayıtları çok net olarak hatırlama kabiliyeti sayesinde öğreniyoruz ki, 2014’ten önce gelenlerin yüzde 50’si şehit olmaya gelirken, 2014’ten sonra bu oran yüzde 20’nin altına düştü.”
“2014-15 yılları içinde yaklaşık 35 bin yabancı mücahit ülkeye giriş yaptı. Sonrasını bilmiyorum ama rakamlar giderek azaldı.” Mansur’un verdiği rakamlar Suriye’ye yurt dışından yaklaşık 40 bin milisin katıldığını tahmin eden uzmanların verileriyle tutarlı.
IŞİD emniyet güçleri tarafından eğitildikten sonra ülkelerine geri yollanıp saldırı düzenleme görevi alanlar hakkında Mansur “Biz karşılama ekibiydik, geri dönüp dönmeyeceklerini sormak işimiz değildi, o konuları Rakka yönetiyordu. Ama bunların yaşandığını inkar edemem. Bu durum gerçek ancak ülkelerine dönenlerin hepsi ‘uyuyan hücreler’ değil. Çoğu sadece istifasını verdi. Çok sayıda katılan memnun kalmayarak geri döndü. Halep ve Rakka üzerinden merkezi yönetim sistemi vardı. Pasaportları onlara veriyordum, onlar da arşivliyorlardı.”
“Koalisyon güçleri sınır bölgesine saldırı başlattıktan sonra Rakka’ya gittim. Doğu Suriye ve Rakka istikrara kavuşmuştu vs.” Bu dedikleri 2015-16 yılları arasında oluyor. IŞİD savaşçılarının sınırı geçip Türkiye’de tedavi görme izinleri olup olmadığını sorduğumuzda ise işler değişik bir hal aldı. Abu Mansur sadece bir Emir değil, aynı zamanda bir diplomattı.
“Türk istihbaratı ile IŞİD emniyet güçleri arasında yaralanan milislerin sınırdan geçişi konusunda bazı anlaşmalar ve tolerans vardı. Türk istihbarat teşkilatı MİT ile çok sayıda yüz yüze toplantı yaptım.
Türk hükümeti içinden tam olarak kimlerin IŞİD üyeleriyle görüştüğünü sorduğumuzda, “Ekipler vardı. Bazıları MİT, bazıları ordudan, 3-5 farklı grubu temsil eden ekipler vardı. Toplantıların çoğu konuşulacak konuya göre ya Türk askeri tesislerinde ya da onlara ait ofislerde oldu. Bazı dönemler her hafta görüşüyorduk. Toplantıların çoğu sınıra yakın yerlerde, özellikle Gaziantep’te olurken, Ankara’da da toplantılar yapıldı.”
Türk hükümet yetkilileriyle Ankara’da görüştüğünü duyduğumuz andan itibaren Mansur’un gözümüzdeki statüsü IŞİD büyükelçisi olarak değişti, çünkü yaptığı iş buydu. “Sınırı rahatça geçiyordum, bana araç tahsis ediliyordu ve koruma eşliğinde gidiyorduk. Beraberimde iki üç kişi daha oluyordu ve ekibin lideri bendim.” Mansur, Erdoğan’a bağlı bir istihbarat görevlisini kendisine “Cumhurbaşkanı’nın kendisiyle bizzat görüşme istediğini” bildirdiğini ancak bu görüşmenin gerçekleşmediğini de iddia ediyor.
Görünüşe göre Abu Mansur hükümetin güvenlik işlerine bakan yüksek makamlardan yetkililerle anlaşmalar yapıyordu. “Ortak çıkar konusu çok önemliydi” diyor Mansur, “Bir devlet kurup onu dünyadan ayrı tutmak yeni bir durum. Pazarlıklar kolay değildi ve çok uzun sürdü. Bazen çok zorlandık.”
Bunun parasal bir ilişki olup olmadığını sorduk. “Aramızda para alışverişi yoktu, sadece ortak çıkarlar vardı.” Mansur’a göre Türkiye’nin çıkarı IŞİD’i sınır bölgesinde tutarak Kuzey Suriye’yi kontrol etmekti. Hatta tek istedikleri Kürtler üzerinde denetim de değildi, Kessab’dan Musul’a kadar tüm Kuzey Suriye’yi istiyorlardı.”
“Bu Erdoğan’ın İslamcı ideolojisinin bir parçası. Tüm Kuzey Suriye’yi istediklerini ve gelecek için hedefleri olduğunu söylediler. Erdoğan’ın Kuzey Suriye’nin Osmanlı’ya ait olduğu yönündeki demeçlerinden bahsettik. Birinci Dünya Savaşı sonrasına kadar Halep ve Musul Türk Osmanlı İmparatorluğu’nun parçasıydı. Bu şehirlerin kaybedilmesine yol açan Sykes-Picot antlaşması yüz yıl boyunca geçerli. Toplantılarda Osmanlı İmparatorluğu’nun tekrar kurulması konuşuldu, Türkiye’nin vizyonu buydu.”
“Bu vizyonu tüm Türk devletinin paylaştığını söyleyemem. Çok sayıda yetkili bunun gerçekleşmesini istemiyor.”
“NATO üyesi oldukları için NATO’yu kızdıracak hareketlerde bulunamazlar. Bu yüzden istediklerini doğrudan yapamıyorlar ancak Kürt birliğini yok etmek istedikleri için de IŞİD’den faydalanmak istiyorlardı.”
“IŞİD açısından da büyük faydası vardı çünkü Türkiye ile 300 kilometrelik açık bir sınırımız vardı ve her türlü yardımı alabileceğimiz bir kaynaktı.”
Türkiye’den silah yardımı alma konusundaysa Mansur Türkleri temize çıkaran sözler kullanıyor, “Kimse Türkleri bize silah temin etmekle suçlayamaz çünkü çok sayıda farklı kaynaktan silah sağladık. Türkiye’den almamıza gerek yoktu. Hükümet karşıtı Suriyeliler bile bize silah sağlıyordu.”
“Yaralılarımızı Türk hastanelerine göndermek için anlaşma yaptık. Tedavi için gelenlerin pasaportlarına bakılmıyordu, kapılar tamamen açıktı. Ambulanslar hiçbir soru sorulmadan sınırdan geçebiliyordu. Önceden haber verirsek istediğimiz gibi sınırı geçiyorduk.”
“Yaralımız olduğu zaman Suriye’de bir hastaneye gönderilir, oradan da sınır bölgesine aktarılırdı. Türkiye tarafında ambulanslar bekliyordu ve Esad’ı sevmeyen doktorlar gönüllü olarak yaralıları tedavi ettiler. Yaralının durumuna göre Türkiye’nin dört bir yanındaki özel hastanelere gönderildiler. Yardımcı olmak isteyen hem Suriyeli hem de Türk vatandaşı çok sayıda doktor vardı.
Mansur’a göre 2014 yılında Türkiye yabancıların Suriye’ye geçişine izin verirken aslında buna engel olmaya çalışıyormuş gibi yaparak Avrupa’ya karşı çift taraflı oynadı. Türkler bize “Büyük gruplar halinde gelmeyin, sadece belli kapılardan geçin, silah taşımayın, uzun sakallarınız olmasın, geçişleriniz olabildiğince gizli olmalı” dediler.
“İhtiyacı olanlara İstanbul’da sahte Suriye pasaportları veriliyordu. Suriye’ye girmek, Türkiye’de dönmekten daha kolaydı. Türkiye tüm dönüşleri kontrol ediyordu”.
“Toplantılarımız bir Suriye’de, bir Türkiye’de şeklinde devam etti” şeklinde konuşan Mansur 2016’da Ankara’ya çağrılarak birkaç hafta kalması istenmiş. “Bu dönemde Türkiye Menbiç’e operasyon başlatmıştı, IŞİD’den kendini geri çekiyordu ve ben Ankara’da kalmaya gittim.”
“Türkiye’nin de inişli çıkışlı dönemleri oldu. Aynı şekilde IŞİD içinde de anlaşmazlıklar vardı. Menbiç’ten sonra Türkiye bizden Suriye ile Türkiye arasında bir güvenlik bölgesi kurmamızı defalarca istedi. 10 kilometrelik, Türkiye kontrolünde, hava sahası kapalı bir alan kurmak istediler.”
IŞİD’in Atatürk Havalimanı ve Reina gece kulübüne yaptığı saldırıları ve neyin ters gittiğini sorduk. “Türkiye’deki saldırılar siyasi değildi. Ben o sırada Türkiye’deydim ve olaylarla bağlantım olduğunu düşündüler. Havalimanı saldırısı sırasında Gaziantep’teydim. Bunların IŞİD’in siyasi kanadının işi olduğunu düşündüler fakat bu mantıksız. Ülkenin içindeyiz, neden saldıralım?”
“Emirler Rakka’dan gelmişti. IŞİD yurt dışı sorumlusu emniyet güçleri emri verdi ve bence bu grubun içinde MİT mensubu kişiler de var. Benim düşünceme göre havalimanı saldırısı IŞİD’in faydası için değil, IŞİD ile işbirliği istemeyen Türk IŞİD üyelerinin faydası içindi. Çünkü düşününce çok mantıksız, dışarıdan gelen yeni üyelerin hepsi o havalimanından geliyor. Bu saldırıların emrini IŞİD içindeki MİT üyeleri verdi. Erdoğan’a zarar vermek istemediler, sadece Suriye konusunda gidişatı değiştirmek istediler. Ordunun Suriye’ye ve IŞİD’e saldırmasını istediler. Havalimanı saldırısı bu operasyonlar için geçerli bahane oldu.
Abu Mansur bunun bir komplo teorisi olmadığı konusunda ısrarcı. Abu Mansur, havaalanı saldırısından sonra Erdoğan’ın Suriye’ye müdahale etmek istediğini, bu nedenle Rakka’daki 40 kadar Türk ajanını geri çektiğini iddia etti.
Tüm bunların doğru olma ihtimali olsa da, yine de Türk istihbarat ajanlarının IŞİD ile birlikte çalıştığı anlamına gelmiyor. Örgüt içine izleme amaçlı ajanlar yerleştirilmiş olabilir. Ama gene de, Mansur’a göre Cumhurbaşkanı Erdoğan İslamcı hedefleri dahilinde IŞİD’le birlikte canla başla çalıştı: “Erdoğan’ın geçmişine bakarsanız, 83-87 yılları arasında Afganistan’da savaştığını görürsünüz. Bunları kafasından atamamış.”
Abu Mansur’un hikayesi 11 Eylül olaylarının yaşandığı sırada Fas’ta yaşayan bir gençken başlamış. Müslüman dünyasının birleşerek diktatörlere ve ABD önderliğindeki küresel güçlere karşı mücadele etmesi gerektiğine karar vermiş. “Başkan Bush ‘ya bizdensiniz ya da bize karşısınız’ dedikten sonra Müslümanlar için kimlerin ayağa kalkacağını araştırmaya başladım.”
“Şu anda çok yorgun hissediyorum. Hiçbir şey göründüğü gibi değil. Katılanların çoğu eğitimli insanlardı, katılmak isteyenlerin belli idealleri vardı. Müslümanları Suriye’deki diktatörlükten kurtarmak isterken fark ettik ki IŞİD’in içinde de çok sayıda diktatör denilebilecek yönetici vardı. Bazen yakılıp çöpe atılmış bir kağıt parçası gibi hissediyorum. Esad’ı indirmeye çalıştık ama yerine daha kötüsünü getirdik.”
“Suriye halkına karşı tutumları çok vahşiceydi. IŞİD yönetimindeki insanlar eğitimle ilgilenmiyordu ve tek amaçları petrol ve benzeri kaynaklardan para kazanmaktı. Fakirlerin durumu hiç umurlarında değildi. Esad’ın Baas Parti rejiminin de çok acımasız güvenlik güçleri vardı ama IŞİD bunun daha da kötüsünü, emni güvenlik gücünü yarattı. Ayrıca insanları savaşçılar ve siviller olarak ikiye böldüler ve savaşanlar diğerleri kadar sert cezalandırılmıyordu.”
“Rakka’da yolda giderken, meydanlardan geçerken asılmış insanları görürsünüz. Asarak idamlar, elektrikli işkenceler… bunlar iyi insanlar değildi. Herkes pozisyonundan faydalanmaya çalışıyor ve egemen olma arzusu taşıyordu.”
“Benim arayışım güç, otorite veya yöneticilik değildi” diyor Abu Mansur ve dürüstçe konuşuyor olabilir. Bir dönem kısa süreli fakat güçlü bir devlet olarak IŞİD için elçilik görevi yürüten Mansur şu anda tüm hayalleri yıkılmış olarak bir Irak hapishanesinde idam cezasıyla yüz yüze, gücü tükenmiş olarak bekliyor.