HABER MERKEZİ –
“1971 Türkiye’de faşizmin fiili olarak devreye girmeye başladığı yıldır. Türkiye’nin karanlığa götürülmek istenmesinin startının başladığı yıldır. Mevcut durumda zaten demokratik olmayan bir devlet aygıtı vardı. 1960 anayasının getirmiş olduğu nispi demokratik bir ortam ve atfosferde sol partilerin örgütlenme ve siyasete katılmasının da önü biraz açılmıştı. 1960’ların başlarında ilk kez radikal sol denebilecek TİP ilk kez seçimlere katılıp meclise küçük bir grupla girmeyi başarmıştı. Kürt sorunu o dönemler aydınlar arasında tartışılmaya başlanmıştı. Esas radikal devrimci direniş ve örgütlenme dışarıda öğrenci gençlik çeşitli örgütlülüklerle kendisini gösterecekti. Devrimci gençlik örgütlenmeleri radikal bir tarzda devam ediyordu. Devrimci gençliğin büyük ve geniş çaplı örgütlenmesi sağ muhafazakar kesimleri cidden korkutmaya başlamıştı. Aslında bununla beraber devlet içindeki kurumlarda da birbirine karşıt temelde bir örgütlülük vardı. Mecliste CHP ve DP’nin devamı konumunda olan AP vardı. Biri kendine göre ortanın solu, diğeride klasik sağ muhafazakar çizgiyi temsil ediyor, yer ve zamana göre koalisyon bile kuruyorlardı.
Ordu sağ ve sol subaylar diye kaynıyordu, devlet kurumlarında farklı bloklaşmalar gelişiyordu. Sol subaylar olarak bilinen subaylar, Doğan Avcıoğlu, Mihri Belli’nin MDD çizgisinin etrafında toplanmaya başlamışlardı. Bu durumda ordu içindeki sol kesimlerin belli bir dikkate değer güçleride vardı. Bir taraftan dışarıda örgütlülüğü giderek büyüten devrimci gençlik hareketi, diğer taraftanda bir an önce ülkeyi Türk BAAS’çılığı şeklinde bir sosyalist sisteme götürmek isteyen sol subayların orduyu ve devleti tümdem ele geçirme ve sağ muhafazakar kesimleri tasfiye etme planları yapılıyordu. Ordu içindeki sol subayların bu planları ve kurmak istedikleri sistem öğrenci gençlik tarafından da destek ve kabul görüyordu. Tabii devrimci öğrenciler daha radikal bir sistem istiyorlardı.
1968 devrimci gençliği ilk kez radikal tarzda bir gelişim, direniş göstererek mevcut sisteme ve egemen kesimlere korku salmış, meydan okumuşlardı. O dönemler aynı zamanda Özgürlük Hareketi’nin ideolojik olarak ve küçük bir grup şeklinde ortaya çıkmaya başladığı dönemlerdi. Devrimci gençliğin tam bağımsız Türkiye ve sosyalist bir sistem kurma mücadeleleri, ordu içindeki sol kesimin sol bir sistemle sonuçlanması planlanan olası müdahale girişimleri sağ muhafazakar kesim ve çevreleri ve hükümeti cidden endişelendirmeye başlamıştı. Öğrenci gençlik bir taraftan dışarıda örgütlenme çalışmalarına hız verirlerken, diğer taraftanda ordu içindeki sol subayların harekete geçmelerini sabırsızca bekliyorlardı. Kürt Halk Önderi sayın Öcalan bu durumu şöyle değerlendirecekti: “sol subaylar sol görüşlü öğrencileri, sağ subaylarda sağ görüşlü öğrencileri örgütlüyorlardı” şeklinde bir değerlendirmesi vardı. Ancak sol subayların yeterli ve gerekli tedbirleri almamaları, her şeyi alenen yapmaları, bazı subayların ikili oynamaları ve olan biten herşeyden genel kumayı haberdar etmeleri beklenen bu sol müdahaleyi engellemiş, etkisiz hale getirmiş, sol müdahalenin yerine 12 Mart sağ faşizan darbesi yapılmış, bütün sol subaylar anında etkisiz hale getirilip emekli edilmiş, öğrenci gençliğe ve dışarıda faal durumda olan devrimci kesimlere yönelik görülmedik bir saldırı başlatılmıştı.
Türkiye adeta bir açık cezaevi haline getirilmişti. Her tarafta solcu kıyımı başlamıştı. Deniz gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan yakananıp idam edilmişler. Mahir Çayan ve arkadaşları Kızıldere’de vurulmuş, yüzlerce, binlerce devrimci öğrenci ve aydın kesimlerde yakalanmış hapislere konulmuşlardı. 1973’te de İbrahim Kaypakkaya Dersim’de yakalanmış işkencede katledilmişti. O dönemler Kürt Halk Önderi sayın Öcalan da bazı faaliyetlere girmiş, devrimci öğrencilere yapılan idam ve katliamları protesto yürüyüşüne katılmış, bundan dolayı da yakalanmış 7 ay hapiste tutulmuştu. Bu esnada bu mücadelenin bitmeyeceğini, daha da büyüyeceğini düşünmüş, dışarıya çıkması durumunda yapması gerekenleri planlamıştır. Bugün PKK’nin mücadalede başarıya doğru gitmesinin ilk siyasal zemini cezaevi koşullarında hazırlandı Devrimci gençliğin lider kadroları vurulmuşlar, gençlik bir nevi başsız kalmışlardı. O dönemler Sayın Öcalan,”ben öyle bir örgüt kurmalıyın ki, ben olmasamda ayakta kalabilmeli, mücadeleye gerektiğinde bensiz devam edebilmelidir” demiştir. 12 Mart, Türkiye’yi büyük bir karanlığa sokmuş, 12 Eylül’le bu karanlık adeta daha çok koyulaşmış, Türkiye sağın ve faşizmin cirit attığı bir ülke haline getirilmiştir. Son 50 yılda Türkiye’de devrimci ve demokrasi mücadelesi tüm engel ve zorluklara rağmen devam edip, finale yaklaşıyor. Tabi bu mücadelede kuşkusuz Kürtler başrol oynuyorlar.
1968’in radikal devrimci ruhunu bugünkü koşullarda her bakımdan en iyi temsilciliğini tabi ki, PKK yapıyor. 12 Mart darbesi, askeri faşist bir darbe olup, Türkiye’yi bir bataklık haline getirmenin sürecini başlattı. 12 Eylül’le Türkiye tam bir karabasan dönemine girmiş, Kürt devrimcileri, Türkiye’li halklar ve devrimciler üzerinde korkunç bir baskı, sindirme, yok etme siyaseti ve işkenceler yaptılar. Amed zindan direnişi günümüzün büyük direnişinin zeminini hazırlamıştı, düşmanı kendi mekanında büyük bir yenilgiye uğratmıştı. Bütün bunlara karşı da devrimci mücadele daha çok büyümüş, gelişim göstermiş, darbe geriletilmişti. Mücadele kitleselleşerek günümüze kadar gelmiştir. 12 Mart’dan bugüne kadar kurulan sivil hükümetler bir nevi darbenin sivil yüzü ve temsilcileri olmuşlardır. O günden bugüne kadar bu hükümetler içinde en faşist karakterli olanı da hiç kuşkusuz AKP-MHP olmaktadır. MHP aslında sermayenin eli kanlı bir cinayet örgütü işlevi gördü ve günümüzde de bu işlevi hala devam ediyor. AKP kimi yönleriyle 50 yıl önceki koşulları bile aratır oluyor. AKP’nin faşizmin son temsilcisi olduğunu düşünüyoruz. AKP’nin artık mevcut durumda, halkların mücadelesi karşısında dayanabilecek gücü kalmamıştır. AKP-MHP’nin gemisi karaya vuruyor, Avrupa’nın desteğiyle ayakta kalmaya çalışıyor. AKP-MHP halkların mücadelesine çarparak toz duman olacaklar. Zaten şimdiden başaşağı gidiş başlamıştır. Yakın gelecekte, kazanan halklar ve özgürlük olacaktır.
Kemal Söbe